31.08.2022

uzun lafın kısası

ayn rand:
insanın bir baloda entelektüel olması gerekmez. yalnızca neşeli olması yeter.

scott adams: ne kadar hızlı hareket edersen et, asla ufuk çizgisine ulaşamazsın.

sorti/monaldi: rahat özgürlük her şeyi barındırır. az ve iyi değerlidir, çok ve kötü olandan.

hüseyin rahmi gürpınar: bu şifa bulmaz manevi hastalıklar, kederler, ağlayışlar sonuna kadar sürecek mi? çünkü bugünkü uygarlık, övündüğü ve görkemiyle dolu olan sinesinden bu sefaletleri kovup çıkaramadı.

frida kahlo: hayatta bazı şeylerin sizi sorgulaması gereklidir. insan kendini o şeylere göre belirler, sonra bir bakar ki ilerliyor.

jose saramago: belki de mutluluk yalnızca budur: deniz, ışık ve baş dönmesi.

richard bach: en büyük öğretmenleri bulun, en zor soruları sorun. size asla "felsefe oku." veya "üniversiteden mezun ol." demezler. söyleyecekleri şudur: "zaten biliyorsun."

marquis de sade: kalpten gelen her şey yanlıştır. ben sadece duyulara inanırım, cinsel arzu ve alışkanlıklara. aradığım, istediğim sadece budur.

arthur koestler: tarihin bize öğrettiği şeylerden biri de şudur: çoğu kez yalanlar gerçeklerden daha çok işe yarar. çünkü insanoğlu miskindir ve gelişme yolunda bir adım atabilmesi için kırk yıl çölde yürümesi gerekir.

thomas hardy: ah, bir zamanlar, evlendiğim adamdan saygı ve sevginin en yükseğini görmezsem yetinemeyeceğimi sanırdım. şimdiyse taş yüreklilik dışında her şeye razıyım.

epikuros: bilge âşık olmaz; cenaze işleriyle de uğraşmaz. bilge hitabet gösterisi yapmayacaktır. bilge evlenmeyecek ve çocuk yapmayacaktır.

william s. burroughs: fikirlerim suça, inanılmaz keşif seyahatlerine, insanın yapısını darmadağın edecek bir duygu ya da davranış aşırılığına, aşırı bir eylem olarak kendimi ifade etmeye yöneliyor.

zygmunt bauman: insanlık durumu olarak bilinen muğlak, çelişki dolu çıkmaza basit, dolaysız, tek hamleli çözümler bulmak mümkün değildir.

goethe: saf adamcağızlar bilmezler insanın okumayı öğrenmesi için ne kadar çok zaman ve emek ister! ben bu işe 80 yıl harcadım ve ereğime ulaştığımı şimdi bile söyleyemem.

30.08.2022

eğitim

osho

ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz ve herkes tekrar tekrar "birinci ol, özel ol, göze gir." dedi. babamı birçok nedenle sevdim. nedenlerden biri şuydu: bana veya diğer kardeşlerime hiçbir zaman rekabetçiliği aşılamadı. bize asla "birinci olmalısın, sınıf birincisi olmak için her türlü çabayı sarf etmelisin." demedi. çok güzel özellikleri vardı. fakat onun en çok bu özelliğini sevdim: hiçbir zaman zihnimizi rekabetçilikle zehirlemedi.

eğer bir öğretmenim gelip de ona "çocuğun okula gelmiyor, başarısız, problem yaratıyor. katılımcı değil, devamlı pencereden dışarı bakıyor. birçok kereler cezalandırdım. fakat hiçbir şey öğrenmiyor. onu sınıfın dışında oturmakla cezalandırdım fakat o bu durumdan da hoşlandı. ona okulun çevresinde yedi kere koşma cezası verdim; ama o on yedi kere koştu. ona 'bu bir ceza' dediğimizde 'sizin için bir ceza olabilir ancak ben bu gün antrenman yapmamıştım; bu iyi oldu, çok teşekkür ederim.' dedi. müdüre gönderilmediği bir gün bile olmadı. sonunda müdür de yoruldu ve onun ne yaptığını sormadan sadece ceza verdi. ve bu cezalandırma işi rutin hale geldi ve sonunda müdür de başarısız oldu." dediğinde babam da şöyle derdi "ne olmuş yani? o zaman onu sınıfta bırakın. sistemde herkes sınıf geçemez bazıları da başarısız olur. eğer o da başarısız olanlardan biri ise bundan ne çıkar? ben onun hangi sınıfta olduğunu dahi bilmiyorum, geçip geçmediğini de hiçbir zaman bilmeyeceğim."

tüm eğitim sistemi bir çeşit nevroz yaratıyor. nevrozu ileri düzeyde olanlar çok daha ünlü oluyor. şu anda devlet başkanı, başbakan gibi çok ünlü ve güçlü insanların hayatlarına bakarsanız nevrozdan başka bir şey bulamazsınız. endişeden, kederden ve çılgınlıktan başka bir şey yoktur hayatlarında. bu kavramların içinde kaynıyorlar. fakat sahte bir yüzle durumu idare ediyorlar -aslında yüz değil bir maske.

29.08.2022

naked

mike leigh

hiç düşündün mü; hiç bilmesen de şu berbat hayatının en mutlu anını çoktan yaşamış olabilirsin ve geleceğinde hastalık ve acılardan başka bir şey olmayabilir.

ben hiç sıkılmam. herkesin derdi bu. herkes sıkılıyor. doğa size açıklandı ve sıkıldınız. yaşayan beden size açıklandı ve sıkıldınız. evren size açıklandı ve bundan da sıkıldınız. şimdi sadece ucuz heyecanlar istiyorsunuz, bunlardan bol bol istiyorsunuz ve yeni oldukları sürece ne kadar adi veya saçma oldukları fark etmiyor.

insan vücudunda beni korkutan şeyi biliyor musun? insan vücudu bütün evrendeki en karmaşık mekanizma. ama yine de çok sessiz, değil mi? bu ıslak ve pembe fabrika nedir? ne yapıyor bunlar içeride? yani ürün nedir? gelip giden dağıtım kamyonları görmüyoruz, değil mi?

akıl, en zayıf olduğu gecelerin sabahında hiç olmadığı kadar güçlüdür.

aziz john'un "esinleme kitabını" hiç duymadın mı? incil'in kıyameti haber veren son bölümü? "sağ eline ya da alnına bir işaret koysun diye zorladı herkesi; hiç kimse satamasın, alamasın o işarete sahip değilse, şeytanın işaretine ya da şeytanın sayısı olan 666'ya." bu kadar kesin bir kehanetin anlamı ne olabilir acaba? işaret nedir? işaret brian, "barkod"; her yeri sarmış. her tuvalet kağıdında, her sigara paketinde ve her bir domuz pastırmasında görebileceğin barkodlar. ve her lanet barkod 3 işaret ile 2'ye bölünür. ve o üç işaret her zaman 666 rakamı ile gösterilir. şimdi, ne deniyor? "hiç kimse satamasın, alamasın o işarete sahip değilse." ve şimdi tüm şu kredi kartı sahtekarlıklarının kökünü kurutmak için ve tamamen nakitsiz bir toplum yaratmak için planladıkları şey amerikan askerlerinde test ettikleri bir plan. deri altına lazer dövmeler yapılacak, sağ elin ya da alnın işaretlenecek. plastiği canlı et ile değiştirecekler.

yine esinleme kitabı'ndan, 7 mühür kıyamet gününde kırılarak açıldığında ve 7 melek boruları üflediğinde 3. melek borazanını çaldı gökten, meşale gibi yanan büyük bir yıldız ırmakların üzerine düştü. suların üçte biri pelin gibi acılaştı, bu sulardan içen birçok insan öldü. pelin otunun rusça ismini biliyor musun peki? "çernobil." gerçek bu! 18 ağustos 1999'da güneş sistemimizdeki gezegenler bir haç biçimi alarak dizilecekler. bütün gezegenler balık, aslan, boğa ve akrep burçlarında hizalanacaklar ve bu da daniel'ın kitabında bahsedilen mahşerin dört atlısı'na birebir uyuyor. bir başka lanet gerçek! devam etmemi ister misin? dünyanın sonu çok yakın brian. oyun bitti.

