29.11.2015

uzun lafın kısası

oscar wilde: bizler acının soytarılarıyız.

bertrand russell: günah duygusu, daha iyi, daha temiz bir yaşama değil, bunun tam aksine neden olur. bir adamı hem mutsuz yapar hem de ona aşağılık duygusunu aşılar.

christine arnothy: hayatta her şey satılıktır.

erik orsenna: herkes bilir ki, otomobiller bazen yağ damlatsalar ve duman çıkarsalar da, geceleri nadiren kavga eder; asla gürültülü bir şekilde çiftleşmez ve dünyaya tahammül edilmez çocuklar getirmezler.

halil cibran: bugüne kadar yalnızca "sen kimsin?" diye sorana ne cevap vereceğimi bilemedim.

jean jaures: bir sınıfın tahakkümü, insanlığa karşı yapılmış bir suikasttır.

konfüçyüs: bir insan topluluğunun nasıl yönetildiğini anlamak isterseniz onun müziğine bakın. bir ülkede müzik yozlaşmışsa o ülkeden hayır gelmez.

mehmet eroğlu: hayat, insanlığın içine düştüğü kuyudan kurtulma çabasıdır.

walter benjamin: yıkıcı karakter, yaşamın yaşanmaya değer olduğu duygusundan ötürü değil, intiharın bile uğraşmaya değmez olduğu duygusundan ötürü yaşar.

sadık hidayet: yarın ölebilirim, kendimi tanıyamadan.

alexandre dumas: şaraptan korkanlara yazık; çünkü onlar içlerindeki kimi kötü düşünceleri şarabın ortaya çıkaracağından korkarlar.

şükrü erbaş: ey acıdan damıtılmış yaşama sevinci; sen ne güzel, ne büyük, ne değerlisin!

28.11.2015

kör ayna, kayıp şark

nurdan gürbilek

leyla erbil: yaralı doğar bütün insanlar; anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce.

sigmund freud: şimdiki ben duygumuz, her şeyi içeren, ben'in çevresindeki dünyayla daha içten bir bağlılığına denk düşen bir duygunun büzüşmüş kalıntısıdır sadece.

györgy lukacs: her imgenin yüzüne, gerilerde bir yerde yanan bir ateşin parıltısı düşer. her imge bu dünyaya aittir ve yüzünde bu dünyaya ait olmanın sevinci parıldar; ama o bize aynı zamanda bir zamanlar varolan bir şeyi, bir yeri -bir zamanlar ait olduğu evi- hatırlatır; sonuçta bu, ruh için anlam ve önemi olan tek şeydir.

walter benjamin: büyük şehir insanını büyüleyen aşktır; ama ilk bakışta değil, son bakışta aşk.

peyami safa: kadınlar medeniyeti gözleriyle anlamaya mahkumdur. şekillerle iktifa ederler ve renklerin değişmesi onları eğlendirir.

her yapıt yaşama verilmiş güçlü bir yanıt olmayı ister.

ahmet hamdi tanpınar: çoktan beri asıl gayenin kendimizi bulmak veya vücuda getirmek olduğuna inanıyorum. bu adamlar (baudelaire, valery, verlaine, mallarme, poe, proust, dostoyevski vs.) beni kendi hakikatlerime veya asli yalanlarıma götürdüler. çünkü, belki de hakiki şahsiyet yoktur ve bizim benlik dediğimiz şey, ilk yahut en büyük ibda ve ihtiramız, bir kelime ile, masalımızdır.

cemil meriç: hepimiz garip bir hastalığın kurbanıyız: kendimizi başkası sanmak hastalığı.

leyla erbil: ölümler gördüm; dostlarımın, yakınlarımın ölümlerini, halkın acılarını, işkenceye dönüşen yaşamlarını, iktidarların soysuzluklarını. seyretmekten tiksindiğim bir dünyayla karşı karşıya kaldım.

rene girard: romanda hakikat, ancak gurur öldüğünde, yazar gururuna kıydığında, eğer kıyabiliyorsa doğar.

oğuz atay: beklenen geç geliyor, geldiği sırada insan başka yerlerde oluyor.

27.11.2015

kayıp kız

d.h. lawrence

mutlak bilgelik diye bir şey yoktur. bilgelik yalnız geçmiş için geçerlidir. gelecek her zaman bitimsiz bir yanılmalar alanıdır. önceden bilemezsiniz.

kadınlar hatalarına sahip çıkamazlar.

insan ruhu, kendi esrarlı besinini ister. onu bulamayınca hiçbir şey yolunda değildir.

kendinden çok emin olan insanlar çok yanılırlar.

olağan insanların alınyazıları da olağan olur. olağanüstü insanların olağanüstü alınyazıları vardır. ya da hiç alınyazıları yoktur. herkesi aynı duruma sokan modern sistem olağanüstü insanlara uymaz. ya öldürür onları ya da kullanmadan bir yana fırlatıp atar.

"zor olan başlamaktır."

erkekler, başarısızlığın acı otunun, kendini önemseme özsuyunu emebilirler. genellikle en başarısız erkekler en çok kendini beğenmiş olanlardır.

bütün çiçeklerin içinde leylak en gizemli ve eşi bulunmayanıdır.

kendinizi kaç yaşında hissediyorsanız yaşınız odur.

erkekleri iyice tanıyıncaya kadar neler yapabileceklerini bilmezsiniz. sonra da artık hiçbir şeye; ama hiçbir şeye şaşmazsınız.

