29.06.2014

uzun lafın kısası

andrew crumey: yaratıcı zihinler en iyi yalnızken gelişir.

boethius: erdemler yüksek mevkilerden dolayı değer kazanmaz; yüksek mevkiler erdemlerden dolayı değer kazanır.

cicero: tamamen kendisine bağlı olan ve kendisinin olduğunu söylediği her şeyi içinde taşıyan birisinin son derece mutlu olmaması olanaksızdır.

ernesto sabato: nice aptallığı çok akıllıca davrandığımızı sanarak yapmışızdır.

alain touraine: demokratik yönetim biçimi en çok sayıda bireye en büyük özgürlüğü veren, olası en büyük çeşitliliği tanıyan ve koruyan siyasal yaşam biçimidir.

wolfgang günter lerch: ilk izlenim daima hayal kırıklığı yaratır.

kürşat başar: birini sevmen için elle tutulur bir neden bulamıyorsan onu sahiden seviyorsun demektir.

william s. burroughs: aşağılık bir insanın temel göstergesi sağcı olmasıdır.

mesa selimovic: her şeyin başlangıcı ve sonu olan zaman üzerine yemin ederim ki, herkes her zaman zarar içindedir.

yamamoto tsunetomo: parayı ararsan bulursun, bulamayacağın şey insandır.

pascal: insanlar dinsel inanç yoluyla yaptıkları kötülükleri başka bir yolla asla bu kadar eksiksiz ve neşeyle yapmazlar.

saltıkov-schedrin: bilgi aydınlık, bağnazlık ise karanlık demektir. karanlık, ömrünü tamamlamış, bitmiş bir gerçektir; ışık ise beklenen gerçektir. ve ne olursa olsun gelecektir.

26.06.2014

amerikan sargısı

fakir baykurt

kendinden öncekilerden daha az savaşçı olan john d. kennedy, "barış içinde bir arada yaşama"ya razı idi; bunun için öldürüldü. bunun için onu öldüren "şebeke" ortaya çıkarılmadı.

"geriye doğru tırmanarak vietnam savaşı'nı durduracağım!" diyen başkan adayı robert kennedy'yi barışçı amerikalılar seviyordu. dünyada buzdolabından daha çok satılan savaş taşıtlarını yapanlar ise elbet sevmezdi. onu, tam başkanlığını kesinleyen california önseçim sonuçlarının belli olduğu gün alnından vurdular.

zordur bu, dedim. soracağınız soruya doğru cevap alamazsınız köylüden. kimse alamamıştır.

ekonomisi kapalı olanın, gönlü de kapalı olur.

incil'de bir cümle vardır: insanoğlunun gururu, aşılması en zor dağdır.

bir ara caminin önünde vali beyimiz dedi ki, "genel meclis'e önerelim de, köyün adı değişsin. kızılöz çok kötü!" ne diyeceğimi şaşırdım. "vali beyimiz, çok affedersin ama, kızılöz bu köyün kadim adıdır. belkim atamız adem'den kalmadır. değişir mi?" tilki gibi kıstı gözlerini: "değişir, değişir!" dedi. ataların günü başka, şimdi başka. kızıl'ın anlamı kötüdür. kötü dedim mi, orda dur! güzel bir ad buluruz yerine. zaten de, güzel bir köy. daha da güzel olacak. güzelöz deriz mesela; kızıl'ı değişir, öz'ü kalır."

kaymakam efendimiz geldi. dedi: "kızılöz köyünün adı değişti. il meclisi karar aldı; güzelöz oldu. yakışanı da budur!" böylece bizim "kızılöz", "güzelöz" oldu.

sonradan sıkmayla büzük daralmaz. büzük baştan dar olacak.

aşar isek karlı dağdan aşalım
geçer isek sarp yerlerden geçelim
çekes isek güzel kahrı çekelim
çirkinin kahrı zordur çekilmez

hazreti peygamberimiz, boş durmaktansa boşa çalışmak iyidir buyurmuş.

din ayrılığını bir şey sanan deliler hala var yeryüzünde!

sıkı can iyidir kızım, çıkıp gitmez.

borç insanın üstünde bir karanlık dağdır, ezer durur adamı.

çok eskiden, saka diye bir kuş vardı. bu kuş aşık kemiği yutardı. gıdası kemikti onun. günde iki kemik.. öğünleri böyle savar giderdi. yalnız bu saka, bulduğu kemikleri yutmadan önce, aşağı yanına bir kez sokar çıkarır, ondan sonra yutardı. komşusu olan sığırcık şaşıp kalarak sordu saka kuşuna: "kemikleri neye sokup çıkarıyorsun?" saka kuşu ki, başından çok deneme geçmişti. şunu dedi sığırcığa: "yuttuğum kemikleri yarın çıkarmak gerekecek. sokup çıkarıp sınama yapıyorum, çıkabilir mi, çıkamaz mı?"

schopenhauer

adam fawer

schopenhauer tüm sıkıntı ve üzüntülerin kaynağında iradenin arzuları olduğuna inanır; çünkü tatmin edilmemiş bir arzu bizi özlemle dolu olarak bırakır, tatmin edilen bir arzunun yerini bir yenisi alıncaya kadar da can sıkıntısı yaşarız. iradenin egemenliğinden kurtulmanın tek yolunun, estetik beğeniye layık bir nesnenin üzerinde derinlemesine yoğunlaşmak olduğunu düşünüyordu. schopenhauer o tür nesnelerin kendi benliğimizi içlerinde kaybedeceğimiz, kişiliğimizi unutacağımız ve nesnenin aynası haline dönüşeceğimiz özel bir algısal bilinç halini tetiklediğini söylüyordu.

schopenhauer müziğin yapısının doğal dünyayı kopyaladığına inanır: bas sesler cansız maddeleri, armoniler hayvanlar dünyasını, melodiler ise insan düşüncesini betimler. müzik, evrensel iradenin kopyasıdır. müziğin öteki sanat türlerinden farkı, kendi kendini içermesidir.

25.06.2014

sazende şunkin

junichiro tanizaki

kibirli insanlar sanatlarında derinleşemezler.

bütün insanlar uzun ömür sürmek için can atıyorlar. herkes ölümü düşününce hüzünleniyor. siz ölüm duygusunu nasıl oluyor da bu kadar büyük bir sevinçle karşılayabiliyorsunuz?

hayat ve ölüm bir gelir bir gider. burada ölmek, öte âlemde doğmak demektir. sadece yaşama önem verip deliler gibi mücadele etmenin anlamsız olduğunu biliyorum. yoktan var olmakla varken yok olmak arasında bence hiçbir fark yok.

benim neşe kaynağım olan şeylere çevremde herkes sahip. ama insanlar sahip olduklarıyla mutlu olmasını bilmiyorlar, aksine mutsuz oluyorlar. çocukken okumadım, büyüyünce mücadele etmedim. şu yaşıma geldim, ne karım ne de çoluk çocuğum oldu. işte bu nedenlerden dolayı ölüme çok yaklaştığım şu yaşta bile gördüğünüz gibi hâlâ çok mutluyum.

yeryüzünde güçsüz insandan daha zavallı bir varlık olamaz.

