schopenhauer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
schopenhauer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12.10.2022

dâhi

cemil meriç

la harpe hiç hoşlanmaz "genie" kelimesinden, "talent" nemize yetmiyor der. dile bu kaypak, bu müphem kelimeyi sokanlara atar tutar.

schopenhauer'a göre, "talent" sahibi, belli bir hedefe başkalarından daha maharetle ok atabilen adamdır. dâhi başkalarının oklarıyla değil, bakışlarıyla dahi ulaşamayacakları bir hedefe oklarını saplayabilen adam.

goethe daha güzel söylüyor: "kendi yağı ile kavrulan dâhi yok. dâhi bütün intibaları benimseyen ve onları kullanmayı bilen, karşısına çıkan malzemeler yığınını düzenleyen, canlandıran; kiminden tunç, kiminden mermer alıp bu hammaddelerle ebedi bir abide kuran kişidir. ben ne yaptım, ne gördüm, ne duydum, ne işittimse bir araya getirdim. hem tabiatın eserlerinden faydalandım hem insanların. yazılarımdan her birini binlerce insana veya binlerce nesneye borçluyum. alim de, cahil de, bilge de, deli de, çocuk da, ihtiyar da eserimi yazarken yardımcım oldu. yani realitede mevcut olan unsurları, çeşitli unsurları toparlıyor sadece benim eserim, goethe dedikleri bu bütünden ibaret."

14.05.2022

epilog

schopenhauer

benim gibi bir adam dünyaya geldiğinde geriye istenecek tek şey kalır: bütün hayatı boyunca olabildiğince kendisi gibi olması ve entelektüel güçleri için yaşaması.

ben kalabalıklar için yazmadım. çalışmalarımı, zamanın seyrinde nadir rastlanan istisnalar olarak ortaya çıkacak düşünen bireylere miras bırakıyorum. onlar da benim gibi ya da gemisi batıp ıssız bir adaya çıkan ve kendisinden önce aynı sıkıntıları yaşayan birinin izlerinin, ağaçlardaki bütün papağanlardan ve maymunlardan daha fazla teselli sunduğu bir denizci gibi hissedeceklerdir.

benim gibi insanlar tarafından geride bırakılan fikirler, anıtlar hayattaki en büyük zevkimdir. kitaplar olmasa uzun zaman önce umutsuzluğa gömülürdüm.

gençliğimde bile, başkaları mal mülk edinmek için çabalarken benim bu tür şeylere başvurmak zorunda olmadığımı; çünkü içimde bütün mallardan daha değerli olan bir hazine taşıdığımı fark ettim; en önemli şey, zihinsel gelişimin ve tam bağımsızlığın temel koşul olduğu bu hazineyi güçlendirmekti. insanın doğasının ve haklarının tersine, gücümü kendi saadetimin artırılmasından almak zorundaydım; böylece bu gücü insanlığın hizmetine sunabilirdim. zekam bana değil, dünyaya aitti.

otuz yaşıma gelene kadar öyle olmayan yaratıklara eşitimmiş gibi davranmaktan bıktım usandım. bir kedi genç olduğu sürece kağıt toplarla oynar; çünkü onları canlı ve kendine benzer bir şey olarak görür. insan denen iki ayaklı hayvanlar da benim için aynı şeyi ifade ediyor.

buranın yerlisi değilim ve eşitim olan varlıkların arasında değilim.

13.05.2022

seks

arthur schopenhauer

seks bütün güdüler içinde en güçlü ve en aktif olanıdır. neredeyse insanın bütün çabasının nihai sonucudur. en ciddi meşguliyetlere müdahale eder ve bazen en büyük insan zihinlerini şaşırtır. seks, süprüntüleriyle müdahale etmekten ve alimin araştırmalarına karışmaktan çekinmez.

yaşam sevgisinin yanında seks kendini bütün güdüler içinde en güçlü ve en aktif şekilde gösterir ve durmadan insanlığın daha genç kesiminin gücünün ve düşüncelerinin yarısını talep eder. neredeyse bütün insani çabaların nihai hedefidir. en önemli ilişkiler üzerinde olumsuz bir etkisi vardır, en ciddi meşguliyetleri bozar ve bazen en büyük insan zihinlerini bir süre için şaşırtır. seks gerçekten bütün hareketlerin ve davranışların görünmez noktasıdır ve üzerine örtülen bütün örtülere rağmen her yerde başını uzatır. savaşların kaynağıdır ve huzurun amacıdır. tükenmek bilmez zeka kaynağı, bütün taşlamaların anahtarı, bütün gizemli imaların, bütün söylenmemiş tekliflerin ve bütün kaçamak bakışların anlamıdır; gencin ve bazen de yaşlının meditasyonudur, bakire olmayanın her an düşündüğü şeydir ve bakirenin bütün iradesine karşı sürekli tekrarlanan hayalidir.

seks, çer çöpüyle izinsiz içeri girmekte, devlet adamlarının müzakerelerine ve alimlerin araştırmalarına müdahale etmekte tereddüt etmez. her gün en değerli ilişkileri mahveder. daha önce onurlu ve dimdik olan insanların vicdanını çalar.

beyin olanca gücüyle ilerlerken, cinsel sistemlerin korkunç etkinliği daha uykuda olduğu için çocukluk, hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi, hayatın cennetidir, kayıp cennet.

3.05.2022

vanitas

arthur schopenhauer

şan, ihtişam, rütbe, onur, birileri bunlara ne denli çok değer verirse versin, yine de bunlar ne asıl önemli mülkleri tamamlayabilirler ne de onların yerine geçebilirler. daha çok, gerekli durumlarda, onlar için feda edileceklerdir. bu yüzden, her insanın, başkalarının görüşünde değil ama öncelikle kendi derisinin altında yaşadığı; buna göre, bizim sağlıkla, mizaçla, yeteneklerle, gelirle, karımız, çocuklarımız, dostlarımızla, oturduğumuz yerle vb. belirlenen gerçek ve kişisel durumumuzun, mutluluğumuz açısından, başkalarının bizi keyfi bir biçimde yaptıkları şeyden yüz kat daha önemli olduğu basit olgusunu erkenden kavramamız, mutluluğumuza katkıda bulunacaktır. bunun karşıtı olan kuruntu, mutsuz kılar. ateşli bir biçimde, "onur yaşamın üstündedir" diye bağrıldığında, aslında bu, "var olmak ve esenlik içinde olmak bir hiçtir; asıl önemli olan, başkalarının hakkımızda ne düşündükleridir." anlamına gelmektedir.

