30.04.2021

uzun lafın kısası

dostoyevski:
insanın yaptığı yanlışlardan en büyüğü, başkaları karşısında gülünç olmaktan korkmasıdır.

elias canetti: satranç oynamayı bilmeyen bir insan, insan değildir. insan üç altmış boyunda olabilir; ama satranç bilmiyorsa aptalın tekidir.

emil cioran: sabahın beşinde bir genelevin halini görmeyen kimse, gezegenimizin hangi bezginliklere doğru yol aldığını düşünemez.

goethe: bizim en mutlu olduğumuz anlar, tanrı'nın bizi sevimli bir deliliğin içine sürüklediği anlardır.

halil cibran: dostum, yollar yürümek içindir; fakat şu gerçeği de hiç unutma: yürümekle varılmaz; lakin varanlar yürüyenlerdir.

irvine welsh: şu anda, bir tür olarak, eğer ruhumuz vücudumuzda bir yerdeyse, orasının götümüz olduğuna inanıyoruz. bütün hikaye bu. çok mantıklı. bu yüzden bu kadar saplantı haline getirmişiz: anal espriler, anal seks, anal alışkanlıklar.. en son sınır beyin değil, uzay değil, göt deliğidir. bizi devrimci yapan da bu olacak işte.

murathan mungan: kadınların en büyük talihsizliği, erkeklerden bekledikleri birçok şeyin eşcinsel erkeklerde fazlasıyla bulunmasıdır.

nietzsche: iyi insanların verdiği zarar, kötülerin verdiği zarardan daha yıkıcıdır.

paulo coelho: kaybolmaları istedim, ilginç yerler keşfetmenin en iyi yolu kaybolmaktır.

tom robbins: sigara içen kişinin akciğeri, ateş tanrısına kurban edilmiş çıplak bir bakiredir. 

cenap şahabettin: eskimiş düşünceler, paslanmış çivilere benzer; onları söküp atmak çok güçtür.

cesare pavese: hiçbir zaman öfkelenmeyen adamdan kendini koru.

29.04.2021

hayat

giovanni papini

okur kişi, sen kim olursan ol, şu anda burada seninle yüz yüze olmak, gözlerimi gözlerine dikmek, ellerini sıkmak ve sana alçak sesle: "yaşadığına inanıyor musun? gerçekten, derinlemesine, yoğun yaşadığına? bu hayatın sana, gençliğin ateşli gecelerinde hayalini kurduğun kadar güzel ve büyük görünüyor mu?" demek isterdim. ve daha da alçak sesle, yavaşça, sana sormak isterdim: "gençliğin var mıydı? derinliklerinde, kanında bir şeylerin mayalandığını, kaynadığını, kıpırdandığını, heyecanlandığını; dışarı çıkmak, taşmak, dünyayı bir alev gölü misali sular altında bırakmak istediğini içinde hissettin mi? birkaç saatlik heyecandan, zalim bir gün batımından, bir şairin dizelerinden sonra sen hissettin mi; şahsen kendinin ilk kişi, hayatın kaşifi, dünyanın kaşifi olduğunu hiç hissettin mi? ve bu yaşam sana zavallı, bu dünya sana küçük görünmedi mi? yaşam aşkına ölümü arzulamadın mı? uzak gökyüzünün önünde büyük iskender'in hırsını arzulamadın mı?"

güneş sürekli aydınlatıyor, su akıyor, ay görünüp kayboluyor, kuşlar ötüyor, kadınlar âşık oluyor, çiçekler açıyor ve sonra soluyor, insanlar birbirlerini aldatıyor, çanlar şafakta ve gün batımında çalıyor, gemiler demir alıyor ve sonra limana tekrar dönüyor, geceler günleri izliyor ve bunların hepsi sürekli, bütün hayatınız boyunca, ilk iniltilerinizden son iniltilerinize dek devam ediyor. dünya dolaşılsa da, yeni insanlar tanınsa da, hissedilmemiş duygular aransa da, evrenin her yerinde nesnelerin sürekliliği, farklı isimlerle kötüce maskelenmiş eylemlerin usandırıcı tek biçimliliği, küçük geçici hayvan hayatımızın esas birliği keşfedilir. her gün bir sonrakinin aynısıdır; her sene aynı güneş ve rüzgâr, ısı ve fırtına olaylarını ve nedenlerini beraberinde getirir; her insan hayatı hep aynı, birkaç kelimeyle anlatılabilir: doğdu, acı çekti, umdu, öldü.

28.04.2021

telli kavak

aydın gün


bir telli kavak büyürdü
daday'ın çiğdere köyünde usuldan usuldan
yerin karanlığından azat olmuş
aydınlık sular yürürdü ayaklarının ucundan
kendi halindeydi telli kavak
geceleri gökyüzüne bakarak
samanyolu'nu düşünürdü yaprak yaprak
başka şey de dilemezdi
en uzak rüzgarlara kaptırmıştı başını
ona konmayan kuşa kuş
ona değmeyen rüzgara rüzgar da denemezdi

gel zaman git zaman
kızını everecekti çiğdereli halil
cebindeki yetmezdi
bir gece sabaha karşı
veryansın ettiler baltayı ayak bileklerine telli'nin
uyanıverdi ilk vuruştan
"aman" dedi telli kavak: "kıyman"
sular bulandı ayaklarının ucundan
yapraklar yalvardı hep bir ağızdan: "vurman"