25.11.2015

aforizmalar

~criminal minds

carl gustav jung: sağlıklı bir insan başkalarına işkence yapmaz. genellikle işkence yapanlar daha önce işkence görmüşlerdir.

nietzsche: uçuruma çok uzun süre bakarsan, uçurum da senin içine bakar.

james reese bir keresinde "olay mahallinde çeşitli ipuçları vardır ve bunlar doğal olarak incelenmek veya toplanmak için kendiliğinden ortaya çıkmazlar." demişti. kim aşkı, öfkeyi, nefreti, korkuyu toplayabilir ki?

thomas fuller: tilkilere karşı tilki olmak gerekir.

ernest hemingway: bir insanın avlandığı gibi avlanan yoktur: yeterince uzun avlanan ve bundan hoşlanan silahlı adamlar, başka hiçbir şeyi gerçekten umursamaz.

euripides: aşk aşırı olduğunda bir erkekte ne onur ne de liyakat bırakır.

peter ustinov: ne yazık ki çok fazla rüya görmenin bedeli, kabus görme olasılığının artmasıdır.

eugene ionesco: ideolojiler bizi ayırır; rüyalar ve acılar ise bir araya getirir.

john steinbeck: kim zihninin derinliklerindeki karanlık sulara dalmamıştır ki?

modern zamanın tarihi

levent yılmaz

"aydınlanma, insanın, kendi eliyle yarattığı reşit olmama halinden kurtulmasıdır." (kant)

"dar kapıdan girin; zira helake götüren kapı geniş ve yol enlidir ve ondan girenler çoktur. çünkü hayata götüren kapı dar ve yol sıkışıktır ve onu bulan azdır." (matta)

andre dacier: kimi kitaplar vardır yolculuklara benzer; şu kişi olsun bu kişi olsun, başta yaptığımız yolculuk güzergahı asla tam olarak izlenmez.

cicero: felsefe yapmak, ölmeyi öğrenmektir.

nicholas mann: zaferlerin en soylusu kendi kendini yenmektir; kendi üzerinde hüküm sürmek kraliyetlerin en zenginidir.

raymond queneau: tarih, insanların acılarının ilmidir.

fenelon: yeni bir şey söylemek aşağılık bir meraktır; kör bir tutkudur.

alexis de tocqueville: geçmiş geleceği aydınlatmadığı zaman, zihin karanlıkta ilerler.

bir deha, yüzyılının kusurlarından asla kurtulamaz.

19.11.2015

hayal burcu

şükrü erbaş

kente girmeden çok önce, birbiri içinden doğmuş, bir kolu doğan güneşe, bir kolu batan güneşe değen görkemli bir dağ sırası karşılamışsa sizi, antalya'dasınız. özel birisi olmanız gerekmiyor bu büyük tören için. dağdır. özgürdür. büyüktür. güneş gibi, yağmur gibi, aynı eşitlikte davranır eşiğine gelen herkese.

yasemin kokularıyla genişlemiş sokaklarda bir iyilik duygusuyla gülümsüyorsanız geçmişinize; sokaklar bahçeler boyu sapsarı ışıyan turunçlar, o kimliksiz beton yığınlarını bile akdeniz'e özgü kılıyorsa, antalya'dasınız. iyimser olmak için eşya gerekmez size. gözleriniz var ya..

mavi bir zamanın içinde ıssız bir kum çanı. hepimizden yapılmış bir vazgeçiş. uğultusuyla mağrur. bir kış bahçesinde soğumuş. deniz terledikçe kendine kapanıyor. zülüfleri köpük köpük intizar. bakmıyor, yarılmış bir nar her yere saçılıyor. hayalin cezasından kurtulmuş. ağzı sönmüş çerağ. gerçeğe katlanmak güçsüz düşürüyor. topuklarına dek ayrılık. gelmiş yine de. yazdan bir iyimserlik. unutma bahçelerine bir avuç ışık. inanmadan olmuyor. kasıklarında hayatın kalbi. acısını sevmek istiyor. acısı çiçek açmış dünya. çocukların büyüyor tanrım! sonsuzluğu gövdelerinde duyarak..

beni sevmediğini söyleyebilir misin, dedi. dört unutma yılından sonra. söz gövdeden bunca uzak düşmüşken. ağzını kirpikleriyle tutuşturarak. dünyanın evlere sığdığı bu geç vakitte. ay güle, ay denize, ay yola.. düşer gibi. sevmeyi yalnızca sevmek sanan ey kendine ceza kalp. neden iyi zamanları hatırlar insan? inanmak ister yeniden boyun eğdirdiğine? aşk ötekinde hayata dönmüşken. "su serptim ateş sönsün/serptiğim su da yandı" diyemedim. sevgilim ayrılık.. senin külün, ağzıma örttüğüm.

18.11.2015

siyah süt

elif şafak

her ayna anahtarını kaybetmiş bir kapıdır. açılır diyar-ı esrar'a. olur da fazla bakarsan aynaya, aralanıverir kapı, kaybolursun sonsuzlukta.

çizginin öbür yanı intihardır. öyleyse yaşamak, intiharın kenarında kıyısında, belki de tam eşiğinde zıplayıp durup, zaman zaman ayaklarını boşluğa sarkıtmak pahasına oynamak, oynamak, hiç yanmayacakmış gibi oynamaktır.

erkek yazarlar evvela "yazar" olarak algılanırlar, sonra "erkek." kadın yazarlar ise evvela "kadın", sonra "yazar."

insan duymak istediğini duyar.

eninde sonunda varoluş demek tatminsiz ve tamahkar olmak demektir. insan yetinmeyi bilmez. cioran'ın dediği gibi hepimiz kendi içimize düşüp bedbaht olmaya mahkumuz.

olmaya çalışmak yerine, oluşu ve varoluşu bitimsiz, sürekli yenilenen bir süreç gibi algılamalıyız. bu yüzden senin annelik/yazarlık ikilemi üzerine geçenlerde sorduğun soru asla cevaplanmamalı. bilakis, daima yeni sorularla derinleştirilmelidir.

istanbul kendi çocuklarını hırpalayan bir şehir.

anais nin: sıradan bir hayat beni cezbetmez.

yaşadığımız hayatın ne denli geniş ya da dar olduğu bizim taşıdığımız cesarete bağlı.

faşizm kötülerin değil, normallerin eseridir.

sürüye ayak uyduran, verilen her emri sorgusuz sualsiz yerine getiren sıradan insanlar her türlü totaliterliğe açıktır.

kadın doğulmaz, olunur.

courtney love: gün boyu son derece normal bir insan gibi hareket etmeye bayılırım. her ne kadar, o esnada zihnimden şiddet, terör, seks ve ölümle ilgili bir sürü manyak düşünce geçiyor olsa da..

erkek: 1.etken, 2.kültür, 3.gündüz, 4.akılcı, 5.rasyonel, 6.beyin, 7.dikey, 8.hız, 9.yapan, 10.özne, 11.logos; kadın: 1.edilgen, 2.doğa, 3.gece, 4.duygusal, 5.irrasyonel, 6.beden, 7.yatay, 8.durgunluk/oturmuşluk, 9.yapılan, 10.nesne, 11.pathos

her birinde vasat olmaya razıysan eğer, on ayrı iş bile yapabilirsin.

aşktan önce. aşktan sonra. çünkü aşk bir milat. takvimlerin kendini sıfırladığı, saatlerin yeniden ayarlandığı an. aşktan önce olan biten her şey -miş'li geçmiş. adeta yaşanmamış. bir şekilde hafızaya sonradan alınmış. aşktan sonra olan her şey şimdiki zaman. öncesi ve sonrası olmayan.

oscar wilde: erkekler yorulunca evlenirler. kadınlar ise sırf meraktan evlenirler. sonunda her iki taraf da hayal kırıklığına uğrar.