insanların yaşamları boyunca, durmak bilmez bir çalışmayla ve binlerce tehlike ve sıkıntı altında, yorulmadan ulaşmaya çabaladıkları hemen hemen her şeyin son amacının, böylelikle başkalarının görüşündeki yerlerini yükseltmek olduğu; yani yalnızca mevki, rütbe ve nişanlarla değil, tersine zenginlikle ve hatta bilimle ve sanatla bile temelde ve esas olarak bu amacı güttükleri ve ulaşılmak istenen asıl hedefin başkalarından daha büyük bir saygı görmek olduğu düşünülürse, bu durum ne yazık ki insanların büyük budalalığını kanıtlar.

başkalarının görüşüne haddinden fazla değer vermek, genel olarak etkili bir kuruntudur. ister kökleri bizim doğamızda bulunsun, isterse de toplumun ve uygarlığın sonucunda ortaya çıkmış olsun; her durumda bizim tüm yaptıklarımız ve ettiklerimiz üzerinde bütünüyle aşırı ve mutluluğumuza düşman bir etkisi vardır; bu etkiyi "elalem buna ne der?" sorusuna korkakça ve kölece dikkat etmekten, virginius'un hançerinin, kendi kızının kalbine saplandığı noktaya kadar ya da insanın, ününün sürmesi uğruna, huzurunu, zenginliğini ve sağlığını; hatta ve hatta yaşamını feda etmeye yönelttiği noktaya kadar izleyebiliriz. bu kuruntu, insanlara hükmetmesi ya da onları yönlendirmesi gereken kimseye rahat bir bahane sunar; bu yüzden insan terbiyesi sanatının her türünde, onur duygusunu uyanık tutma ve keskinleştirme talimatı baş köşeyi alır; ama burada amacımız olan, insanın kendi mutluluğu açısından, durum bambaşkadır.

insanların çoğu, içlerinden başkalarının görüşüne en büyük değeri verdiğinden ve onlara göre, kendi bilinçlerinde olup bitenden, dolaysızca kendileri için var olan için değil, daha çok, başkalarının görüşü için bir şeyler yapmak gerektiğinden; buna göre, doğal düzenlemenin tersyüz edilmesiyle, ikincisi varoluşlarının gerçek, birincisi ise salt ideal bölümü olarak göründüğü için, yani türetilmiş ve ikincil olanı esas olan yaptıklarından ve özlerinin imgesi, kendi gönüllerinden çok, başkalarının zihninde yer aldığından; bizim için var bile olmayan bir şeye dolaysız bir değer verilmesi, bu çabanın boşluğunu ve içeriksizliğini anlatmak için "vanitas" adı verilmiş olan budalalıktır. bu da pintilik gibi, araç yüzünden amacın unutulmasıdır.

aslında başkalarının görüşlerine verdiğimiz değer ve bu görüş hakkındaki sürekli endişemiz, neredeyse her mantıklı amacı aşar; öyle ki, bir tür genel yaygınlığı olan ya da daha çok doğuştan gelen bir düşkünlük olarak görülebilir. yapıp ettiğimiz her şeyde, neredeyse her şeyden önce başkalarının görüşü gözetilir ve daha yakından baktığımızda, yaşadığımız tüm kaygıların ve korkuların bu görüş hakkındaki endişemizden kaynaklandığını görürüz. çünkü, bizim hastalıklı bir hassaslıkta olduğu için sık sık hastalanan tüm özgüvenimizin, tüm kibirliliğimizin ve iddialarımızın ve aynı zamanda tüm gösterişimizin ve böbürlenmemizin temelinde başkalarının görüşü yatmaktadır. lüks, bu endişe ve düşkünlük olmadan, olduğu şeyin onda biri bile olamazdı. her türlü gurur, türü ve etki alanı ne denli değişik olursa olsun, her onur duygusu ve onur düşkünlüğü buna dayanır.

* vanitas: lat. boşluk, değersizlik, kibirlilik.

14.03.2022

filozof

arthur schopenhauer

üstün, nadir bulunan bir zekaya sahip insanlar yalnızca "yararlı" olan bir işe girmeye zorlandıklarında, en güzel resimlerle süslenip sonra da mutfak kabı olarak kullanılan değerli bir vazoya benzerler.

soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi donmamak için hep birlikte ısınmak üzere bir araya toplanır. ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrılırlar. ısınma gereksinimi onları bir kez daha bir araya getirdiğinde okları yine kendilerine engel olur ve iki kötü seçenek arasında gidip gelirler; ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. bunun gibi, insanların hayatlarının boşluğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum gereksinimi onları bir araya getirir; ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirinden ayırır.

felsefe yüksek bir dağ yoludur. ıssız bir yoldur ve yukarı çıktıkça daha da ıssızlaşır. bu yolu her kim izlerse hiç korkmamalı, her şeyi geride bırakmalı ve kışın karında güvenle ilerlemelidir. kısa süre içinde altındaki dünyayı görür; kumsalları ve bataklıkları gözünün önünden kaybolur, düzgün olmayan noktaları düzelir, yırtıcı sesleri artık kulağına ulaşmaz. ve yuvarlaklığını da görür. kendisi her zaman saf ve serin dağ havasındadır ve güneşi görür; oysa aşağıdaki herkes gecenin karanlığıyla kuşatılmıştır.

yetenek, başkalarının ulaşamadığı hedefi vuran nişancı gibidir; dahi ise başkalarının göremediği bir hedefi vuran bir nişancı. bir dahi kendi çağında gezegenlerin yolunu aydınlatan bir kuyruklu yıldız gibi parlar. kültürün normal seyriyle el ele gitmez; tam tersine, çalışmalarını önündeki yolun çok ilerisine savurur.

31.12.2021

ün

schopenhauer

ün ve onur ikiz kardeştirler. ün, ölümlü onurun ölümsüz kardeşidir. ün, ne kadar uzun sürecekse o kadar geç ortaya çıkar; tıpkı seçkin olan her şeyin yavaş yavaş olgunlaşması gibi.

onur, nesnel olarak, başkalarının bizim değerimiz hakkındaki görüşüdür ve öznel olarak, bizim bu görüşten korkmamızdır.

lessing: kimi insanlar ünlüdür; kimileri de ünlü olmayı hak ederler.

en büyük hazzı hayran olunmaktan aldığımız için; ama hayran olanlar ise, her şeyin nedeni kendileri oldukları halde, buna gönülleri razı gelmediğinden; en mutlu kişi, bunu nasıl başarmış olursa olsun, kendine dürüst bir biçimde hayran olabilendir. böylece başkaları onu yanıltamazlar.

helvetius: onura, onur için değil, getirdiği yarar uğruna değer veririz.

bir kimseyi kıskanılmaya değer yapan, yargı gücü bulunmayan kandırılmış büyük kitle tarafından büyük bir adam olarak görülmesi değil, onun büyük adam olmasıdır; sonraki kuşakların onun adını duyması değil, onun yüzyıllar boyunca korumayı ve üzerinde düşünülmeyi hak eden düşünceler üretmesi büyük bir mutluluktur. ayrıca bu özelliği onun elinden alınamaz. bu, kendi içimizde yer alandır; öteki ise, kendi içimizde yer almayandır. buna karşılık, hayranlığın kendisi asıl unsur olsaydı, hayranlık duyulan buna değer olmazdı.