aman zaman dinler miydi çiğdereli halil
kızını everecekti, cebindeki yetmezdi
yıkılıverdi telli kavak
ortasına gecenin boylu boyuncak
oldu mu ya, dedi telli kavak
böğründe duran baltaya
yaşayıp gidiyorduk şunun şurasında
kim gönderecek şimdi selamını suların
samanyolu'na yaprak yaprak
ne olacak şimdi rüzgar
kuşlar nereye konacak

ordan oraya atıldı telli kavak
elden ele satıldı
boynuna dört demir takıldı
çankırı'ya beş mavzer atımı uzak
bir tepenin duldasına çakıldı
telefon direği oldu telli kavak
vınladı durdu telefon telleri boynunda
samanyolu'na baktı geceleri
suları düşündü ayaklarının ucunda
yapraklarını düşündü
rüzgarı düşündü avcunda
gözleri dolu dolu oldu
bir türkü tutturdu en sonunda:

"telefonun tellerine kuşlar mı konar
herkes sevdiğine cicim, böyle mi yapar?"

27.04.2021

insan

robert musil

insanoğlunun iç dünyasındaki kuraklık, ayrıntıda kılı kırk yarmaktan, genelde ise umursamazlıktan oluşan o korkunç karışım, insanlığın bir ayrıntılar çölündeki korkunç terk edilmişliği, tedirginliği, kötülüğü, yüreğe değgin eşsiz umursamazlığı, para hırsı, soğukluğu ve zorbalığı gibi zamanımızı belirleyen özellikler, yalnızca ve yalnızca çok sağlam bir mantığı temel alan bir düşüncenin yol açtığı kayıpların sonucudur.

insanlığın bütün ruhsal kargaşası, asla çözülememiş sorunlarıyla birlikte, tiksindirici bir biçimde tek tek herkesin sırtındadır.

ne tuhaftır ki genelde insanlar ya bakımsız, rastlantıların etkisiyle biçimlenmiş, bozulmuş, görünüşte ruhlarıyla ve özleriyle hemen hiç ilintisiz bedenlere ya da sporun maskesinin arkasına gizlenmiş, onlara kendi kendilerinden izinli oldukları saatlerin görünümünü veren bedenlere sahiptirler.

aptallığın kendine uyduramayacağı hiçbir önemli düşünce yoktur. aptallık her yanıyla devingendir ve sırtına hakikatin bütün giysilerini geçirebilir. buna karşın hakikatin her zaman tek bir giysisi, tek bir yolu vardır ve o yüzden hakikat, her zaman elverişsiz konumdadır.

insanlar bunu bilmiyorlar, o kadar; nasıl düşünülebileceğinden haberleri bile yok. onlara düşünmek yeniden öğretilebilseydi o zaman onlar da farklı yaşarlardı.

26.04.2021

sonunda

goethe


öğrenme merakıyla şifa bulan gönlüm
gelecekte hiçbir acıya kapalı olmayacak
bütün insanlığa nasip olan her şeyin
kendi içimde tadına varacağım
ruhumla en yüksek ve en derini kavrayacak
onun sevinç ve üzüntüsünü gönlüme yığacağım
böylece kendi benliğimi onun benliğine doğru genişletip
sonunda onun gibi ben de başarısız olacağım

25.04.2021

sanat

andre gide

sanat gösterilerinde bulunanlardan sakın. gerçek sanatçı ne kırmızı yelek giyerek dikkati çeker ne de isteyerek sanatından söz eder.

bir sanatçı için şu şeyin lüzumunu savunacağım: anahtarı yalnız kendisinde bulunan özel bir dünya. her ne kadar büyük bir şeyse de sanatçının yeni bir şey getirmesi yetmez; ama kişiliğindeki her şeyin yeni olması veya yeni gibi görünmesi, her şeye kudretle renk veren mizacının aralığından gözükmesi lazımdır.

kişinin kendisinde duyumsadığı farklılık kesinlikle ender olarak sahip olunan şeydir, her kişiye değerini veren şeydir ve işte ortadan kaldırılmaya çalışılan şey de budur. herkes öykünüyor. ve herkes yaşamı sevdiğini ileri sürüyor.

aptal görünmeye cesaret etmek büyük bir akıllılıktır.

alkışlar, nişanlar, ünler, gözde salonlara çağrılmak, bunların ardından hiç mi hiç koşmadım. tek önem verdiğim şey, ender rastlanan, kafaca üstün birkaç kişinin bana değer vermesidir. herkesin hoşuna gitmeye hiç çalışmadım; ama birkaç kişinin görüşüne aşırı önem veririm.

24.04.2021

how i met your mother

bir boşluğu doldurmaktan daha çok zevk veren bir şey yoktur.

bazen tek yapabileceğiniz şeyin öfkenizi içinize atmak ya da  karşınızdakinin yüzüne söylemek olduğunu düşünebilirsiniz. ama üçüncü bir seçeneğiniz daha var: akışına bırakabilirsiniz. ve sadece bunu yaptığınızda öfkeniz gerçekten gider. ve hayatınıza kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.