tamam, hayatın biteceğini, dünyanın biteceğini ya da evrenin yok olacağını söylemiyorum. insanoğlunun yok olacağını söylüyorum. nasıl ki dinozorların nesli tükendiyse aynısı bizim de başımıza gelecek. hiçbir önemimiz yok. biz bir fikiriz sadece.

sence amip, bir kurbağaya doğru evrimleşeceğini düşünmüş müdür? elbette düşünmemiştir. ve ilk kurbağa kendini sudan dışarı atıp bir eş bulmak ya da bir yırtıcıyı duraksatmak için ses tellerini görevlendirdiğinde o ilk vıraklamasının dünyadaki bütün lisanlara ve edebiyata doğru evrimleşeceğini hiç hayal etmiş midir? elbette hayır. ve nasıl ki o kurbağa shakespeare'i hiç tasavvur edemediyse biz de kaderimizi asla tasavvur edemeyiz. ben kaderimin ne olduğunu biliyorum. evet ama anlayabildiğim kadarıyla şu anda yaşadığın şey, tüm bu alametler, tüm bu gerilemeler, öngörülerin ve bu astral seyahatle ilgili saçmalıklar aslında baştaki ilkel guruldamalarla birebir benzeyen bir şey. çünkü evrim henüz tamamlanmadı. insanoğlu ne tamamen var oldu ne de yok oldu. bak, eğer zamanın tümünü tek bir yıl ile simgeleştirirsek biz ocağın ilk anlarındayız henüz. daha gidecek uzun bir yol var. sadece artık ilave uzuvlar ya da yüzgeçler çıkarmayacağız. çünkü evrim de evrimleşiyor.

mahşer günü geldiğinde mahşerin kendisi evrimsel sıçrama sürecinin bir parçası olacak. insanoğlu yok olmalı. mahşerin en temel tanımında insanoğlu en azından başka bir form alıp yok olacaktır. evrimleşerek. maddenin ötesindeki bir şeye. saf düşünceden oluşan türlere. algı kapasitemizin dışında bir şeye. evrensel bir bilince. tanrıya. ki o da, aynı mantıkla, zamanın ta kendisidir.

sorun şu ki tanrı, nefret dolu bir tanrıdır. öyledir. tanrı iyi olsaydı, kötülüğün dünyada ne işi olurdu? acı, nefret, açgözlülük ve savaşlar neden var? hiç mantıklı değil. fakat eğer tanrı nefret doluysa dünyada iyilik neden var diye sorabilirsin? aşk, umut ve zevk neden var? kabul edelim. iyi, kötü tarafından ezilmek için vardır. iyinin yadsınamaz varlığı kötünün ortaya çıkmasını sağlar. bu yüzden, tanrı kötüdür. kaç tane geçmiş ya da gelecek varlığın olursa olsun tümü acı, ıstırap, hastalık ve ölüm tarafından delik deşik edilecek. görüyorsun brian, tanrı seni sevmiyor. tanrı seni küçümsüyor. yani hiç umut yok. ve insanoğlu sadece şeytanın kendi kendini yarattığı cihazın bir bileşeni. temelde benim söylemek istediğim, birkaç yumurta kırmadan omlet yapılamayacağı ve insanoğlu sadece kırık bir yumurta. omletse iğrenç olmuş.

doğru dürüst bir ilişki nedir? seninle yattıktan sonra seninle konuşan birisiyle yaşamak. kalan yarıda ne isteyeceklerini bilemiyorum. başlarken neyinden hoşlandılarsa ondan nefret ediyorlar. güçlüysen seni sevmezler. zayıfsan seni sevmezler. zekiysen nefret ederler. aptalsan nefret ederler. ne istediklerini bilmiyorlar.

buradan anlaşılıyor ki kaç tane kitap okumuş olursan ol bu dünyada, asla, asla ama asla anlayamayacağın bazı şeyler vardır.

selim ışık

oğuz atay

saat dörde doğru uyandım. sabah yaşadığım öldürücü saatleri düşündüm. bu duruma nasıl geldim? neden bana yaşamayı öğretmediler? neden bana, bizden bu kadar, gerisini sen bulup çıkaracaksın dedikleri zaman isyan etmedim? hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? insanların dünyasına atılmayı nasıl göze aldım? ben insan değildim ki. yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım? beni nasıl gürültüye getirip de bu soğuk bakışlı mimar gibi insanların karşısına çıkardılar? onlar da bilemezdi: görünüşümle insana benziyordum. denemelerden geçmiştim. onları aldatmayı başardım. sonumu kendim hazırladım. her an ne yapacağımı söyleyemezlerdi bana. beni aldattılar; gene de suçluyum. insanların en verimli olduğu çağda tükendim. her an'ı, ne yapmam gerektiğini düşünerek geçirdiğim için çabuk yoruldum. bana müsaade.

kimsenin yaşantısını beğenmedim. kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.

beni kötü yetiştirdiler. annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. yaşamak için demek istiyorum. bana yaşamayı öğretmediler. daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. insan, kendi bulurmuş doğru yolu. ben bulamazdım. bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. daha fazla değil, farklı. normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. olmayınca da anormal dediler. ben de kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum. kendimi onlardan ayırmayı beceremedim. oysa onlar gibi hissetmiyordum. duyduğum bu yabancılığı onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese onlara yetişmeye çalıştım. bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. onlar gibiydim.

kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.

reichstag yangını

uğur mumcu

1933 yılının 26 şubat akşamı alman millet meclisi binasının dört bir tarafından alevler fışkırmaya başladı. siyasal tarihte "reichstag yangını" diye anılan büyük olay başlamıştı. alevler binayı sararken alman hükümeti, üzerinde alman komünist partisi'nin üyelik kartı bulunan hollandalı van der lübbe adlı bir komünistin yakalandığını bildirdi. birkaç gün sonra bulgar sosyalisti dimitrov tutuklandı.

hitler'in, binayı saran alevleri görür görmez yanındakilere söylediği ilk söz,

"bu bir tanrısal belirtidir. şimdi artık sosyalistleri demir yumrukla yok etmemizi kimse engelleyemez." olmuştur.

hitler'in propagandacısı dr. goebbels de,

"bu bir sinyal ateşidir." diye bağırıyordu.

ertesi gün hitler yanlısı gazeteler bu başlıkla çıktı:

"sinyal ateşi."

hitler, yakın çalışma arkadaşları ile konuşarak kesin emirlerini verdi:

"bütün sosyalistler tutuklanmalıdır."

yangının nedeni henüz belli olmadan, gece saat 11'de devrimci milletvekilleri, yazarlar, sendikacılar, öğrenciler, hukukçular, birer birer evleri basılarak tutuklanıyordu. ülkedeki bütün ilericiler, "anarşi çıkarma", "milli bütünlüğü parçalama" gibi gerekçelerle suçlanmaktaydı. anayasal özgürlüklerin hepsi bir gece içinde yürürlükten kaldırılmıştı. dr. goebbels hatıra defterinde bu olayı şöylece tanımladı:

"führer ile olan konuşmamızda sosyalistlere karşı açılacak savaşın ana hatlarını çizdik. şimdilik doğrudan doğruya karşı tedbirleri almaktan kaçınacağız. devrim girişimi bundan önce alevlenmelidir. uygun bir anda darbemizi indireceğiz."