şövalye onuru, kibrin ve deliliğin çocuğudur.

genel olarak erkekler arasında aptallar ve cahiller, kadınlar arasında da çirkinler sevilir ve aranırlar. kesinlikle iyi bir kalbi olma ününe kolaylıkla erişirler; çünkü herkes, onların ilgisine, kendisi ve başkaları önünde bir perde gibi gerek duyar. tam da bu yüzden her türden zihinsel üstünlük son derece yalnızlaştırıcı bir özelliktir: lanetlenir ve nefret edilir ve bunun bahanesi olarak da sahibine her türlü hata yakıştırılır.

thomas hobbes: zihnin tüm neşesi, tüm canlılık, insanın onunla kendini kıyaslayarak yüksek görebileceği bir kimsenin varlığına dayanır.

ünün ve gençliğin bir arada olması, bir ölümlü için çok fazladır. yaşamımız öyle yoksuldur ki, bu yaşamın mülklerinin daha ekonomik dağıtılması gerekir. gençliğin bütünüyle kendi zenginliği vardır ve bununla yetinebilir. ama yaşlılıkta, tüm hazların ve zevklerin, kış mevsimindeki ağaçlar gibi kurumalarından sonra, en ücra köşede, ünün ağacı gerçek bir kış yeşili olarak kök salar; ün yazın büyüyen ama kışın yenilen kış armutlarına benzetilebilir. yaşlılıkta, gençliğinin tüm enerjisini kendisiyle birlikte yaşlanmayan yapıtlara adamış olmaktan daha güzel bir avunma yoktur.

14.09.2021

aşk

schopenhauer

erkeğin aşkı, doygunluğa erdiği andan sonra, gözle görülecek biçimde azalır; önüne çıkan her kadın, elde ettiği kadından daha çekici gelir ona; çeşitliliği arzulamaya başlar. kadının aşkı ise doygunluğa erdikten sonra artmaya başlar. bu, doğanın amacının, türün sürdürülmesi ve elden geldiğince çoğaltılması olmasının bir sonucudur. işte bu yüzden erkeğin gözü her zaman başka kadınlardadır; oysa kadın, bir tek erkeğe iyice bağlanır. çünkü doğa onu, kendisi farkına varmaksızın, gelecekte doğacak çocuğun besleyicisini ve koruyucusunu elde tutacak biçimde davrandırmaktadır.

kafa bakımından değil, gönül bakımından bir bağlanıştır evlilik. bir kadının, sırf kafası ve kültürü yüzünden bir erkeğe âşık olduğunu söylemesi saçma ve beyhude bir iddiadır ya da yozlaşmış bir mizacın sonucudur.

19.07.2021

şiir

schopenhauer: şair, tek bir özel yaşamdan yola çıkarak onu bütün bireyselliği içinde olduğu gibi dile getirir; ama bunu yaparken aslında insan yaşamının bütününü yansıtmaktadır. tek bir özel yaşamla ilgileniyor gibi görünse de, asıl ilgilendiği her yerde, her zaman yaşanandır. işte bu yüzden, özellikle dramatik şairlerin cümleleri, özlü söz olmadıkları halde tıpkı özlü sözler gibi, gerçek yaşamda sıklıkla kullanılır.

claude roy: ilkin şiiri, şairane duyuşla karıştırmak kolaycılığına düşmemeliyiz. şiirin sonuçlarından biri, okuyanın ya da dinleyenin düşüncesinde bir tür şiir heyecanı ve duygusu yaratmaktır. ama şairane duygu olan her yerde mutlaka şiir bulunmaz. dünyanın beklenmedik bir aydınlanışı, bir müzik, bir mutlu karşılaşma, kendiliğinden şairane görünebilir; zihninde yankılar, hazlar, güzel bir şiirin uyandırdığına benzer duygular uyandırabilir. bir yazar da böyle bir heyecanı pekala duyabilir. şiirini yazarken bundan esin de alabilir; ama yine de anlatmak istediği şeye o kadar ihanet edebilir ki yapıtında o heyecandan hiçbir şey kalmaz.

louis aragon: şiirin ozanlardan başkası için bir rezalet olması, ozanların her dönemde başlarına gelen bir şeydir. şiirin yeni çağına egemen olan arthur rimbaud bunun en büyük örneğidir. ozanları cumhuriyet'ten kovacak olanların gözlerinde bu adamcağızların başlıca günahı, düşüncenin ve şarkının sınırlarında günlük aklı şaşırtan bir oyuna girişmeleridir. ozandan beklemedikleri bir ses gelince kızıyorlar; tıpkı yankı karşısında, dağ benimle alay ediyor diye kızan, kendini hakarete uğramış sayan adam gibi.

24.06.2021

felsefe

cicero: felsefe yapmak ölüme hazırlanmaktır.

terentius: insanım ve insana dair hiçbir şey bana yabancı değildir.

milan kundera: çoğu insanı ölüm konusunda dehşete düşüren şey geleceğin kaybı değil, geçmişin kaybıdır. aslında unutmak, hayatın içinde her zaman var olan bir ölüm biçimidir.

st. augustine: bir adamın benliği yalnızca ölümün karşısında doğar.

sigmund freud: alınan zevkin sınırlılığı, zevkin değerini artırır.

schopenhauer: endişelerimizin ve kaygılarımızın yarısı başkalarının bizim hakkımızda düşündüklerinden kaynaklanır; bu dikeni tenimizden çıkarmalıyız.

la rochefoucauld: güneşin ya da ölümün yüzüne doğrudan bakamazsınız.

otto rank: bazıları ölüm borcundan kurtulmak için yaşam kredisini reddeder.

thomas hardy: daha iyi var olmanın bir yolu olsaydı, en kötüsüne bakmayı gerektirirdi.