30 yaşına geldiğinizde birisiyle birlikteyseniz, tuhaf bir şey yaşarsınız: her baktığınız yerde bebek görürsünüz.

ayrılık acısının ne kadar sürede atlatılacağı hakkında herkesin bir fikri vardır. ama sanırım kendinize gelmeye, sizi tekrar oyuna dahil eden o kişiyi tanıdığınız an başlıyorsunuz.

erkeklerin ve kadınların birlikte yaşayabilmeleri için seks yapmaları gerek. seks bütün tartışmaları çözer.

bir pilice telefon numaranı verdiğinde ona arayıp iptal etme imkanını verirsin. eğer telefon numaraları olmadan bir randevu kaparsan gelmek zorundadırlar.

kızlar lunapark trenleri gibidir. sıra size gelene kadar beklersiniz ama bir kez bindiniz mi ona sımsıkı tutunup anahtarlarınızı düşürmemek için dua edersiniz.

bir adamın gözlerinin içine bakıp: ''ben senin adını bilmiyorum, sen de benim. ama 8 dakika içerisinde bu benzin istasyonu tuvaletini temelinden sarsacağız.'' diye düşünürken yaşanan heyecana eşit bir şey yoktur.

23.04.2021

tanrı

sevan nişanyan

bilginin artması bilinmeyeni azaltmaz; tam tersine artırır. bilgi dairesinin çapı büyüdükçe, bilinmeyenin hududu genişler. denize ne kadar açılırsan, denizin büyüklüğünü o kadar kavrarsın. cahil, bildiğini zanneder. bilen, bilmediğini bilir. cahil, bilmediğinin adını "allah" koyunca bildiğini zannedendir. bilmenin şartı, bilmediğini itiraf etmektir. bilmediğini bilen, öğrenir. bilmediğini itiraf edemeyen, cahilliğe mahkumdur. bilmediğinin adını "allah" koyunca bildiğini zanneden, cahilliğe mahkumdur.

her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten fakat bir insanın kişiliğine ve duygularına sahip olan bir tanrı fikri, daha ilkokul dördüncü sınıftayken bana çok çocukça gelmeye başlamıştı. o zamandan beri de bu görüşüm hiç değişmedi. bırak aklı başında bir insanı, bir çocuğun bile böyle saçma bir fikre nasıl inanabileceğini asla anlayamadım.

bir insani faaliyet olarak dinin önemini ve çekiciliğini anlıyorum elbette. ama o organize dinlerdeki "seven, kızan, döven" tanrı fikri bana gülünç geliyor. aptalca geliyor. adeta insanlığın çocukluk devrine ait bir masal motifi.

tanrı denen şeyin masal olduğundan kuşkum yok. daha doğrusu şöyle söyleyeyim: tanrı şöyledir böyledir diye söz söyleyen herkesin götünden attığından eminim. bu anlamda ateistim, kafam net. ama dikkat et bak: masal kötü bir şeydir demedim ki? istersen mit dersin, alegori dersin, masal değil mesel dersin. o zaman pekala konuşacak ortak zemin buluruz gibi geliyor bana.

yeter ki, "sen benim tanrıma nasıl masal dersin" diye babalanan nemrut takımını başımızdan def edelim.

bu kadar zulmün olduğu bir dünyada o tanrı eğer varsa ya acizdir, ya umursamazdır, ya da zalimdir. bu üçünden başka ihtimal yok.

bir kadının gülüşü

clarissa p. estes

jung, ofisine cinsel bir sorundan yakınarak gelen birinin, gerçek sorununun daha çok bir ruh ve tin sorunu olduğundan söz ediyordu. biri tinsel bir sorundan söz ettiğinde de bu, çoğu zaman, aslında cinsel doğaya dair bir sorundu.

cinsel içerikli bir gülmede daha uysal şeylere gülmekten farklı olan bir şey vardır. cinsel içerikli bir gülme, öyle görünüyor ki, psişenin hem en uzak hem de en derin bölgelerine ulaşmakta, her tür şeyi sallayıp gevşetmekte, kemiklerimizi oynatmakta ve bedenin içinde latif bir duygu akışının oluşmasına neden olmaktadır. o, her kadının psişik dağarcığında bulunan bir vahşi zevk biçimidir.

kutsal olan ile cinsel olan, psişede birbirine yakın yaşar; çünkü hepsi bir şaşma hissiyle, entelektüalize ederek değil ama bedenin fiziksel yolları aracılığıyla, o an ya da sonsuza kadar bir öpücük ya da bir görü, bir karın gülüşü veya her neyse onunla bizi değiştiren, sarsan, zirvelere taşıyan, hatlarımızı yumuşatan, bize bir dans adımı, bir ıslık, gerçek bir hayat patlaması veren bir şey yaşantılayarak bilince girer.

gülme, kadın cinselliğinin gizli tarafıdır; fizikseldir, temeldir, tutkuludur, hayat vericidir ve bu yüzden uyarıcıdır. genital uyarılma gibi bir hedefi olmayan bir cinsellik türüdür. sadece o an için, bir sevincin cinselliğidir; özgürce uçan, yaşayıp ölen ve kendi enerjisiyle yeniden yaşayan hakiki ve şehevi bir sevgidir. kutsaldır; çünkü fazlasıyla iyileştiricidir. şehevidir; çünkü bedeni ve onun duygularını uyandırır. cinseldir; çünkü heyecan vericidir ve haz dalgalarına neden olur. tek boyutlu değildir; çünkü gülme, insanın kendisi kadar başkalarıyla da paylaştığı bir şeydir. bir kadının en vahşi cinselliğidir.