aşk şiirleri

aleksandr puşkin



siz birleştirdiniz o soğuk kalbi derhal
gözlerinizin ateşiyle
sizi seven bir aptaldır elbette
sevmeyen biriyse yüz bin kere aptal

ben sizi sevdim, belki bu sevda
kalbimde sönmedi, kaldı izi
bu bir hüzne yol açmasın asla
hiçbir şeyle üzmek istemem sizi

sessizce, ümitsizce sevdim sizi
çile çekerek, kıskanç ve çekingen
öyle candan, öyle içtenlikli ki
başkası da öyle sevsin yürekten

24.06.2014

kaçış

federico garcia lorca


nice nice yitirdim kendimi denizlerde
kulaklarım yeni koparılmış çiçeklerle dolu
dilim sevgiyle, sonsuz acıyla dolu
yitirdim nice nice kendimi denizlerde
yitirdiğim gibi gönlünde birtakım çocukların

bir gece olsun yoktur, bir öpücük verildiğinde
yüzü silik insanların gülümseyişi duyulmasın
bir kişi olsun yoktur, yeni doğmuş bir çocuğa dokunduğunda
atların kımıltısız kafataslarını unutsun

çünkü güller arar alınlarda
sert bir kemik çevren
insan ellerinin de başka bir anlamı yoktur
toprağın altındaki köklere öykünmekten

yitirdiğim gibi kendimi gönlünde birtakım çocukların
nice nice yitirdim kendimi denizlerde
suyu bilmezliğimle arayıp duruyorum
beni yakıp tüketecek ışıklı bir ölümü

22.06.2014

katip bartleby

herman melville

kaderi terk edilmişlik ve unutulmuşluk oldu.

daha önce eşi emsali görülmemiş ve akıl almaz birtakım yollarla, şiddetle gözü korkmuş birisinin en temel inançlarında bile sendelediği pek de seyrek görülen bir şey değildir. böyle bir durumda kişi bütün adaletin ve sağduyunun karşı taraf için işlediğini düşünmeye başlar ki bu duygu da harika gelebilir. hal böyle olunca da, çevresinde konuyla pek ilgisi olmayan herhangi birisi varsa, karışmış aklına bir destek olsun diye ondan medet umar.

samimi bir insanı pasif bir direnişten daha çok hiçbir şey çileden çıkaramaz. kendisine karşı direnilen kişi insanlık dışı bir tutum izlemiyor ve direnen de bu edilgenliğiyle hiç mi hiç zarar vermiyorsa, o zaman ilki, ruh halinin daha iyi olduğu durumlarda, uslamlamayla çözmesi olanaksız bir şeyin üstesinden gelebilmek için haklı olarak hayal gücüne başvuracaktır.

saadet ışıkla oynaşır; bu yüzden biz de dünyayı mutlu belleriz; ama sefalet uzaktan kollar; öyle ki biz de dünyada hiç sefalet yok sanırız.

insanın en sakin ve bilge olduğu zamanlar, sabahları uykudan uyandıktan hemen sonraki zamandır.

insanoğlu kıskançlık uğruna ve öfke uğruna ve kin uğruna ve bencillik uğruna ve de dini kibir uğruna ne cinayetler işlemiştir; ama tatlı sevap uğruna şeytani bir cinayet işleyenini hiç duymadım.

genellikle bağnaz kafaların sürekli olarak sürtüşmesi yüce gönüllü kişilerin en yerinde kararlılıklarını da yıpratır önünde sonunda.

nathaniel hawthorne, melville'in alışkanlıkarının sadeliğinden söz eder. çok eski bir el çantasından ibaret bagajında bir pantolon, renkli bir gömlek, biri saç diğeri diş fırçası olmak üzere iki fırçadan başka bir şey olmamasına karşın her zaman kusursuz bir biçimde giyindiğini söyler. denizci oluşu onda bu sadeliğin kökleşmesini sağlamış olmalı.

20.06.2014

direnmenin estetiği

peter weiss

demokratik yönetimin anlamı, herkesin fikrinin geçerli olmasıdır.

ben inançlı biri değilim, ben bu dünyada yaşıyorum. bizlerin, hepimizin yaptığı gibi ben de, bizi tımar etmek isteyenlerin elinden kaçıp kendi kabuğumun en kuytularına çekildim.

çalışanları tebaa haline getiren, burjuva toplumunun kurumlarıdır; önlerine yem atılmasıyla istedikleri yere saldırtabilecekleri, yozlaşmış bir şüreka yaratmaktan medet umanlar da onlardır.

dünyanın yuvarlak olduğunu ve kendi çevresinde döndüğünü dile getirmek zenginlerin ve yoksulların varlığını onaylamak anlamına gelir. fiziğin temel ilkelerinden söz ederken aynı zamanda bilim kadar eski olan ve çalışanlarla çalıştıranların ayrıldığı işbölümünden de söz etmiş oluruz. antik çağ bilimcilerinin temellendirdiği dünya görüşünü bütünselliği içinde benimsemek, toplumsal ilişkilerin mevcut kurallarına bağlanmanın da bir ifadesidir daima. dönmekte olan bir kürenin üstünde yaşadığımızı bilmekle birlikte, bu bilginin doğalmış gibi gösterilen bütün diğer türevlerini unuttuğumuzda düşünmemizi belirleyen şeyin dehşet verici boyutlarda olduğunu anlayabiliriz ancak.

sanatsal sorunlar duygusal ve ideolojik gözetmelerle ele alınamaz.

her düşmanın mahiyeti şu veya bu derecede farklı olabilir; ama son darbenin vurulacağı anda düşman tek vücut olarak karşımıza çıkar.

her şey değişmez ilkelere göre gerçekleşiyordu; çünkü bize böyle bir dünya anlayışını aktaranlar daima kuralları belirleyenlerin tarafındaydı. muhalifler her zaman olmuştu, tarih onlara göre bir vahşetler silsilesiydi; ama birbirini izleyen oligarşilerde onlara hiçbir zaman söz hakkı tanınmamış, papirüs rulolarından parıltılı radyolara kadar gerçek hep demagoji tarafından boğulmuştu. bilginler, ufku geniş olanlar çalışanlara bağlanmış olsalardı eşitliğe dayanan bir yaşam vizyonunun hayata geçmesi için yüzyılımıza kadar beklemek gerekmezdi.

kurtuluş bize dışardan verilemez; kurtuluşu bizim kendi ellerimizle kazanmamız gerekir.

düşteki ve edebiyattaki azap öyle bir azaptır ki, bundan kaçmanın yolu yoktur, orada her şeye maruz kalabilir, her şeyi adeta gerçekmiş gibi yaşarız, düşte dayanılmaz bir noktaya geldiğimizde uyanırız; buna karşılık edebiyatta dayanılmaz olandan onu ancak söze dönüştürerek kurtuluruz.

