31.08.2013

uzun lafın kısası

diderot: sık ağaçlarla kaplı bir ormanın karanlığında, bana sadece ufak, titrek bir ışık rehberlik ediyor. sonra bir din adamı geliyor ve onu da söndürüyor.

czeslaw milosz: edebiyat ve şiirin görevi insan olduğumuzu bize hatırlatmaktır.

felicien challaye: her ulusal dinin yarattığı "sürü gururu"nu, kolektif biçimde kendine hayranlığı kabul etmek olanaksızdır.

semih gümüş: okuduklarımızdır bizim kim olduğumuzu gösteren.

lenin: din, sermaye kölelerinin insancıl düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam isteklerini içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir.

bourdieu/darbel: mağaza, yoksulun müzesidir.

tagore: senin kendi gerçeğini keşfettiğin tapınakta ben ibadet edersem kendi yaşamımın amacını yitiririm. herkes kendine bir yol seçmeli.

sun tzu: olabildiğince gizlen; öyle ki görünmez ol. olabildiğince gizemli ol; öyle ki sesin bile işitilmesin. o zaman düşmanının kaderi senin elindedir.

paul nizan: yirmi yaşındayım. kimse bana hayatın en güzel dönemi olduğunu söylemesin.

sevgi soysal: düzenle bütün bağlarını koparabildiğin zaman, ki bu cesaret ister, bu cesareti gösterebildikten sonra karanlıktan korkmayan biri olursun.

thomas bernhard: insanlar yalnız değillermiş gibi yapıyorlar; çünkü her zaman yalnızlar.

alain: kişinin etrafındakilere ve kendisine karşı iyi olması, yaşamaları için onlara ve kendisine yardım etmesi, işte gerçek iyilik budur. iyilik neşedir. aşk neşedir.

29.08.2013

imam-hatip okulları

melih cevdet anday

iki türlü din öğretimi vardır. bunlardan biri, bir dini ya da dinleri bilimsel yöntemle inceler; öteki ise inanca dayanan bir din eğitimi ve öğretimidir.

dinlerin bilimsel yöntemle incelenmesi işi, üniversitelerin çalışmaları arasına girer ve oldum olası yapılmaktadır. bizde imam-hatip okulları, müslümanlığın bilimsel yöntemle incelenmesi için kurulmuş okullar değildir; o okulların açılmasının nedeni, o günler söylendiğine göre, alaylı din adamları yerine okullu din adamları yetiştirmektir. başka türlü söylemek gerekirse, dinleri bir dinsiz de inceleyebilir. dinlerin bilimsel açıdan incelenmesinin amacı, inanan din adamı yetiştirmek değildir. oysa imam-hatip okullarından müslümanlığa inanmayan bir imamın da çıkabileceğini düşünmek, o okulların kuruluş amacına aykırı olurdu; çünkü öyle bir kişi toplumun din işlerinde görev almaz, alsa da arkasında namaz kıldıracak insan bulamazdı. inanan din adamı yetiştirmek ise, ister istemez, dogmacı bir eğitimi gerekli kılar ve dinsel dogmacılık, çağdaş uygarlığın temeli olan bilimsel yönteme aykırıdır. ayrıca şunu da söylemeli: müslümanlık sadece tapınma biçimi değil, şeriattır da. imam-hatip okullarında, müslümanlığın tapınma yollarını şeriatından ayırmak gibi reformcu bir tutuma gidilmediğine göre, öğrenci orada yalnızca beş buyruğun nasıl yerine getirileceğini değil, dinin şeriatını öğrenecek ve ister istemez ona inançla bağlanacaktır. oysa bu inanç, bizim laik öğretimimiz ve eğitimimizle, ayrıca anayasamızla bağdaşamaz.

bütün bunlar gösteriyor ki, imam-hatip okullarını açmak, devletin koruyuculuğunda ve önderliğinde şeriatçılık ve islamcılık akımını canlandırmak demektir. o şeriatçılık ve islamcılık akımı ise, en ileri kafalı önderlerinin elinde bile, batı'nın ancak tekniğini almak, onun uygarlık ilkelerini toplumumuza sokmamak biçiminde görülegelmiştir. bundan ötürü falih rıfkı atay'ın "biz imam-hatip okullarından batı medeniyetçisi din adamları yetiştirmek isteyeceğiz de bunu başaramayacağız ha?" sorusunun karşılığı, "evet, başaramayacağız"dır.