22.04.2021

kardeşim

hasan hüseyin korkmazgil


acısını dostlarının yüreğinde duymamışsan
kapı kapı dolaşmamışsan iş dilenerek
işsizliğe düşmemişsen hakkım dedikçe
ve bayraklı pankartlı yürüyüşlere
halaylı horonlu grev şenliklerine
katılmayı aşk gibi duymamışsan şuranda
ağrın ağrım, acın acım dememişsen insan kardeşlerine
ve dilinin en görkemli
ve dilinin en bando-davul sövgülerini
sıralayıp sallamamışsan deyyuslar saltanatına
hangi yaşta olursan ol kardeşim
kaptırıp gönlünü sevda fırtınasına
evinin yolunu şaşırmamışsan
sende iş yok be kardeşim
sen artık hapı yutmuşsun

21.04.2021

ergenekon

sevan nişanyan

ergenekon davası siyasi bir hesaplaşmaydı. devlete kim egemen olacak kavgası verildi; bir taraf kazandı, öbür taraf kaybetti. kuralsız sahada oynanan bu tür iktidar oyunları tarihin her döneminde kanlı olmuştur. idam cezası kaldırılmamış olsa şüphesiz idamlar da verilirdi, muhtemelen infaz da edilirdi. ya öbür taraf kazansaydı? daha merhametli olacaklarını hiç sanmıyorum. genelkurmay tayfasının 2007'deki cumhurbaşkanlığı gambiti başarılı olsaydı bugün erdoğan, gül ve arınç nerede olurdu, düşünebiliyor musunuz?

bu kavgada ben açıkça taraf tuttum. fikirlerine değer verdiğim, sağduyusuna güvendiğim arkadaşlarımın ezici çoğunluğu da benle aynı tarafı tuttu. askercilerin yenilmesine sevindik. hâlâ da -her şeye rağmen- ben seviniyorum. neden, ah neden? diye soruyor bazı arkadaşlar. başbuğ yahut balbay, mesela bekir bozdağ'dan daha mı bozuk adamlardı? izmir'in gündoğdu meydanında bayrak töreni yapan cici kızlar kazlıçeşme'de tayyip için şehadet andı içenlerden daha mı fena? türklüğe hakaretten sana açtıkları davayla, türklerin peygamberine hakaretten açtıkları dava arasında ne fark var? pis sorular bunlar, evet. ama cevabım var. buyur anlatayım.

sevindik, çünkü:

bir: daha önceki üç darbede uyguladıkları ahmakça, sadistçe zulüm hafızalardan çıkmamıştı. bu sefer daha akıllı veya daha mülayim olacaklarına kimse inanmadı. darbe ile gelen illa ahmak ve sadist mi olur? bilmiyorum. emin değilim. ama üç denemenin skoru ortadayken, ben şahsen o riski almak istemezdim.

iki: temsil ettikleri ideoloji kabak tadı vermişti. yalanı, riyakârlığı, lime lime dökülmeye başlamıştı. omzunun kalabalığıyla beyninin parıltısı orantısız birtakım generaller her ağzını açtığında, o ideolojinin yıldızı biraz daha soldu. miadı elli sene önce dolmuş bir hurafeler sistemi milletin boğazına tıkıldıkça gına geldi. miadı bin sene önce dolmuş bir başkahurafeler sisteminden bile, bazı insanlar, medet ummaya başladılar.

üç: uzun süreden beri iktidarda olmalarının getirdiği yozlaşma ve kibir, tahammül edilmez bir seviyeye varmıştı. yollarına çıkanı böcek gibi ezeceklerine inanıyorlardı. bunu hak görüyorlardı. işledikleri cinayetlerde insanların kanını donduran şey, cinayetin kendisinden ziyade, ardındaki pervasızlık ve şımarıklıktı sanırım. ogün samast'tan ziyade kemal kerinçsiz'di tiksindirici olan – "biz hakikatin sahibiyiz, dolayısıyla gerekirse öldürürüz." diyen o iğrenç sırıtış!

dört: memleketin temel sorunları karşısında acizdiler. kürt sorununda, ermeni sorununda, kıbrıs sorununda, ab ilişkileri konusunda, denenmiş ve tükenmiş bir zihniyetin temsilcisi idiler. sunabilecekleri bir çözüm umudu yoktu. bunlar da ermeni ve kıbrıs meselelerinde fosladılar, evet, ab meselesinde de foslamanın eşiğindeler. ama en azından denediler. kürt sorununda belki bir şeyler başardılar da.

beş: türkiye'de parlamenter rejimin bekası, oy çokluğuna sahip olan tarafın galip gelmesini gerektiriyordu. karşı taraf seçim kazandı diye oyunun kurallarını değiştirmeye kalksan o rejimden hayır gelmez. parlamenter rejimin bekası bizim buralarda kimsenin umurunda mıdır? doğrusu pek emin değilim. ama batılı dostlarımız, kendilerince haklı birtakım nedenlerle, bu konuya önem veriyordu. onların tercihi, bizim de eğilimlerimize bir şekilde yansımıştır muhtemelen.

lafı uzatmaya ne hacet? "darbe suçtur, cezalandırılmalıdır." demek yetmez mi? affınıza sığınarak itiraf edeyim, darbe konusu beni o kadar heyecanlandırmıyor. siyasi rekabetin normlarının oturmamış olduğu bir ülkede darbe, siyasetin opsiyonlarından biridir. olmasa daha iyi, tabii. ama sonuçta ülkenin nasıl yönetildiği mi daha önemli, yönetenlerin oraya hangi usulle geldiği mi? 