38. hafta: bu hafta anladım ve kabullendim ki hamile bir kadının bedeni kendine değil, topluma aittir. daha doğrusu toplumdaki tüm kadınlara. ne zaman sokağa çıksam tanımadığım kadınlar gelip karnıma dokunuyor. ben istediğim kadar geri çekeyim kendimi, onlar elleriyle pat pat yokluyorlar. hamileliğin olduğu yerde resmiyet olmuyor. ne resmiyet, ne mahremiyet.

ölmeden önce ölmek lazım.

her canlı bir mucize, hayatta her şey olasıdır.

ayn rand: hiç kimse kendi beynini, bir başkasının yerine düşünmek için kullanamaz. vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. paylaşılamazlar ve devredilemezler.

belki de pekala farkındaydı anne-çocuk ilişkisinde hep ama hep çocuğun kazanacağının. ve bu yüzden istemedi anne olmayı.

sen istediğin kadar özgürlükçü ol, toplum aynı fikirde değilse nasıl dengeleyeceksin ideallerinle hayatın hakikatlerini?

unutma, zorluğun olduğu yerde kolaylık vardır.

meğer insanın kendi kendini kandırmasıyla derinleşirmiş her depresyon.

çünkü ne kadar girift olursa olsun her dehlizin bir çıkışı var. ummadığın kadar yakında bir yerde seni bekleyen. oraya doğru yürümek tek yapman gereken.

herzog

saul bellow

keder, aylaklığın bir türüdür.

toplumun onayladığı prensipler doğrultusunda yaşamak budur işte: borçlarını ödersin.

mutluluğun mekanik bir model üzerine kurulduğu hedonist bir dünyada yaşıyoruz. yapman gereken tek şey fermuarını açıp mutluluğu yakalamak.

hiçbir erkek kendisini istemeyen bir kadını tatmin edemez.

günümüzde insanlar özgür olabilirler ama bu özgürlüğün hiçbir içeriği yok. muazzam bir boşluk gibi.

paranoya, vahşilerde muhtemelen normal ruh halidir.

yaşamayı, ölmeyi becerebilen gerçek bir birey şimdiye dek yaşamamıştır. yalnızca kimi zaman bir ideale iradeyle, ona duydukları muazzam arzu sayesinde erişebileceklerini uman hastalıklı, trajik ya da mutsuz ve gülünç budalalar.

pascal: kalbin kendine özgü nedenleri vardır.

iyiler diğer insanların algılarını cazip bulur ve kendileri adına düşünmezler.

gerçek sadece insanlığa daha çok utanç ve umutsuzluk getirdiği müddetçe gerçektir; kötülük dışında herhangi bir şey yansıtıyorsa gerçek değil yanılsamadır.

spinoza: bir insanın istikrarlı olmasının ilk şartı bu kişinin var olmayı gerçekten arzu etmesidir.

hiçbir hayat hayali payelere, müstakbel onurlara, gelecekte erişilecek özgürlüğe dair umutlar taşımayacak kadar kısır ve yoksun değildir.

gerçek dostluk karşı çıkmaktır.

tolstoy, "krallar tarihin köleleridir." demişti. insan güç merdiveninde ne kadar yüksekteyse, eylemleri de o kadar dış koşulların kontrolündedir. tolstoy'a göre özgürlük tamamen kişiseldir. yalın ve dürüst -yani gerçek- bir yaşantısı olan insan özgürdür. özgür olmak, tarihsel sınırlamadan kurtulmak demektir.

peygamberlerin hiçbirinin söylemediği muazzam gerçek şu ki, özel hayat her şeyin üzerindedir. dinden daha evrenseldir. gerçek, güneşten daha yüksektedir. ruh tutkudur.

17.11.2015

devrim

deniz gezmiş

insanlığın büyük kültür mirasını yine en iyi, devrimciler anlar, devrimciler değerlendirir. marksist-leninist olanın ötekilere üstünlüğüdür bu.

ölümle burun buruna gelmedikçe, yani ölüm, karşında somutlaşmadıkça, ölüme pek aldırmıyorsun. hem de hiç aldırmıyorsun. takmıyorsun ölümü.

bir devrimcinin ölümü bile gündelik olağan eyleminden, olağan mücadelesinden soyutlanamaz. bir devrimci ölüme böyle gider işte: bayram yerine gider gibi. ama bak, mahpushane kötü. bir devrimciye en çok koyan, eylemin dışında kalmaktır. korkunç bir şey bu.

asacaklar herhalde. bu, o günkü politik ortama bağlı. faşizm güçlüyse asar. politik mücadele veriyoruz. sınıf mücadelesinin arttığı dönemlerde yasa masa kalmaz. hukuk ancak denge durumlarında vardır ve işlerlik kazanır. siyasal iktidar için pek tehlikeli değilsindir, onun da pek gücü yoktur; işte o zaman hukuk vardır. gerici sınıfların en güçlü iktidarıdır faşizm.

burada ölen yalnızca bedenimdir; ki zaten ölümlüydü, ölecekti. ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz. düşüncem yaşayacak.

15.11.2015

başka hayatlar

nilüfer kuyaş

yaratıcılığımızı uyandıran herkes içimizde çeşitli şekillerde yaşamaya devam eder. dünyadaki en önemli ölümsüzlük budur.

ilk aşk insanda daima sonsuzluk tadı bırakır. hayatın geri kalan kısmı o sonsuzluk tadını yeniden bulmak çabasıyla, ona tekrar tekrar dokunmak arzusuyla geçer.

modern insan kendi kişisel mitolojisini yaratan insandır.

edebiyatı yoksul olan ülkelerin tatilleri de yavan olur.

georges bataille'ın söylediği gibi, kötülük bilinci olmadan iyiliğe özlem duyamayız. "iyiliğe susamasak" diyor bataille, "kötülük bizde sadece bir dizi kayıtsızlık duygusu yaratırdı." bataille'a göre bilgelik katılmamış öfke yararsızdır.

edebiyat, bütün acılara rağmen hayata "evet" demek gücünü verir, bize yaşamayı öğretir.