eğitimin, basının, diplomasinin bizi aldatmasına, daha yüksek parti organlarının bize çocuk gibi davranmasına izin verdiğimiz için kabahat bizde. şeytani politik aygıtın karşısına kendi mütevazı dünyamızla çıkmak bir yanıyla elimizde kalan yegane becerimiz; ama öte yandan da bizim eksiğimiz. hazır görüşleri hiç sorgulamadan benimsemekten ve başkalarına aktarmaktan korumalıyız kendimizi. en aptalca tepkiler bile, dua okur gibi söyleneni huşu içinde tekrarlamaktan veya kabul edemeyeceğimiz eylemler karşısında suskun kalmaktan daha iyidir.

işçilerin neden kendilerini eğitmek, ilerlemek için çaba göstermediklerini sorgulamak zorundayız. ekonomik sorunlar hepimizi zorluyor ve engelliyor; ama o da tek başına bu pasifliğin, eyleme geçme beceriksizliğinin, kaderciliğin sorumlusu olamaz.

her savaş, ulusal bir halk savaşı da dahil, patolojik bir ortam oluşturur, tüm bireysel yansımalarıyla birlikte. savaşanlar, politik bilinçleri ne kadar güçlü olursa olsun, ihtiyaçlarını gözardı ederlerse uyarılma özelliklerini yitirirler, bu da onların dayanma gücünü zayıflatır. sınıf devleti, genelevler açarak askerlerin dürtülerini tatmin yoluna gitmişti; ama bir halk ordusu için bu yöntem, askerlerin ruh hallerine denge getirse de kadının aşağılanması anlamına geldiği için kabul edilemezdi.

gerçek, bizim amaçlarımıza o gün en yararlı olan şeydir.

işçi kültürünün bekçileri sık sık, entelektüellerin her şeye tepeden baktıklarını, ukala olduklarını, bizi eğitmek ve yönetmek istediklerini, buna karşılık durumumuzu bizden başka kimsenin değiştiremeyeceğini söylerler. böyle bir anlayış oluşum ve olgunlaşma fikrini dışlıyor, günün birinde bizim de yüksek öğrenimle tanışmamızı talep eden bakış açısının önüne set çekiyor. bu süreç yaşanmadan işçi sınıfının kendi görev bilincine varması mümkün değil. hareketimizin içine gerici, kültür düşmanı bir eğilim sızdı. kim ki okumuşluğu, sanattan anlamayı küçümsüyor; düşünmeye de karşı demektir.

pigme

chuck palahniuk

devletin en çok istediği performans ortalama performanstır.

adolf hitler: kim gençliğe sahip olursa geleceği de kazanır.

karl marx: tarih kendini tekrarlar. birincisinde trajedi, ikincisinde fars olarak.

fidel castro: insanlar kaderlerine hükmedemez. kader her an insanı üretir.

bilim nerede olursa olsun tamamen kıyaktır.

adolf hitler: bireysel mutluluk çağı artık geçmişte kaldı.

mao tse-tung: kadınlar gökyüzünün yarısını kaldırır.

benito mussolini: milletlerin kaderi üreme güçleriyle yakından alakalıdır.

hayal kuran benlik tanrıdan daha çok bilgiye sahiptir.

bağışlama eylemi tanrı'nın gözünde bir küfürdür. tanrı böyle bir bağışlamada bulunmaz. bağışlayan insan kendini en yukarıya, tanrının üstüne yerleştirmiş olur.

mihail bakunin: yıkma arzusu aynı zamanda bir yaratma arzusudur.

adolf hitler: büyük yalancılar aynı zamanda büyük sihirbazlardır.

che guevara: ateş et, korkak. yalnızca bir erkeği öldüreceksin.

leon troçki: ayaklanma bir sanattır, bütün sanatlar gibi kendi yasaları vardır.

augusto pinochet: bazen demokrasi kanla yıkanmalıdır.

benito mussolini: başkaları tarih yazarken eli kolu bağlı oturmak utanç vericidir.

amerika birleşik devletleri toplam dünya nüfusunun yalnızca yüzde 4.6'sını oluştururken, küresel enerji kaynaklarının yüzde 75'inden fazlasını tüketiyor.

vladimir lenin: silahlı bir insan silahsız yüz insanı kontrol edebilir.

benito mussolini: annelik kadın için neyse savaş da erkek için odur.

richard nixon: haber söz konusu olduğunda basında kimse dost değildir, herkes düşmandır.

eva peron: hayattaki en büyük korkum, unutulmak.

johann most: amerika'ya bakan her göz şunu görecektir: aptallık, yozlaşma ve önyargı gücüyle yürüyen bir gemi.

baskı hissetmeksizin denileni yapmak tek doğru politik ideolojidir.

adolf hitler: sözcükler, keşfedilmemiş dünyalara köprüler kurar.

mao tse-tung: yemekten sonra sıçmaya ihtiyaç duymak yemenin vakit kaybı olduğu anlamına gelmez.

benito mussolini: azizlerin tarihi esasen çılgın insanlar tarihidir.

insanın suçu tanrının suçunu hafifletir. insanın hainliği tanrının daha büyük hain uygulamalarını mümkün kılar.

adolf hitler: muzaffer olan asla sorgulanmayacaktır, şayet gerçeğin ne olduğunu kendisi söylüyorsa.

malcolm x: gelecek, ona bugünden hazır olanlara aittir.

insanın hayatta her şeyden zevk almasını sağlayan tek şey, sonunda ölecek olmasıdır.

adolf hitler: önemli olan hakikat değil, zaferdir.

fidel castro: devrim, geçmiş ile gelecek arasındaki mücadeledir.

stalin: tek bir ölüm bir trajedidir, bir milyon ölüm ise bir istatistik.

leon troçki: insancıllık sümüklü böceği, aklın işleyişine sekte vurarak, duyguları dumura uğratarak, sümüksü izlerini bırakıyor dört bir yana.

sözcükler, keşfedilmemiş dünyalara köprüler kurar.

adolf hitler: nefret, hoşnutsuzluktan daha uzun ömürlüdür.

eugene debs: ilerleme tahrikten doğar. tahrik ya da tıkanıklıktır ilerleme.

fidel castro: beni suçla. önemli değil. tarih beni temize çıkaracaktır.

d. h. lawrence: onlar, adına barış ve iyi niyet dedikleri, dışadönük bir hiçlik sistemi isterler ve böylece kendi ruhlarında bağımsız küçük tanrılar olabilirler.

nietzsche: dans eden bir yıldız doğurabilmesi için insanın bir kaos içinde olması gerekir.

oscar wilde: ilerleme, itaatsizlikle olur, itaatsizlik ve isyanla.

başka insanlardan alıntı yapmayı bıraktığın zaman gerçek zekân ortaya çıkar.

18.06.2014

şirket

joel bakan

bir şirket yöneticisinin işi, demokrasiyi korumak değil, demokrasinin belirsizliklerini yönetmek ve demokrasinin sunduğu engellerden kurtulmaktır.