27.08.2013

venedik taciri

william shakespeare


felaketin devası kederde barınmaz

ah şu sahtekarlık, ne namuslu görünür dışardan! 

dış görünüş bazen hiç de yansıtmaz gerçeği
oysa dünya hep gösterişe kanmıştır
adaleti alalım: duruşma sırasında
şöyle zarif sözlerle terbiye edilip sunulsa
gizlenmeyecek kötülük, örtülemeyecek yolsuzluk var mı
dinde her zaman ortaya çıkan yanlış görüşleri
saçmalıkları düşünün
bunların içinde bir tane var mı ki
bilgiç'in biri çıkıp da
kutsal kitapların birinde ona dayanak bulmasın
allı pullu sözlerle akla yakın göstermesin

ne denli katıksız olursa olsun
dışardan bakıldığında iyi yanı bulunmayacak
kötülük yoktur yeryüzünde

süs dediğin
tehlike dolu denizin aldatıcı kıyısıdır
hintli güzelin yüzündeki göz alıcı tül peçedir
en akıllı insanları bile tuzağa düşürmek için
yalan dolanla dolu şu devrin büründüğü
doğruluk kisvesidir 

adalet uygulanacak olsa
hiçbirimiz kurtulamazdık

tahtında oturan hükümdara
tacından daha çok yaraşır merhamet

insanlar her şeyi
yakalamaktan çok, kovalamaktan zevk alırlar

bazı insanlar vardır, suratlarına
durgun suların yüzünde olduğu gibi
bir tür örtü takınırlar
inatçı bir suskunluk örtüsü
böyle yapmakla sanırlar ki, başkalarına
akıllı, ciddi, keskin zekalı görünecekler

şu şöhret denen minik balık için
melankoli yemiyle avlanmaktan vazgeç

bolluk içinde yüzüp tıkananlar da
darlık çekip aç kalanlar kadar hasta olabiliyor
o halde, ara yerde olabilmek az mutluluk sayılmaz
aşırılık saçları vaktinden önce ağartır
ama kararı kaçırmayanın ömrü uzun olur

eğer iyi olanı yapmak, bilmek kadar kolay olsaydı
köy kilisesi katedrale
yoksulun kulübesi de kral sarayına dönerdi

ben papaz diye, kendi öğüdünü dinleyene derim
yirmi kişiye birden kolayca davranış dersi verirdim; ama
o dersi alacak yirmi kişiden biri olmaya gelince iş değişir

insanın beyni, kanını dizginleyecek yasalar koyabilir
ama kızışmış tutkular soğuk kuralların üstünden atlayıp geçecektir
gençlik çılgınlığı da böyle bir tavşandır işte
topal nasihatin ağının üstünden atlayıverir

eğer insan çalmıyorsa kazanç mubahtır

ziyafete otururken sahip olduğu iştah
ziyafet sonunda kimde kalır
hangi at, o zorla öğrendiği adımları, daha sonra
ilk günlerin tükenmez şevkiyle atar

yaldızlı mezar görünce gözün kamaşır
bilmezsin ki içinde kurtlar kaynaşır

ne demişler: işini sağlam bırakan sağlam bulur

ah keşke mal mülk, unvan, mevki gibi şeyler
yalan dolanla, yolsuzlukla kazanılmasa da
o yüce onuru taşıma hakkı
erdemli kişinin olsa yalnızca
buyruk veren kaç kişi buyruk alırdı
gerçek onur tohumu seçilip ayıklansa
kimbilir içinden kaç kaba köylü çıkardı
zamanın sapı samanı arasından
kimbilir ne kadar onur toplanır
ve ışıldamaya başlardı

kimi insan hep gölgeleri kucaklar durur
sonunda mutluluğun gölgesini bulur

ne denli katı, vurdumduymaz, azgın olursa olsun
müzikten etkilenmeyecek varlık yoktur yeryüzünde

26.08.2013

sonuncu

jorge luis borges


ayın sessiz dostluğu
(vergilius'tan kötü bir alıntı)
sana eşlik ediyor
zaman içinde yitip giden bugünden başlayarak
gece ya da akşam karanlığında
avare gözlerin çözdüler gizini sonsuza dek
tozlu bir bahçede ya da bir avluda
sonsuza dek mi? biliyorum bir gün birisi
sana diyecek gerçekten:
bir daha görmeyeceksin parlak ay'ı sen
yazgının kaç kez sana sunduğu şeyi
değişmez olanı tükettin çoktan
yararsız açmak dünyanın
tüm pencerelerini. artık geç. bulamayacaksın onu
yaşıyoruz keşfedip unutarak
gecenin tatlı alışkanlığını
iyi bakmalısın ona. sonuncu olabilir bu