şiirin en büyük özelliği, pratik hiçbir işe yaramamasıdır.

aşk bazen sadece aşktır, ille yüce bir amaca hizmet etmeyebilir; hayat da her zaman kurallara sığmayabilir; iyilik de vardır kötülük de; sanatın işi bunu olduğu gibi görmektir.

bilgelik tutkunun diğer yüzüdür.

rastlantı ya da sürpriz gibi görünen olaylar aslında yarı yolda bıraktığımız süreçlerin yeniden su yüzüne çıkması değil midir? kaybolan bir kedinin ne yapıp edip mutlaka evini bulması gibi, gelir ve bizi bulurlar. bir konuda kendimize yalan söylemişizdir. yalanın ortaya çıkması "sürpriz" olur bizim için. kendimizi ya da başkalarını yeterince aldatamamışızdır.

şehir her an her sokağında mevcuttur; çünkü daima başka yerdedir. şehirde yaşanan ilişkiler de bu yüzden şeffaf değildir hiçbir zaman; çünkü bütün diğer ilişkiler tarafından koşullanır. coğrafi açıdan ne kadar kesin sonlu bir örgütlenme de olsa, şehir duygusal açıdan sonsuzdur, tüketilemez. bir "hiper metin" gibidir şehir, sürekli değişir. o sonsuz metnin içinde devinen sonlu hayatlarımızın yol işaretleri yoktur.

12.11.2015

skandal

thomas bernhard

son yıllarda siyasal bir skandalın çıkmadığı ve siyasal iğrençliklerin yıllar önce kimsenin aklıma bile gelemeyecek boyutlara ulaşmadığı bir gün bile geçmedi. gazeteyi açtığınızda siyasal iğrençliğin ve siyasal suç işlemenin gündelik alışkanlığa döndüğü bir devlette yaşadığınızı düşünürsünüz. sabah gazeteyi açtığınızda bizim politikacıların iğrençlikleri ve suçları yüzünden kendiliğinden sinirleniyorsunuz. o zaman tüm politikacıların suçlu tipler oldukları ve temelinden suçlu bir köpek sürüsü oldukları izlenimini hemen edinirsiniz.

şimdi artık nerdeyse gazeteleri açmak bile bana dayanılmaz geliyor; çünkü yalnız skandallarla dolular. ama gazeteler nasılsa toplum da öyle, gazeteyi çıkaranlar da. bir yıl boyunca arayın, bu boktan gazetelerin hiçbirinde düşünce dolu bir cümleye rastlamayacaksınız.

toplum, özellikle de politik topluluk ve bu devlet bu kadar iğrenç ve bu kadar alçak. şimdiye kadar bu ülkede hiçbir zaman bu kadar iğrenç ve alçak devletli, bu kadar iğrenç ve alçak bir toplum olmamıştı ama bu ülkede hiç kimse buna yüz kızartıcı bir durum olarak bakmıyor, kimse, gerçekten, kimse bu duruma karşı çıkmıyor. herkes her zaman her şeyi kabullendi, ne olursa olsun ve en büyük iğrençlik olsa da ve en büyük alçaklık olsa da ve tüm akıl almazlıkların en akıl almazlığı olsa da.

bu ülkenin insanı asla devrimci değil çünkü asla gerçek delisi değil, yüzyıllardan beri hep yalanla yaşıyor ve buna alıştı. yüzyıllardır yalanla evli, her türlü yalanla. en derinden ve en önce de devlet yalanıyla. son derece doğal olarak adi ve alçak yaşamlarını sürdürüyorlar devlet yalanıyla, bu, onların itici yanı.

sevimli denen bu ülke insanı kurnaz, çıkarcı bir kapan kurucu, her zaman ve her yerde çıkarcı kapanlarını kuran biri, en adi alçaklıkların ustası, sevimliliğinin altında alçak ve utanmaz ve saygısız bir insan ve işte bu yüzden de en sahtekar olanı.

o her zaman başarısız olmuş bir insandır ve o kendisinin böyle olduğunun derinlemesine bilincindedir. tüm iğrençliklerinin, karakter zayıflıklarının nedeni budur; çünkü tüm öteki iğrençliklerden önce karakter zayıfıdır. ama bu da onu tüm ötekilerden daha ilginç kılan şeydir. o dahiyane bir aldatıcıdır, en dahiyane tiyatrocudur gerçekten. gerçeğin içine asla girmeden her şeyi oynar, onun en karakteristik yanı budur.

o, tüm dünyada sevilir, hiç değilse bugüne kadar böyle ve tüm dünya bugüne kadar onu göklere çıkardı, en ilginç avrupa insanı, aynı zamanda da her zaman en tehlikeli olanı olduğu için. o, büyük bir olasılıkla en tehlikeli insan, alman'dan daha tehlikeli, tüm öteki avrupalılardan daha tehlikeli, o mutlaka en tehlikeli siyasal insan, tarih bunu kanıtladı ve bu da avrupa'ya her zaman en büyük felaketi getirdi ve gerçekten çoğunlukla tüm dünyaya da.

her zaman adi bir nazi ya da budala bir dindar olan birini ne kadar ilginç ve eşi görülmemiş olarak görsek de, onu siyasal dümenin başına geçirmemeliyiz; çünkü o dümene geçtiği zaman kaçınılmaz biçimde her şeyi tümden uçuruma iter.

harita ve topraklar

michel houellebecq

çözülmemiş bir olay eski bir yara gibidir; size asla huzur vermez.

ne tuhaf, insandaki kendini ifade etme, dünyada bir iz bırakma ihtiyacının güçlü bir şey olduğunu sanırız; ama genelde yeterli olmaz bu. asıl işe yarayan, insanları kendilerini aşmaya iten şey hala sadece para kazanma ihtiyacı.

inat birçok meslekte, en azından gerçeklik kavramıyla uzaktan yakından ilgisi olan her meslekte işe yarayan tek insan özelliğidir.