ünlü bir tekel karşıtı ve demiryolu reformcusu olan newton booth, california valisi olduğu 1873 yılında, "demiryolundaki her travers, küçük bir hissedarın mezarıdır." diyordu. booth'un mesajı açıktı: büyük şirketlerde hissedarların gücü ve kontrolü yok denecek kadar azdı. 20. yüzyılın başlarında şirketler genellikle, her yere dağılmış binlerce, hatta yüz binlerce adı sanı bilinmeyen hissedarın birleşiminden oluşuyordu. güçlerinin fazlasıyla seyreltilmesi yüzünden, birey olarak idari kararları etkileyemiyorlardı. kolektif biçimde hareket edemeyecek kadar da darmadağınıktılar. sonuçta hissedarların büyük şirketlerdeki güçlerini ve kontrollerini kaybetmeleri, yöneticilerin kazancı olup çıkmıştı.

marc barry: kendi kendinizle yaşamanın yolu, fazlasıyla bölümlere ayrılmış bir yaşam sürmektir.

1911 triangle bluz fabrikası felaketi, şirketin kendi çalışanlarını duygusuzca hiçe saydığını gösteren meşhur bir örnektir. aşağı manhattan'ın konfeksiyon bölgesinde bulunan fabrikanın sahipleri, tezgahlarından ayrılıp da üretimi yavaşlatmalarını önlemek için, çoğunlukla genç göçmen kadınlardan oluşan çalışanlarını kilit altında tutmaktaydı. fabrikada yangın başladığında, işçiler dışarı çıkacak yol bulamadılar. bazı işçiler pencerelerden aşağıya kendi ölümlerine atladılar. diğerleri ise içeride kalıp yanarak can verdiler. 146 işçi birden öldü.

william b. burkett: dünyadaki hiçbir yönetmeliğin, uygulanmadığı takdirde hiçbir yararı yoktur.

john mccormack: iyi örgütlenmiş bir azınlık her zaman örgütlenmemiş bir çoğunluğa nazaran daha etkili şekilde hareket eder.

carlton brown: uçaklar kulelere çarptığı zaman düşündüğümüz ilk şey "pekala, altın ne kadar yükselir?" oldu. neyse ki, birkaç gün içinde onların hepsini dışarı çıkardık. herkes parasını iki katına çıkardı. 11 eylül aslında tanrının gizli bir lütfudur, anlıyorsunuz değil mi, mahvedici, ezici, yürek parçalayıcı. fakat.. altın piyasasındaki müşterilerim açısından, onların hepsi para kazandı. yıkımda fırsat vardır. her şey, servet yaratmakla ilgilidir.

reklam yönetmeni ve seslendirme sanatçısı chris hooper, işinin "gerçekten ihtiyacı olmayan insanlara ürünler satmaya çalışmak" olduğunu, "toyluktan kaynaklanan ukala bir davranışı, sorumsuz, hedonistik, egoistik, narsistik bir davranışı destekleyen imajlar" yaratmak olduğunu söylüyor.

her şeyin ya da herkesin mülk edilebildiği, manipüle edilebildiği ve sömürülebildiği bir dünyada eninde sonunda her şey ve herkes mülk edilecek, manipüle edilecek ve sömürülecektir.

16.06.2014

baştan çıkarıcının günlüğü

søren kierkegaard

bir kız ilk bakışta ideali uyandıracak kadar derin bir izlenim bırakmıyorsa onun gerçeği de pek arzulanacak bir şey değil demektir.

bir genç kızı ne korkutur? tin. neden? çünkü tin onun tüm dişi varlığının yadsınmasına yol açar. erkeksi güzel bakışlar, çekici bir kişilik vs. iyi özelliklerdir ve bunlarla fetihler yapılabilir; ama asla kesin bir zafer kazanılamaz. neden? çünkü o zaman kızla, kızın kendi alanında savaş edilmiştir ve orada kız daima daha güçlüdür. bu yöntemlerle bir kızın yüzü kızartılabilir, mahcup duruma düşürülebilir; ama güzelliğini ilginç hale getiren o anlatılması olanaksız, büyüleyici endişe uyandırılamaz.

bir genç kızın yaşamı, çelişkilerden uzak kalamayacak kadar çok zengindir, bu da çelişkiyi gerekli kılar.

sosyal hayat gerçekten insanı kadınlarla temasa sokar; ama orada bir ilişkiyi başlatmanın estetik bir yanı yoktur. sosyal hayatta her genç kız silahlanmıştır, orada işin tadı kaçmıştır, her şey durmaksızın tekrarlanır; kız hiçbir şehvet heyecanı duymaz. kız sokakta açık denizde gibidir ve bu nedenle her şey daha dolu dolu görünür; sanki her şeyde bir giz varmış gibidir. caddede gördüğüm bir genç kızın bir gülümsemesine yüz dolar verirdim; ama bir partide elimi sıkması için on dolar bile vermem.

kadın doğası kendini direniş biçiminde gösteren bir teslimiyettir.

beceriksizlik görüntüsü çok ustaca kullanılmalıdır ve bununla çok yol alınabilir. küçük bakirenin birini kandırmak için bunu az mı kullandım? kızlar beceriksiz erkekler hakkında genellikle çok acımasızca konuşur; ama yine de gizlice onlardan hoşlanırlar. biraz utangaçlık daima genç kızın gururunu okşar, ona üstünlüğünü hissettirir; bir çeşit kaporadır.

kadın özdür, erkek yansımadır. bu yüzden, kadın öyle hemen, sessizce seçmez. erkek talep eder, kadın seçer. ama talep bir sorudur ve kadının seçimi bu soruya bir yanıttır. bir anlamda erkek kadından fazladır, diğer anlamda ise sonsuz azdır.

bir genç kızda ne gençleştirici güç olurmuş meğer! ne sabah havasının tazeliğinde, ne rüzgarın uğuldamasında, ne okyanusun serinliğinde, ne şarabın lezzetinde ve hoş kokusunda -dünyadaki başka hiçbir şeyde- bu güç yok.

80 günde devr-i alem

jules verne

dünyada beklenmedik bir şey yoktur.

bahis, bildiğimiz gibi ciddi bir iştir. böyle bir şey söz konusu oldu mu da iyi bir ingiliz kesinlikle şaka etmez.

iki kişi baş başa verince sıkıntılar daha hafif gelir.

yalnızlık çok acı bir şeydir.

"fileas fogg, son derece düzenli, titiz ve dakik yaşayan, sakin yapıda bir ingiliz centilmenidir. arkadaşlarıyla, dünyayı 80 günde dolaşacağına dair, gerçekleştirilmesi olanaksız gibi görünen bir iddiaya girer. yanına, yardımcısı paspartü'yü de alarak yola çıkar. 80 günde devriâlem, jules verne'in dünya edebiyatına kazandırdığı en önemli yapıtlarından biri. verne; gemilerle, trenlerle ya da fillerin sırtında yapılan, heyecan dolu geziyle birlikte, dünyanın güzelliklerini de sergiliyor."

ruh gözü

balzac

ruhsal evrenimizin kendi yasaları vardır. bu yasalar acımasızdır. onları tanımayan her zaman cezalandırılır. hele bir tanesi vardır ki ona hayvan bile tartışmadan, her zaman uyar. bu da bize bir ilk seferde isteyerek ya da istemeden, bile bile ya da bilmeden zarar vermiş olan kimseden kaçmayı buyurandır. bize bir zarar vermiş ya da rahatımızı kaçırmış yaratık bizim için her zaman uğursuz olacaktır. bulunduğu mevki ne olursa olsun, bize ne kadar sevgi duyarsa duysun, onunla ilişkimizi kesmemiz gerekir. çünkü bize bir şeytan tarafından yollanmıştır. benliğimizde bir iç görüş, ruhun gözü vardır; yıkımları hızlandırır. bu uğursuz varlığa duyduğumuz tiksinti de bu öngörünün sonucudur. din bunu yenmemizi buyursa da içimizde sesinin sürekli dinlenmesi gereken bir kuşku, bir güvensizlik kalır.