25.08.2013

californication

mahcup uyandığınız bir sabah, yalnız geçen bir geceden çok daha iyidir.

evli insanlar değişiklik için kafalarını yoruyorlar. bu, hiçbir zaman en başında zaten yanlış olan bir şeyi çözmez.

en kral amcık bile iyi bir kadının aşkının yerini tutamaz.

önemli olan kazanmak ya da kaybetmek değil, oyunu nasıl oynadığındır.

aşksız hayat olmaz. hiçbir şeye değmez.

kadınları seviyorsun; fakat kendinden nefret ediyorsun. bu yüzden seni gerçekten seven bütün kadınlar eninde sonunda aptal yerine konuluyor.

ufaktan göğüs dekoltesi her zaman iş görür.

kızlar saniyeler içinde, tanıştıkları erkeği becerecekler mi, evlenecekler mi, yoksa öldürecekler mi bilirler.

biraz nefret dolu bir sikiş her zaman insanın ruhuna iyi gelir.

herkes bunu söyler durur: "iyi olacaksın" ardından, günün birinde telefon çalar ve iyi olmadığını söylerler.

mutlu sonların kötü bir ünü olabilir; fakat gerçekleşirler ve gerçek olduklarında mutsuz sonlar kadar sahicidirler.

23.08.2013

hisseli kıssalar

giacomo leopardi

"umutsuzluğun dudağında hep bir gülümseme bulunur."

insanlar başka herhangi bir şeye olduğu gibi inanca da alışırlar; aslına bakılırsa, bir inancı zihinsel kanıtlamanın getirdiği kesinlik nedeniyle değil, genellikle alışkanlığın zorlamasıyla benimserler.

ne bilim adamları kendi şehir ve yörelerindeki yurttaşlarınca ne de edebiyatçılar çağdaşlarınca hak ettikleri itibarı görürler; aslında, çok sık olarak, yaşam ve görüşlerinin toplumunkinden farklılığı yüzünden ve yetenekleriyle eserlerinin değerini fark etme konusundaki genel beceriksizlik yüzünden aşağılanırlar.

"gençler eylemi yapar, orta yaşlılar konuşur; yaşlılar arzu eder."

günümüzde, mükemmel kitapların hali vasat kitapların halinden kötüdür; vasat kitapların birçoğunun gerçek ya da sahte güzellikleri ve nitelikleri öyle bir yolla sergileniyor ki, ne kadar önemsiz olurlarsa olsunlar, ilk bakışta kolaylıkla fark edilebiliyorlar. ama öte yandan, büyük bir aceleyle ve her tür mükemmellikten uzak yazılmış kitaplar, bir süre ün kazansalar da, çok geçmeden mutlaka yok olacaklardır; yok olduklarını da görüyoruz sürekli olarak.

güzel olan yaşam, bildiğimiz yaşam değil, bilmediğimiz yaşamdır; geçmiş yaşam değil, gelecek yaşam.

insanların mutsuzluğunun önce tanrılara karşı işlenen günahtan ve suçlardan doğduğunu düşünenler yanılıyorlar; tam tersine, insanların kötülüğünün kaynağı, başlarına gelen felaketlerden başka bir şey değildir.

acı çekme, daha yüce umutlara yol açar ve böylece insanların ruhlarını yaşama bağlar; çünkü mutsuzlar dertlerinden bir kurtulsalar son derece mutlu olacaklarına pek inanır, doğaları gereği bir biçimde bunun gerçekleşeceği umudunu asla yitirmezler.

yaşam mutlu değilse, kısa olması uzun olmasından iyidir.

insanlar, içinde bulundukları anda zevk alıyor olduklarını düşünmezler. bunu düşünseler, gerçekten zevk alırlardı. yaşamının herhangi bir anında bütün içtenliğin ve bilincinle şöyle dediğini anımsıyor musun: "zevk alıyorum." her gün içtenlikle "zevk alacağım"; birçok kez de, daha az içtenlikle "zevk aldım" demişsindir ve demektesindir. demek ki, zevk ya geçmiş ya da gelecektir; asla şimdi değildir.