18.04.2021

can sıkıntısı

schopenhauer

boş zaman, ariosto'nun dediği gibi, cahillerin can sıkıntısıdır. sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler; herhangi bir yeteneği olan kişi ise ondan yararlanmayı düşünür. sınırlı kafaların, can sıkıntısına çok maruz kalıyor olmalarının nedeni, onların zihninin, istençlerinin konularının ortamı olmaktan daha fazla bir şey olmamasıdır. bunun üstesinden gelebilmek için, istencin önüne, onu uyandırmak ve böylelikle bu konuyu kavrayacak zihnin de etkinliğe geçmesini sağlamak için, küçük, salt geçici ve gelişigüzel kabul edilmiş konular sürülür. bu konular, sözü edilen amaca yönelik olarak uydurulmuş, iskambil vb. oyunlardır. bu oyunlar olmazsa, sınırlı insan çareyi eline ne geçirdiyse şıkırdatmakta ve tıngırdatmakta bulur. sigara da seve seve düşüncelerin yerine koyacağı bir şeydir. bu yüzden tüm ülkelerde, tüm toplumun baş uğraşısı iskambil oyunu olmuştur. bu oyun topluluğun değerinin ölçütüdür ve tüm düşüncelerin iflasıdır. insanların birbirleriyle alışverişte bulunacakları düşünceleri olmadığı için, iskambil kağıdı alıp verirler ve birbirlerinin parasını almaya çalışırlar. ah, acınası insanoğlu!

nasıl ki en mutlu ülke az ya da çok ithalat yapması gerekmeyen ülke ise, iç zenginliği kendine yeten ve eğlenmek için dışarıdan az ya da çok bir şeye gereksinmeyen insan da en mutlu insandır; dışarıdan alınan pahalıya mal olur, bağımlılık yapar ve tehlike getirir, bıkkınlığa neden olur ve sonunda da, yerli toprağın ürünlerinin kötü bir ikamesidir.

13.12.2020

ağırlık noktası

schopenhauer

normal insan, yaşamından haz alması bakımından, kendi dışındaki şeylere, mala, mülke, mevkiye, kadınlara ve çocuklara, arkadaşlara, topluma vb. muhtaçtır; yaşamının mutluluğu bunlara dayanır; bu yüzden, onları yitirdiğinde ya da onların kendisini aldattığını düşündüğünde yıkılır. ağırlık merkezi kendi dışında olduğu için, sürekli değişen istekleri ve kaygıları vardır. olanakları izin verdiğince, kah çiftlikler, kah atlar satın alır; kah şölenler verir, kah yolculuklara çıkar; ama genel olarak her türlü nesnede bir tür dışsal yetinme aradığı için, büyük bir lüks içinde yaşar; tıpkı zayıf düşmüş bir kimsenin, asıl kaynağı kendi yaşama enerjisi olan sağlığına ve gücüne, et suyu içerek ve eczanelerden aldığı haplarla ulaşmayı umması gibi.

hemen öteki aşırı uca geçmemek için, onun yanına, zihinsel güçleri olağanüstü olmayan ama olağan sınırlı ölçünün üzerinde yer alan bir adam düşünelim; bu adamın herhangi bir güzel sanatla, amatör olarak ilgilendiğini ya da botanik, mineraloji, fizik, astronomi, tarih vb. gibi gerçek bir bilimle uğraştığını ve dışsal kaynaklar kuruduğunda ya da onu artık doyurmaz olduğunda, hemen hazzın büyük bir bölümünü bunlardan aldığını, bunlarda dinlendiğini görürüz. bu yüzden, ağırlık noktasının kısmen kendi içinde yer aldığını söyleyebiliriz.

ancak, sanatla salt amatör bir biçimde ilgilenmek, henüz yaratıcı yeteneğin çok uzağında kaldığı için ve salt gerçek bilimler, olayların ilişkileri açısından birbirlerine bağlı oldukları için, bu insan tüm olaylara nüfuz edemez; tüm özünü iliklerine kadar onlarla dolduramaz ve bu yüzden, tüm varoluşunu, öteki şeylere yönelik tüm ilgisini yitirecek ölçüde bunlarla dokuyamaz. bunu ancak, dahi adıyla tanımlanagelen en yüksek zihinsel olağanüstülükteki kişiler yapabilir; çünkü ancak olağanüstü bir zihniyet, şeylerin özünü ve varoluşunu bütünüyle ve mutlak bir biçimde konu edinir; bundan sonra, bireysel yönelimine göre sanat, şiir ya da felsefe yoluyla, aynı şeyi derin bir biçimde yorumlamaya girişir. bu yüzden, ancak bu türden bir insan için, kendi kendisiyle, kendi düşünceleriyle ve yapıtlarıyla rahatsız edilmeden ilgilenmek, acil bir gereksinimdir; yalnızlık hoşnutluk verir, kendisiyle baş başa kalabilmek en değerli mülktür; geri kalan her şey gereksizdir; eğer varsalar da çoğunlukla sadece bir yük oluştururlar. buna göre, yalnızca böyle bir insanın ağırlık noktasının bütünüyle kendi içinde olduğunu söyleyebiliriz.

buradan, diğer bazıları buna yetkin oldukları halde, bu türdeki son derece ender bulunan insanların, ne kadar iyi bir karaktere sahip olsalar da, arkadaşlara, aileye ve topluma yönelik, içten ve sınırsız bir ilgi duymadıkları anlaşılabilir. çünkü yalnızca kendi kendilerine sahip olduklarından, önünde sonunda kendilerini her şey hakkında avutabilirler. demek ki onlarda fazladan bir yalıtıcı unsur vardır, ötekiler onlara aslında hiçbir zaman bütünüyle yetmediğinden; çünkü ötekilerin tam olarak kendileri gibi olmadığını gördüklerinden, bu unsur daha da etkili olur; heterojen olanı her bakımdan ve herkeste sürekli bir biçimde duyumsadıklarından, yavaş yavaş, insanlar arasında, başka türden bir varlık olarak dolaşmaya ve düşüncelerinde insanlar hakkında birinci değil üçüncü çoğul şahıs zamirini kullanmaya alışırlar.

bu bakımdan, doğanın entelektüel açıdan oldukça zengin bir biçimde donattığı bir kimse, en mutlu kişidir; elbette öznel olan bize, hangi türden olursa olsun üzerimizde ancak dolaylı bir etkisi bulunan, yani yalnızca ikincil konumdaki nesnel olandan daha yakındır.

1.09.2020

ütopya

schopenhauer

iş, endişe, didinme ve sıkıntı neredeyse herkesi hayatları boyunca etkiler. ama her arzu ortaya çıkar çıkmaz doyurulursa insanlar hayatlarını nasıl meşgul edip zamanlarını nasıl geçirirler? insan ırkının her şeyin otomatik olarak yetiştiği ve güvercinlerin rosto yapılmış olarak uçtuğu bir ütopya ülkesine götürüldüğünü düşünün; herkesin sevgilisini hemen bulduğu ve elinde tutmada zorluk çekmediği bir yere; o zaman insanlar can sıkıntısından ölür ya da kendilerini asarlardı; ya da dövüşür, birbirlerini gırtlaklayarak öldürür ve dolayısıyla kendilerine şu anda doğa tarafından verilenden daha büyük bir acı verirlerdi.