"uygun an", alman millet meclisi binasının yakılmasıydı. bu yangın ustaca planlandıktan sonra faşizm saldırıya geçti. devlet radyosu "komünistler reicshtag'ı yaktılar. komünist bütün suçlarını itiraf etti." derken ülkedeki bütün devrimciler, yazarlar, öğrenciler, hukukçular, işçi liderleri, önceden hazırlanmış tutuklama listesiyle cezaevlerine taşınıyordu. yapılan yargılamalar sonunda hitler'in savcıları yangının bir örgütçe yapıldığını kanıtlayamadı. bütün ilerici aydınlar tutuklandı, küçük burjuva ilericileri susturuldu, anayasal haklar ortadan kaldırıldı, binlerce kitap sokak ortalarında yakıldı. hitler ve yakınları bu yangın için,

"tanrısal belirti.. bir devri başlatan sinyal ateşi.." diyordu kendi aralarında.

bu yangını çıkarmaktan sanık olarak bulgar sosyalisti georgi dimitrov tutuklanarak yargılanmaya başlandı. fakat hitler'in savcıları dimitrov'u suçlayacak bir tek kanıt bile bulamadılar. dimitrov, sonradan dünya adalet tarihine geçecek bir savunmayla kendi suçsuzluğunu kanıtladı. dimitrov, alman millet meclisini yakma suçuyla tutuklandığı zaman verdiği dilekçede,

"bir sosyalist olarak bireysel terörizme karşıyım. çünkü bu davranışlar, yığınların ekonomik ve politik mücadelesiyle bağdaşmamaktadır." demekteydi. yargılama sonunda dimitrov beraat etti.

bu savunmayla birlikte bazı olaylar da aydınlanmaya, yangının goebbels'e bağlı ss militanlarınca çıkarıldığı yolundaki belirtiler de su yüzüne çıkmaya başladı.

reichstag yangını, sa kıtalarının şiddet eylemlerini artırdı. hitler bu olayı fırsat bilerek "halkın ve devletin korunması"nı öngören bir kararnameyi yürürlüğe koymayı başardı. bu kararnameyle, temel hak ve özgürlükler ortadan kaldırıldı, haberleşme özgürlüğü yok edildi ve hükümete evlerde arama izni verildi. böylece, yangınla başlayan terör, hukuksal düzenlemelerle de pekiştirilmiş oldu.

hitler, yangından hemen sonra, ele geçirilen belgelerin yayımlanacağını söylemişse de, bu belgeler hiçbir zaman yayımlanmadı. "komünistler ayaklanıyor. bu, gizli örgütlerin işidir. komünistler, belgelerle yakalandı.." gibi, suç gerekçeleri devlet radyolarında sık sık duyulmasına rağmen, hiçbir ciddi açıklama yapılmadı. ancak, sa kıtalarının saldırıları şiddetlendi, tutuklanmalar sürüp gitti. cumhurbaşkanı hindenburg ise bütün bu olup bitenleri gözünün ucuyla izliyordu.

hitler rejimi, nasyonal sosyalizmin egemenliğini kurabilmek için bu tür olaylardan yararlanmak istiyor ve devletin bütün olanaklarını bu amaçla kullanıyordu.

profil

rabindranath tagore



yüreğim övünçle taşıyor sanki, şarkı söylememi buyurunca sen; yüzüne bakıyorum, yaşlar doluyor gözlerime. yaşamımda aykırı, yırtıcı ne varsa eriyip haklı bir düzene çevriliyor; denizin üstünden uçan mutlu bir kuş gibi kanat açıyor tapınışım.

öyle hafif, öyle yumuşak, ince, hüzünlü, karanlık ki; onu bu yüzden seviyorsun, sen, ey temiz, ey duru! o da senin o korkunç beyaz ışığını bu yüzden kapatıyor üzgün gölgelerle.

bütün engelleri yıkarak bir şarkıyla akar ırmak. ama dağ kalır, anımsar, sevgisi koşar sularının ardından.

gece derin, ev sessiz, kuş yuvaları uykuya bürünmüş. kararsız gözyaşların, çekingen gülümseyişin, tatlı utancın, acınla yüreğinin gizini söyle bana!

geceleyin bahçede gençliğimin köpüren şarabını sundum sana. ben peçeni kaldırır, saçlarını çözer, sessizlikle güzelleşen yüzünü göğsüme çekerken, tası dudaklarına kaldırdın, indirdin gözlerini, gülümsedin -ayın düşleri uyku dünyasından taşınca geceleyin.

bugün seherin çiyle serinleyen durgunluğunda sen, yıkanmış, beyazlar giyinmiş, tanrının tapınağına yürüyorsun elinde bir sepet çiçekle. tapınağa giden ıssız yolun kenarında, ağacın gölgesinde, seherin durgunluğunda, başım eğik, duruyorum.

yok olmuş günlerimin gençliğinden bir çağrı geldi bana: gülüşlerin gözyaşına döndüğü, saatlerin söylenmemiş şarkılarla sızladığı daha doğmayan mayısın titreyişleri arasında bekliyorum seni.

yılların yıpranmış izlerinden, ölüm kapılarından geçip gel bana. düşler solar çünkü, umutlar söner, çürür yılın koparılmış yemişleri; ben sonsuz gerçeğim ama, beni yeniden, yeniden göreceksin kıyıdan kıyıya ettiğin yaşam yolculuğunda.

ben gece gibiyim sana, küçük çiçek.
yalnız duruluk, yalnız karanlıkta gizlenen uyanık bir sessizlik verebilirim sana.

durul yüreğim, bu büyük ağaçlar yakarışlardır.

kimsenin konuğu değilim günün sonunda.
önümde uzun gece var, yorgunum.

kendi ayak izlerini bulacaksın benim şarkılarımda.

28.08.2022

geçmiş

henry miller

kimi zaman, geçmişten tamamen kopamadığımız takdirde insanlar için bir umut olmadığına inanırım. yani değişik düşünüp değişik yaşamadığımız takdirde. bayağı gibi göründüğünü biliyorum. binlerce defa tekrarlanmış; fakat sonuç alınamamıştır. çevremizi saran büyük güneşleri, kimsenin, varlığı dışında bir şey bilmediği cennetteki bu büyük güneşe ait kütleleri düşünüyorum. bunlardan birinin yaşantımızı temin ettiği kabul edilmiştir.

kimisi ay'ın da dünya yüzündeki varlığımızın hayati bir faktörü olduğunu kabul eder. başkaları yıldızların yararından ya da zararından söz eder. fakat düşünmekten vazgeçecek olursanız, her şey -her şey dediğim zaman, var olan her şeyi kastediyorum!- görünsün ya da görünmesin, bilinsin ya da bilinmesin, var olmamız için hayati önem taşır.

birçok yönden tarif edilmesi mümkün olmayan ve kesiksiz işleyen manyetik güçteki bir şebekenin tam ortasında yaşarız. bunların hiçbirini biz yaratmadık. güya uygulamak, kullanmak üzere birkaç şey öğrendik. küçük çalışmalarımız nedeniyle gururumuzdan patlayacak hale geldik. fakat günümüzün sihirbazları arasındaki en cesur, en kibirli olanları bile bilmediklerimizle karşılaştırılacak olduğu takdirde bildiklerimizin bölünemeyecek kadar küçük olduğunu kabul etmek zorunluluğundadır.

rica ederim, bir an durun ve düşünün! günün birinde her şeyi öğrenebileceğimize içtenlikle inanan birisi var mı, dürüst olarak söylesin? daha da ileri gideceğim. içtenlikle soruyorum. kurtuluşumuzun bilgiye dayandığına inanıyor musunuz?

bir an için insan beyninin, evreni yöneten tüm gizli gelişmeleri esrarlı kıvrıntıları arasına alabildiğini kabul edelim, sonra? evet, sonra? düşünülemez ki bu bilgiyi, biz insanlar ne yapacağız? ne yapabiliriz? bu soruyu kendi kendinize hiç sordunuz mu?

herkes bilgi kümesinin çok iyi bir şey olduğunu kabul etmiş görünüyor. kimse "bilgiye sahip olduğum zaman ne yapacağım?" diye soruyor mu? artık kimse, kısa bir hayat dönemi içinde, var olan tüm insan bilgisinin kısa bir zamanda kazanılmasının mümkün olacağına inanmak cesaretini gösteremez.