dünyadaki bütün iyi şeyler elde edilir edilmez, mal oldukları kaygılara ve çabalara değmez görülürler.

balzac

stefan zweig

dünyayı fethetmek balzac'ın gençlik rüyasıydı ve hiçbir şey gerçekleşen çocukluk hayallerinden daha müthiş değildir. onun, napolyon'un bir resminin altına şunu yazması boşuna değildir: "onun kılıçla sona erdiremediğini ben kalemle tamamlayacağım."

olguları ve etkileri ölçmek tarih yazıcılarının görevidir; nedenleri ve şiddeti ortaya çıkarmaksa balzac'a göre sanatçının. çünkü trajik olan sadece hedefe ulaşamayan kuvvettir.

"benim burjuva romanlarım sizin tragedyalarınızdan daha trajiktir."

balzac'ı çeken şey enerjilerin hem dışa hem de kendine karşı olan öldürücü mücadelesidir. bilinçli bir yaşam istencinin ifadesi olarak ortaya çıkan hedefe yönelik enerjiyi, sonuçları bakımından değil de özü bakımından betimlemektir onun tutkusu. iyi ya da kötü, etkili ya da boşa harcanmış olması onun umurunda değildir, yeter ki yoğun olsun. yoğunluk, istenç her şeydir; çünkü bu insana aittir; oysa başarı ve ün hiçbir şeye ait değildir; çünkü onu rastlantı belirler. ceketinin yenlerine saklayarak fırından ekmek çalan korku içindeki küçük hırsız sıkıcıdır; ama profesyonel olan, kullanmak için değil de tutkusu yüzünden çalan, tüm varlığı çekip alma kavramına dönüşmüş olan kişi ise muhteşemdir.

durgun insanlar balzac'ı ilgilendirmez; onu sadece kendini bir tek şeye verenler, bütün sinirleriyle, bütün kaslarıyla, bütün düşünceleriyle hayatın bir ilüzyonuna takılanlar ilgilendirir; neye olursa olsun; aşka, sanata, cimriliğe, fedakarlığa, cesarete, tembelliğe; ama bütünüyle verenler.

o yazmaya başladığında bütün hayatın bilgisi esrarengiz bir yolla onun içine girmiş, orada toplanmış ve saklanmıştı. bu durum, içinde birikmiş olan bütün bu mesleki sınıflar, malzemeler, mizaçlar ve fenomenler hakkındaki bilginin ona nasıl, ne zaman ve nereden gelmiş olduğu, neredeyse bir mit haline gelen shakespeare'in yanında, dünya edebiyatının en büyük bilmecelerinden biridir.

22.08.2013

biz

yevgeni zamyatin

bilgi, yanılmazlığından kesinlikle emin olduğumuzda inançtır.

sağlıklı bir gözün, parmağın ya da dişin farkına bile varmazsınız. ama toz kaçmış bir göz, iltihaplı bir parmak ya da apseli bir diş kendini hissettirir. benliğin bilincine varmanın bir hastalık olduğu açık değil mi?

arzular acı verir. bir tek arzu bile kalmadığı zaman mutluluk vardır.

her gerçek şair bir kolomb'dur. amerika kolomb'dan yüzyıllarca önce de vardı; ama yalnızca kolomb onu keşfetmeyi başardı.

duvarların, engellerin o ilahi, bilgece sınırlamaları! duvar, belki de keşiflerin en yücesi. insanoğlu, ilk duvar inşa edildikten sonra vahşi bir hayvan olmayı bıraktı.

uçurumun karanlık yüzü bizden yalnızca bir bıçak sırtı kadar uzak olsa ne çıkar? bıçak, insanlığın geliştirdiği en gerekli, en ölümsüz, en yüce nesne. giyotin olan da o, düğümlerin evrensel çözücüsü de o. kenarıysa, paradoksların, korkusuz aklın yolu.

geçmişle gelecek arasındaki aşılmaz boşluk son derece yalındır.

kalp ideal bir pompadan başka bir şey değildir; burada bir sıvının pompa aracılığıyla emilmesiyle bağlantılı olarak basınçtan söz etmek teknik bir saçmalıktır. öyleyse tüm bu aşklar, acımalar ve böyle kasılmalara neden olan diğer saçmalıklar hastalıklı, doğaya aykırı şeylerdir.

düş gücü mutluluğa giden yolun son engelidir.

nihai devrim yoktur. devrimler sonsuzdur. son devrim çocuklar içindir. çocuklar sonsuzluktan korkarlar, geceleri derin bir uyku çekmeleri gerekir.

