31.12.2015

uzun lafın kısası

andre luguet: hayatta en karanlık saat bile altmış dakikadan fazla sürmez.

boccaccio: en süslü, en cicili, en alacalı giysiyi sırtına geçiren, herkesten daha çok saygınlık kazandığını sanıyor. bilmiyor ki, bu giysiler pekala bir eşeğe yaraşır; ama saygınlık kazandırmaz eşeğe.

halil cibran: aşk, derinliğinin farkına, ancak ayrılık saati gelip çattığında varır.

ernesto sabato: dünyayı asla sevemedim ve insanlardan hep tiksindim; özellikle de insan kalabalıklarından. yazları plajlar en katlanamadığım yerlerdir.

jean baudrillard: her hayvanda sizi küçümseyen bir insan saklıdır; her bilgisayarda canı sıkılan bir insan saklı olduğu gibi.

konstantin fedin: şaka ve gülme asla boşa gitmez; bunlar dünyanın en iyi eğitimcileridir.

algernon sydney: hiçbir yasa, ortaya çıkabilecek her duruma tam uyacak kadar mükemmel değildir.

melih cevdet anday: yaşamaktan soğumamak için tek çare, daha güzel bir dünya düşünmektir. o dünyayı özlemek ve o dünya için savaşmaktır.

pascal: hayatımızı seve seve feda ederiz; yeter ki başkaları bundan bahsetsinler.

choderlos de laclos: para insanı mutlu etmez; ama kabul etmeli ki mutlu olmasını çok kolaylaştırır.

salman rushdie: insanlarda zevk diye bir şey yoksa, her şeyin en iyisi bile boşuna.

şevket rado: soğuğa dayanmanın en emin çaresi soğuğu sevmektir, derler. hayatın güçlüklerine katlanmanın en sağlam yolu da hayatı sevmektir.

29.12.2015

yeniden doğuş

füruğ ferruhzad


tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
seni, kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek

ben bu ayette seni ah çektim, ah
ben bu ayette seni
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım

yaşam belki
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği
yaşam belki
bir urgandır, bir adamın daldan dala kendini astığı
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi
şapkasını kaldırarak
başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle "günaydın" diyen

yaşam belki de o tıkalı andır
benim bakışımın, senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı
ve bir duyumsama var bunda
benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim

yalnızlık boyutlarındaki bir odada
aşk boyutlarındaki yüreğim
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder
saksılarda çiçeklerin güzelim yok oluşunu
ve senin bahçemizde diktiğin fidanı
ve bir pencere boyutlarında öten
kanarya ötüşlerini

ah
budur benim payıma düşen
budur benim payıma düşen
benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette
benim payıma düşen, anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir

ve "ellerini seviyorum" diyen
sesin hüznünde ölmektir

ellerimi bahçeye dikiyorum
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklardır

küpeler takacağım kulaklarıma
ikiz iki kızıl kirazdan
ve tırnaklarımı papatya çiçek yaprağıyla süsleyeceğim
bir sokak var orada
aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla
küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar
bir gece
rüzgarın alıp götürdüğü

bir sokak var benim yüreğimin
çocukluk mahallesinden çaldığı
zaman çizgisinde bir oylumum yolculuğu
ve bir oylumla gebe bırakmak zamanın kuru çizgisini
bilinçli bir imgenin oylumu
aynanın konukluğundan dönen

ve böylecedir
birisi ölür
ve birisi yaşar
hiçbir avcı
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır

ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan

28.12.2015

evlerde uyur uyanık yalanlar

botho strauss

en kötüsünü yaşamışsan artık öyle saf olamıyorsun.

büyük adamlar için, tam da bir kadınla birlikteyken öldü iddiasından pek hoşlanılır. çifte anlamlılık söylenceyi besler.

insanın kendi göğsü içinde kendi kalbinin, o en yabancı şeyin, uyanıkken ya da uykuda, severken ya da yalan söylerken, kesintisizce, hiç durmak dinlenmek bilmeksizin çalışması, ortalama bir zaman boyunca sağlıkla var olma sürecinde milyonlarca kez çarpması, kime mucize olarak görünmez ki? derinin içindeki bu nesne, adını yaşamın her türlü sarsıntısında kullandığımız bu el değmemişlik, kalbin kendine özgü sırrı budur işte.

itikat, bugün çoğu kez, yanmış ya da yenmiş bir kişinin külleri veya kalıntısı olarak görülüyor.

ölüm, sana sevdiğin insanı yine nasıldıysa öyle gösterir. nasıl soluk aldığını, eti henüz sıcak olan bedeninin nasıl bir yükselip sonra düştüğünü. sonra o sevdiğin insan, yıllarının derisini, öyküsünün giysisini boş olarak senin kollarına bırakır. bu kılıfı, "ne idiyse o" olarak taşıyıp saklayabilirsin.

alman diline egemen olduğunu iddia eden kişinin gücü, müzedeki resimlerin hepsinin efendisi olduğunu iddia den bir müze bekçisininki kadardır.

büyük eserlerin bir okura kazandırdığı anlamalar, okurun kendisinin anlama yetisinden çok daha yüksek oluyor.

benim kalbimi kırmıştın sen. tam da böyle gerçekten. ve bu yüzden tüm yaşamımı yarım güçle sürdürdüm.

tüm dünyaların her zaman en olabilir şeyi aşk değil midir? olanaklılıkça zengin; ama gerçekleşmeye gelince zayıf. aidiyet, kırılgan olmamak için hep bağrında derin bir yabancılık taşımak zorunda, en baştan bir reddediş barındırmalı içinde.