demokrasi diye, siyasi iktidarın rutin ve düzenli bir şekilde el değiştirebildiği rejime derler. sen eğer kalabalıkların gücüne dayanarak ebedi iktidar hesabı yapabiliyorsan, birileri de elbette, ya kolordu hesabıyla, ya saray entrikasıyla, ya polis ve istihbarat operasyonuyla o iktidardan parça koparmaya çalışacaktır. eşyanın tabiatıdır. memleket kirliyse elbet oyuncular da kirli olacak: "senin elin daha kirli" diye birilerine çıkışmanın çok da fazla anlamı yok.

peki sonuç iyi mi oldu? "al birini vur ötekine"den daha hayırlı bir yerde miyiz şimdi? evet, perspektife koyduğunda iyi oldu bence. yanlış anlamayın: gelenlerin gidenlerden daha ahlaklı olduklarını düşünmüyorum, düşünmedim. sadece daha zayıftılar. dolayısıyla daha az yozlaşmışlardı. iktidarı pervasızca kullanmayı henüz bilmedikleri ve beceremedikleri için, daha edepli duruyorlar, daha utangaç gülümsüyorlardı. iktidara alıştıklarında neler yapabileceklerini daha göreceğiz. 

yine de ve her şeye rağmen, sanki bunların zararı öbürlerinden daha az olacakmış gibi geliyor bana. ideolojik zemini öbürküler ölçüsünde işgal etmeleri mümkün görünmüyor. bütün devlet dairelerine kendi kutsal ikonlarını henüz asamadılar ve muhtemelen asamayacaklar. tüm kaleleri zapt edemeyecekler, tüm tersanelere giremeyecekler. çünkü temsil ettikleri ideoloji, bu toplumun büyük ve önemli bir kesimini asla razı edemeyecek bir ideolojidir. ülke içinde ve dışında doğal sınırları vardır. ve dünya, 1930'ların dünyası değildir. memleketin en okumuş, en zengin ve en rabıtalı kesimlerini karşına alarak nereye kadar gidebilirsin? memleketin hamilerinin, bütün dünyada, kaygı ile izlediği bir rotayı nereye kadar sürdürebilirsin? kazandılar, zafer sarhoşu oldular ve bana sorarsanız, inişe geçtiler bile.

sadık hidayet

bozorg alevi

"hayat hikayemde önemli bir şey yok, başımdan ilginç olaylar geçmedi. ne yüksek bir mevki sahibiyim ne de sağlam bir diplomam var. okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olamadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. nerede çalışırsam çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. istifa ettim mi seviniyorlardı. bırak gitsin, yaramaz! çevrem böyle görüyordu beni, haklıydılar belki de." (sadık hidayet)

bugünkü iran'ın en büyük yazarı, ölümünden birkaç yıl önce böyle demişti. 9 nisan 1951'de paris'te canına kıyarken, çok dar bir tanıdıklar çevresinde biliniyor, beğeniliyordu. avrupa onun eserlerini daha dikkatle izlerken, londra ve moskova onun küçük hikayelerini yayınlarken de kendi yurdunun yazarları hidayet'in eserlerini reddetmekte; hatta gençliği coşturan popüler dilini alaya almaktaydılar. bugün, herkesçe iran'ın en önemli yazarı kabul ediliyor; bir zamanki hasımları da ölümünü sömürerek acıklı akıbeti üzerine gösteriş yasları tutuyorlar. hidayet'in kitapları birçok basımlar yaptı; büyük bir kısmı bugüne kadar fransızcaya, rusçaya, ingilizceye, almancaya, macarca ve çekçeye çevrildi. fransız edebiyat eleştirmeni andre rousseaux, hidayet'i, çağımızın en önemli yazarlarından biri sayar ve "bu roman [kör baykuş], yüzyılın edebiyat tarihinde bir aşamadır." inancını dile getirir.

bu satırların yazarı, aşağı yukarı 25 yıl boyu, hidayet'i yakından tanıdı, onu hep dürüst, kıymetli bir dost olarak takdir etti. alçak gönüllülüğü, insan ve hayvan sevgisi, haksızlık ve gadre uğrayanların, ezilenlerin kaderlerine ilgisi, acıması, fedakarlığı, güzelliğe ve saflığa karşı sonsuz arzusu ve bunları boşuna araması; dostları arasında her zaman söylenir, konuşulurdu. adamdan saymadıklarına karşı dümdüz tutumu, bayağılık ve şirretlikleri maskaraya çeviren kıvılcımlı zekası, hiçbir ayrıntıyı atlamayan çok belirgin gözlem yeteneği; karakterinin belli başlı özellikleridir. kendimize onun en yakın dostları gözüyle bakabilen bizler onu sever sayar, hayranlık duyardık ona.

çocukluğunda bir kere bir bayramda kurban kesilmesini görmüştü, o günden sonra artık hiç et yiyemedi, ölümüne kadar et koymadı ağzına. bir seferinde, farkında olmadan, kıymalı bir börekten bir parça ısırmış, midesi bulanmış, çıkarmıştı.

bir nükteciydi hidayet, çok zaman o şakacı maskesi ardındaki üzgün düşünürü görmek imkansızdı hemen hemen. bazı kimseleri ciddi bir söz söylemeye layık görmez, onlarla eğlenirdi sadece; ama edepsizleşip de gönüllerini kırmak istemezdi hiç. hatta bütün kalbiyle nefret ettiklerini bile asla incitmemiştir.