çocuklar en gözüpek filozoflardır. ve gözüpek filozoflar da kaçınılmaz olarak çocuk kalırlar. tıpkı çocuklar gibi sürekli soru sorarlar.

cennet üzerine şu antik efsane.. bir düşün. cennetteki o ikiliye bir seçme şansı veriliyor: özgürlüksüz mutluluk, mutluluk olmadan özgürlük. üçüncü seçenek yok. o budalalar özgürlüğü seçti ve ne oldu? tabii ki çağlar boyunca zinciri arzuladılar. dünyanın çağlar boyunca çektiği acı buydu işte.

gülme değişik renklerde olabilir. içimizde, uzaklarda bir yerde olan bir patlamanın yankısıdır; havai fişek gibi, kırmızı, mavi ve altın rengi olabilir; parçalanmış, havaya uçuşan insan uzuvlarından da oluşabilir.

orijinal olmak diğerlerinden farklı olmak, dolayısıyla da eşitliği bozmaktır.

eskilerin cennet düşü.. anımsa: cennettekiler ne tutkuyu, ne acımayı ne de sevgiyi bilirler. orada yalnızca düş güçleri yok edilmiş, kutsanmış insanlar vardır. onlar da zaten bu nedenle kutsanmışlardır.

eski bilgelerden biri akıllıca bir şey söylemiş, kazara tabii: "dünyayı açlık ve sevgi yönetir." öyleyse evren üzerindeki egemenlikleri kaldırabilmek için onlar üzerinde egemenlik kurmalı.

insanoğlu bir roman gibidir: son sayfaya gelinceye kadar nasıl biteceğini kimse bilemez. yoksa okumaya değmezdi.

21.08.2013

kağıt helva

elif şafak

hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur her zaman. ne varsa harap bir kalpte var.

dışadönük, kendini beğenmiş insanlara kıyasla içekapanık ve mütevazı insanların parıltısı daha azdır belki; ama böyleleri oksijen gibidir. varlıkları hemen anlaşılmasa da yokluklarında nefes almak zorlaşır.

eşyalarla ilişkimiz yanılsama üzerine kurulu. eşyaların sahibi olduğumuzu zannediyoruz. halbuki efendisi değil, sadece hikayesi vardır eşyaların.

ya aşırı kıymet verir ya da kıymet bilmeyiz.

elmas bir gözdür yürek. ve çizilmeyegörsün bir kere; artık hep sedefsi bir yırtıkla bakacaktır cümle aleme.

bütün dinler, aynı denize akan ırmaklardır.

hayalgücümün geniş olduğunu söylerler. "saçmalıyorsun" demenin şimdiye kadar icat edilmiş en ince yoludur bu.

sorulması gereken "niçin tarih boyunca daha çok sayıda kadın şair ya da yazar çıkmadı" değil. esas soru, "nasıl oldu da o bir avuç kadın şair ve yazar bu şartlara rağmen gene de çıkabildi?"

aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.

aşk nörokimyasal bir düzenektir. ve en sadık aşıklar da kuşbeyinlidir. eğer seneler sonra hala kocasına körkütük aşık bir kadın görürsen, bil ki belleği tıpkı bir kuşun belleği gibi çalışıyor.

en sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. aynı şekilde zengin, benzer biçimde mesut olanların yakınlıkları sabun köpüğü gibidir, uçar. ortak hüzünler, ortak arızalardır esas yakınlaştıran, yaklaştıran.

başlı başına bir dünyadır aşk. ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde.