27.12.2015

körleşme

elias canetti

insan her zaman kendisini kitleden ve onu oluşturanlardan korumayı bilmelidir. 

bilgin'in özelliği budur: o, aynı anda olabildiğince çok konuya eğilebilmek için yalnız yaşar. 

gerçek büyük düşünürler, kadının değersiz bir yaratık olduğuna inanmışlardır. her kadın, lükse duyduğu aşk uğruna yaşar ve ölür. kadınlar felakettir, insanlığın ruhuna kurşun gibi çökmüş bir ağırlıktır yalnızca. görevini ciddiye alan herkes bu ağırlığı silkip atmak zorundadır; yoksa yazgısı yıkım olur.

insanı kendi düşüncelerinin doğruluğuna en iyi inandıran araç, yine kendi alkışlarıdır.

konfüçyüs: on beş yaşındayken iradem öğrenmeye yönelikti. otuzuma geldiğimde, yolumu saptamıştım. kırkımda artık kuşku diye bir şey kalmamıştı içimde; kulaklarım ise ancak altmışımda açıldı.

bir kitaplık, dünyadaki en büyük vaatten daha değerlidir.

hata işlemek ve bunu düzeltmek için çaba harcamaktan kaçınmak, asıl yanlış davranış budur. yanlış bir iş yapmışsan, onu düzeltmekten hiçbir zaman utanmamalısın.

dünyamızda varolmak, farklı olabilmek demektir.

gerçek aşk hiçbir zaman yatışmak nedir bilmez ve daha eskileri tümüyle ortadan kalkmamışken yeni dertlere kaynaklık eder.

26.12.2015

dünya ve pantolon

samuel beckett

saf yaratım olarak tanımlanan ve yaradılışla birlikte işlevsiz hale gelen yapıt, hiçliğe adanmıştır.

insanların değerlendirmelerinden mahrum bırakılmış yapıt, sonunda korkunç acılar çekerek yok olmaya mahkumdur.

doğa karşıtı çiftleşmeler yalnızca kıyıda köşede, güzel ve ender olanın heveslileri arasında görülüyor. geriye de, genel ahlak kuralları karşısında saygıyla eğilmekten başka yapacak bir şey kalmıyor.

bir tablodan asla öğrenemeyeceğiniz şey, onu ne kadar sevdiğinizdir (ve gerektiğinde, onu neden bu kadar sevdiğiniz; tabi bu sizi ilgilendiriyorsa).

katıksız bir kavrayışı betimlemek, anlamsız bir cümle yazmak demektir. hiç kuşkusuz. çünkü ne zaman sözcüklere gerçek bir aktarma işlevi gördürülmek istense, ne zaman onlardan, kendilerinden başka bir şeyi ifade etmeleri istense, kendi kendilerini karşılıklı olarak geçersiz kılacak bir şekilde hizaya girerler. bu, hiç şüphesiz, hayata tüm büyüsünü veren şeydir.

ressamın şu meşhur, kendi nesnelerini yaratma "hakkı"nın çok uzağındayız. bu cesur eylemi doğuran, açık havadır.

aynı şekilde, gerçeküstünün sululuklarından da uzakta.

"soyut sanata yaklaşmayın. bu sanat bir dolandırıcılar ve yeteneksizler çetesi tarafından uydurulmuştur. onlar başka bir şey yapmayı bilmezler. desen yapmayı bilmezler. oysa ingres, "desen sanatın namusudur." demişti. boyamayı bilmezler. oysa delacroix, "renk sanatın namusudur." demişti. onlardan uzak durun. bir çocuk bile bu resimlerin aynılarını yapabilir.

"zamanınızı gerçekçilerle, gerçeküstücülerle, kübistlerle, fovlarla, yabanıllarla, izlenimcilerle, dışavurumcularla vb. harcamayın."

"resimde iyi olan, kalıcı olan, endişe duymadan hayran olabileceğiniz her şey, eyzies mağaralarından galerie de france'a dek uzanan bir çizgi üzerinde yer alır."

"doğrudan ifadelendirmeye yüz çevirme hakkına, yalnızca bu konuda yetenekli olanlar sahiptirler. resimde biçimsizleştirme anlayışı, yeteneksizlerin sığınağından başka bir şey değildir."

"picasso, iyidir. ona güvenebilirsiniz."

"ruh halleri, düşler ve hatta karabasanlar da dahil olmak üzere, her şey resmin nesnesidir; transkripsiyonun plastik araçlarla yapılmış olması şartıyla."

"dali? gösterişçinin tekidir o. başka bir şey yapmayı bilmez."