13.06.2014

the unbelievers

gus holwerda

lawrence krauss: bazı konuların sorgulamaya açık olmadığı bir dünyada yaşıyorsak düşünmeye son verilmiş bir dünyada yaşıyoruz demektir.

cameron diaz: bence dinler uyuşturucu gibidir. birçok insan için dünyanın gerçekte ne olduğunu görmek kaldıramayacakları kadar büyük bir yük olduğundan kendilerini iyi, rahat, sıcak, hafif ve her şeyi yolunda hissettirecek bir mit hapını almayı tercih ediyorlar.

ricky gervais: tanrı bana özgür irade vermiş. o zaman bunu kullandığım için beni neden cehenneme yolluyor?

lawrence krauss: hiçbir fikir alay edilmekten hariç tutulmamalı. alay etmek çok önemli bir araçtır. neden din de alay edilmekten hariç tutulsun? siyaset alay konusu olabiliyorsa, bilim, seks ve dünyadaki geri kalan her şey gerçeği aydınlatmanın bir yolu olarak alay konusu olabiliyorsa neden din bundan hariç tutulsun?

woody allen: herkesin aynı gerçeği bilmesine rağmen, yaşamlarımız gerçeği nasıl çarpıtmak isteyeceğimizden ibaret.

penn jillette: bizler bu hayata inanan insanlarız. bizler ahlaka inanan insanlarız. ödül veya cezalandırma şartıyla bir şeyler yapıyorsanız ahlaktan yoksunsunuz demektir.

christopher hitchens: din her şeyi zehirliyor.

ian mcewan: insanlar icat ettikleri mitlere aslında inanmıyorlar. rahibin öbür dünyadan bahsederken orada bulunan insanların bile hıçkıra hıçkıra ağladığı pek çok cenazeye katıldım. sevdikleriyle 5 yıl içinde karşılaşacaklarını sahiden de düşünmüyorlar. öte yandan, rıhtımın kenarında durup queen mary gemisinin new york'a doğru yola çıkışını izlerken rıhtımın yanında bekleyen insanların ağlamadığını görürsünüz; çünkü yolcu ettikleri kişileri çok yakında göreceklerini biliyorlar.

richard dawkins: inançlı kişileri hor görmekle suçlanıyorum sık sık. inançlı kişileri hor görmüyorum, savundukları inancı hor görüyorum. 

lawrence krauss: demokrasi için en büyük tehdit halkın bilinçsiz olmasıdır. 

ricky gervais: herkesin her şeye inanmaya hakkı olduğuna inanıyorum. her şeye inanmaya hakları var ama benim de inançlarını gülünç bulmaya hakkım var.

lawrence krauss: düşünme şeklimizi değiştirmediğimiz sürece, serbest sorgulamaya, tartışmaya ve gerçekliğe dayalı kamu politikası önünde saygı duymaya istekli olmadığımız sürece birçok yönden sahibi olduğumuz bu harika dünyayı bir hiçliğe dönüştürebiliriz; bunun olmaması için elimizden geleni yapmalıyız.

james randi: onlara korku hükmediyor. bu benim tarzım değil, sizlerin de değil. hepimizin içinde büyüdüğü çağ bu, hiç şüphesiz. geçmişe dönmektense 21. yüzyılı bağnaz, kaprisli, acımasız, düzenbaz, soykırımcı, homofobik, kadın düşmanı, ırkçı, kindar ve şiddet yanlısı bir zorbaya olan inanca bir son vererek kucaklamalıyız.

12.06.2014

pavor nocturnus ya da delikli uykular

nilgün marmara

yüzü olmayan bir palyaço, elleriyle olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. içerden ağlıyor ve ölüyor. zaman yüzünü eskitemez çünkü yüz yok! yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu.

yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. hızla kayıyorlar sıvının içinden, adaya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar.

benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?

savaş ve barış

tolstoy

iyi biten her şey iyidir.

en iyisi, kırbacı havada tutmaktır; onu koşan hayvanın başına indirmek değil.

büyük insanlar denen kişilerin tarihsel olaylardaki önemleri sanıldığından çok daha azdır.

eylemimiz ne kadar soyutsa ve bu yüzden de başka insanların eylemlerinden ne kadar uzaksa, o kadar özgür ve tersine, eylemimiz başka insanlara ne kadar yakınsa, o kadar özgürlükten uzaktır.

başka insanlarla kurulan en güçlü, en kopmaz, en zorlu ve sürekli ilişki, başka insanlar üzerinde iktidar sahibi olmak denen, aslında gerçek anlamı onlara en yüksek bağımlılık olan ilişkidir.

mutluluk anları nasıl adaletsizce bölünüyor bazen.

bir genç için aydın kadınlardan daha lüzumlu bir şey yoktur.

tekerleklerin yürümesi için yağlama ne kadar gerekliyse, en iyi, en dostça ilişkilerde de yaltakçılık ve övgü o kadar gereklidir.

bu dünyada ödül beklemek doğru değil; bu dünyada onur, doğruluk yok. bu dünyada düzenbaz, kötü olmak gerek.

dünyada en büyük arzumun ne olduğu bana sorulsaydı, dilencilerin en yoksulundan daha yoksul olmayı istediğimi söylerdim.

her şeyi anlamak, her şeyi affetmektir.

yalnız budalalar şanslarına güvenerek kumar oynar.

biz ancak, hiçbir şey bilmediğimizi bilebiliriz. bu da insan üstünlüğünün en yüksek basamağıdır.

mutluluğu başka yerde değil, kendi yüreğinizde arayın. huzurun kaynağı dışımızda değil içimizdedir.

neyin doğru, neyin yanlış olduğunu takdir etmek insanların işi değil. insanlar daima yanıldılar ve yanılacaklar; hem her şeyden çok da, doğru olduğunu sandıkları şeyde.

doğru olmayan şey, başka bir insana kötülüğü dokunan şeydir.

ben hayatta yalnız iki gerçek felaket tanıyorum: vicdan azabı ve hastalık. mutluluk, bu iki kötülüğün uzak olmasındadır.

kendisine karşı kusurlu olduğun ve karşısında kendini haklı çıkarmayı ümit ettiğin, senin için aziz, sana bağlı bir varlık görürsün; sonra birden bu varlık acı çekmeye başlar, ağrılar duyar, yok olur.. neden?

hüzünlü bir gülümsemede öyle hoş bir şey var ki..

her insan kendisi için yaşar, kendi amaçlarına erişmek için özgürlükten faydalanır; şu veya bu hareketi şimdi yapıp yapmayacağını bütün varlığıyla duyar ama onu yapar yapmaz belli bir an içinde yapılan bu hareket geri alınamaz olur, tarihin malı olur ki, burada onun özgür değil, önceden belirlenmiş bir anlamı vardır.