edebiyatta, müzikte yön değiştirmek kesinlikle olanaksız; adamı linç ederler. bir yandan hep aynı şeyi yaparsan kendini yinelemekle, gerilemekle suçlarlar; ama başka tarafa kayarsan bu sefer de her işe el atan tutarsız biri olmakla suçlarlar.

güzellik biraz da ayrıntıdır.

yoğun bir bakış, tutkulu bir bakış. kadınların aradıkları her şeyden önce budur. bir erkeğin bakışlarında bir canlılık, bir tutku fark ettiler mi onu çekici bulurlar.

tanrı'ya inanmak rahatlatıcı bir şey olsa gerek: başkaları için artık bir şey yapılamadığında -yaşamda da genellikle öyle oluyor, işin özünde hemen her zaman olan biten budur, özellikle de kanser söz konusu olduğunda- geriye onlar için dua etme seçeneği kalıyor.

kader

cesare pavese

insanları öldüren kader, onları görebilmemiz ve gözlerimizi bu cesetlerle doldurabilmemiz için bizi de sorumlu kılıyor. korku, alışılagelmiş korku, kaçış değil. insan, gerçeği kavradığı için utanıyor – işte gerçek önümüzde: her ceset sen, ben ya da biz olabiliriz. arada hiç fark yok. eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. bu nedenle her savaş bir iç savaştır. her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar.

bir insan olabilmek, bu apayrı bir olgu. şans, cesaret, istek gerektiren bir olgu. özellikle dünyada başka hiç kimse yokmuş gibi yalnız kalabilme cesaretini gerektiren. ve yapmak istediğini düşünmek yalnızca. insanlar umursamazsa korkmamak. yıllar yılı beklemek, ölmek gerek. ve sen öldükten sonra, şansın varsa, o zaman bir şey olabiliyorsun.

zaman zaman, hiçbir şeye yaramaz haber bültenlerini dinledikten sonra penceremin kenarından dışarıdaki, terk edilmiş üzüm bağlarına baktığımda, rastlantılardan oluşan bir yaşamın yaşam olmadığını düşünüyorum. ve kendi kendime gerçekten rastlantılardan sıyrılıp sıyrılmadığımı soruyorum.

via tezer özlü

yorgun

ingeborg bachmann

yaşayacak bir niçin'i bulunan, hemen tüm nasıllara dayanabilir.

tek bir cümle, artık kendisine olan olmuş insana güvence vermeye yeter mi ki? bu dünyadan olmayan bir güvence gerek.

çünkü başkalarının buna amanı yok, onlar ülkelerinde oturuyorlar, çalıştıkları, planlar yaptıkları, eyleme giriştikleri ülkelerinde, onlar, yani gerçek anlamda zamanın dışında olanlar; çünkü onlar dilsiz, tüm zamanlarda egemenliklerini sürdürenler, yalnızca dilsiz olanlardır. size korkunç bir sır vereceğim: dil ceza demektir. her şey dile geçmek zorundadır ve her şey suçuna ve bu suçun kapsamına göre, yine dil içinde yitip gitmek zorundadır.

ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.

düşünmemi öngördükleri şeyleri de düşünebilmekten tümüyle acizim, bir tarihi, bir işi, bir randevuyu, sabahın altısında mutsuzluğumun sınırsızlığından daha açık ve seçik algıladığım bir şey yok; çünkü asla kesilmek bilmeyen bir acı, hak edilmiş, tüm benliğimi saran bir acı, tüm sinir uçlarına eşit oranda dağıtılmakta, her zaman. çok yorgunum, evet, size söyleyebilirim, çok yorgunum.

feminizm

r. w. connell

feministlere yönelik en eski alay, onların, kadınları erkeklere ve erkekleri de kadınlara dönüştürmeye çalıştıkları şeklindedir. bir anlamda bu doğrudur: iş bölümünün yeniden biçimlenmesi, kadınların uzlaşımsal olarak erkeksi sayılan işleri yapması anlamına gelmelidir. yine de yetmişlerin başlarında genellikle savunulan türden "rolleri tersine çevirme", bir strateji olarak yetersiz olduğunu kanıtlamıştı. feminizm, taktik olmayan nedenlerle de, uzlaşımsal olarak kadınsı olduğu düşünülen nitelikleri ve uygulamaları da elinde tutmaya çalışmaktadır. böylece hareket kendisini, iş bölümü ve cinsel karaktere ait uzlaşımsal toplumsal cinsiyet sınırları boyunca ortaya koyduğu ve biseksüellik de kendisini cinsel bir pratik olarak öne sürdüğü ölçüde, kateksis yapısının sınırları boyunca ilerler bir halde bulmuştur.

kölelik

carson mccullers

sahip olduğumuz tek şey vücutlarımızdır ve yaşadığımız sürece vücutlarımızı satarız. sabahları işimize gittiğimizde, bütün gün çalışırken vücutlarımızı satarız. onu herhangi bir fiyata, herhangi bir zamanda, herhangi bir amaç için satmaya zorlanırız. yiyebilelim, yaşayabilelim diye satmaya zorlanırız vücutlarımızı. ve bunun için bize verilen fiyat, başkalarının kazancı için daha uzun süre çalışabilmemize yetecek kadardır ancak. bugün haraç mezat satılmıyoruz adliye meydanında. ama gücümüzü, zamanımızı, canımızı satmaya zorlanıyoruz her gün. bir cins kölelikten kurtulduk ama bir başka köleliğe sokulmak için. özgürlük müdür bu? özgür adamlar mıyız bizler şimdi?