25.12.2015

göğün mavisi

georges bataille

ve siz, oradaki güzel kız, dedi dirty bu defa oda hizmetçisine seslenerek, kendi kendinizi tatmin ediyorsunuz ve ev eşyası gereksinimlerinizi karşılamak için vitrinlerdeki çaydanlıklara bakıyorsunuz. eğer sizinki gibi bir kıçım olsaydı onu herkese gösterirdim. aksi takdirde bütün hayatın utanarak geçer ve bir gün kaşınırken neyin eksik kaldığını hissedersin.

biliyorum. onur kırıcı şartlarda öleceğim. bugün, bağlı olduğum tek insan için iğrençlik ve tiksinti kaynağı olmanın tadını çıkarıyorum. en büyük arzum, başına gelebilecek en kötü olaya gülebilen bir adam olabilmek. öylesine korkak, öylesine açgözlü bir "ben"in bulunduğu boş kafamı, sadece ölüm tatmin edebilir. birkaç gün önce -ki bu gerçek, kesinlikle bir kabus değil -trajedi dekorunu andıran bir şehre geldim. bir gece -bunu sadece daha acıklı bir şekilde gülmek için söylüyorum- döne döne dans eden iki oğlancı ihtiyarı seyreden tek sarhoş ben değildim, bu bir rüya değildi ve kesinlikle gerçekti. gece yarısı komutan odama girdi; öğleden sonra mezarının önünden geçmiştim; gururum, onu alaylı bir şekilde davet etmeye zorlamıştı beni. beklenmedik ziyareti beni korkutmuştu. onun önünde titriyordum. onun önünde bir yıkıntıydım. benim yanımda ikinci kurban yatmaktaydı. aşırı iğrenç dudakları aynı bir ölününkileri andırıyordu. kandan daha korkunç bir salya akmaktaydı. o günden beri bu reddettiğim ve dayanamadığım yalnızlığa esir edildim. fakat bu daveti tekrarlayabilmek için sadece bir çığlığa ihtiyacım vardı ve eğer kör bir öfkeye kulak verecek olursam, bu sefer giden ben değil, ihtiyarın cesedi olacaktı. rezil bir ıstırap sonunda, her şeye rağmen sinsice sürüp giden küstahlık yeniden şiddetlendi, önceleri yavaşça, sonra birdenbire büyük bir patlama ile beni kör etti ve her türlü mantığa ters gelen bir mutluluk içinde beni kendimden geçirdi. mutluluk başımı döndürüyor şu anda, beni sarhoş ediyor. onu haykırıyorum, onun şarkısını söylüyorum avaz avaz budala kalbimde kahkahalarla şarkı söylüyor budalalık. ben kazandım!

insanların hepsi uşak. aralarından biri efendi gibi görünüyorsa diğerleri kasılmaktan çatlamakta. fakat hiçbir şeye boyun eğmeyenler ya hapisteler ya da toprağın altında. yani birkaçı için hapis ya da ölüm, geri kalan diğer herkes için de uşaklık.

neden bu kahrolası hayatta mutluluk ve çiçekler hep geçicidirler? bir çiçek hayal ettim hiçbir zaman ölmeyecek. bir aşk hayal ettim sonsuza dek sürecek.

24.12.2015

ben sana mecburum

attila ilhan


ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşamüstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun

belki haziranda mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
kötü rüzgar saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin

23.12.2015

justine

lawrence durrell

kör olan aşk değil, kıskançlıktır.

gövdesini bir erkeğe sunarken gerçek benliğini veremeyen bir kadını sevmekten daha büyük bir felaket olamaz.

bir kadınla üç şey yapabilirsin: ya onu seversin, ya onun için acı çekersin ya da onu yazarsın.

tanınmamak insanı her zaman yaralar.

ne budala, ne aşağılık yaratıklarız; iki bacak üstünde yürüyen kendini beğenmişlikten başka bir şey değiliz.

her erkek çamur ve iblis karışımıdır; hiçbir kadın bunların her ikisini de doyuramaz.

bir kentte sevdiğiniz biri yaşıyorsa orası sizin için dünya olur.

gerçek bir orospu, bir erkeğin gerçek sevgilisidir.

filozoflar insanın ruhunu, doktorlarsa gövdesini didikleyip duruyorlar; ama insan hakkında gerçekten bildiğimizi söyleyebileceğimiz ne var? topu topu sıvı ve katı boşaltım yapan, etten bir boru olduğundan başka.

aşk öğrencisi olan biri için her ayrılık bir okuldur.

paracelsus: kötülük ayartılmış iyiliktir.

büyük dinlerin hiçbiri sonu gelmez yasaklar koymaktan başka bir şey yapmamıştır. ama yasaklar arzuyu kurutacağı yerde daha da yeşertmiştir. arzuya boyun eğ ki ondan arınasın. insanın bütünlüğünü evrenin bütünlüğüyle denkleştirmek için her şeyden yararlanmalı; hatta hazdan, ruhun hazda kabarcıklanışından bile.

22.12.2015

kutsal topraklar

scott adams

"kutsal bir yeri, kutsal yapan şey nedir?" diye sordu.

"şey, genellikle bazı önemli dini olaylar orada meydana geldiği için kutsal olurlar."