her insanda hayatın iki tarafı var: birincisi kişisel hayat, ki ilgileri ne kadar soyutsa o kadar özgürdür; ikincisi içgüdüsel hayat; kovan hayatı, ki insan burada zorunlu olarak kanunların ona emrettiğini yerine getirir.

savaşa katılan insanlarda, kendi kişisel özelliklerine, adetlerine, şartlarına ve amaçlarına göre şöyle davranıyorlardı: ne iş gördüklerini, kendileri için ne yaptıklarını biliyorlarmış gibi korkuyor, övünüyor, seviniyor, öfkeleniyor, akılyürütüyorlardı. oysa tarihin aletiydiler, kendilerinden saklı ve bizce anlaşılır bir iş görüyorlardı. değişmez yazgılarıdır bu; toplum içinde ne kadar yükselirlerse o kadar az hürdürler.

beklemeyi bilen için her şey zamanında gelir.

eskilerin bize bıraktıkları kahramanlık destanı örneklerinde tarihin bütün anlamını kahramanlar teşkil eder; bu çeşit tarihin zamanımız için anlamsız olduğu gerçeğine biz hala alışamıyoruz.

dünya olaylarının akışı önceden ve yukarıdan tayin edilmiştir; bu olaylara katılan insanların kendi keyiflerince yaptıkları hareketlerin birbirine uygun düşmesine bağlıdır; bu olaylar üzerinde napoléon'ların etkisi görünüştedir yalnızca.

en parlak, en derin planlar, önlemler bile, savaşı kazandırmazlarsa berbat şeylermiş gibi görünür; her askerlik bilgini de onları, bilgiç bir tavırla eleştirir; savaş kazandıran en kötü planlar, emirlerse çok parlak şeylermiş gibi görünür ve en ciddi insanlar da bu kötü planların üstünlüklerini kanıtlamak için ciltlerce yazı yazar.

düşman tarafından işgal edilen bir şehir, ızrına geçilmiş bir kıza benzer.

insanların onca peşinden koştukları, dört elle sarıldıkları zenginliğin, iktidarın; hatta hayatın bile bir değeri varsa, o da bütün bu şeylerin fırlatılıp atılmasındaki zevktedir.

aşk hayattır. hayattan ne anlıyorsam ancak sevdiğim için anlıyorum. her şey sadece sevdiğim içindir, sevdiğim için vardır. her şey ona bağlıdır.

insan zekası için olayların bütün nedenlerini kavramak olanaksızdır. ama nedenleri arayıp bulmak ihtiyacı insan ruhuna özgü bir şeydir. olayların, her biri ayrı ayrı sebep olarak görünebilen, sayısız ve karışık şartlarına nüfuz edemeyen insan zekası, önüne ilk çıkan, kavranması en kolay açıklamaya yapışır, "işte sebep" der.

insan, yapacağı işler için bir amaç edinir. bin verst yol gitmek için insanın kendisini bu bin verstin ötesinde iyi bir şeyin beklediğini bilmesi gerek. yürüme gücü bulabilmek için insanın toprak hakkında bir fikri olması gerekir.

dünyada korkunç bir şey yoktur. dünyada insanın mutlu ve bütünüyle özgür olacağı bir durum nasıl yoksa, bütünüyle mutsuz ve tutsak olacağı bir durum da yoktur.

yüce ile gülünç arasında ancak bir adımlık mesafe vardır.

sadelik, iyilik ve doğruluk olmayan yerde büyüklük de yoktur.

kaderin iradesini anlayıp kendi iradesini ona tabi kılan seyrek ve her zaman yalnız insanların kaderidir bu: yığınların nefreti, hor görüşü bu adamlara, yüksek kanunları kavramalarının cezasıdır.

uşak için o büyük adam olamaz; çünkü uşağın kendine göre bir büyüklük anlayışı vardır.

pelin, kendi kökleri üzerinde büyür.

erkekler birbirlerine hiç benzemedikleri zaman dost olur, derler.

sosyal hayatın akıl ve mantıkla idare edilebileceği kabul edilirse yaşama olasılığı da yok olur.

insanda kendini -ne kadar önemsiz bir şey olursa olsun- tamamıyla bir şeye adamak yeteneği olduğu bilinir. yine bilinir ki, üzerinde dikkatle durulunca, önemi sonsuzluğa kadar yükselmeyecek önemsiz bir şey yoktur.

evlenmenin amacı aile ise birkaç kez evlenmek isteyen biri belki çok zevk duyacak ama asla aile sahibi olamayacaktır.

sonuçları büyük olan bütün düşünceler genellikle basittir.

kötü insanlar birbirlerine bağlıysalar ve nasıl bir güç oluşturuyorlarsa, namuslu insanların da aynı şeyi yapmaları gerekir. bu kadar basit.

11.06.2014

bir değirmendir bu dünya

cahit zarifoğlu

televizyon bir şamardır. hem de kendi hanemizde kendi elimizle suratımıza inen büyük bir şamar.

mükemmelliğin hududu yoktur. insan, hayvandan da aşağı seviyelerden başlayarak, insan-ı kâmil derecesine kadar, her duruma müstahaktır veya lâyıktır.

kendimizi, düzenin bir ahlâk haline getirdiği siyasi mücadelenin atmosferinden ne kadar uzak tutmuş olursak olalım, o yine de bize bulaşmış olabilir. hele seçim zamanlarında bu tehlike daha da büyüktür.

mevlâna halid divan'ında şöyle diyor: "fani dünyaya meyleden kara bahtlı bir kimse, kendi bahtsızlığına kan ağlasa daha iyidir."

hayalperest olmayın. hep sükutuhayale uğrarsınız. ayağınız yer tutmaz. gerçeklerden kaçar kaçar hayallerinize sığınır, hayal kurduğunuz sürece de doyar, tatmin olur ama başarmanız gereken küçücük işleri bile alt edemezsiniz.

tıp profesörü yıllarca öğrencilerine şu dersi verirdi: karşınıza gelen biri, şikayeti ne olursa olsun, siz ona hastalığını söyleyinceye kadar henüz hasta değildir. sadece bir hasta adayıdır. bu sebeple dikkatli olun, hasta adaylarını gerçek hastalar yapmayın.

iddia ediyorlar ki arap harfleri zormuş, kimse öğrenemez okuyamazmış. latin harfleri okuyup yazmayı yaygınlaştırmış, insanların bilgi düzeyini yükseltmiş. etrafıma bakıyorum. iddiaların hep aksini görüyorum. okuma yazma bilenlerin sayısı şu elli yılda yüz kişide elli kişiye bile çıkarılamamış. üstelik okuyup yazanların hali pek acıklı. içlerinde okuldaki mecburi kitapların dışında kendi iradesiyle kitap alıp okuyan parmakla sayılacak kadar az. oysa benim dedem mesela basit bir marangozdu, iki zahire sandığı dolusu kitabı vardı. ağır ağır kitaplar, tefsirler, gazaliler, camiler, mevlanalar..