27.08.2022

şiir ve hakikat

goethe

benim bütün şiirlerim gerçekliğe dayanır, bana şiir yazdıran şey gerçek bir olaydır; bundan dolayı şiirimin esası ve temeli sağlamdır. konusunu hayal gücünden almış şiirler bana hiçbir şey ifade etmez.

yaşanan her günün hakkını vermek lazım; şairin aklından geçen duygu ve düşüncelerin her gün kaleme alınması gerekir.

şair, özelliği olan bir şeye değinmelidir ve eğer bu sağlıklı bir konu ise şair bunda evrensel olanı anlatmış olur.

sadece kendi sınırlı duygularını ifade ettiği sürece, o bir şair sayılmaz; ama dünyayı tanıyıp dile getirmeyi başardığı zaman, o bir şairdir. hiçbir zaman tükenmez ve hep yeni kalır; aksi durumda ise öznel şair kendi iç dünyası ile ilgili şeyleri kısa bir zaman içinde ifade eder ve sonunda yaptığı işte başarısızlığa uğrar.

bir şairin çok yönlü bilgiye sahip olması gerekir; çünkü dünyada olan her şey onun kullanması ve ifade etmeyi bilmesi gereken birer malzemedir.

gerçeklikte şiirsel bir yan olmadığı söylenemez; işte tam da bu noktada sıradan bir olaya ilginç bir yön kazandırmak için şairin yeterince zeki olmasına gereksinim duyulur. gerçeklikten alacaklarımız; motifler, ifade edilmesi gereken konular ve asıl özdür; bunlardan güzel ve canlı bir yapıt ortaya koymak ise şaire düşer.

bizim genç şairlerimizin çoğunluğunun, yeterince öznel olamamalarından ve nesnel olan şeydeki konuyu bulup çıkarmayı bilememelerinden başka eksikleri yok. yapıp yapacakları kendilerine benzeyen, kendilerinin hoşuna giden konuları bulmak; konuyu şiirsel bir konu olduğu için ele almalıdırlar, kendilerine ters gelse bile.

şairler, sanki kendileri hasta, tüm dünya da hastaneymiş gibi, akıllarına gelen her şeyi yazıyorlar. hepsinin sözünü ettiği şey, çektikleri acılar, dünyanın sıkıntıları, öbür taraftaki mutluluklar ve hepsi de mutsuz olduğu için birbirlerini daha büyük mutsuzluklara sürüklüyorlar. aslında bize yaşamın ufak tefek sıkıntılarını dengelemek, insanı dünya ve kendisi ile barışık hale getirmek için bahşedilmiş şiiri kötüye kullanmaktan başka bir şey değil bu. ama şimdiki nesil gerçek güçten korkuya kapılıyor, huzuru ve şairane duyguları zayıflıkta buluyor.

şiirimin nesnelliğini büyük dikkatime ve görme egzersizlerime borçluyum; bu yolla oluşan birikime çok önem verdiğimi de söylemeliyim.

25.08.2022

sorgu

a. kadir

ilk sorgular olurken ben bodrum katında, okulun kalorifer dairesinin olduğu yerde, ufacık bir odaya kapatılmıştım. helaların yanındaydı bu oda. tavana yakın bir penceresi vardı, el kadar. okulun avlusuna açılıyordu bu pencere. paydoslarda avluya çıkan arkadaşların kendilerini göremesem de, seslerini duyardım. içimde en ufak bir sıkıntı yoktu. uzanıyordum yatağa, hayaller kuruyordum tatlı tatlı. o sıralar beşiktaş'ta bir kıza tutkundum. ilk sorgum da olmuş bitmişti.

savcı şerif budak,

"nedir bu kitaplar?" diye sormuştu. "kara gömleklilerin ihtilali", "diyalektik materyalizm", "ispanya kurtuluş savaşı"..

"dünyayı öğreniyorum bunlarla ben."

"öğretirim ben sana dünyayı. görürsün yakında kaç bucak olduğunu."

bir iki şey daha sordu. arkadaşlarımla nasıl, nerede, kim vasıtasıyla tanıştığımı, bir araya gelince neler konuştuğumuzu falan. hepsi sudan şeyler. sonra nöbetçilere bağırdı şerif budak iri gözlerini aça aça:

"alın götürün şunu!"

şadi alkılıç'ın sorgusu da şöyle olur:

"bu kitaplar senin mi?"

"benim."

"kimden aldın? hangi arkadaşın verdi yani?"

"kendim aldım, kitapçılardan paramla."

"'benerci kendini niçin öldürdü?' ne demek?"

"kitap adı."

"ama bu kitap nazım hikmet'in."

"serbest satılıyor."

"bana bak, tepemi attırma benim. nazım hikmet'in kitabıyla senin ne işin var?"

"benim de şiir kitabım var, efendim. ben de şairim. merak dolayısıyla okuyorum. kitaplarımın arasında fuzuli divanı da var, onu neden sormuyorsunuz?"

24.08.2022

muhammed

osho

muhammed neredeyse hayatı boyunca her gün tekrar tekrar ısrarla, "ben sadece bir elçiyim, bir peygamberim. bana tapmayın, ben sadece ilahiden gelen bir mesajı taşıdım. bana bakmayın, size mesajı gönderen ilahiye bakın." dedi. fakat müslümanların bir kısmı kaynağı unuttular.

isa'dan altı yüz yıl sonra muhammed yeni bir din kurdu; çünkü arapların kendilerine ait bir dini yoktu. göçebe bir ırktılar. organize bir dinleri yoktu. muhammed bu arapları müslümanlık adı altında topladı. o da bir arap'tı ve doğal olarak büyük etkisi oldu. tüm hayatı boyunca savaştı. savaşıp durdu. tek gün dinlenmedi. ve mesajı kılıcındaydı: "benim mesajım barış." kılıcında böyle yazıyordu.

george bernard shaw yanılmıyor: sanki bu dünyaya her tür deli hükmediyor. eğer mesajın barışsa -ve kesinlikle mesajının barış olduğuna inanıyordu; fakat onun şartlarına uygun olmalıydı: eğer tüm dünya müslüman olursa barış olurdu. fakat bu nasıl mümkün olur? o, dinine isim verdi. müslümanlık onun dinine verdiği isim değil, onun verdiği isim islam ve islam barış demek. fakat tuhaf bir tür barış. barış peygamberi tüm hayatı boyunca savaştı, öldürdü ve katliam yaptı ve nihai sorunu ardında bıraktı. gerçekten şen şakrak bir hikâye.

hiç kimse müslümanların iktidardayken hindulara ne yaptığını yazmadı. ne kadar güzel tapınaklar yıkıldı, asırların çalışmasını temsil eden ne kadar sanat eseri, heykel, tapınak yıkıldı, ne kadar kadına tecavüz edildi, ne kadar insanı ya müslüman olmaya ya da ölmeye ittikleri yazılmadı.

hindistan'daki bütün müslümanlar arabistan'dan gelmedi. onlar kılıcın ucunda din değiştirdiler, ikna olarak değil. müslümanlığın kendi dinlerinden daha iyi olduğu ispatlandığından değil. müslümanlar kılıcı tek argüman olarak kullandılar; fakat neredeyse on beş asırdır süren cinayet ve ırza geçmeler hakkında tek kitap yok.