14.07.2020

kötülük

terry eagleton

schopenhauer insan yaşamını korumaya değer bulan herkesin derin bir yanılgı içinde olduğunu söylüyor. ona göre insan yaşamı uğraşmaya değmezdir çünkü sadece "anlık tatmin, ihtiyaçlardan kaynaklanan kısa süreli keyif, yoğun ve uzun süren acı, sürekli mücadele"den ibarettir.

hegel tarihin "halkların mutluluğunun, devletlerin bilgeliğinin ve bireylerin erdeminin kurban edildiği kanlı bir sunak", mutluluk dönemlerinin ise boş sayfalar olduğunu söyler. ayrıca yazdıklarında "kötülük, şeytanilik ve insan ruhunun yarattığı en görkemli imparatorlukların düşüşü" ve "insanoğlunun dile gelmemiş sefaletinden bahseder.

"satırları arasında," diye yazar schopenhauer, "ağlama, inleme ve diş gıcırtısı, halkların korku dolu patırtısı ve kan davası görülmeyen bir felsefe, felsefe değildir."

insanlık tarihinin "bitimsiz yıkımları"ndan bahseden theodor adorno da schopenhauer'la aynı görüştedir.

bertolt brecht: bir banka kurmanın yanında, banka soymanın lafı mı olur?

cehennem, jean-paul sartre'ın iddia ettiği gibi, başkaları değildir. tam tersi doğrudur, insanların en korkuncuyla, akıl almayacak kadar monotonuyla, yani kendinle, bir yere tıkılıp kalmandır cehennem.

"dünyaya gelen her şey ölüme yazgılı, her şey boş." der goethe'nin faust'undaki mefistofeles. nükleer bir kıyamet ya da dünyanın kendi okyanuslarınca yutulması fikri kötüleri zevkten dört köşe yapmaktadır.

25.02.2020

gezgin ve gölgesi

nietzsche

küçücük bir bahçe, incirler, biraz peynir ve üç ya da dört arkadaş: buydu epikuros'un bolluğu.

insanı aramadan önce feneri bulmuş olmak gerekir.

rüyalarda o kadar çok sanatsallık tüketiriz ki, bu yüzden gündüzleri genellikle yoksul kalırız bu açıdan.

hakiki görünüşlülük, ama hakikat değil; özgür görünüşlülük, ama özgürlük değil; bu iki meyvedir, bilgi ağacının yaşam ağacıyla karıştırılamayışını sağlayan.

insanların gerçekten de çok önem verdiği şeylerin, en yakın şeylerin, ikiyüzlüce bir hor görülüşü vardır.

bir insan üzerinde tutkularının biçimi, bir diğerinde dinleme ve itaat etme alışkanlığı, bir üçüncüsünde mantıklı bilinç, bir dördüncüsünde ise kaçamaklardan hoşlanma ve cesurca keyif alma olarak durur zorunluluk.

herhangi bir şeye bağımlı olduğumuzu hissetmediğimiz sürece kendimizi özgür sanırız.

her türlü ruhsal zevkte ya da sıkıntıda işbaşındaki hatalar olmasaydı, hiçbir zaman bir insanlık ortaya çıkmazdı. insanlığın temel duygusu, insanın özgürlüğün olmadığı bir dünyada özgür olan olduğu, ister iyi ister kötü davransın ölümsüz mucize yaratıcısı, şaşırtıcı bir istisna, hayvanüstü, handiyse tanrı, yaratılışın anlamı, var olmaması düşünülemeyen, kozmik bilmecenin çözüm şifresi, doğanın büyük hakimi ve onun aşağılayıcısı, kendi tarihine dünya tarihi diyen varlık olduğu duygusudur. hiçliklerin hiçi insandır.

ne denli az zevk yetiyor birçoklarına yaşamı iyi bulmak için, ne denli mütevazıdır insan!

schopenhauer: yaşama istencinin zaman içindeki sürekli varlığının işareti cinsel birleşmedir.

her türlü karşı sevgiden vazgeçmek, sevginin sevilen varlığa acı çektirmemek adına ortaya koymaya hazır olduğu bir fedakârlıktır; aksi durumda kendi kendine, bu fedakarlığın verdiği acıdan daha fazla acı çektirecektir.

vicdan azabı çekmek, bir köpeğin taşı ısırması kadar aptalcadır.

en seçkin anlama yetisi olmadıkça, der deneyim, en incelmiş seçme yeteneği ve güçlü bir ölçülülük eğilimi olmadıkça, doğuştan ahlaksal zenginler, ahlaklılık savurganlarına dönüşürler. merhametli, iyiliksever, uzlaştırıcı, yatıştırıcı dürtülerine kendilerini ölçüsüzce kaptırarak, çevrelerindeki tüm dünyayı daha ihmalci, daha istekli ve daha duygusal kılarlar. bu büyük ahlaksal savurganların çocukları da bu yüzden kolaylıkla ve söylemesi ne acı ki, en iyi durumda hoş, hastalıklı birer işe yaramaz olup çıkarlar.

dikkat et de, dinginliğin ve huzurun, bir kasap dükkanının önünde duran köpeğinkiyle aynı olmasın: korkusundan ileriye iki, hırsından da geriye bir adım atamayan ve gözlerini ağzıymış gibi açan köpeğin.

on emirdeki gibi ahlaksal yasaklar yalnızca boyunduruk altına alınmış aklın çağına uygun düşerler.

iyi olan her şeyden pay almak isteyen, her an küçük olmayı da bilmeli.

tutkularını yenmiş bir insan, dünyanın en verimli toprağını ele geçirmiştir.

ancak en zeki ve en çalışkan hayvanların canları sıkılabilir.

en kısa yol, olabildiğince düz olan değil, uygun rüzgarda yelkenlerimizi şişirendir.

yalnızca kendi gördüğü zararlar akıllı yapar kişiyi, yalnızca başkalarının gördüğü zararlar da iyi.

kutsallık kokusu yalnızca yanılgılara siner.

insanlar, düşüncelerindeki imgelere, en sevgili sevgililerine olduklarından daha çok sadıktırlar.

bir partiden ya da bir dinden ayrılmak isteyen, şimdi onu çürütmesi gerektiğini düşünür. oysa çok fazla kibirli bir düşüncedir bu. gerekli olan yalnızca, şimdiye dek hangi perçinlerin onu bu partiye ya da dine bağladıklarını ve şimdi artık bunu yapmadıklarını, hangi niyetlerin onu buraya sürüklediklerini ve şimdi başka yöne sürüklediklerini açıkça görmesidir. o partinin ya da dinin yanına bilgiye dayalı kesin gerekçelerle geçmiş değilizdir; ondan ayrıldığımızda da böyleymiş gibi yapmamalıyız.

büyük üslup, güzel olanın korkunç olana karşı zafer kazanmasıyla doğar.

genç yazarlar bilmezler, iyi anlatımın, iyi düşüncenin ancak kendisi gibiler arasında iyi bir etki yaptığını; harika bir alıntının bütün bir sayfayı, hatta bütün bir kitabı mahvedebileceğini, bu arada okuru uyarıp ona adeta "dikkat et, ben değerli taşım ve etrafımdakiler kurşun, soluk adi kurşun" diye sesleneceğini. her sözcük, her düşünce ancak kendi toplumunda yaşamak ister: budur seçilen üslubun ahlakı.

artık, bir kitap yazmak istediği söylenen yazarları değil, yalnızca düşünceleri yanlışlıkla bir kitap olanları okumak istiyorum.