chp iktidara gelir gelmez, kendisine kalıtım yoluyla kurucu atalarından geçmiş islâm düşmanlığı gereği, davar boğazlar gibi mescid kapatmaya başlar.

komünizme ve kapitalizme inanan insanların meydana getirdiği topluluk, ancak bir sürüdür. ama müslümanlardan meydana gelen topluluğun adı cemaattir, ümmettir.

onlar serbest seks eğitiminin, kadın-erkek eşitliği adı altında hayvanî bir yaşayışın, alkol ve dansın, flörtün taraftarlığını yapıyorlar. biz ise, islamî edeb ve hicab içerisinde, çalışan, ibadet eden, hakkı gözeten insanlar olarak, hem dünyalarını hem de ahiretlerini imar eden insanların dünyasını kurmak istiyoruz.

adaşım cahidî ahmet efendi'nin bir beyti var, şöyle:

"akil isen can gözün aç, tut kulak bu sözüme
bir değirmendir bu dünya öğütür bir gün bizi"

10.06.2014

çift

adam phillips

bir çift, işleyecek suç arayan iki suç ortağından oluşur. suç işlemeye en yaklaştıkları durum ise cinselliktir çoğu kez.

çift olma durumu insanı dehşete düşürebilir; çünkü öteki kişi bu duruma asla gerçekten katılmaz. ya da, daha doğrusu, o da tam aynı şeyi ister; ama başka bir bakış açısından.

kendileri sık sık öyle zannetseler de, insanlar kendilerini güvende hissetmek için değil, tehlikenin ne olduğunu keşfetmek için ilişkiye girerler. sadakatsizliğin insanı hayal kırıklığına uğrattığı yer de budur işte.

büyümek hayali bir uzuv haline gelmektir; âşık olmak bir uzuv edinmektir.

eğer hayata bir başkasının vücudunun parçası olarak başlıyorsanız, bağımsızlığınız bir uzvun koparılmasıdır. çift olmak bize aynı zamanda bir başkası olduğumuzu, biriyle tek parça olduğumuzu hatırlatır, bizi yeniden buna ikna eder. âşık olan ya da yasta olan herkesin bildiği gibi, kibarca ayrılık denilen şey aslında bir uzvun koparılmasıdır.

saklayacak bir şeyiniz yoksa, gidecek bir yeriniz de yoktur. çiftlerin bazen birbirlerine tümüyle dürüst davranmayı istemelerinin nedenlerinden biri de budur.

bir ilişkiyi sürdürmek zor değildir; ama bir kutlamayı ilanihaye sürdürmek imkansızdır. uzun alkış kafa karıştırıcı olur.

çift olma durumu, üçüncü şahısların müdahalesine karşı sürekli bir dirençtir.

birbirinden tatmin olan ve birbirine güvenen güvenli çift, iyi hayat kavramımızı oluşturan resimlerden biridir; tıpkı mutsuz çiftin mutluluğun imkânsızlığı duygumuzu temsil etmesi gibi. çocukken hepimiz ana-babalarımızın dramını gözledik, ne çok şeyin buna bağlı olduğunu gördük.

sergey neçayev

aziz çalışlar

1869 yılında, herzen, ogaryov ve bakunin'le isviçre'de yakından bir ilişki kuran ve moskova üniversitesi'nde okuyan neçayev adlı bir bağnaz devrimci, öğrenci arkadaşlarını gelecekteki bir devrim adına örgütlemeye başlar.

"halkın öcü" adıyla tanınan, enternasyonal'in temsilcisi ve tüm rusya devrimcileri komitesi'nin üyesi olduğunu ileri süren, son derece merkezi bir örgütün kurucusudur neçayev. bu girişiminde neçayev'i, kendisine alliance révolutionnaire européenne committée général adını taşıyan, gerçekte var olmayan bir örgütün mühürü ile özel bir garanti belgesi veren bakunin desteklemektedir.

neçayev'in devrimci kateşizm adını taşıyan kitapçığı, acımasız ve dürüst olmayan savaşım yöntemlerini savunmaktadır: "devrimci, yerleşik toplumsal ahlaktan tiksinip ondan nefret eder. onun için, yolu devrimin zaferine açan her şey ahlaka uygundur. onun yolunun karşısına dikilen her şeyse ahlaka aykırıdır."

bu ilkeler çevresindeki eylem, başlarındaki şef yoluyla yukarıdaki bir gruba bağlı beşer kişilik gruplarca yürütülecekti. 1869 yazında italya'dan dresden'e geçen dostoyevski'ye, orada karısı anna'nın moskova tarım akademisi'nde öğrenci olan ağabeyi, bu gençlerin yaşamlarını, devrim üzerine bilgilerini anlatır. bu arada da, ivanov adındaki bir öğrenciden de renkli bir biçimde söz eder. ancak, ivanov, neçayev'in elindeki belgenin gerçekliğinden kuşkulanan ve neçayev'in yöntemlerine de karşı çıkan biridir.

birkaç ay sonra bir haber yıldırım hızıyla bütün dünyaya yayılır. 21 kasım'da, ivanov, akademinin arka bahçesinde neçayev'le üç arkadaşı tarafından öldürülüp cesedi havuza atılmıştır. öldürülenlerin "halkın öcü" örgütü üyeleri olduğu, ivanov'un hainlik etmesinden ve kendilerini ele vermesinden korktukları için kendisini öldürdükleri, bunu da neçayev'in başkanlığında, onun bir kışkırtması sonucu yaptıkları ortaya çıkar. bu üç kişi, öbür örgüt üyeleriyle birlikte tutuklanıp 1870 haziran'ında st. petersburg'da yargılanırlar. neçayev ise isviçre'ye kaçar.

9.06.2014

üç öğrenci

hasan ali toptaş

öğrenciler şimdilik ne denli dağınık yaşarlarsa yaşasınlar, bütün bunlara, gelecekte kavuşmayı umdukları bir uyum uğruna katlanıyorlardı. banka müfettişliği, müsteşarlık, doktorluk, mühendislik ya da öğretim üyeliği gibi mesleki etiketlerin özlemini görüyordum üçünün de gözlerinde. daha sonra da, kafalarına doldurulan verilere göre, şirin birer kız bulup evlenmeyi düşlüyorlardı. (yuva ve mutluluk ne kadar birbirine yakışıyorsa, o kadar mutlu bir yuva! mutluluklarının sınırsızlığı yuvalarının sınırlarında yani; yani hoş geldin canım'lar, güle güle'ler, sarılmalar halat gibi, bakmadan görmeler, işitmeden duymalar, kaşık sesleri yani, çatal sesleri, yemek saatlerinin kesinliği ve eşyaların, pazarların sonra, pazartesilerin ve sabahların kesinliği ve uykuların; ardından kestane patlatım törenleri, koro halinde sevinmeler, tören kurallarını ayakta tutmalar sonra, ikide bir ikide bir kural koyma törenleri ve şefkatin köşe bucak arandığı saatler ve şefkatin sebil gibi ortalığa döküldüğü ve bir damla gözyaşının boğduğu ve bir sözcüğün bulandırdığı ve bir hıçkırığın kocaman bir soru işaretine dönüştürdüğü ve minicik bir kuşku kurdunun kemirdiği günler, sonra gelecek hesapları, yüzlerde gezdirilen ve arada bir, bir sözcükle ısıtılan gülümsemeler, sonra çoraplar, sonra ikilemler, ikilemsizlikler sonra, konuşma zorunluluğu, bu zorunluluğun doğurduğu içtenliksiz sesler, bu seslerin doğurduğu derin sessizlikler, bu sessizliklerin..)