"dünyanın her an hareket ettiğini, kendi ekseninin ve güneşin etrafında döndüğünü bildiğimiz halde, bir şeyin belirli bir yerde meydana geldiğini söylemek ne anlama geliyor? ve biz, genişleyen bir evrenin bir parçası olan, hareket eden bir galaksideyiz. bir uzay gemin olsa ve istediğin yere uçabilsen bile daha önce bulunduğun bir konuma asla geri dönemezsin. geçmişte bulunduğun konumun bir muadili olmazdı; çünkü konum, senin diğer nesnelerle arandaki mesafeye bağlıdır; evrendeki tüm objeler o zamana dek hareket etmiş olurdu."

20.12.2015

değişim

robert musil

ruhu akıl ile bir karşıtlık içerisine sokmak uğursuz bir yanlış anlamadır; insan açısından temel önem taşıyan sorular, akılcılığa ve akılcılık karşıtlığına ilişkin kalem tartışmaları yüzünden yalnızca bir kargaşaya sürüklenebilir. sezgi ise başlı başına bir sorun. benim talebim, bütün almanca yazanların iki yıl boyunca bu sözcükten kaçınmaları. çünkü günümüzde durum öyle ki, ne kanıtlayabileceği ne de sonuna kadar düşündüğü bir şeyi iddia etmek isteyen herkes sezgiye atıfta bulunmakta.

sorun, çok fazla akla ve çok az ruha sahip olmamız değil; fakat ruha ilişkin konularda aklımızı çok az kullanmamızda.

aydınlanma döneminin ardından cesaretimiz azaldı. küçük bir başarısızlık, akla sırt çevirmemize yetti ve şimdi her sığ gevezenin bir d'alembert'in ya da diderot'nun iradesini kendini beğenmiş bir akılcılık diye suçlamasına izin veriyoruz. akla karşı duygudan yana çıkıyoruz ve  -kuraldışı durumlar bir yana bırakılacak olursa- akıldan yoksun duygunun şişman bir budaladan farksız olduğunu unutuyoruz. bu tutumumuzla edebiyat sanatını öylesine perişan ettik ki, insan arka arkaya iki almanca roman okuduktan sonra, zayıflamak için bir integral çözmek zorunda kalıyor.

bu düzen, görünmek istediği kadar sağlam değildir. hiçbir ben, hiçbir biçim, hiçbir ilke güvence altında değildir; her şey görünmeyen, ama hiçbir zaman da duraklamayan bir değişim içindedir. sağlam olmayanın geleceği, sağlam olana göre daha fazladır ve şimdiki zaman, insanın henüz üstesinden gelemediği bir varsayımdan başka bir şey değildir.

18.12.2015

quisling kimdir?

uğur mumcu

quisling, bir norveç başbakanının adıdır. ikinci dünya savaşı'nda hitler'le işbirliği yaparak ülkesini bir "müstemleke valisi" gibi yönetmek isteyen bu işbirlikçi politikacı, savaş sonunda idama mahkum olmuştur. siyasal bilimde, ülkesini yabancılarla işbirliği yaparak yöneten siyaset adamlarına "quisling" denilmektedir. quisling, açıkça, ülkesine ve halkına ihanet eden devlet adamlarının ortak adıdır.

fransız tarihinde de aynı dönemde birkaç quisling örneğine rastlanmıştır. ünlü fransız mareşali petain, hitler ordusuyla anlaşarak "vichy hükümeti"ni kurmuş ve başbakanlığa da eski sosyalistlerden laval'ı getirmişti. petain, bir anayasa hazırlatarak devlet başkanının yetkilerini artırdı. ülkesini tam bir işbirlikçi olarak yönetti bu eski asker. de gaulle'ün fransa'nın kurtuluşu ile birlikte iktidara gelmesi üzerine, petain başbakan laval ile birlikte ölüm cezasına çarptırıldı. laval kurşuna dizildi. petain'in cezası ömür boyu hapse çevrildi.

türk tarihine bakarsak, quislinglerin ikinci dünya savaşından önce de yaşadıklarını görürüz. ulusal kurtuluş savaşımızda, işgal orduları ile işbirliği yapmış olan sultan vahdettinler, damat feritler, anzavurlar ve ali kemaller de yakın tarihimizin ihanet örnekleridir. bunlar, kendi siyasal çıkarları ile "müstevlilerin siyasi emellerini" birleştiren ihanet simgeleridir.

yoksul ülkeler, uluslararası sermayenin tekeli altındadır. bu ülkelerde egemen sınıflar, yabancı sermaye ve bu sermayenin sahibi güçlü devletlerle işbirliği yapmak zorundadırlar. emperyalizm, bu ekonomik ve siyasal ilişkilere verilen addır.

quisling kimdir? quislingler kimlerdir?

emekçi halk yığınlarının isteklerini bastırabilmek için kanlı faşist diktalar kuranlardır. ülkesini yabancı güçlerin açık pazarı yapabilmek için yer altı ve yer üstü kaynaklarını yabancıların tekeline sokanlardır. halkını yabancı sermayenin ipoteği altına almak için anlaşmalar imzalayanlar, yabancılarca hazırlanan yasaları olduğu gibi kabul edip bunları değiştirmek isteyenlere karşı koyanlardır.

bir savaş anında, ordunun yakıtını kesen yabancı petrol şirketlerini savunmak için dirilmiştir işbirlikçi başbakan. ülkesinde kiralanan yabancı üslerde başka devletlerin bayraklarını dalgalandırmak için dirilmiştir bu hain politikacı. halkın ulusçu uyanışlarla bilinçlenip haklarına sahip çıkmasını önlemek için dirilmiştir quisling.