23.08.2022

yasa koyucular

dostoyevski

ilk çağlardakilerden başlayıp lycurgus'la, solon'la, muhammet'le, napolyon'la vb. devam edersek, insanlığın yasa koyucularının, düzen getiricilerinin hepsi birer suçluydu. hiç değilse, yeni bir yasa getirirken, o güne dek toplumun kutsal bildiği, atalardan kalma yasaları değiştirdikleri için suçluydular. kuşkusuz, kendilerine bir yararı olacaksa (kimi zaman eski yasalara sadık kalmaktan başka suçu olmayan suçsuz insanların kahramanca döktükleri) kan bile durduramamıştır onları.

asıl ilginç olan da insanlığın her şeyini borçlu olduğu bu yüce kişilerin, bu düzen kurucuların büyük çoğunluğunun gerçekte acımasız birer kan dökücü olmalarıdır. değil büyük insanlar, toplumda çok az, sürüden ayrılan, yani söyleyecek çok küçük de olsa bir şeyi olan insanların tümü, yaradılışları gereği, (kuşkusuz, az ya da çok), kesinlikle birer suçlu olmak zorundadır. yoksa sürüden ayrılmaları çok güç kuşkusuz. bana sorarsanız razı olmamaları da gerekir.

doğanın yasaları gereği insanlar genelde iki gruba ayrılırlar: aşağı sınıf (olağan olanlar) ki böylelerinin görevi yalnızca kendileri gibi yaratıkların üremesinde hammadde görevi yapmaktır; bir de bulundukları ortamda söyleyecek yeni bir şeyleri olan yetenekli, üstün insanlar. kuşkusuz, burada birçok da alt bölümler söz konusudur. ama bu iki grubu birbirinden ayıran çizgiler oldukça keskindir: birinci grup, hammadde olan insanlar genel söyleyecek olursak, yaradılıştan tutucudurlar, uysaldırlar, her şeye boyun eğerek yaşayıp giderler, söz dinlemeyi severler.

ikinci gruba gelince, sürekli yasaların sınırlarını zorlarlar böyleleri. yetenekleri ölçüsünde yıkıcıdırlar ya da buna yatkındırlar. bu tür insanların suçları da görecedir kuşkusuz, ayrıca çok çeşitlidir. hayli değişik söylemlerle, daha iyi bir düzen adına günün düzeninin yıkılmasını savunurlar. ama düşüncelerini gerçekleştirmek için cesetler üzerinden, kan gölleri üzerinden atlamaları gerekse bile, bence, ruhunun derinliklerinde, vicdanlarında bu kan gölünün üzerinden atlamaya izin verebilirler kendilerine. ama şunu da unutmamak gerekir kuşkusuz: düşüncelerinin büyüklüğüne bağlı bir şeydir bu. sürü hemen hiçbir zaman onlara bu hakkı tanımaz, azını ya da çoğunu katleder, olmazsa asar. böylece tam anlamıyla kendi tutucu görevini yerine getirmiş olur.

öte yandan, sonraki kuşaklarda sürü bu kez atalarının katlettiği, astığı bu kişilerin (azının yada çoğunun) anıtlarını diker, önünde saygıyla eğilir.

birinci grup her zaman için bugünün efendisidir; ikinci grup ise geleceğin efendisi. birinci grup dünyayı korur, dünyada insanların çoğalmasını sağlar; ikinci grup ise dünyayı harekete geçirir, amacına doğru götürür.

birinci gruptan olan birinin öteki gruptan olduğunu sanarak engelleri yıkmaya kalkışması türünden bir yanılgı ancak birinci grup insanların, yani "olağan" diye adlandırdığım insanların yapabileceği bir şeydir. doğanın bir cilvesi olarak ineklere bile verilmemiş onlardaki bu söz dinlemeye doğuştan yatkınlıklarına karşın, bu grubun insanlarının çoğunluğu kendilerini önder, "yıkıcı" insanlardan görmeye pek yatkındır. onlardaki bu "yeni söze" aşırı heves tam anlamıyla içtendir de. ne var ki, bu arada gerçek "yenileri" çoğu zaman fark etmezler; dahası, geri kalmış insanlar, aşağılık düşünceli insanlar diye küçümserler bile onları. bundan önemli bir tehlikenin çıkabileceği söz konusu değildir. endişelenmeniz için bir neden yoktur ortada. böyleleri işi asla ileri götüremezler çünkü. bu yaramazlıkları yüzünden, toplumdaki yerlerini anımsatmak için arada bir kırbaçlamak gerekir kendilerini kuşkusuz. ama daha ileri gitmemeli. bu kırbaçlama işini yapacak birine bile gerek yoktur. onlar öylesine iyi niyetli insanlardır ki, kendi kendilerini kırbaçlarlar. bazıları bu hizmeti karşılıklı olarak birbirlerine yaparlar, bazıları da kendi kendilerine. toplumun karşısına çıkar, suçunu itiraf eder. son derece öğretici olur davranışları. anlayacağınız, telaşlanmanızı gerektirecek bir durum yoktur ortada. doğanın yasası böyle.

genelde, yeni düşüncesi olan ya da küçük bile olsa "yeni" bir şey söylemeye yeteneği olan insanlar çok seyrek, dahası inanılmaz derecede seyrek doğarlar. yalnız şu bilinen bir gerçektir: bu grubun insanları ile alt grubun insanlarının dünyaya gelişleri doğanın bir yasasıyla son derece kesin bir biçimde düzenlenmiş olsa gerektir. hammadde olan büyük insan kalabalığının yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de birtakım çabalar sonucunda, bugüne dek çözemediğimiz bir yolla, cinslerin, çeşitlerin bilinmeyen bir karışımıyla yeryüzünde binde bir bile olsun, isterse çok daha az sayıda olsun, davranışlarında bağımsız insanların doğmasına var güçleriyle çalışmalarıdır. daha üst düzeyde bağımsız insanlar belki de ancak on binde bir doğar. daha üst düzeyde olanlarsa yüz binde bir. dahi olanlar ise milyonlarda bir; büyük dahiler, insanlığı yücelten dahiler de yeryüzünden birçok bin milyon insanın geçmesinden sonra doğuyorlar. böylesine belirleyici bir doğa yasası vardır, olmak zorundadır da. rastlantı diye bir şey söz konusu olamaz burada.

22.08.2022

din

joan bakewell: yarattıkları varlıkların kendi bedenlerinden utanması gerektiğini öne süren bu tanrılar da kimdir? sözde yaratıcının kendi eserinin doğal güzelliğinden rahatsızlık duyduğu fikri, neredeyse dine küfretmekle eşdeğerdir.

katha pollitt: bence din ciddi bir iş-otoriter saçmalıklar, kadın düşmanlığı ve insanlığın aşağılanmasından oluşan ıvır zıvırların toplamı, insanın mutluluk ve özgürlüğünün ebedi düşmanıdır.

tertullianus: siz kadınlar şeytanın geçidisiniz. sizin hak ettiğiniz şey olan ölüm yüzünden, tanrı'nın oğlunun bile ölmesi gerekti. kadınlar! bizim sizin insanlığın yıkımı olduğunuzu unutmamızı sağlamak için, gözleriniz pişmanlık gözyaşlarıyla dolu olarak, yas giysileri içerisinde dolaşmanız gerekir.

johannes kepler: mucizeler kabul edildiğinde her bilimsel açıklama önemini yitirir.

ethan allen: dünyanın eğitim ve bilimin hüküm sürdüğü bölgelerinde mucizeler sona ermiştir. fakat barbarlık ve cehalet içinde yaşayan bölgelerde mucizelere hala rağbet edilmektedir.

william s. burroughs: bir şeyi mucize olarak nitelendirdiğinizde, gerçeklik olgusunu reddederek gerçeklik alanının ötesinde, karanlık ve sahte bir alan yaratıyorsunuz.

greg erwin: dindar insanlar kendi dinlerinin kanıtı olarak öne sürdükleri şeyleri, diğer dinlerin müritleri tarafından öne sürüldüğü zaman bir kanıt olarak kabul etmezler. dinler birbirlerinin mucizelerini, vahiylerini, peygamberlerini ve kutsal kitaplarını kabul etmezler.