11.11.2015

genç kızlar

halit ziya uşaklıgil

genç kızlar hiç tanınmamış, henüz tecrübe olunmaya muhtaç mahluklardır.

genç kız olmak üzere bulunan çocukların çok farklı bir dönemi vardır ki o sırada bu hassas, narin mahluklarda bir kadınlık hayatına hazırlığın belli belirsiz gelişmeleri görülür. bu devre ruhsal, bedensel değişikliklerle başlar. çocukta sebepsiz herkesten bir ürkeklik, bir kaçınmak, bir çekingenlik fark edilir. onda artık oyun zamanı geçmiş bir kedi yavrusunun vahşetleri uyanır. size eskisi gibi çocukça neşesiyle elini uzatmaz, yanınıza o eski kendini verişle sokulmaz. babasına dudaklarını uzatışında bile bir soğuk titreyişin akışı vardır. lakırdılarında biraz daha sakıngandır. gülerken kızarıverir. soluduğu havanın içinde gariplik, yabancılık veren bir yeni rüzgârın dalgaları vardır. o zaman kaçar, tenha köşeler arar. uzun uzun düşünceleri vardır. kendisinde bir başkalık hisseder; fakat niteliğini bilmez. yalnız anlar ki artık bir çocuk değildir. yeni bir kimlik mayası tutulamayan bir gelişme kuvvetiyle bu çocuk vücudunu parçalayıp taşmak, bir şiddetli fışkırmayla dışarı çıkmak ve artık zorla sözünü geçirmek ister.

bu olay çocuğun iradesi, bilgisi, tercihi dışında bir şeydir ki kendi kendine tabiatın belirlediği değişim çizgisini takip eder. çocuk vücudunda garip bir şeyin, ne olduğu anlaşılmaz bir hastalığın yürüdüğünü, ilerlediğini, bütün benliğinde dolaştığını hisseder. o zaman ona yürüyüşünde, söyleyişinde, gülüşünde, bütün dışarıyla ilişkilerinde korkaklıklar, beceriksizlikler gelir. birden tavrında zariflik ve tabiiliğinden bir şey eksilmiş sanılır. boyu fazlasıyla uzun, vücudu oransızca ince gibidir. yürürken uzun bacaklarının üstünde oransız bir gövdeyle yürüyen bir kuş hali vardır. elini uzatışında, başını tutuşunda o eski hoş uyum kaybolmuştur. kendine has tavırlarını terk etmiş de henüz yakışacak tavırlar bulamamış bir vücut gibidir. lakırdılarının arasında birden kızarışları vardır, sebebi bilinmez. bu kendiliğinden taşan sıkıntıları da alt edemez. o zaman herkesten uzak kalmak ister. büyüklerin arasında durmaya cesaret edemez. çocukların arasında kalmaktan utanır.

uykularında kâbuslar, hummalar vardır. geceleri birden uyanışları içinde ölümü düşünür, korkar, yorganının altına sokularak titrer.

bu öyle bir dönemdir ki çocukların öğrenmesinde yeni ufuklar açar. onlara kimseye bir şey söylemeksizin, hiçbir yerde bir belirti görmüş olmaksızın, birdenbire, kendi kendine, o zamana kadar tamamıyla anlaşılamayan binlerce şey bir ifade genişliği kazanır. birçok hakikatleri anlayıvermiş bulunurlar. bu öğrenme nasıl çıkarımlar sonucu böyle birkaç aylık bir dönem içinde meydana geliverir? bunu tarif mümkün değildir. denebilir ki bu sırada yeni gelişen kimlik, genç kız kimliği, o eski çocuk imliğine yeni yeni bilgiler getirmiş, her şey için "işte bu şudur" diyen sesiyle o vakte kadar bulutlar altında şöyle bir göz gezdirilen sahifelerin üzerine sihirli bir ışık dökmüştür.

yangın

ahmet haşim

gerçi yangın bir felakettir; fakat belediyenin bazı mühim vazifelerini çoğunlukla yangınlar gördüğü için istanbul halkı yuva yakan alevlere karşı kendini minnettar saysa yeridir.

fatih taraflarının, hırka-i şerif'in, karagümrük'ün eski sokaklarını, köhne evlerini bilenler, yangınlardan sonra oralarda açılan geniş ve havadar sahalar karşısında, fransızların dediği gibi, felaketin bir şeye yaradığını görmüşlerdir.

bununla birlikte itiraf etmeli ki nice hüsranlar ve gözyaşları pahasına mal olan bu hazin nimetten lazım olduğu gibi istifade etmesini bilemedik. yangın mıntıkasında açılan bulvarların her iki tarafında peyderpey yapılmakta olan küçük, üslupsuz, nizamsız binalar beriki çirkin istanbul'un çekirdeğini teşkil ediyor.

mimari eserler fazla çirkinliği, fazla tuhaflığı taşımaz. gülünç bir tabloya bakmamak, fena bir şiiri veya ahenksiz bir müziği dinlememek suretiyle bunların zararlı tesirlerinden ruhumuzu koruyabiliriz; fakat fena bir mimarın eserinden sakınmak kolay bir iş değildir.

aciz bir muhayyile, fakir bir ruh, yol ortasına dikilmiş taştan koca bir şekle dönünce, bütün bir şehrin manevi sağlığını nesillerce bozmak kudretinde bir tehlike olur. son senelerin ağlanacak sahte mimarisi yüzünden değil midir ki ruhumuzun estetik kabiliyetine delil aramak için eskilerin eserlerine başvurmaktan başka çare bulamıyoruz.

ağlamak

halit ziya uşaklıgil

insanların bazı köpürme devreleri vardır ki küçük bir hazırlık dakikasıyla başlar. bu dakikada gözler birbirini anlamaya çalışıyor gibi durur, bakışır. bu dakika uzun bir zaman kadar hatıralarla doludur. bu bir dakikada bütün yaralar -henüz taze kanayarak, her biri bir başka hatıranın ateşiyle yanarak- ortaya çıkar. kalbin binlerce noktalarından birer ıstırap iniltisiyle binlerce delik açılır. türlü kırık ümitler, acı ümitsizlikler, matem hayalleri, bütün hayatın o ağlayan hediyeleri acı -bir kabristanın ruhlar meclisi gibi- feryatlarıyla, gözyaşlarıyla sürüne sürüne buluşurlar. bir bağırış çağırış ve matem toplanması! yalnız küçük bir dakika: o vakit gözler kapanır, sanki şu elem mahşerinin üzerine düşmüş bulutlarla yüklü bir sema.. artık ağlamak zamanı gelmiştir.

10.11.2015

arayış

ludwig wittgenstein

her şeyin gözle görülür olması katlanılmaz bir şey. görülebilecek bütün her şeyin gördüklerimizden ibaret olması. bunu hazmedemiyoruz, son nefesimize kadar bununla savaşıyoruz.

sahnedeki dram amatörce ve derme çatma olduğu için, gözlerden uzakta temsil edilen daha saf, daha güzel bir oyun seyredebilir miyiz, diye sahne gerisine göz atmaktan kendimizi alamıyoruz. ama sahne gerisi bomboş, görmüyor musun? mezarı açtılar, boş çıktı. asıl vahiy buydu işte. şeylerin nasıl oluştuğu değil, ne oldukları: giz bu. hiçbir şey olmayabilirdi, öyleyse neden var?

bir derinlik hayaline saplanmış budalalar olduğumuz için gizli olanı arıyoruz. gerçekliğin dayanılmaz buradalığını görmemek için elimizden geleni yapıyoruz. bunu bir an kafamıza kazıyabilsek kurtuluruz. belki de deliririz. oysa biz fikirlerin arkasına sığınıyoruz. fikirler! domuzların bile fikri olabilir.