lusin ile stepan

edip cansever


ve lusin binlerce flaşla parlatılmış gibi
günlerce korunduktan sonra
bir gece yarısı

lusin
günlerce korudum ben kendimi
konuşmak istiyorum artık stepan
seninle konuşursam her şey aydınlanacak sanki

stepan
beni güçlendiriyorsun lusin. ne var ki
istemiyorum güçlenmeyi ben. daha doğrusu
bulunmuş bir eşyayım da sanki, örneğin
bir para cüzdanı, bir anahtar zinciri
ya da eski bir saat.. her neyse
kullanıyorum kendimi bulduğum gibi

lusin
bilmiyorum stepan. bildiğim bir şey varsa
öyle bir satranç taşının oyuncusuyla
çok zorlu bir durumda konuşması gibi
konuşmaya geldim seninle

stepan
mutluydun. dokunulmaz bir içgüdüyle
yaşıyordun ölümsüzlüğünü. ve tanrı
yetiyordu sanırım bütün isteklerine

lusin
yitirdim inançlarımı stepan. ve nasıl alabildiğine
sorumsuz dolaşırsa kan vücutta
bir yandan bir parçası olarak insanın
bir yandan büsbütün yabancı insana
giderek tanrıyı buldum ben de. tanrıysa
yitirdi kesinliğini bir insan kılığında

stepan
ve sonra dayanılmaz bir yalnızlığın altında
insanları gördün birden ve bütün kasvetleri
diyebilirim ki, kapatılmış bir özgürlük isteği seni
çekiverdi sanki odama

lusin
bir özgürlük de değil bu, daha çok
bir özgürlük duygusu belki
bence bu duygunun bir karşılığı olmalı
tanrıya inandıkça tanrının olması gibi

stepan
bilmem ki, nasıl anlaşırız bu durumda
çünkü ben mi yöneteceğim seni, yoksa
sen mi alacaksın buyruğuna beni
hiç değilse dengeyi kim sağlayacak
ayrıca böylesi bir denge gerekli mi, değil mi

lusin
kopunca inancımdan, bir insan inancından kopunca
bir de yalnızsa böyle.. ve bu durumda stepan
her şey artık insandır
denemek istiyorum bunu, anlıyor musun

stepan
benim anladığım daha fazla bunlardan
bir konyak içer misin

lusin
öyleyse şunu söylemek istiyorum kısaca
denemek istiyorum ben kadınlığımı da
kadınlığımı ve her şeyi
hiçbir şey ummadan. akşamüstü kiliselerin
boşluğunda kaybolan
sinirli dualarla tanrıda olmak gibi
ya da bir esrime gibi, dayanılmaz bir mutluluk gibi

stepan
peki, ya diran

lusin
diran'la bir ilgisi var mı sana gelmemin

stepan
gerçi aldırdığım yok benim de diran'a
ve benim hiçbir şeye aldırdığım yok, kurallara da
ama var ya, bir kadeh tutma biçimi gibi
ya da bir telefonu açınca
ne diyorsam karşımdakine örneğin
kurtarmak için bir durumu
işte ilk cümlede, her zaman
buna benzer bir şeyler söylemeliyim
ya diran?

lusin
unutulmuş gibiyim ben. ve insan
bir bakıma unutulmuş gibidir
bilmem ki, nasıl anlatmalı, yalnız bile değilim
belki de yalnızlıktan
daha fazla bir şey bu
unuttum ben kendimi de stepan

stepan
kopunca kendimizden. ve her şeyden biraz kopunca
bir güc olduğunu sanırız yalnızlığın
hatta bir bakıma övünürüz de onunla

lusin
güçlüyüm belki de bunun için
unutmak, unutulmak, kim bilir
her bakımdan daha iyidir. ve insan
bir gün yeniden tanıyabilir kendini. bir umut
ve umut değil mi bizi koruyan. bu böyle olunca da
yeniden bir doğuşa hazırlanıyoruz demektir
insan neyi daha çok özleyebilir. ve neyi
daha çok isteyebilir bundan, bilmem ki

stepan
hep aynı çıkmazlara düşmek de var sonunda

lusin
ama ben yüceltmek istiyorum kendimi
etimi, her şeyimi, yeniden
yüceltmek istiyorum. şimdi sorarım sana
bir aşkınlık değilse bu, kısa bir mutluluk olsun değilse
ya nedir

stepan
istemek daha başka. önce mutluluk
bir yer arar kendine boy atmak için
sonra bir hastalık gibi yayılır ondan ona
bana kalırsa lusin, sen ki böyle tek başına
başarabilir misin bu işi

lusin
...........................