21.08.2022

ayı dediğin

neyzen tevfik 

bir akşam asmalımescit'ten geçiyorum. baktım, bir çingene ayı oynatıyor. etrafını çoluk çocuk çevirmiş, seyrediyorlar; ama çingene ayıyı oynatamıyor. ayı usta. bir ehlinin elinde olsa mükemmel oynayacak. ama ayıcı acemi.

ben o zamana kadar ayı oynatmadım; ama çok seyrettim. çok seyrettiğim için biliyorum. nihayet, dayanamadım. sokuldum. çingenenin elinden ayının zinciriyle halkasının ipini çekip aldım. değneğini de aldım, tefini de: "gel arkamdan!" dedim.

ayı elimde, çingene peşimde, doğru tepebaşı bahçesi'ne. tepebaşı bahçesi o zaman rağbette. şişli'den, kadıköy'den, bütün kibar semtlerden, muhitlerden hanımlar, beyler akın akın gelip tepebaşı bahçesi'ni doldururlar. incesaz, orkestra dinlerler.

bahçe'ye girdim. hıncahınç! iğne atsan yere düşmez. ortaya doğru yürüdüm. önce bir hayret. bir sessizlik. sonra kulaktan kulağa fısıltılar: "neyzen. neyzen tevfik." arkasından bir alkış. saz durdu. ben ortaya geldim. defi çalıp ayıyı oynatmaya başladım. dedim ya, ayı usta. mükemmel oynuyor. oynattıktan sonra, değnekle koltuğunun altından dürttüm: "eskiden genç kızlar yavuklularını gördükleri zaman nasıl utanırlardı?" ayı bir pençesini kaldırıp yüzünü tuttu. utanma taklidi yaptı. elimi uzattım: "ya şimdikiler ne yapıyorlar?" o da pençesini uzattı; tokalaştık. kahkaha, alkış kıyamet! yine değnekle koltuk altından dürterek: "kocakarılar hamamda nasıl bayılır?" yere uzanıverdi. yine kahkahalar, alkışlar..

ayının zincirleriyle değneği çingenenin eline tutuşturdum. defi elime alıp parsa topladım. herkes, o zamanki kağıt yüz paralıklardan, çeyreklerden, mecidiyelerden, yeşil yirmi beş kuruşluklardan, elli kuruşluklardan, boyuna defin içine yağdırıyor. def doldu. getirip çingeneye verdim. çingene, o kadar parayı bir arada görmemiş. bir daha görmesine de olanak yok. paraları paylaşmak için davrandı. "haydi, haydi dedim. al o paraları da git! sade, ayı oynatmayı öğren! ayı dediğin böyle oynatılır.."

via salah birsel

din

charles baudelaire

düşünceyle yaratılan şey maddeden daha canlıdır.

cinayet üzerine görkemli imparatorluklar, yalan dolan üzerine çok soylu dinler kurulabilir.

insan tapınan bir hayvandır.

tanrı, tanrılığını sürdürmek için var olmasına bile gerek olmayan tek varlıktır.

bir rezilliktir tanrı, yarar getiren bir rezillik.

aslında benim, daha yüksek anlamda birtakım inançlarım var; ama çağımın insanlarınca anlaşılmaları olanaksız.

boş inançlar bütün gerçeklerin sarnıcıdır.

her insanda, her saatte, eşzamanlı iki yönelim vardır; biri tanrı'ya, biri şeytan'a doğru.

yeryüzünde dinlerden daha ilginç bir şey yok.

bütün zevklerimiz, içlerine erdem ve evrensel sevgi düşüncesi karışmamışsa, vicdan azabı ve işkence olacaktır.

20.08.2022

ceza

mehmet h. doğan

vergilius, cehennemi gezdirirken dante'ye, orta bir yere gelirler, bakarlar bir sürü insan öylece ortada durmaktadır. vergilius der ki:

"gökler, güzelliklerine halel gelmesin diye bunları kabul etmez. bunları derin cehenneme de gönderemeyiz; bir iş yaptık, hiç olmazsa bir fenalık sanmasın diye bu pezevenkler."

dante, vergilius'e sorar: "cezaları nedir bunların?"

vergilius cevap verir:

"bunlar yeryüzünde ne iyilik yaptılar ne de kötülük. onun için ölmeyecek bunlar. yaşamadılar ki ölsünler. ölme umutları yoktur onların. non hanno speranze di morte."

19.08.2022

hayattan yok çıkarım

oğuz atay

her olayda bir kenara çekilenler gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. yaptıkları işlerin gizli kalmasını isteyenler, bunda başarıya ulaşacaklardır. kimse, onların varlığıyla tedirgin olmayacaktır. bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. gazetedeki ölüm ilanı bile yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır.

hayattan çıkarı olmayanların ölümden de çıkarı olmayacaktır. ölüm bile onların adlarını duyurmaya yetmeyecektir. herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken onların mezarlarını otlar bürüyecektir. mezarları bir kenarda kalmasa bile büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.

cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. gene de garsona bir bahşiş bırakmak zorunda kalacaklardır.

hayattan çıkarı olmayanların hayatı çıkmaza sürüklenecektir. kendi beğenmişliğinin cezasını daha bu dünyadan çekmeye başlayacaklardır. sıkıntılarını kimseyle paylaşmayı bilmedikleri için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. duygu alışverişinden nasipleri olmayacaktır. duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır. ıstırapları, ne yüzlerindeki çizgilerden, ne de saçlarının beyazlaşmasından anlaşılacaktır. çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin verilmeyecektir. güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli oldukları sanılacaktır. hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul edilmeyecektir. böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.

aslında hayattan çıkarları olduğu ispat edilecektir. çıkarlarını korumak için canları çıktığı halde, bunu beceremedikleri için, çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine vurulacaktır. onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır. kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. işte o anda dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayacaktır. kendilerini öldüremeyeceklerdir. onlara anlatılacaktır ki, böyle bir davranış bütün yaşantılarıyla çelişki içindedir, gerçekle bir ilgisi yoktur.

kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. bu hiçbir şeyi değiştirmez. onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. hayatlarıyla yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır? hayattan çıkarı olmamak, hem tanrının hem de insanların gözünde affedilmez bir suçtur; gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. bütün tarih, bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün lojiler, hayatın çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar. "ben çıkarıma bakarım." diyeceksiniz. bunun için "babamı bile tanımam." diyeceksiniz. kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!

18.08.2022

diploma ve unvanlar

thomas bernhard

insanlık, öyle görünüyor ki, aptalca diplomaları beklediği sürece çaba gösteriyor sadece, sonra da toplum içinde bunlarla övünüyor, elinde bu budala diplomalardan yeterince varsa kendini salıveriyor. çoğunlukla bu diplomaları ve unvanları elde etmek için yaşıyor, başka nedenle değil; bu diploma ve unvanlardan yeterli sayıda elde ettiğine ikna olduktan sonra bunların oluşturduğu yumuşak yatağına giriyor. öyle görünüyor ki başkaca bir yaşam amacı yok. öyle görünüyor ki kendine özgü, bağımsız bir yaşama ilgi duymuyor, bağımsız bir varoluşa; ilgisi yalnızca diplomalara ve unvanlara; insanlık yüzyıllardan bu yana bunların içinde boğulma tehlikesiyle karşı karşıya. bağımsız olmak ve kendi başına ayakta kalmak için zorlamıyor asla, kendi doğal gelişimini sağlamak için zorlamıyor; yalnızca diplomalara ve unvanlara koşuyor ve bu diplomalar ve unvanlar ellerine koşulsuz olarak verilecek olsa ölümü bile göze alırlar; işte çıplak ve bunaltıcı gerçek bu.

yaşamın kendisini böylesine küçük gördükleri için yalnızca diplomalar ve unvanlar var kafalarında, başkaca bir şey yok. onları evlerinin duvarlarına asıyorlar; usta kasapların ve felsefecilerin, aşçı yamaklarının ve avukatların ve hakimlerin evlerinde diplomalar ve unvanlar asılı ve bunlara doyumsuz gözlerini dikip yaşamları boyunca bakıyorlar. kendileri için, ben temelinde şu ya da bu insanım demiyorlar, ben şu ya da bu unvanım, şu ya da bu diplomayım diyorlar. ve onlar şu ya da bu insanla görüşmüyor, şu ya da bu diplomayla ve şu ya da bu unvanla görüşüyorlar. ve biz de hiç çekinmeden, insanlık içinde insanların birbirleriyle ilişkide olmayıp diploma ve unvanların birbirleriyle ilişkide olduğunu söyleyebiliriz.