16.12.2015

osmanlı

ece ayhan

osmanlılar tüm kadınları evlere, dolaplara kapatmışlar.

osmanlı imparatorluğu'nun son yıllarında terör ve kıyım yapanların, işleyenlerin çocukları, torunları, gelinleri, damatları, yeğenleri.. içimizde yaşıyorlar. yaşamasına yaşasınlar da, benim dikkatimi çeken onların babalarının, dedelerinin hayranı oluşlarıdır. yalnız 'kalıt' kaldığı için değil doğallıkla. bunun bir anlamı olmalı bugün..

"osmanlı tarihinde devlet adamları için ilk defa görülen müsadere ile aldığı servetini mirasçılarına geri vermiştir. kul olmayan bir devlet adamıdır çandarlı halil paşa. fatih sultan mehmet 40 gün sonra öldürttü onu."

14.12.2015

sevince

robert musil

insan sevince, o zaman her şey, acı ve tiksinti bile olsa aşktır.

uygarlık sorunu yalnızca yürekle çözülebilir. yeni birinin ortaya çıkmasıyla. insanın iç dünyasındaki yüzüyle ve salt iradeyle.

hiç kimse mesleğinde daha yüce bir bütünlük duygusunu içinde taşımadan herhangi bir şey başaramaz.

kendini yaşama isteğinden özgür kılmış olan bir adamın ötekilere üstünlüğü çok fazladır.

insanın yaşamda gereksindiği tek şey, kendi işinin komşusununkinden daha iyi gittiği inancıdır.

okyanusları ve kıtaları oyun oynarcasına aşıveren modern insan için hiçbir şey, bir sonraki köşede yaşayan insanlarla ilişki kurmak kadar olanaksız değildir.

ilerde başarılı olan pek çok adam, hayata çizme temizlemekle ve bulaşık yıkmakla başlamıştır; güçlerinin asıl kaynağı da bu olmuştur; çünkü en önemlisi, insanın daha baştan her şeyi yapmasıdır.

insanoğlu büyüklenme duygusunu, kendisine bunu yüreğinde taşımaması gerektiği öğretilmiş olduğundan, büyük bir ana vatanın, dinin ya da gelir düzeyinin zemininde dolaşarak ayaklarının altında taşır.

12.12.2015

tutsak sevgi

türkan ildeniz


beni senden zorla kopardılar yiğidim
bir kınamadır tutturdu gözleri
cümlesi bir olup kanıma tükürdüler
zincirlediler ellerimi
seviyorum diye başlayacaktı savunmam
söz hakkı vermediler
yasaları düşman, yargıları ne çirkin
beni senden zorla kopardılar yiğidim

oysa anam babam vardı ama
doğuştan öksüzdüm ben, yabancıydım
iğreti sığındığım canavarlar arasından
alıp başımı şöylece uzak
çekip gitmekler tasarladım her an
içimde günler günü büyürdü kaygıların şahı
sonra seni gördüm, seni bildim, arındım
seninle aydınlattım karanlığımı

şimdi gönlümde o eski plak çalıyor
domani yani yarın demek
sustur o plağı içim parçalanıyor
artık ne ben varım ne sen ne yarın
bunlar hiç olmamıştı ki zaten desem
hayır -doğruyu yazmak borcu elimin
beni senden zorla kopardılar yiğidim

11.12.2015

özgür insan

pierre-joseph proudhon

özgür insan, aklını ve yetilerini kullanan, ihtirasla kör olmamış, korkuları tarafından güdülüp alıkonmayan, aslı astarı olmayan görüşlere kapılıp gitmeyen kişidir.

bir bıçak için karısını, bir cam parçası için çocuklarını ve nihayet bir konyak için kendisini satan yerli, özgür değildir. muhatap olduğu tüccar onun ortağı değil düşmanıdır.

bir somun ekmek pişirip de bir lokmasını yiyebilen, saray inşa edip de ahırda yatan, lüks kumaşlar dokuyup da paçavralar giyen, her şeyi üretip de her şeyden mahrum kalan uygarlaşmış işçi, özgür değildir. hizmet ve yevmiye değiş tokuşunda işçinin ortağı olmayan patron onun düşmanıdır.

yurduna gönülden değil, korku zoruyla hizmet eden asker özgür değildir; silah arkadaşları ve komutanları, bakanlar veya askeri yargı organları hep onun düşmanlarıdır.

toprağa kira veren köylü, sermayesini kiralayan fabrikatör; yol vergisi, tuz vergisi, patent parası, lisans ücreti, personel ve emlak vergisi vb. ödeyen vergi mükellefi; mecliste bu vergileri oylayan vekil, hepsi de ne akla ne de hür iradeye göre hareket ediyor. mülk sahipleri, kapitalistler ve hükümet bu insanların düşmanıdır.

insanlara özgürlük verin, dimağlarını aydınlatın ki yaptıkları sözleşmelerin ne manaya geldiğini bilsinler; o zaman bilgi ve yetenek üstünlüğüne bakılmadan, en alasından eşitliğin alışverişlere hakim olduğunu görürsünüz. ve ticari işlerde, yani toplumsal alanda üstünlük lafının manadan yoksun olduğunu kabul edersiniz.