özgün olan genellikle hayranlık uyandırır, hatta tapılır ona; ama ender olarak anlaşılır. gelenekten inatla uzaklaşmak demek, anlaşılmak istememek demektir.

klasikler, entelektüel ve yazınsal erdemleri yeşertenler değil, halklar yok olup gitseler bile üzerlerinde duran bazı erdemleri olgunlaştıranlardır ve onların en uçtaki sürgünleridirler; çünkü onlardan daha hafif, daha özgür, daha saftırlar.

kalem, mürekkep ve yazı masası istemelidir kitap; ama genellikle kalem, mürekkep ve yazı masası kitabı isterler. bu yüzden şimdi bu kadar az şey var kitaplarda.

gözüpek benzetmeler yazarın kötü niyetinin kanıtı değillerse, onun yorulmuş düşleminin kanıtıdırlar. ama her halükarda onun kötü zevkinin kanıtıdırlar.

iyi bir yazarın elde edeceği en son şeydir verimlilik; ona daha başından sahip olan, asla iyi bir yazar olamayacaktır. en soylu yarış atları, zaferlerinin yorgunluğunu çıkarma hakkına sahip oluncaya dek cılızdırlar.

gerçek düşünceler, gerçek şairlerde hep örtülü dolaşırlar, mısırlı kadınlar gibi; yalnızca düşüncenin derin gözü bakar özgürce, peçenin ardından.

böyle yaparız birçok yeteneği onaylarken: onlara iyilik ederiz, bize acı verdiklerinde.

sıradanlık üstün tinin taşıyabileceği en mutlu maskedir, büyük kitlenin, yani sıradanların aklına bir maske olduğunu getirmez; yine de tam da onların yüzünden tercih etmiştir bunu, onları kışkırtmamak için, hatta hiç de az değildir bunda, acımanın ve iyiliğin payı.

en yüce ve en kültürlü tinlerin ve de onlara ait olan sınıfların doğurganlıklarının az oluşu, çoğu kez evlenmeyişleri ve genel olarak cinsel soğuklukları, aslında insanlığın tutumluluğudur. bu tür insanlar insanlığın doruklarıdır, küçük zirveler halinde devam edemezler.

geçmişe saygı duyulan hiçbir yerde titizleri ve temizleri içeriye sokmamak gerekir. birazcık toz, çöp ve pislik olmadan kendini iyi hissetmez dindarlık.

hemen hemen her mesleğe bir amaç için seçilerek başlanır; ama meslek nihai amaç olarak sürdürülür. niyetlerin unutulması, en sık yapılan aptallıktır.

kendisi en üst düzeyde düşünme gücünün bir ürünü olan makine, onu kullanan insanlarda hemen hemen yalnızca en düşük düzeydeki, düşüncesiz güçleri devindirir. bu sırada, başka zaman atıl duran olağanüstü bir gücü yerinden oynatır, doğrudur bu; ne ki daha yukarıya çıkma, daha iyisini yapma, sanatçı olma itkisi vermez. etkin ve tek biçimli kılar; ancak bu durum zaman içinde bir karşı etkiyi, onun sayesinde değişiklikler dolu aylaklığı özlemeyi öğrenen ruhta, ümitsiz bir can sıkıntısını doğurur.

ortaçağ en büyük tutkuların çağıdır. ne antik çağda ne de bizim çağımızda vardır ruhun bu genişliği; ruhun uzamı asla daha büyük olmamıştır ve asla daha uzun birimlerle ölçülmemiştir.

her azarda biraz hakikat ve her övgüde biraz aptallık buluyorum. övgüyü genellikle hafife alıyor ve azarı da abartıyorum.

yalnızca sıradan olanın bir fiyatı vardır.

birkaç saatlik bir dağ çıkışı, bir namussuzu ve bir azizi oldukça eşit iki yaratık yapar.

ara sıra biraz sağlık, en iyi ilacıdır hastaların.

iftiralar, başkalarının senin bedeninde ortaya çıkan hastalıklarıdır; toplumun ahlaksal bir beden olduğunu; bu yüzden senin, başkalarına yarayacak tedaviye kendi üstünde başlayabileceğini kanıtlarlar.

zaman zaman insanlara karşı aldırışsız ve soğuk oluşumuz, katılık ve karakter eksikliği olarak yorumlansa da, çoğu kez yalnızca tin yorgunluğudur. bu durumdayken başkaları ve kendimiz de bize önemsiz ya da can sıkıcı gelir.

kahramanca olan, kişinin büyük bir şeyi, kendini başkalarının önünde, başkaları ile rekabet içinde hissetmeden yapmasına -ya da büyük bir tarzda yapmamasına- dayanır. kahraman, ıssız ve ayak basılmaz kutsal sınır bölgesini hep taşır yanında, nereye giderse gitsin.

aptallık, kadındaki kadınca olmayandır.

en berbat veba bile bir gün kibrin elinden gitmesi kadar zarar veremez insana.

demokratik kurumlar, tiranca arzuların eski vebasına karşı karantina tesisleridir; bu halleriyle çok yararlı ve çok sıkıcıdırlar.

en tehlikeli yandaş, yokluğu tüm partiyi yok edebilecek olandır; yani en iyi yandaştır.

bir şey yaşandığı sürece yaşanana boyun eğmeli ve gözleri kapamalı, yani hemen burada gözlemciyi oynamamalı. yoksa yaşantının iyi hazmedilmesine engel olunur: bir bilgelik yerine bir hazımsızlık kalır geriye.

bilmek ve ölçmek istediğin şeylere veda etmelisin, en azından bir süreliğine. ancak şehirden uzaklaşırsan görürsün, kulelerin binaların üzerinden ne kadar yükseğe uzandığını.

vermek daha mutludur sahip olmaktan; nedir ki en zengin kişi, bir çölün ıssızlığında!

ev tamamlandığında, iskele sökülmelidir.

gelişkin insanlığın ilk çağında cesaret erdemlerin en seçkini olarak kabul ediliyordu, ikinci çağda adalet, üçüncüsünde ılımlılık, dördüncüsünde de bilgelik. biz hangi çağda yaşıyoruz? sen hangisinde yaşıyorsun?

gününün en az üçte birini tutkulardan, insanlardan ve kitaplardan uzak geçirmeyen biri, nasıl bir düşünür olabilir ki?