insanlık içinde insanlar, kabaca söylersek önemsizler; önemli olan yalnızca diplomaları ve unvanları. yüzyıllardan beri insanlar gözükmüyor; yalnızca unvanları ve diplomaları gözüküyor. bay huber'le buluşmuyorlar kafede, doktora unvanlı huber'le buluşuyorlar; yemeğe bay maier'le gitmiyorlar, aynı adlı diplomalı mühendisle gidiyorlar. görünüşe göre insan değil de diplomalı mühendis olduklarında amaçlarına ulaşıyorlar; artık yalnızca bayan müller değil, bayan yargıç olduklarında insan olduklarını sanıyorlar. işyerlerinde de genç bir bayan değil karşıladıkları, mükemmel bir diploma. bu diploma ve unvan tutkusu doğal olarak bu yüzyılın icadı değil; insanlar hep bunların peşindeydi. kendilerini çok kısır gördükleri için yüzyıllar önce bir gün kendilerini diploma ve unvanlara teslim ettiler; kendi kendileri karşısında varlıklarını sürdürebilmek için.

sevgi

herta müller

korkudan birbirimizin girmememiz gereken derinliklerine girmiştik. bu uzun güven döneminin ansızın gelen karşıtına gereksinimimiz vardı. artık sıra yıkıcı nefretteydi. bu büyük yakınlık içinde nefret sevgiyi biçebilirdi; çünkü sevgi nasıl olsa ot gibi büyüyüveriyordu. ağza alınan hava kadar ömürleri kısa süren kırgınlıkları özürler hemen siliyordu. kavga isteyerek çıkarılıyor, sözler ise istemeden sarf ediliyordu. öfke bittiğinde hep, uydurulmuş sözlere başvurmaksızın, sevgi dile geliyordu. sevgi hep vardı. ama kavga sırasında tırnaklarını çıkarıyordu.

17.08.2022

kurban

tom robbins

sigara içen kişinin akciğeri, ateş tanrısına kurban edilmiş çıplak bir bakiredir. 

kendini baskı altında tutmanın ilk belirtisi gergin bir kıç deliğidir.

dikkatimizi şuna veya buna verdiğimizi düşünüyor olabiliriz ama rüyalarımız gerçekte neyle ilgilendiğimizi anlatır bize. rüyalar asla yalan söylemez.

her dava, ne denli değerli olursa olsun, sonunda salaklığın zorbalığına kurban gider.

bir insanın hiçbir canlının eşliği olmadan yaşaması sağlıksızdır.

ne garip, romansta her zaman iki kişi bulunduğunu düşünürüz. oysa yalnızlık romansı çok daha leziz ve yoğun olabilir. yalnızken dünya bize kendini özgürce sunar. maskesinden sıyrılmak için başka seçeneği yoktur.

mutlu bir çocukluğa sahip olmak için asla geç değil.

yaşadığın çağın seni kurban etmesine izin verme.

16.08.2022

tanrı

albert einstein

yaratıklarını ödüllendiren ve cezalandıran ya da bizde olduğu gibi bir iradeye sahip olan bir tanrı düşünemiyorum. ben aynı zamanda kişinin fiziksel ölümünden sonra da yaşayacağını düşünmediğim gibi düşünmek de istemem. bırakalım zayıf ruhlar korkudan ya da saçma bir bencillikle böylesi düşünceleri benimsesinler.


hayatın sonsuzluğunun gizemi ve bu dünyanın olağanüstü yapısını bir an için olsun görebilmek; bunun yanı sıra kendini doğada gösteren aklın çok küçük de olsa bir bölümünü anlayabilmek için verilen direşken uğraş benim için yeterlidir.

14.08.2022

saklambaç

kierkegaard

hayatın her zaman kendisiyle alay ettireceğini mi sanıyorsun? bundan kaçmak için gece yarısından biraz önce sıvışabileceğini mi zannediyorsun? yoksa ondan dehşete kapılmıyor musun? gerçek hayatta insanlar gördüm, öylesine uzun zamandır başkalarını kandırmışlar ki en sonunda gerçek mizaçları ortaya çıkamaz olmuş. saklambaç oynayan insanlar gördüm, o kadar uzun zaman oynamışlar ki en sonunda delirip o ana kadar gururla sakladıkları gizli düşüncelerini iğrenç bir şekilde başkalarının gözünün içine sokmuşlardı. peki, sonunda mizacının bir çokluğa dönüşmesinden, açıkçası çok sayıda olmaktan, o mutsuz şeytaniler gibi bir lejyon oluşturmaktan ve bu şekilde bir insanda bulunan en içteki, en kutsal şeyi, kişiliğin birleştirici gücünü kaybetmiş olmaktan daha korkutucu bir şey düşünebiliyor musun? doğrusu, ciddi olduğu kadar dehşet verici de olan o şeyle dalga geçmemelisin.

12.08.2022

sevdiğin kadının yanında

leopold von sacher-masoch

sevdiğin bir kadının yanında kendini hiç güvende hissetme; çünkü kadının doğası düşündüğünden çok daha fazla tehlike içerir. kadınlar ne onlara tapanların ve savunucularının onları yaptıkları kadar iyidirler ne de düşmanlarının yaptığı kadar kötü. kadının karakteri, karaktersizliktir. en iyi kadın anında çamura batabilir ve en kötü kadın beklenmeyen bir anda büyük ve iyi şeyler yapabilir ve hor görenlerini utandırabilir. hiçbir kadın, en ilahi, en pis, en temiz düşünceleri düşünmeye, duyguları hissetmeye, hareketlerde bulunmaya muktedir olduğundan, ne kötü ne de iyidir. kadın, tüm ilerlemeye rağmen, doğaya nasıl geldiyse öyledir; o anki hislerine göre hem sadık, hem sadakatsiz, hem alicenap hem de gaddar davranacak kadar vahşi bir karaktere sahiptir. her zaman ciddi, derin öğrenim ahlaki karakteri yaratmıştır. bu nedenle erkek, ne kadar menfaatperest, ne kadar kötü niyetli olsa da hep prensipli davranır; kadın ise her zaman hisleri ile hareket eder. bunu hiçbir zaman unutma ve sevdiğin bir kadının yanında kendini hiç güvende hissetme.

11.08.2022

muhammed

sevan nişanyan

tarihteki tüm büyük insanlar ilgimi çeker. jül sezar da, muhammed de, kemal de. deha ile fırsatçılık, idealizmle gaddarlık, yüce gönüllülük ile kıskançlık, önderlik ve yalnızlık arasındaki gitgellerini pekala anlayabiliyorum, ibret ve belki biraz gıpta ile izleyebiliyorum. üçüncü sınıf müritlerinin zihinsel kısırlığına öfke duymam bundandır biraz da.

muhammed naif ve duygusal biri. zeki, alıngan, doğuştan gelen muazzam bir iktidar hırsına sahip. okuryazar olmayan insanlara has, hayal ile gerçeği ayırt edemeyen o garip kâbus mantığıyla dolu. tüm büyük liderler gibi ruhen cömert. kendisine boyun eğenlere karşı mütevazı ve kibirsiz, boyun eğmeyenlere karşı acımasız. bilgi evreni son derece kısıtlı. kişiliğinin en zayıf halkası kadınlara olan zaafı. peygamberliğini cinsel avantaj için kullanması, bu uğurda ipe sapa gelmez ayetler indirtmesi, belli ki kendi döneminde de kuşkuya ve eleştiriye neden olmuş. ha bunu eleştirecek olan sevan mıdır, tartışılır tabii. ama mesela buddha veya isa, bu açıdan kıyaslandığında, peygamberlik kalitesi açısından fark atıyorlar bence.

