4.07.2018

dilenci

ahmet haşim

yolumun üzerinde her sabah tesadüf ettiğim bir dilenci var. bu zeki çehreli insan, yoklama defteri imzalamaya mahkum bir kalem efendisi düzeniyle her gün tam saat altıyı kırk geçe köşesine gelir ve tam saat ona kadar da bir tek söz söylemeksizin, sırf gözlerinin derin elemi ve edasının sessiz belagatiyle gelip geçenlerin merhametini avlar. merhametlerin birer şaşkın güvercin telaşıyla bu mahir avcının kurduğu tuzağa düşmek için nasıl kanat çırptıklarını görmek benim her sabahki eğlencemdir.

sabır, tahammül, düzen gibi karakter faziletlerinin en çetinleriyle donanmış ve aynı zamanda ustalıklı bir sükutun boş bir belagate tercihedildiğini bilecek kadar zevk ve idrak sahibi olan bu insanın daha çetin sahalarda, daha kârlı avlar arkasında koşması mümkünken, bir dilenci kılığı altında gelip geçenlere el uzatmaya razı oluşunu büsbütün budalaca bir hareket saymadım.

bu insan haklıydı:

hayatın zevk kaynağı olarak kuvveti ve insanın yaşamak hususundaki kudreti nispetinde fakirin hali yamandır. işte bunun içindir ki new york veya londra gecelerinde kuru bir kemik parçasını açlıktan gözü dönmüş köpeklerin ağzından kapmaya muhtaç kalan korkunç hayat düşkünlerine verilen fakir ismi hindistan'da, ganj nehri kenarında yarı kutsal bir payenin unvanıdır. fakire merhamet saadet ve felaketleri görünmez kuvvetlerin keyfine tabi ve dolayısıyla her an refahtan sefalete düşmek tehlikesine maruz olanların bilinmezden bir tür medet ummasıdır. bu gibilerin dilenci avucuna sıkıştırdıkları her sadaka yarın istemekten korktukları bir sadakanın sermayesi gibidir.

her sabah sessiz bir trajedi çehresiyle karşıma çıkan dilenci, şüphesiz, hesabın henüz tesadüfe galip gelmediği bir âlemde yaşadığını biliyordu ve sınırsız bir saflık ve gaflet denizi içinde merhameti değerli inciler şeklinde kolayca avlamaktan zerre kadar mahcup görünmüyordu.