ömrünün son yıllarında afyon düşkünlüğü, kapıldığı ümitsizlikten ve hayatını yavaş yavaş ölüme teslim etmek niyetinden ileri geldi.

sadık hidayet, 17 şubat 1903'te tahran'da doğmuştu. yüz yıldır sarayda ve ülkenin edebiyat hayatında mevki ve isim yapmış, itibarlı bir ailedendi. tahran'daki saint-louis fransız kolejinde okudu. hristiyan misyonerlerce kurulmuş bu kolej, nüfuzlu sınıfın çocuklarına modern bir eğitim veriyordu. hidayet, daha ilkokuldayken, kalabalık bir aile çevresi için, el yazısıyla bir gazete bile çıkarmış, resimlerini de kendisi yapmıştı gazetenin. 1925'te bu kolejden ayrıldı, mühendis olmak istiyordu, belçika'ya gitti, oradan fransa'ya geçti. dört yıl olmuş, hangi mesleği seçeceğine hala kesin karar verememişti. paris'te yazmaya başladı. ilk eserleri burada meydana geldi ki bunlardan "yaradılış efsanesi", şimdi yeni iran edebiyatının kalıcı anıtlarından biridir. iki intihar girişimi, kendini tamamen sanata adamaya karar vermenin onun için pek kolay olmadığını gösteriyor. 

1930'da hidayet, tahran'a döndü. ailesinin nüfuzu dolayısıyla her imkana sahipti, diploması olmadan da devletin en yüksek mevkilerine geçebilirdi; ama o geçimini sıradan bir katip, bir muhasip olarak sağladı. 1930 ile 1936 arasındaki yıllar, hidayet için verimli bir yaratma dönemi oldu. tahran'da, hepsi de uzlaşma aleyhtarı, vatansever gençler onun çevresinde toplandılar. bu çevre, çok geçmeden, müstebit rıza şah'ın iran'da yarattığı hayat şartlarına ayak uyduramadı. sadık hidayet, hindistan'a gitti ve kör baykuş'u ilkin orada yayımladı. kitaba, iran'da satışının yasak olduğunu belirten bir not eklenmişti.

ikinci dünya savaşı'nın patlaması, müttefik birliklerinin 1941 eylülünde iran'a girişi ve bunları izleyen politik olaylar, yazarda, yeni başlayan kurtuluş hareketinin iran'a durum ve şartlarda olumlu bir değişiklik getireceği ümidini uyandırmıştı. savaş sonrası eserleri belirli bir iyimserlikle doludur; ama bu çok sürmedi; çünkü çok geçmeden iç politika doğrultusu yeniden nazikleşti ve hidayet yurdunun, yerinde kullandığı bir deyimle "aşağılık adamlar" dediği sınıfın zulmünden ve ahlak bozukluğundan kurtulma ümitlerini tamamen yitirdi. az sonra da, gençliğini geçirdiği yerlerde yeni bir yaşama gücü bulmak ümidiyle paris'e gitti.

başbakan olan eniştesinin müslüman bir yobaz tarafından 7 mart 1951'de katledilişi, kendi canına da kıyması için bardağı taşıran son damla oldu. paris'te günlerce, havagazlı bir apartman aradı. championnet caddesinde buldu aradığını; 9 nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. yakılmış müsveddelerinin kalıntıları yanı başında, yerdeydi.

hayal

hüseyin rahmi gürpınar

babil kulesi karışıklığı ve dil karmaşası bugünkü hercümercin yanında hiç kalır. herkes başka bir hava çalıyor, başka bir dil söylüyor, başka bir oyun oynuyor. eski kitapların rivayetince bu dil karmaşasından yetmiş iki dil zuhur etmiş. fakat bugünkü bozgunluktan ne çıktığı malum değildir. dinlerden, kanunlardan, filozoflardan, ilimden, fenden ne bekliyorduk, ortaya ne çıktı.


zamanın birikmiş kinleri bütün prensipler üzerine katil bir darbe indirdi. asırlardan beri insanlığın inşasına uğraştığı bu muhteşem binanın her gün bir tarafı çöküyor. ve az vakitte taş taş üzerinde kalmayacak. eski temelin üzerine hiçbir şey kurulamayacak. bir kere deliler tımarhaneden boşandı.

ne olacak? bunu hakkıyla kimse kestiremez. bugün hangi modelin önüne geçip de kendimize bir hayat tarzı, bir idare şekli yontabileceğiz? bugün son derece hüsnüniyetle aransak acaba ortada fazilete örnek olacak bir millet bulabilecek miyiz? cihan yolundan azdı. âlem yörüngesini şaştı.

dünyanın düzelmesi için hiç eskilere benzemeyen yeni zihniyetlerin, yeni prensiplerin, yeni idarelerin kurulması lazım geliyor. bunlar da nasıl olacak? insanlık işte bu meçhulleri halledip keşfedinceye kadar birbirini yiyecek. medeniyet daha uzun müddet gıdasını toptan, tüfekten, kılıçtan, ateşten bekleyecek.

hata ve suistimal yeni değildir. asırlarca işleyen yaranın bugün yakısı kalktı. yaradaki çürüme göründü. asırların biriktirdiği bu zehirli buharı yine asırlar dağıtabilir. binlerce yıl çılgın yaşayan insanları birkaç senenin akıllıca idaresi ıslah edebilir mi? hem de bu akıllıca idare hepimizin hayalinde yalnız bir vehim olarak mevcut. nasıl şeydir? bunu tarif edebilecek kafa henüz yaratılmamıştır. belki de bu söz daima hayal kalacaktır.