üzerinde konuşulamayan şeyler konusunda susmalı.

devrim yolunda

arthur koestler

yığınlar yeterince olgun olmadıklarında insancıl zaaflar ve liberal demokrasi devrim için intihar demektir.

vicdanlı olmak denilen şey bir devrimci için dünyanın en uygunsuz özelliğidir. vicdan denilen şey insanın beynini kanser gibi kemirir, sonunda gri hücreler bütünüyle yenilip yutulur.

insan dünyayı duygularının keyfini sonuna dek çıkaracağı metafizik bir genelev gibi görmeli. duygusallık paylaşımı, vicdan, tiksinme, umutsuzluk, pişmanlık ve bedele katlanma gibi şeyler bizim için serkeşlik kadar iticidir.

tarihin hiçbir döneminde insanoğlunun geleceğini etkileme gücü bizdeki kadar az sayıda kişinin ellerine yoğunlaşmamıştır.

tarihin bize öğrettiği şeylerden biri de şudur: çoğu kez yalanlar gerçeklerden daha çok işe yarar. çünkü insanoğlu miskindir ve gelişme yolunda bir adım atabilmesi için kırk yıl çölde yürümesi gerekir. bunun için zorlanması gerekir üstelik. çölde ilerlediği sürece tehditler ve vaatlerle, hayali korkular ve hayali tesellilerle motive edilmesi gerekir. yoksa yarı yolda dinlenmek için oturup altın buzağıyla tapınmaya başlar.

tarihin en korkunç canileri neron ya da fouche tipinde kişiler değil, gandhi ve tolstoy tipindekilerdir. gandhi'nin içinden gelen ses, ingiliz top ve tüfeklerinden daha etkili olmuştur hintlilerin kurtuluşunu engellemek açısından. gandhi'nin hindistan'ı felakete sürüklediğini, temiz ve insancıl yolları yeğlemenin politik iktidarsızlığa sebep olduğunu kabul edelim.

kendini otuz altına satan bir adam dürüst bir alışveriş yapmıştır; ama kendini kendi vicdanına satmak tüm insanlığa ihanet demektir. tarih, a priori ahlak dışıdır, vicdanı micdanı yoktur.

doğru sonuca varmak için her yolun geçerli olduğu ilkesi politik ahlakın tek kuralı olmuştur her zaman ve olacaktır; başka her şey boş laftır, dokunduğun anda elinden kaçacak saçmalıklardır.

öznel iyi niyet bizi hiçbir şekilde ilgilendirmez. yanılgı içinde olan bunun bedelini ödemeli, haklı olan sonunda aklanmalıdır.

her cümleyi tekrarlayarak ve basitleştirerek yığınların kafasına tokmak tokmak sokmak gerek. doğru olarak gösterilen şey altın gibi parlamalı, yanlış olarak gösterilen ise zifiri karanlık olmalı. yığınların politik süreçleri anlayabilmeleri için panayırlardaki palyaçolar gibi renklendirilmeleri gerekir.

bu hayatta kurnaz olmak zorundadır insan; yoksa ahir ömründe hapislere düşer ya da soğukta köprü altlarında yatmak zorunda kalırsın. işin kısası budur: ya akıllı olacaksın ya namuslu davranacaksın, ikisi bir arada olmuyor.

kahkaha

charles bukowski

cehennemde kahkaha eksik olmaz.

insanların sevgiye ihtiyacı yoktur. başarıya ihtiyaçları vardır, ne şekilde olursa olsun. sevgi de olabilir ama olmayabilir de.

kadınlar, ne harikulade varlıklardır onlar!

insanların ihtiyacı olan şeydir bu: ümit. ümitsizliktir insanları cesaretsiz yapan.

aşk gerçek insanlar içindir.

bir kadınla beraber olmak tüm zamanını alıyor insanın. insan mesleğini seçmeli.

çiçekler ölüler için değildir, ölülerin çiçeğe ihtiyaçları yoktur.

iyi bir sıçıştan sonra elinizi uzatıp tuvalet kağıdı olmadığını keşfetmek kadar berbat bir şey olamaz. dünyanın en korkunç insanı bile kıçını silmeyi hak eder.

çoğu insanın tarzı yoktur.

düzüşmelerin çoğu anlamsızdır, iş yapmak gibidir, dik ve çamurlu bir tepeye tırmanmak gibi.

kabadayı olmak işe yarıyor. bu dünya güçlülerindir.

herkesin ihtiyacı vardır sevgiye.

insanların yanlışları

konfüçyüs

insanların yanlışları, üyesi oldukları sınıfın belirgin niteliğidir.

bir şeye sahip olmadığı halde varmış gibi davranıyor. boş ama dolu olduğunu gösteriyor. sıkışık durumda ama serbestmiş gibi görünüyor. ölümsüzlüğü böyle elde etmek güçtür.

küçük insan yanlışlarını örtmeye çalışır.

bir kişi çocukken küçüklere yakışacak biçimde alçak gönüllülük gösteremezse, gençken yararlı şeyler yapamazsa, yaşlılığında da böyle yaşamayı sürdürürse, o bulaşıcı bir hastalıktır.

bir insan, yanlışları olup da bunları düzeltmezse bu hataları benimsemiş demektir.

bütün gün payına düşecek yemeği düşünüp de kafasını başka bir şey için yormayan bir kişiyle birlikte olmak çok zordur.

yüksek sınıfın akıllı, aşağı sınıfın budala insanları vardır ve bunlar asla değiştirilemez.

yanlışlarını anlamış ve kendisinin hatalı olduğunu kabul etmiş bir kişiye henüz rastlamadım.

lüks

gabriel-françois coyer

lüks, ısıtan ve yakıp kavurabilen ateşe benzer. zengin evleri sardığında, bizim imalathanelerimizi besler. bir sefa pezevenginin servetini silip süpürdüğünde, bizim işçilerimizi geçindirir. azınlığın zenginliğini azalttığında, çoğunluğun gelirini artırır.