romeo ve juliet

william shakespeare


ah, uzaktan nazik görünen aşk
nasıl da acımasız ve kaba denendiğinde 

altın daha beter bir zehir insan ruhuna
şu satışı yasaklanan zavallı karışımlardan
daha çok cinayet işler şu rezil dünyada

neler doğuyor nefretten
ama daha çoktur sevgiden doğan

erkekle çoğalır kadın

sevgi güç verir, zamansa imkan
büyük engellerde bulur, büyük hazzı insan

yarayla alay eder, yaralanmamış olan

öğrenciler nasıl ayrılırlarsa ders kitaplarından
öyle koşar seven sevdiğine giderken
okula nasıl canı sıkkın giderse öğrenciler
öyle ayrılır seven sevdiğinden

ruhum çağırıyor beni adımla
geceleri ne de gümüşsü bir ses verir sevenlerin dilleri
en yumuşak müziktir dinleyen kulaklara

nöbet bekler kaygı her yaşlının gözünde
uyku bulunmaz kaygının barındığı yerde
yıpranmamış gençliğin yüksüz bir beyinle dinlendiği yerde
altın bir uyku sürdürür egemenliğini

şu zevzek aşk yok mu aşk
dilini çıkararak şaklabanlıklar yapan
değneğini sokacak delik arayan koskoca bir maskaradır

ah sevgi, gözleri bağlıyken bile
nasıl da görür, yolunu seçer dilediğince

dilencidir ancak servetini sayanlar
benim sevgimse öyle büyüyüp çoğalmış ki
varlığımın yarısını bile saymak gelmez elimden

ölçülü yas sevgiyi gösterir
ölçüsüz yas ise akılsızlığa işarettir

10.12.2015

huzursuzluğun kitabı

fernando pessoa

unutuşun etten kıyafetler giymiş figüranlarından başka bir şey değiliz.

bir gün gelir herkes, alt tarafı asker kaçağı olduğu halde, kendini general olarak hayal eder.

özgürlük içimde yoksa, hiçbir yerde yok demektir.

var olan tek sır, bir sır olduğunu düşünen insanların olmasıdır.

sadece acı bizi büyütür.

benim için bir sıfat, ruhtan kopup gelen içtenlikli gözyaşlarından daha değerlidir.

ne zevk, ne ün, ne iktidar; özgürlük, yalnızca özgürlük.

insan baskı altında yaşamamışsa özgürlüğün değerini bilemez.

üstün insanlarda doğallığın özünü oluşturan şey, doğalla yapay arasındaki uyumdur.

utangaçlık asil bir huydur, ne yapacağını bilememek övünülesi, yaşama becerisinden yoksun olmak ise insanı yücelten bir özelliktir.

kusursuz olan, kendini belli etmez.

ruhun hazinelerinin ve şölenlerinin bekçisi olan o tanrısal, o şanlı çekingenlik.

uygarlık, bir şeye uymayan bir ad vermekten, sonra da oturup bunun sonuçları üzerinde hayal kurmaktan ibarettir.

faşizm

uğur mumcu

faşizm, ayrıcalıklı sınıfların ekonomik ve siyasal egemenliğine dayanan bir diktatörlük çeşididir.

sosyalizm ile faşizmi birbirinden ayıran kesin ölçü, emek ve sermayeye karşı takınılan tavır ile belli olur. devlet düzeni ve gücü sermayeye dayatılmak istenirse, bu düzene isim babaları tarafından ne ad verilirse verilsin, bu düzenin adı faşizmdir.

faşizmin sıkı sıkıya sarıldığı milliyetçilik kavramı da aslında bir kavram hırsızlığı, ulusal duygular dolandırıcılığıdır. faşist, dış çevrelere dayandığı ve de dayanmak zorunda kaldığı için, milliyetçi olamaz. enternasyonal sermayenin ancak basit bir komisyoncusudur.

sol sadece, halkın sorunlarını halka anlatmak, çözüm yollarını birlikte bulmak ve yeni adaletli düzeni birlikte kurma savaşıdır. entelektüel dedikoduculuk, bireysel bunalım, bilgiçlik gösterisi, meyhane gevezeliği değildir.

kapitalizm, hakim ekonomiler nazariyesi gereğince enternasyonaldir. yani asıl milliyet tanımayan akım budur. sol akımlar bu enternasyonal güçle savaştıkları için millidirler. daha doğru bir tanımla, kapitalizm bugün uluslararası soygun örgütünün kibarca bir adıdır. sol bu soyguna karşı milli direnişleri örgütleyen milliyetçiliğin gücüdür. ve milli uyanışları örgütlediği ölçüde sol olacaktır.