üçü de, bir ucu yuvalarına, bir ucu mesleklerine dayanan koskoca yaşamlarında sevilip sayılmak da istiyorlardı tabi, sevilip sayılmak neyse; temiz temiz giysilerle bir sürüden ayrılıp ötekine katılmak, mesleki saygınlıklarını koltuk değneği gibi kullanıp dolaşmak ve edinecekleri mülkleri de yanlarına alıp yükselebildiklerince yükselmek istiyorlardı. (yükselmek: kendini aşağılarda saymanın ateşli hastalığı; insanın kendisi için doğurduğu son anne; bugünün tadını alıp götüren büyülü bir düş ya da; yukarıya doğru alçalış..) bu düşleri taşımıyor olsalar, ailelerinden kopup bunca uzağa gelmez ve bunca bulaşık dağına, duvar diplerinde yuvarlanan boş şarap şişelerine, gecikmiş akşam yemeklerine, uykusuzluklara, kirli çamaşırlara ve tozlu odalara boyun eğmezlerdi herhalde, her gün öldürülme korkusuyla üniversiteye gidip gelmezlerdi. demek ki, düzenli, uyumlu ve güçlü olma istekleri, ölümü bile göze aldırıyordu onlara. belki de ölümlerin birçoğu, bu denli eften püften şeyler için göze alınıyordu ve hiç kuşkusuz bu öğrenciler, uyumun bir denetleme ve kabullenme olduğunu bilseler de, onun ilk aşamada bazı tatlar vermesine karşın, uzun erimde yaratıcısını yok edeceğini düşünmüyorlardı. belki yıllar sonra, yaşamlarının herhangi bir noktasında, uyumun kemirip bitirdiği birer ölüye dönüştüklerinde de düşünmeyeceklerdi bunu ya da içlerinden biri, söz gelimi isvan, kendi kendini uyuma zorlayan biricik canlının insan olduğunu ve uyumun, insanın kendi kendine buyurabilmesini engellediğini fark edip aykırı davranışlar gösterecekti. kendine yön verme gücünü yeniden kazanmaya çalışacaktı yani; çiçek saksılarıyla aynı odada yaşamanın temelinde yatan gerçeğe doğru yaklaşacak, hayvanla insan birlikteliğinin gizini sezecek, insanların pencerelere yakın durma güdülerini ansızın anlayacaktı.

gün eksilmesin penceremden

cahit sıtkı tarancı


ne doğan güne hükmüm geçer
ne halden anlayan bulunur
ah aklımdan ölümüm geçer
sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur

ve gönül, tanrısına der ki
- pervam yok verdiğin elemden
her mihnet kabulüm, yeter ki
gün eksilmesin penceremden

me-ti

bertolt brecht

yeni dünyaların ve yeni makinelerin bulunması, insanoğluna büyük bir özgürlük getirmişti. insanoğlu doğadan daha iyi yararlanmayı öğrenince birçok kısıtlamadan da kurtulmuş oldu. ama kazanılan yeni özgürlük aradan kısa bir süre geçtikten sonra insanın insanı ezme ve sömürme özgürlüğüne dönüştü. çağımızda ise başka sınıfları ezen ve sömüren sınıflar, ezdiklerinden ve sömürdüklerinden ulusu özgürlüğe kavuşturmalarını, başka deyişle ulusa öteki ulusları ezme ve sömürme özgürlüğünü sağlamalarını istiyorlar. oysa bu tüz özgürlükler arttığı oranda yeryüzünde kölelik de artacaktır.

cinsiyet organını kiralamak için para alan kadının, organını başkalarına da kiraya vermesi, tersi taraflar arasında kararlaştırılmış olmadıkça ahlaka aykırıdır. ancak bu tür ülkelerde cinsiyet organını kiraya vermeyen kadın ne yiyecek bir lokma ne de bir barınak bulabilir; dolayısıyla o kadının aldatması, yalnızca ahlaka aykırı bir sözleşmeye aykırı davranmak anlamını taşır. düşünün ki, çıplaklığını satmayan kadın, bu çıplaklığını örtmek için bir şey alamaz! böyle ülkelerde hem zina hem de evlilik ahlaka aykırıdır.

halk, özel erdemler ortaya koymaktan kaçınamaz. halk iktidar sahiplerinin elinde oyuncak olduğu sürece, iktidardakileri devirmek için bu erdemleri ortaya koymak zorunda kalacaktır. özgürlük tutkusu, adalet duygusu, yüreklilik, satılmazlık, özveri, sıkıdüzen- bunların tümü bir ülkeyi içinde yaşanılması için özel erdemlere gerek duyulmayacak kadar değiştirebilmek için gereklidir. bu tür olağanüstü çabaları gerekli kılan da zaten koşulların kötülüğüdür.

kazanç getiren şey orman değil, ağaç kesmek üzere ormana götürülen insanlardır. kazanç getiren, pamuk değil; toplayıcılar, iplik bükenler ve dokumacılardır. orman ve pamuk, insanları sömürerek para kazanılmasını sağlayan araçlardır. bu sistem insanların giderek daha çok, yeryüzünün ise giderek daha az sömürülmesini sağlar.

insanın tümcelerini okuyabilmesinin en iyi yolu, okurken aynı zamanda okunana uygun düşen devinimlerin yapılmasıdır; bunlar, saygı, öfke, karşısındakini inandırma isteği, alay, bellemek, karşısındakini şaşırtmak, uyarmak, korkmak ya da korku vermek anlamına gelebilecek devinimlerdir.

8.06.2014

aile mutluluğu

tolstoy

iyinin düşmanı daha iyidir.

sevdiğini erkekler bile söylememeli; zaten söyleyemezler de. yalandır çünkü. seviyormuş.. ne biçim söz bu böyle? sanki bunu söyleyince başı göklere mi erecek? sanki sevdiğini söylemekle olağanüstü şeyler olacak, dünyanın altı üstüne gelecek, öyle mi? bana kalırsa, bu sözü söyleyen insanlar ya kendilerini ya da en kötüsü, başkalarını kandırıyorlar.

tolstoy aile mutluluğu'nu 1859'da yazdı. hikayenin en önemli kaynağı, 1856'da valeria arseneva adlı zengin ve yetim bir kızla yaşadığı ve kendi kararıyla sona eren aşk ilişkisiydi. tolstoy yazıp bitirdikten sonra hikayeyi zayıf, değersiz ve anlamsız bularak yayımlamaktan vazgeçti; ama arkadaşları ve yayıncısı tam tersini düşünüyordu. onlara göre aile mutluluğu hayranlık uyandırıcı, yetenekle dolu ve çok anlamlıydı.