eğer bizim lyon kumaşlarımız, kuyumlarımız, halılarımız, dantellerimiz, aynalarımız, mücevherlerimiz, giysilerimiz, şık möblelerimiz, sofralarımızın lüksü göz ardı edilirse, milyonlarca elin bir anda atıl duruma düştüğünü görürdüm: aynı anda da ekmek için yalvaran sesler duyardım.

bir başka ülke

james baldwin

kadınlar erkekleri, erkeklerin görülmek istedikleri gibi görmezler. bütün zayıf noktaları, kanayabilecek yerleri bilirler.

insanoğlu çok acımasız. birini ele geçirdiler mi didik didik ediyorlar hem de hep sevgi, aşk adına. ve sonra o ölünce de, diğerleri bitmez talepleriyle ölümüne neden olunca da, onlara katlanamayıp öte dünyaya göçünce de "karakteri zayıftı, dayanamadı" deyip çıkıyorlar. gözyaşlarına boğuluyorlar, avaz avaz ağlıyorlar ama senin ölümüne üzüldüklerinden değil. kendileri için ağlıyorlar, oyuncaklarını kaybettikleri için.

insana yalnızca bir kadının verebileceği bazı şeyler var.

hayat kahpedir. en büyük aldatmacadır. iş ayağa düşünce burnundan gelir hepsi. bir bir hesabı sorulur tüm geçmişinin; oysa, adım gibi biliyorum ki sen hiç de hazır değilsin hesap vermeye.

olgunlaşmak, büyümek yalnızca acıyı, korkuyu daha fazla tanımak demek. bu zehir sanki günlük perhizin olup çıkıyor; her gün yudum yudum içiyorsun onu. işin kötüsü, bir kere tatmayagör onu, içmeden, onunla buluşmadan yapamaz olursun. insanı çılgına çevirebilir bu. bir gün anlamaya başlıyorsun ki sen kendin, tüm suçsuzluğunla ve dürüstlüğünle sen, dünyanın sefilliğine katkıda bulunmuşsun ve de bulunmaktasın. biz biz oldukça da bu sefillik asla son bulmayacak.

9.11.2015

hesap

ahmet telli


ısmarlama sözcüklere bel bağlamadım hiç mi hiç
bu yüzden kötü bulunup geri çevrildiği de oldu
uşaklaşmadı hiçbir şiirim
-onurumdur bu-
yorgun düşse de kimi kez, kırgın olmadı
bir gün sorarlarsa öfkemin hesabını
derim ki yaşadım

ve derim ki
emperyalizme, faşizme
şovenizme sıkılan bir mermi olabilmişse şiirim
geriletmişse acıyı ve zulmü
yırtılıp atılıyorsa küçük burjuva ellerde
şiirimin verilmiş hesabıdır bu

8.11.2015

özgürlükten kaçış

erich fromm

bir özgürlük eğilimi olarak başkaldırma eylemi mantığın başlangıcıdır.

birey, kendisini dış dünyaya bağlayan göbek kordonunu koparmadığı ölçüde özgürlükten yoksundur; ama bu bağlar ona bir ait olma ve bir yerlere köklenmiş olma duygusu ve güvenlik de verir.

başarılı devrimci bir devlet adamı, başarısız olanı ise bir suçludur.

eğer yaşamın anlamı kuşkulu bir duruma gelmişse, eğer kişinin başkalarıyla ve kendisiyle olan ilişkileri ona güvenlik sunmuyorsa, bu durumda ün, kişinin kuşkularını dindirmeye yönelik bir araç olur.

ideal olan -eğer insan doğası o noktaya dek yükselebilirse- komünizmdir.

tanrının buyruğu altındaki insanın özgür iradesi yoktur; ancak o ya tanrının ya da şeytanın iradesinin bir tutsağıdır, hizmetçisidir, kölesidir.

sadece bu dünyayı küçümseyen kişi kendini gelecek dünyaya hazırlamaya aday olabilir.

nefret, tutkulu bir yıkım arzusudur; sevgi ise bir nesnenin tutkuyla olumlanmasıdır; sevgi bir coşku değil, amacı kendi nesnesinin mutluluğu, gelişimi ve özgürlüğü olan aktif bir çaba ve içsel bir ilgililiktir.

7.11.2015

demian

hermann hesse

cesaret ve karakter sahibi kişiler, başkalarına her zaman pek korkutucu görünür.

kavuşma diye bir şey yoktur. ama dost yolların birbirine kavuştuğu yerde, bütün dünya insanın gözüne vatan gibi görünür.

şükran denen şey inandığım bir erdem değildir asla.

beni ilgilendiren bir şey varsa, o da kendime ulaşmak için attığım adımlardır.

bir insan bütün dikkatini ve iradesini belli bir şey üzerine yöneltirse o şeyi ele geçirir sonunda.

biz insanların etkinlik alanı bir hayvanınkinden daha geniştir, ilgi duyduğumuz nesneler daha çoktur. ama biz de hayli dar bir çemberin içinde hapsolmuş yaşarız, bu çemberin dışına çıkmak elimizden gelmez.

"yazgı ve gönül aynı kavramın değişik adlarıdır."

zevk ve sefa peşinde koşarak yaşamak, gizemciliğe özenen kimse için bu yolda en iyi hazırlıklardan biridir. hem ileriyi görme aşamasına ulaşanlar da hep aziz augustinus gibi olanlardır. augustinus da daha önceleri zevk ve sefa peşinde koşan biriydi.

insan bir şeyi yeterince güçlü biçimde isterse istediği şey gerçekleşir.

biz bir insandan nefret ettiğimizde, kendi içimizde yuvalanıp bu insanın görüntüsüyle karşımıza çıkan birinden nefret ederiz. bizim kendi içimizde olmayan şey bizi kızdırmaz. 

sadece yaşadığımız düşünceler bir değer taşır. 

insanın kendini kendisine götüren yolu izlemesi kadar dünyada nefret ettiği başka bir şey daha yoktur.

kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. yumurta dünyadır. doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorundadır.

uçmak korkutur insanı. bu yüzden insanların çoğunluğu uçmaktan seve seve el çeker, yasal düzenlemelerin yol göstericiliğinde kaldırımlarda yürümeyi yeğ tutarlar.