3.02.2020

ebediyet

hüseyin rahmi gürpınar

zaman olarak ebediyete karşı yürümekte yüzyılların dakikalardan farkı yoktur.

korkulacak şey ölüm değil, belki cahilce bir sevda ile temenni edip durduğumuz ebediyettir.

hastalanan bir insan kendini tedavi ile uğraşır. niçin? bir müddet sonra yine hastalanıp ölmek için. insanları düşüncesizlikten düşüncesizliğe sevk eden şey işin sonundaki bu hiçliği terk edememekteki ahmaklıklarıdır.

hayatın mahiyetini tahlil edebilenler ölümü anlamaya en çok yaklaşmış olanlardır.

schopenhauer: insanlar dünyaya nasıl her şeyden habersiz süt emen bir çocuk olarak geliyorlarsa doğanın amacı onları bir yaşın gayesine, yaşlılığın bunama devresine, yani tamamıyla ikinci çocukluğa erdirerek yine öyle hemen habersizce öbür dünyaya göndermektir. fakat hayat o kadar çığrından çıkarılmış, kötüye kullanılmış ki, şimdiki insanların çoğu doğal ömrünün yarısına bile varmadan tekerleniyor.

bu şifa bulmaz manevi hastalıklar, kederler, ağlayışlar sonuna kadar sürecek mi? çünkü bugünkü uygarlık, övündüğü ve görkemiyle dolu olan sinesinden bu sefaletleri kovup çıkaramadı.

"dünyada rahat sadece mezardadır." (arap atasözü)

insanın hayatı için yetmiş yaşı hakikaten dünyadan ahrete bir geçit olsaydı, bu âlem çok karışırdı. kimsenin ömrünün sonunu tayin edememesinde büyük bir hikmet vardır.

mezbahaların yakınındaki çayırlarda süreksiz bir neşe içinde gafletle otlayan koyunlar gibi hayatımızın zevklerinde aptalca bir ölümsüzlük, sonsuzluk düşüncesiyle kendimizi aldatarak sahte zevkler arkasında dolaşıp duruyoruz. sonunda böyle mutlak bir karanlığa varan hayatın gösterişinden tat almak, bunca aşikâr gerçeklere karşı göz yummak.. işte insan zekâsı!..

21.08.2019

şimdiki zaman

arthur schopenhauer

"şimdiki zaman, güçlü bir tanrıçadır." (tasso)

çoğu kimse fazlasıyla bugünde yaşar, bunlar düşüncesizlerdir; bazıları da fazlasıyla gelecekte yaşarlar, bunlar da korkaklar ve endişelilerdir. çabalama ve umut etme yoluyla, yalnızca gelecekte yaşayanlar, hep ileriye bakanlar ve her şeyden önce hakiki mutluluğu getirecekleri düşünülen gelecek olaylar karşısında sabırsızlıkla acele edenler; ama bu arada bugüne dikkat etmeyen ve onu tatmadan geçip gitmesine izin verenler, çok kurnaz çehrelerine karşın, italya'daki, kafalarına bağlanmış bir sopaya bir demet ot asılan ve bu yüzden hep önlerine bakan ve bu ot demetine ulaşmayı umut ederek adımlarını sıklaştıran eşeklere benzerler. nesneleri gözde küçülten uzaklık, onları düşüncede büyütür. biricik doğru ve gerçek olan, şimdiki zamandır. bu, gerçek olarak doldurulan zamandır ve varoluşumuz sadece bu zamanda yer alır.

11.02.2019

schopenhauer'a göre dünya

milan kundera

büyük bir masanın başında, yoldaşlarla çevrelenmiş olarak oturan stalin, kalinin'e döndü: "inan bana dostum, ünlü immanuel kant'ın şehrinin isminin sonsuza dek kaliningrad kalacağına benim de hiç şüphem yok. doğduğu şehrin isim babası olarak, kant'ın en önemli görüşünün ne olduğunu anlatabilir misin bize?"

kalinin'in hiçbir fikri yoktu. yoldaşlarının cehaletinden usanan stalin soruya kendi cevap verdi.

"yoldaşlar, kant'ın en önemli görüşü, 'kendinde şey'dir, buna almancada 'ding an sich' denir. kant, görünüşlerimizin ardında nesnel, bununla birlikte gerçek bir şey, bir 'ding' olduğunu düşünüyordu. ama bu görüş yanlıştır. görünüşlerimizin ardında gerçek hiçbir şey, hiçbir 'kendinde şey', hiçbir 'ding an sich' yoktur."

hepsi kendinden geçmiş, onu dinliyordu; stalin devam etti: "hakikate en yakın olan schopenhauer'dı. schopenhauer'ın en önemli görüşü neydi yoldaşlar?"

hepsi mümeyyizin alaycı bakışlarından kaçıyordu, meşhur alışkanlığı gereği stalin soruya kendisi cevap verdi:

"schopenhauer'ın en önemli görüşü, yoldaşlar, dünyanın, görünüş ve iradeden ibaret olduğuydu. bu da, gördüğümüz haliyle dünyanın ardında nesnel hiçbir şey, hiçbir 'ding an sich' olmadığı, bu görünüşü var etmek, onu gerçek kılmak için bir iradenin, onu dayatacak çok büyük bir iradenin olması gerektiği anlamına gelir."

jdanov çekinerek itiraz etti: "bir görünüş olarak dünya mı josef? bizi hayatın boyunca, bunun burjuva sınıfının idealist felsefesinin bir yalanı olduğunu ileri sürmeye zorladın!"

stalin: "bir iradenin temel özelliği nedir yoldaş jdanov?"

jdanov sustu, stalin cevap verdi: "özgürlüğü. istediğini ileri sürebilir. geç bunu. doğru soru şu: dünyanın gezegendeki insan sayısı kadar görünüşü var, bu da kaçınılmaz olarak kaosa yol açıyor; bu kaos nasıl düzene sokulur? cevap açık: herkese tek bir görünüş dayatarak. bu da ancak, bir tek büyük iradenin, bütün iradelerin üzerindeki bir iradenin dayatmasıyla olur. ben de, gücüm yettiğince bunu yaptım işte. ve sizi temin ederim, büyük bir iradenin etkisi altında, insanlar sonunda neye olsa inanırlar! neye olsa, yoldaşlar!"

stalin, sesinde bir mutlulukla güldü.