20.04.2021

erotik edebiyat

boris vian

yetişkinler müstehcen edebiyata, uzlaşmaların ezici gücünü yatıştırma faktörü olarak tıpkı çocukların peri masallarına gereksinim duyduğu gibi gereksinim duyarlar.

müstehcenlik hiçbir kitapta bulunmaz, hiçbir resimde yoktur; ona bakan ve onu okuyanın bir zihinsel niteliğinden başka bir şey değildir. erotik edebiyat yalnızca erotizm düşkününün zihnindedir.

yazarın okuru etkilemesini sağlayan yargı güçlerinin en etkili olanlarından biri de hiç kuşkusuz okura fizik düzlemde bir duygu yaşatmaktır. çünkü açık seçik görünen o ki bir metne fizik olarak koşullandığında, yalnızca beyin ucuyla ve dalgınca algılanabilen tamamen manevi bir spekülasyondan daha zor olur o metinden kopmak.

berbat, kötünün düşmanıdır. bir cinayetin anlatıldığı metin bizi sıkıntıya sokabilir. bir yatma sahnesinden bir ayrıntı bazı arzularımızın uyanmasına neden olabilir ama yüz bin yatma sahnesi veya yüz bin işkence, bize bitkinlik ya da tiksintiden başka bir şey vermez.

ne okumanız ve ne okumamanız gerektiğine karar veren ikiyüzlüler, yobazlar ve diğer psikopatlarla yıllarca süren savaştan sonra, theodore schroeder'a göre, hesaba katılan, kitabın esas niteliği değildir. hesaba katılan, -müstehcen olarak nitelendiğinde- geleceğin sorunsal bir anında, bu kitabı varsayımsal olarak okuyabilecek varsayımsal bir kişi üzerindeki varsayımsal etkisidir.

söylemek gerekir baylar bayanlar
aşınmaz değildir kamışın derisi

şaraplar masaya konulduklarında ayyaşları aşırı uyarır ama yetingen insanı bir hayli sakinleştirir. aynı şekilde, bu tür okumalar belki de bozuk bir hayal gücünü ayağa kaldırır; ama namuslu ve yetingen bir zihnin üzerinde hiçbir etki yapmaz.

erkek, dişi, eşek ya da bal kabağı
bu akşam düzeceğim her şeyi arkadan

sarışın bir kadınla aşk yapmak.. elbette iyi.. ama hiç siyahları denediniz mi? kim cesaret edecek buna? ya da: güzel bir kadınla yatmak.. evet evet.. ama çirkin bir kadınla yatmanın ne demek olduğunu biliyor musunuz?

oysa bazen yarık incirlerinizin taze sütü içinde kalkmaktan
koyu uçlu memelerinizi dişlerimizin arasına alıp ezmekten
karanlık köşelerinizi yumuşak ellerimizle ayırmaktan
ve dilimizi vajinanızın çukuruna sokmaktan hoşlanırdık bizler

mademki aşk, her şeye karşın, sağlıklı insanların çoğunluğunun ilgi merkezidir; devletçe de engellenmekte ve tıkanmaktadır. erotik edebiyatın, devrimci hareketin bugünkü tarzı olmasına şaşırmayız biz de!

erotik kitapları okumak, onları tanıtmak, yazmak; yarının dünyasını hazırlamak ve gerçek devrime doğru yol açmak demektir.

19.04.2021

düşünen insan

jean meslier

vahşiler, hükümdarlar, makam sahipleri, halkın ayaktakımı insanların en kötüleridir. çünkü insanların en az düşüncede, en az akıl yürütmede bulunanlarıdır.

sofu asla düşünmez ve kendini akıl yürütmekten korur. bir görüş ileri sürmekten, her inceleme ve araştırmadan korkar, her sultayı izler. ve çoğunlukla toplumdan uzak bir vicdan, hatalı bir vicdan, ona, kötülük yapmayı kutsal bir görev kılar.

düşünen, muhakeme eden her insan çarçabuk inançsız olur. çünkü muhakeme kanıtlar ki ilahiyat bir hayal uykusu dokumasından ibarettir. din ise sağduyunun bütün ilkelerine karşıdır; insanlığın bütün ürünlerinde bir eğrilik, bir yanlışlık, renkten renge giren bir kararsızlıkla kendini gösterir. korku ve endişeden uzak rahat bir duyguya sahip olan insan, inanmaz olur. çünkü görür ki din, insanları mutlu etmek şöyle dursun, insan türü üzerine düşmüş en büyük karışıklıkların, en büyük felaketlerin birinci kaynağıdır.

"gerçek, çoğunlukla can çekişenlerin dudaklarında yer bulur."

dünyaya gerçekleri açıklayan her adam, din imamlarının öfkesini ve düşmanlığını üzerine çekeceğinden emindir. bunlar, avaz avaz bağırarak devletleri yardıma çağırırlar. kanıtlarını ve tanrılarını savunmak için kralların yardımına muhtaçtırlar. bu feryatlar, davalarının zayıflığını gereğinden fazla açığa vurur.