8.12.2015

din ve bilim

~the unbelievers

stephen hawking: tarih boyunca yeni keşifler var olan inançlara meydan okumuştur. din de bundan müstesna değildir.

lawrence krauss: bilimsel otorite diye bir şey yoktur. bilimsel uzmanlar vardır. ama hiç kimse yoktur ki görüşleri sorgulanmaya tabi olmasın.

cameron diaz: bilimde sevdiğim şey bilgidir, bilgi güçtür, bilgi sizi güçlendirir, sizi serbest kılar; çünkü artık aynı noktada takılıp kalmazsınız. artık daha önce bulunduğunuz ya da başkasının bulunduğu noktada takılıp kalmazsınız.

ricky gervais: bilim yalnızca ön yargısız bir biçimde gerçeği arar, iyi ya da kötü. bilim "bunu bulmalı mıyım?" diye sormaz. "yapabilir miyim?" diye sorar. inançların sorunu da bu: gerçeklerle ilgilenmiyorlar. mantıklı biriyseniz gerçekler inançlarınızı değiştirmelidir.

cormac mccarthy: bilim, fiziksel dünyayı açıkladığı için insanları cezbediyor. bu şey nedir? gerçekliğe ya da fiziki dünyanın ne olduğuna dair son sözü söylüyor mu? bilmiyorum ama son sözü değilse de hiç olmazsa en iyi sözü söylüyor.

dan dennett: dinler için yepyeni bir çağdayız. dinler, bin yıl boyunca başkalarının dinleri veya kendi dinleri hakkında bilgi toplayan kitleleri görmezden geldi. bu dinler, kültürel olarak cehaletin kolayca sürdürüldüğü bir dünyada evrildiler. teknoloji, cep telefonları, internet ve benzerleri tarafından sağlanan yeni bilgi şeffaflığı, dinlerin binlerce yıldır yüzleşmek zorunda kaldığı bilgi felsefesi alanındaki ilk esaslı değişimdir.

cameron diaz: dinde asırlardır aynı hikayeler anlatılırken bilim daima yeni bir hikaye anlatıyor. bence, dini hakikat olarak gören kişilerin anlamakta zorlandığı şey, bilimin çok daha geniş kapsamlı olduğudur. 6 bin yıl önce değil, 4 ya da 5 milyar yıl önce başlıyor. bilimin sunduğu çok daha fazla bilgi var. bir kitabımız olsaydı şayet, çok daha kalın olurdu.

james morrison: inanç sisteminize aşırı bağlı olduğunuz için kulak tıkıyor, inancınıza meydan okunmasından ya da inancınızın sarsılmasından korkuyorsanız işiniz bitik demektir.

woody allen: bir yanılgıyla yaşamayı problemli buluyorum. sürekli gerçekliği inkar edip sahte bir dünyada yaşayamazsınız. yalnızca kendi inançlarınıza meydan okumakla kalmamalı, tüm yaşamınız boyunca hatalı olup yanlış yönlendirildiğinizi söylemeye ve görüşlerinizi değiştirmeye de daima istekli olmalısınız. aksi takdirde bu anlamsız bir yaşam olur.

tarihin adları

jacques ranciere

devrim, devrimin zaten yapılmış olduğunu bilmemekten kaynaklanan devrim yapma yanılsamasıdır.

konuşan varlıkların hayatını belirleyen, en az işin ve ücretin ağırlığı kadar, adların ya da adsızlığın yükü, söylenmiş ve yazılmış, okunmuş ve işitilmiş sözcüklerin ağırlığıdır.

bir şeyi bilmek, o şey üzerinde düşünme ihtiyacı duymamak demektir.

hayatı hasta eden, hayatın fazlalığıdır; körlükle malul, malul oluşuna kör. ölümü kışkırtan hayatın fazlalığıdır. ve toplum içinde yaşayan, konuşan varlıklarda hayatın fazlalığı, öncelikle sözün fazlalığıdır. kelimelerin ve cümlelerin bu fazlalığı, toplumsal gövdeyi ayakta tutan ve aynı zamanda onu bilim konusu yapan büyük dengelere ve büyük düzenlemelere karşı kitleler çağının insanlarını kör eder. kralları öldüren söz fazlalığı, demokrasi çağının insanlarını da, toplumlarını hayatta tutan yasaların bilgisinden yoksun bırakır.

insan otoritenin değil, vicdanının sesini dinlemelidir.

devrimi olay olarak niteleyen, tarihsel eylemin bir biçimi olması, insanları harekete geçirme ve her şeyi etkileme doğrultusundaki büyük gücünü anlamla aşırı yüklenmiş olmasından aldığı için siyasi, ideolojik veya kültürel diye nitelendirilebilecek bir dinamik olmasıdır.

yalnızca saklı olanın bilimi olur.

doğa ve doğanın simgeleştirilmesi oyununa direndiği ve hep bir aşırılığın veya bir kusurun oyuncağı olduğu kadarıyla, anlamın hayatıdır sapkınlık.

sesini bulamayan bir acı yoktur.

kendisini yaratan zamana karşı bıkkınlık duyması ya da nesnesinin algılanabilir maddesini oluşturan şeylerden -zamandan, sözcüklerden ve ölümden- korkması dışında tarihi tehdit eden hiçbir şey yoktur. tarihin bir yabancı istilasına karşı kendisini koruması gerekmez. tek ihtiyacı, kendi hikayesiyle barışmasıdır.

oğlak dönencesi

henry miller

doğru adamlar sert, merhametsiz, insanlıkdışıdırlar. doğru adam dünyayı yakabilir, kendi elleriyle onu tahrip edebilir, eğer yapabilirse, adaletsizliğin devam ettiğini görmektense.