stepan
elini verir misin, elini
benim anladığımca sen
bir başına yüceltmek istiyorsun kendini
bu böyle olunca da, o zaman
şaşırma bir gün mutluluk yerine
daha hiç denenmemiş bir acıyla karşılaşırsan

lusin
bir acıyla.. daha hiç denenmemiş

stepan
bak işte, en soylu isteklerle odama geliyorsun
ve düşün, insanlığının en alımlı katında
her şey bu kadar doğal, her şey bu kadar güzelken
sorarım, neden böyle yabancı kalıyorum sana

lusin
bilmem ki stepan

stepan
bak lusin; çünkü ben sevmiyorum kadınları
bu tuhaf alışkanlığı, bu gereksiz yakınlığı
sense bencillik diyeceksin buna. ya da
bir zevk düşkünlüğü diyeceksin. oysa hiçbiri değil

lusin
peki, ya nedir

stepan
olsa olsa bunca çıkmazı
sürdürmek benimkisi bir zevk biçiminde boyuna
ve yaratmak yeniden bütün iğrendiklerimi

lusin
kaçınılmaz bir yalnızlık seninkisi. ayrıca
katı, ilgisiz, iğreti

stepan
ve diyebilirim ki lusin, soyu kalmamış hayvanlar gibi
öyle bir buz çağını yaşıyorum da
içkiyle aşıyorum, içkiyle çözüyorum bu cehennemi

lusin
hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey istemeden gerçekte

stepan
belki de bir bilinci yoğunlaştırıyorum böylece
doğarak acılarıma her an yeniden
ve kendini kanatan bir bıçak gibi işte

lusin
anlıyorum stepan, ne var ki, ben de
çıkmalı diyorum bu boğuntudan
bu yanlış orospuluktan, bilmiyorum
bana yardım edebilir misin? daha doğrusu
bir yol gösteren değil, bir uğrak
olabilir misin bana

stepan
sadece bir anlaşma! ne çıkar anlaşsak da biz
ve bütün anlaşmaların dünyada
sanırım bir anlamı var: yok gibiyiz hepimiz

lusin
öyleyse yalnız da değilsin sen. ayrıca
tutsaksın yalnızlığına stepan

stepan
bunu yadsımıyorum ki lusin. yadsımıyorum da
demek istiyorum ki, sen de yalnızsın benim gibi
biz ikimiz de yalnızsak.. ve işte bu durumda
iki kişilik bir yalnızlık olmaz mı bizimkisi
yok sanki bir şey yapacak

lusin
belki de var.. ama nasıl?

stepan
zorlasak mı acaba bizim olmayan
görünmez bir mutluluğun yollarını
her türlü acılarla yılmadan
savaşsak mı geleceği kurtarmak için
ama gelecek ne lusin, bilmem ki
bilsem bile ne çıkar, o zaman da ben neyim

lusin
düşündüm ben stepan. düşündüm daha önce de
diyorum bir geneleve gitmeli
hiç değilse bir karşı koyma biçimi. ve belki
o yalanlardan, o yalan ilişkilerden
daha önemli bu, kim bilir

stepan
bence bu kurtuluş yolu değil. gerçi her şeyin hakkını vermeli
üstelik kaygılanmadan
ama bir tükenme duygusu, ölümsü bir yılgınlık da
olabilir seninkisi. öyleyse karar vermeli
bir çözüm yolu mu bu, değil mi

lusin
hep böyle baş eğmek mi? istemiyorum bunu stepan
düşmeli bir çirkinliğin içine. ve yavaş yavaş
aşmalı çirkinliği

stepan
bak lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
her türlü çirkinliğin içinde
her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
içinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
ve kırılaraktan durmadan
öyleyse bir kurtuluş bu mu? bana kalırsa
ölümünü içinde taşıyan bir isyan

lusin
isyandı tanrıya başkaldırmak da. öyleyse
ben şimdi neye inanacağım
yalnızsam, beni yalnız bırakan
ve yalnız değilsem, kararsız bir yargıç olan
başkalarına mı
yoksa kendime mi stepan, ne dersin

stepan
korkunçtur, bana kalırsa adımıza
hazırlanmış bir oyun var bizim
hepimizi yalnız bıraktıkları bir oyun
ve bilirler, insanlar yalnız kaldıkça
konuştukları dil de değişir
sonunda hiç anlaşamazlar. öyle ki
bir zaman parçası içinde, bir durumun
değişmez akışında, tekdüze
kalırlar bir sıkıntı avcısı gibi
ve bir gün anlarlar ki, bir güç değildir artık yalnızlık
ve bunu anlayınca, işte o zaman lusin
aşıvermek isterler bu zamanla durumu
koşarlar, koşarlar, tam sınıra gelince
sanki o tel örgülere yapışmış gibi
bir duman oluverirler ya da kaskatı
bir kömür parçası, bir ceset
nedir bu durumda insanın anlamı