diğer önemli zaafı, geçen gün değindiğim mevzudur. gerçekten evrensel olduğuna inandığı bir mesajla başlamış. ama hristiyan ve yahudi direnişini kıramamış. onlara karşı bir hizip ve iktidar mücadelesi içine girmiş. bir ahlak ve felsefe öğretisi ile başlayıp, kılıç zoruyla aşiretler yok eden, ülkeler talan eden bir zorbalık düzeninin lideri olarak vefat etmiş.

bir insanın allah'la özel hattan mesajlaştığını iddia etmesini, şüphesiz aklıma hakaret olarak görüyorum. hem yalnız akla hakaret değil. gerçek bir tanrı duygusuna sahip olan biri için, bu iddianın tanrıya hakaret sayılması gerektiğini düşünüyorum. her şeye kadir olan tanrı, yaratıklarına vasıtasız hitap edemeyecek kadar aciz midir? eli silahlı, kıt görüşlü bir siyasi liderin aracılığına mı muhtaçtır?

tabii ki esas meselem muhammed'in şu veya bu olması değil. kendisini tarihteki herhangi bir büyük adamdan ve öğretisini de tarihteki herhangi bir mitolojiden farklı görmem için bir sebep yok. tartışmanın nedeni o değildir. zorbalıktır. 1400 seneden beri refleks haline gelmiş, "bir üstünüz, biz hakimiz, o yüzden bizi eleştiremezsin, eleştirirsen seni yaşatmayız." söylemidir. batı'nın emperyal ideolojisiyle kıyaslanmayacak derecede zorbalığı içselleştirmiş, kaba ve çiğ bir kuvvet söylemi!

mütevazı ve iyi yürekli müslümanlar da olduğunu biliyorum elbette. ama müslümanlığın ana damarı onlar değil; hiçbir zaman da onlar olmadılar. onlar, yaşadıkları toplumun egemen dini hangisiyse ona tevekkülle sarılan, o dinin dilini kullanarak kendi ahlaki dünyalarını savunmaya çalışan küçük insanlardır. islam'ın yolunu çizen ve islam'ı ayakta tutan onlar değil. "milleti hakime" zorbalığını çıkar, geriye islamiyet namına bir şey kalmaz.

gömlek ile sandaletten başka malı olmadığı hikâyesi inandırıcı değildir. bir düzineye yakın eşinin geçimini fazlasıyla sağlayacak miras bıraktığına dair yeterince delil vardır. ayrıca cariyelere sahip olduğu ahzab suresi 51 ile sabittir. cariye maldır. ölmeden hepsini saldıysa bilmem.

küçük çaplı insanlar parayla lüks ve konfor satın alır. büyük çaplı olanlar iktidar satın alır. büyük çaplı biriymiş, belli. ama şahsi zevki için 11 ila 13 eş alması, yeterince büyük olmadığının delilidir.

müslümanlık, zorbalık üzerinden varlığını sürdürebilmiş olan bir dindir.

gerçekten büyük maddi, siyasi ve dünyevi hırslara sahip olan insanlar genellikle hasır üzerinde yatmayı tercih ederler. çünkü kuş tüyü yastıkta yatmak küçük insanlara özgü bir zevktir. küçük çaplı insanlar maddi lükslerle, altın kaplama musluklarla ilgilenirler. büyük çaplı insanlar insanlara hükmetmekle, kıtaları fethetmekle ilgilenirler.

muhammed nefsine mağlup olmuş. hak ve adalet hissi körelmiş. söylemlerinin birçoğu (hepsi değil birçoğu) nefretle, partizanlıkla, cehaletle, bariz çıkar kaygılarıyla dopdolu.

10.08.2022

fatma aliye

senem timuroğlu

fatma aliye, 13 temmuz 1936'da öldüğünde uzun süredir pangaltı'daki evinde inzivaya çekilmiş bir halde yaşamaktaydı. daha o zaman ölüm haberi basında "unutularak ölen bir edip" başlığı altında verilmişti.

1915 yılına kadar düzenli devam ettiği yazı faaliyetinde bu tarihten sonra bir yavaşlama olmuştu. 1885'ten sonra yaşadığı sağlık sorunları ve kızı ismet'in hristiyan olmayı seçerek avrupa'ya gitmesinin onu çok yıprattığı biliniyordu. bununla birlikte ölümünden sonra yayımlanan bu yazıda turhan tan, meydana gelen siyasi inkılabın fatma aliye'yi inzivaya ve unutuluşa sürüklediğini, edebiyatıcedide akımının öncesinde gelen şöhretinin, halide edip'in yazıları karşısında hızla sönmeye yüz tuttuğunu söylemekte ve edebiyat tarihinden çıkarılmaması gerektiğini vurgulamaktaydı. maalesef o tarihten itibaren halide edip isminin gerek milli eğitimin müfredatında, gerek edebiyat antolojilerinde, tarihlerinde fatma aliye'nin önüne geçtiği görülmektedir.

ancak tüm bu vefasızlık, fatma aliye'nin bu coğrafyanın kadın hak ve özgürlükleri konusunda düşünen, çözümler üreten ilk kadın yazarı olduğu hakikatini gizleyemez. turhan tan'ın 1936 yılında yayımladığı yazıda fatma aliye hakkında vurguladığı nitelikler, yazarın dönemindeki duruşu hakkında bize bilgi vermektedir:

"sayısı henüz çoğalmaya başlayan münevver türk kadınlarının en değerlilerinden biriydi. çünkü fatma aliye peçenin türk kadın yüzünü karanlıklarda bıraktığı devirde bilgi güneşinden nu alarak aydın yaşamış bir çehreydi."

kendi deneyimleri ve entelektüel birikiminden kalemine süzülen bilgeliği ve hakikati kadın okura aktaran fatma aliye, türkiye'deki kadınların deneyimleri açısından önemli bir hafızadır. kadınlar, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, erkeklerin yazdığı tarihlerle belleksiz bırakılmışlardır.

"refet", farklı kadınlıkları, sınırlar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatan, kurgusu ve diliyle bugünün kitapçılarında edebiyat kanonundaki diğer türk klasiklerinin yanında gururla yer alabilecek bir yapıttır.

"refet", türk edebiyatında ilk kadın öğretmen başkarakterdir. türkçenin ilk kadın romancısı fatma aliye'nin kaleminden, çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan, yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikâyesini okuruz.

"levâyih-i hayat"ta kadınlar arası kız kardeşlik bağının, dayanışmanın izini sürdüğümüz mektuplar, günümüzde maalesef hâlâ geçerliliğini koruyan ataerkil evlilik kurumunun kadınlar ve çocuklar için bir kabusa dönüşebileceği hakikatini gözler önüne serer.

fatma aliye, farklı kadınlıkları ve erkeklikleri ele alarak, evlilik kurumunu, aile içi şiddeti sorgular; aşk üzerine felsefi bir tartışma yürütür. kadınların insanca yaşamalarının yolunun ekonomik özgürlük ve eğitimden geçtiğine vurgu yapar.

8.08.2022

perspektif

pascal

akıl pek çok perspektiften ve ilkeden hareketle yavaş hareket eder; bu ilke ve perspektiflerin daima onun huzurunda bulunması gerekir; fakat akıl bu ilkeleri daima aklında tutamadığından sürekli dalgınlığa düşer veya yolunu şaşırır. hisler ise böyle işlemez; derhal faaliyete geçer ve harekete hep hazırdır. dolayısıyla inancımız hissiyatımızda yer etmelidir; aksi halde daima sallantıda olacaktır.

dindarlık bağnazlıktan farklıdır. dindarlığı bağnazlığa vardırmak onu tahrip etmektir.

herkes kendine göre bir tanrı yaratıyor.

sıradan insanların, düşünmek istemedikleri şeyleri düşünmemek gibi bir kabiliyetleri vardır.

at için koşmak neyse inkâr, iman ve şüphe etmek de insan için odur.

bazıları tanrı'yı kaybetmekten, bazıları ise bulmaktan korkar.

akıl inanca götürmez.

aklın varacağı son nokta, kendisini aşan sonsuz şey olduğunu kabul etmesidir.

kalbin, aklın bilmediği gerekçeleri vardır.