karışıklık, anlaşılmayan bir düzen için bizlerin uydurduğu bir sözcüktür.

dünyayı hayvan pençeleriyle, silahlarıyla, araçlarıyla, hastalıklı genleriyle kirleten beyaz fatihler sizi. size sesleniyorum ey sarayda oturarak metelik sayanlar, size! daha her şey bitmedi! her şeyin sonu gelmeden önce en sona kalan adamın bir çift sözü olacak. iş en son canlı molekülüne de kalsa hak yerini bulmalıdır -bulacaktır da! kimse yaptığıyla kalmayacak. özellikle de kuzey amerika'nın cosmococcic bokları.

her şey bir anda olup biter. ama önce, uzun bir süreçten geçmek gerekir. bir şey olduğunda, eline tek geçen, bir parlayıştır. bir de, kıvılcımın doğmasından önceki bir saniye. yine de her şey, belli bir yasaya göre -tüm evrenin işbirliği ve onayıyla gerçekleşir.

insan yaşamlarının büyük bölümü, suyun derinliklerinde kalan, yaşanmamış şeylerden oluşur.

insanı en çok rahatsız eden, yaşama egemen olanın ne para, ne dil, ne görenek olduğunu kesinlikle şaşmaz biçimde bilmektir. yaşama egemen olan, hep boğazlamaya çalıştığın ama gerçekte senin boğazını sıkan bir şeydir.

ölü zaman gezginleri

hasan ali toptaş

ne zaman doğduğumuz sorulduğunda hep anamızın bacakları arasından çıktığımız tarihi belirtmemize rağmen, artık insanları analardan çok yaşamın doğurduğunu biliyorum.


gene de sevmiştim sokakları. insan onları gezip dolaştıkça, yaşamın değişebilirliğine daha çok inanıyordu. hatta, uzaktan uzağa da olsa, öteki insanların varlığına yaslanıp kendi varlığını, yalnızlığını ve tekdüzeliğini yeniden kavrıyordu.

tutkularımız bizim kulplarımızdır ne de olsa, en kolay ve en çabuk onlarla ele geçiriliriz.

bize göre en büyük itiraf, kimi zaman gitgide derinleşen bir sessizlik kuyusunun içinden, yeryüzüne ölü bir sazan gibi bakmaktır. yalnızca bakmak.

artık biliyorduk ki, o biralar şişelenmiş birer uzlaşmaydı.

anlamak da, anlatmak da geçmişle başlamalı belki.

rakısını bir dikişte içti. içini çekti derin derin. bakışları masasındaki yapma çiçeklerde gezindi bir süre. eviyle işi arasında uzanan yol vardı kafasında. aynı evlerle kuşatılmış, aynı insanların gelip geçtiği, aynı seslerin dolup taştığı, tatsız bir yol.. kimbilir belki de, aynı yolu yürümekten ayakları, aynı renkleri görmekten gözleri, aynı sesleri duymaktan kulakları ne kadar tez körelmişti on üç yıldır? aynı, aynı, aynı.. bu aynılar o kadar çoktu ki yaşamında, o kadar çoktu ki..

değişik sokakta yürümenin bile tadı başkaymış.

6.12.2015

din ve çocuk

frank zappa: mutlu, zihinsel açıdan sağlıklı bir çocuk yetiştirmek isteyen herkese verebileceğim en iyi tavsiye şudur: onu dinsel kurumlardan mümkün olduğunca uzak tutun.

sigmund freud: sağlıklı bir çocuğun parlak zekası ve sıradan bir yetişkinin zayıf sinirsel gücünün karşılaştırılmasının ne kadar moral bozucu olduğunu düşünün. bu göreceli körelmenin en önemli nedeninin verilen dini eğitim olmadığından emin olabilir misiniz?

ernestine rose: bize dinin doğal olduğu; tanrı'ya duyulan inancın evrensel olduğu söylendi. ilginç ve kanıtlanabilir bir gerçek ise, tüm çocukların ateist olduğu ve eğer din zihinlerine aşılanmazsa bu şekilde kalacaklarıdır.

kenneth v. lanning: şeytan adına yapılanlardan çok daha fazla kanunsuzluk ve çocuk istismarı, tanrı'nın, isa'nın ve muhammed'in adına, dindar kişiler tarafından yapılmaktadır.

george eliot: çocukluğum derin acılar çekerek geçti: kolik, boğmaca öksürükleri; hayaletlerden, cehennemden ve şeytandan korkmak ve gökyüzündeki, çok fazla kuru üzümlü kek yediğimde bana sinirlenen bir tanrı.

harvey fierstein: katolik kilisesi, sadece taciz edilen çocukların ailelerine sus payı ödemek adına örtülü ödenekten para ayıran, kayıtlara geçmiş tek kurumdur.

marian noel sherman: eğer bir çocuğa "tanrı dünyayı yarattı" derseniz genellikle size "o halde tanrı'yı kim yarattı?" diye sorarak karşılık verecektir. eğer ona ilmihalin iddia ettiği gibi "tanrı'yı kimse yaratmadı. o her zaman vardı." diye yanıt vereceksek, bunu neden en başta dünya hakkında söylemedik?