lusin
aşmalı bu durumu stepan

stepan
duymuyorum ben acılarımı. ve yitirdim çoktan
yitirdim bütün karşıtlıkları. ne umut
ne umutsuzluk, ne hiçbir şey
kurtaramaz varlığımı benim. ve yoğun bir anlamsızlığın içinde
sanki renksiz, boyutsuz
ve göksüz, zamansız bir evrende
tek çıkar yol yaşamaksa lusin
yaşıyorum ben de kaygısız
değişmez bir anlamsızlığı böylece

lusin
yani bir çıkmazı sürdürüyorsun kısaca
bu yitiriş kendini, bu çöküş
sanki bir üstünlük duygusu veriyor sana

stepan
bense bir yalnızlık tarihini örüyorum ustaca. ve gelecekteki
bir önseziyi kuruyorum şimdiden

lusin
asıl iş bir sonuca varmakta

stepan
varabilir misin

lusin
öyleyse çok uzun bir yol bu doğrusu

stepan
bir konyak daha içer misin

lusin
ayrılalım stepan, belki biz anlaşıyoruz ama
ilkemiz ayrı yaşamak
ve ne varsa işte bu ayrılıkta

stepan
adım stepan, lusin. yani ben
bir satranç oyuncusu olamam

lusin
elini ver stepan, ne de olsa bir anlaşmadır bu
belki de bir anlaşmadır

-bir insan yaşanmamışlığı bulunca
onu artık hiç kimse anlatamaz
kalır sonsuz gücünün buyruğunda
ve bütün kesinliklerin üstünde, yalnız
dolaşır bir ateş böceği gibi kendi aydınlığında-

20.08.2013

yaşam

joyce carol oates

bir evlilikte çok şey söylenir, çoğu şey de söylenmeden kalır.

ralph waldo emerson: insanoğlu bütün gün ne düşünüyorsa odur.

insan olmak anlamlı yaşamak demektir. anlamsız yaşamak, insandan düşük bir tür olarak yaşamaktır.

yakınlık gözü kör edebilir. ne kadar yakınsanız o kadar az görürsünüz.

insanın kendisini eserine kaptırması ne kadar gerekliyse onu aşması, arkasında bırakıp yola devam etmesi de o kadar gereklidir. insanın kendi eseri tarafından yutulması korkunç bir şeydir.

marcus aurelius: yaşamınıza son verme gücü hep elinizdedir. bunu unutmayın.

bu benim yaşamım artık. tuhaf, kestirilemez. kestirilemez olduğu için tuhaf değil ama tuhaf olduğu için kestirilemez. yaşamımın anlamını, yaşamımın aşkını kaybettiysem de dökülüp saçılan çöplerin arasında hala küçük hazineler bulabilirim.

19.08.2013

vahşi vs. köylü

jean-jacques rousseau
vücutları sürekli çalışan iki tür insan vardır ki bunların ikisi de ruhlarını geliştirmeyi pek az düşünürler; köylüler ve vahşilerdir bunlar.


köylüler kaba sabadır, incelikten uzaktır, beceriksizdir; duyularının güçlü oluşuyla tanınan vahşilerse zihinlerinin inceliğiyle daha çok tanınırlar. genellikle bir köylüden daha hantal bir yaratık olmadığı gibi bir vahşiden daha ince bir yaratık da yoktur.

bu fark nereden ileri geliyor? şöyle ki, her zaman kendisine buyrulanı ya da babasından gördüğünü veyahut gençliğinden beri kendi yaptığını yapan köylü hiçbir zaman göreneklerin dışına çıkamaz ve neredeyse robot gibi sürdürdüğü yaşamında hep aynı işlerle uğraştığı için, alışkanlık ve boyun eğme onda akıl yerine geçer.

vahşinin durumu ise farklıdır. o, kendisinden istenen bir görev olmadığı, kimseye boyun eğmediği, kendi iradesinden başka bir yasa tanımadığı için yaşamının her etkinliğinde düşünce yürütmek zorundadır; önceden sonuçlarını düşünmeden hiçbir hareket yapmaz, tek bir adım atmaz. böylece, vücudu çalıştıkça zihni de o ölçüde açılır, gücü ve aklı aynı anda gelişir ve biri genişledikçe öteki de genişler.