6.01.2019

seçkin insan

schopenhauer

üç türlü aristokrasi vardır: doğuştan ve rütbeden gelen aristokrasi, para aristokrasisi, zihinsel aristokrasi. sonuncusu aslında en seçkin olanıdır; kendisine zaman tanındığında böyle olduğu açıkça görülecektir. büyük frederik bile, bakanlar ve generaller, nazırlar masasında yemek yerlerken, voltaire'in, hükümdarların ve prenslerinin oturduğu bir masada yer almasına alınganlık gösteren saray nazırına, "ayrıcalıklı kafalar, prenslerle aynı düzeydedirler." demişti.

toplum, katlanamadığı ve bulunması da zor olan sahici, yani zihinsel üstünlüğün yerine sahte, tutucu, keyfi ilkelere dayalı ve geleneksel olarak daha üst tabakalarda gelişen ve anlaşılan bir üstünlüğü gelişigüzel kabul etmiştir. bu üstünlük de görgülülük, terbiye, modaya uygun kibarlık denilen şeydir. ancak bir kez sahici üstünlükle çarpışmaya girdiğinde, zayıflığı ortaya çıkar. ayrıca, görgünün girdiği yerden, sağlıklı akıl dışarı çıkar.

seçkin olan, hangi türde ortaya çıkarsa çıksın, sayısal açıdan üstün durumdaki bütün sıradanlar tamamen birleşip seçkin olanı geçerli kılmamak; hatta mümkünse onu boğmak için tezgah kurarlar. gizli sloganları ise "kahrolsun değerli olan"dır. ama hatta, kendileri de bir meziyete sahi olanlar ve bu meziyetin ününe zaten ulaşmış bulunanlar bile, onun parlaklığı yüzünden kendi ünleri bir o kadar daha az ışıldayacağı için, yeni bir ünün ortaya çıkışını görmekten hoşlanmayacaklardır.

bir toplumda sevilmenin yolunun akıl ve zeka göstermekten geçtiğini zanneden bir kişi ne kadar da acemidir! akıl ve zeka aslında, önceden kestirilemeyecek kadar ezici bir çoğunlukta nefret ve öfke uyandırırlar; bu öfke bunu duyumsayanın, bunun nedeninden yakınmaya hakkı olmadığı; hatta kendisinden bile gizlediği ölçüde daha acımasızlaşır. birisi, konuştuğu bir kişide büyük zihinsel üstünlük ayrımsar ve duyumsarsa, sessizce ve açıkça bilincinde olmadan, ötekinin de aynı ölçüde kendisinin aşağılık ve sınırlı olduğunu ayrımsadığı sonucuna varır. bu örtük tasım, onun en keskin nefretini, öfkesini ve hiddetini uyandırır.

dünyanın hiçbir yerinde alınacak çok şey yoktur. acı ve yoksunluk dünyayı doldurur ve onlar geçip gittiğinde de dört bir yanda can sıkıntısı beklemektedir. dünyada egemen olan kötülüktür ve budalalık da büyük söz sahibidir. yazgı acımasızdır ve insanlar zavallıdır. bu yapıdaki bir dünyada, kendinde çok şeye sahip olan birisi, aralık ayının karlı buzlu bir gecesindeki aydınlık, sıcak, neşeli bir noel sofrasına benzer. buna göre, seçkin, zengin bir bireyselliğe sahip olmak ve özellikle zihinselliği yüksek olmak, hiç kuşkusuz ki dünyadaki en büyük yazgıdır.

6.11.2018

entelektüel

schopenhauer

kadınlar, insan güzelliğini en kusursuz biçimde dile getiren delikanlılardan çok, otuz ile otuz beş yaş arasındaki erkekleri tercih ederler. bunun nedeni, kadınların hazdan çok içgüdüyle hareket etmeleri ve sözü geçen yaş döneminin doğurtucu gücün en yüksek noktasını gösterdiğini kavramalarıdır. kadınları büyüleyen şey, özellikle irade kuvveti, kararlılık ve cesarettir. namuslu olmanın ve iyi kalpliliğin de kadınlar üstünde olumlu etkisi vardır. öte yandan, babadan kalıtım yoluyla çocuğa geçemeyeceği için, entelektüel üstünlüklerin, kadınları doğrudan doğruya etkilemediği görülür. kadınlar anlayış kıtlığını kötü bir şey gibi göremezler. çirkin, budala ve kaba bir adamın, çoğu zaman kadınlar yanında kültürlü, zeki ve kibar bir erkekten daha fazla başarı kazanması işte bundandır.

23.06.2018

okuma üzerine

marcel proust

bizim için büyülü anahtarları olan, içimizdeki derin, nüfuz edemeyeceğimiz yerlerin kapılarını açan bir yol gösterici olduğu sürece, okumanın yaşamımızdaki rolü sağaltıcıdır.

descartes: bütün iyi kitapları okumak, bu kitapların yazarı olmuş geçmiş yüzyılların en değerli insanlarıyla konuşmak gibidir.

başkaları için konuşuruz ama kendimiz için susarız. bu yüzden sessizlik, konuşmadan farklı olarak eksiklerimizin, yapmacık davranışlarımızın izini taşımaz. o katışıksızdır, o gerçek bir atmosferdir.

yaşayanlar, henüz göreve başlamamış ölülerden başka bir şey olmadığımız için bütün bu nezaket, bir evin holünde giriştiğimiz bütün o selamlaşmalar, ki adına saygı, minnet ya da bağlılık deriz ve içine onca sahtekarlık karıştırırız, bunların tümü bezdirici ve kısırdır.

okuma, eğlencelerin en soylusundan, özellikle en soylulaştırıcısından başka şey değildir. racine'in bir trajedisi, saint-simone'un hatıralarının bir cildi artık yapılmayan güzel eşyalar gibidir.

gerçek seçkinlik zaten adetleri bilen seçkin kişilere hitap edermiş gibidir daima; bir şey "açıklamaz." anatole france'ın bir kitabı bir yığın derin bilgiyi üstü kapalı dile getirir, cahil insanın fark etmediği ve öbür güzelliklerinin yanı sıra kıyaslanamaz soyluluğunu da meydana getiren sürekli imalarda bulunur.

plutarkhos: yeni doğana merhamet edin; çünkü sayısız kötülükle karşılaşacaktır.

eğer schopenhauer'in beni çok uzaklara sürüklemesine izin vermiş olmasaydım, bu küçük tanıtımı, "yaşam bilgeliği üzerine aforizmalar"ın yardımıyla bitirmek isterdim. bildiğim bütün kitaplar arasında bu, yazarındaki azami okumayla, azami özgünlüğü önkoşul olarak sunan tek kitaptır; hatta her sayfası birçok alıntı içeren bu kitabın başında, schopenhauer büyük bir ciddiyetle şöyle yazabilmiştir: "derlemek benim işim değildir."

bir kitap güçlü bir bireyselliğin aynası olmadığında bile zihnin tuhaf hatalarının aynasıdır.

klasiklerin en iyi yorumcuları romantiklerdir. gerçekten de sadece romantikler klasik eserleri okumayı bilir; çünkü onları yazıldıkları gibi, romantik olarak okurlar. çünkü bir şairi ya da bir yazarı iyi okuyabilmek için insanın kendisinin bir allame değil, şair ya da yazar olması gerekir. bu, en az romantik eserler için de geçerlidir. boileau'nun güzel dizelerini bize işaret eden retorik öğretmenleri değil, victor hugo'dur:

"ve güzelliğiyle kirlenmiş dört mendil içinde
çamaşırcıya gönder güllerini ve zambaklarını."