18.04.2021

can sıkıntısı

schopenhauer

boş zaman, ariosto'nun dediği gibi, cahillerin can sıkıntısıdır. sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler; herhangi bir yeteneği olan kişi ise ondan yararlanmayı düşünür. sınırlı kafaların, can sıkıntısına çok maruz kalıyor olmalarının nedeni, onların zihninin, istençlerinin konularının ortamı olmaktan daha fazla bir şey olmamasıdır. bunun üstesinden gelebilmek için, istencin önüne, onu uyandırmak ve böylelikle bu konuyu kavrayacak zihnin de etkinliğe geçmesini sağlamak için, küçük, salt geçici ve gelişigüzel kabul edilmiş konular sürülür. bu konular, sözü edilen amaca yönelik olarak uydurulmuş, iskambil vb. oyunlardır. bu oyunlar olmazsa, sınırlı insan çareyi eline ne geçirdiyse şıkırdatmakta ve tıngırdatmakta bulur. sigara da seve seve düşüncelerin yerine koyacağı bir şeydir. bu yüzden tüm ülkelerde, tüm toplumun baş uğraşısı iskambil oyunu olmuştur. bu oyun topluluğun değerinin ölçütüdür ve tüm düşüncelerin iflasıdır. insanların birbirleriyle alışverişte bulunacakları düşünceleri olmadığı için, iskambil kağıdı alıp verirler ve birbirlerinin parasını almaya çalışırlar. ah, acınası insanoğlu!

nasıl ki en mutlu ülke az ya da çok ithalat yapması gerekmeyen ülke ise, iç zenginliği kendine yeten ve eğlenmek için dışarıdan az ya da çok bir şeye gereksinmeyen insan da en mutlu insandır; dışarıdan alınan pahalıya mal olur, bağımlılık yapar ve tehlike getirir, bıkkınlığa neden olur ve sonunda da, yerli toprağın ürünlerinin kötü bir ikamesidir.

17.04.2021

yazgı

hermann hesse

hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez. haydutların ve zar atıp kumar oynayanların içinde bekleyen bir buddha, brahmanların içinde bekleyen bir haydut vardır.

insanların çoğunun gerçeğe bu kadar aykırı bir yaşam sürmesinin nedeni, kendileri dışındaki görüntüleri gerçek saymaları, içlerindeki dünyaya ise asla söz hakkı tanımamalarıdır. evet, bu mutlu kılabilir insanı. ama insan bir kez işin bilincine vardığında, çoğunluğun izlediği yolu seçmesi diye bir şey söz konusu olamaz.

herkes gün gelip kendisini babasından, öğretmenlerinden ayıracak adımı atmak, yalnızlığın tokadını bir bakıma yemek zorundadır; ne var ki, insanların çoğu buna pek katlanamaz; kısa süre sonra yine siner, kendilerine sığınacak bir yer ararlar.

insan kendi düşünü bulmak zorundadır. o zaman kolaylaşır yol. ama hep sürüp gidecek bir düş de gösterilemez; her düşün yerini bir yenisi alır; hiçbir düşü sımsıkı kavrayıp bırakmamaya kalkmamalıdır insan.

insanların yürüyüş yönünü etkileyen bütün kişiler, böyle bir gücü gösterebilmişlerse, nedeni, istisnasız tümünün de yazgı denen şeyi göğüslemeye hazır olmasıdır. musa ya da buddha, napolyon ya da bismarck; hepsinde böyle olmuştur.

16.04.2021

game of thrones

insanlar zincirleri sevmeyi de öğrenir.

bir hastalığı tedavi etmenin tek yolu, o hastalığı anlamaktır. hastalığı anlamanın tek yolu da hasta üzerinde çalışmaktır.

din ve krallık, bu dünyayı ayakta tutan iki temeldir. biri çökerse diğeri de çöker.

bir soğanın yarısı çürürse, o soğan çürümüş demektir.

bir kılıcın nasıl bilenmeye ihtiyacı varsa, aklın da okumaya ihtiyacı vardır.

kralın etrafı aptallar ve fanatiklerle doluyken asıl hizmet, acı doğruları söylemekte yatar.

yeni bir dostluğu güçlendirmek için düşünceli bir hediye gibisi yoktur.

nüfuz elde etmek çoğunlukla sabır meselesidir. nüfuz bir ot gibi büyür.

krallığın ne olduğunu biliyor musunuz? aegon'un 1000 kılıcıdır krallık. yalan olduğunu unutana kadar birbirimize durmadan anlattığımız bir hikaye.

mucizeler en ilginç yerlerden çıkıyor.

bazen büyüklük için ödememiz gereken bedel şiddet olur.

ben güllerle süslü tabaklardan yemek yiyorum. güllerle süslü nevresimlerle uyuyorum. tuvaletimin üzerine altın gül işlenmiş. sanki daha iyi kokacakmış gibi.

ned stark'ın çok sayıda seveni vardı ama cellat onun başını almaya geldiğinde kaç kişi öne çıktı?

15.04.2021

sessiz ev

georg büchner

gece dünyanın üstünde horluyor ve karmakarışık rüyalarda yuvarlanıyor. günün ışığı karşısında ürkekçe sinmiş olan dağınık ve şekilsiz düşünceler, hiç farkına varılmamış arzular şimdi şekle ve kılığa bürünüyorlar; rüyanın sessiz evine usulca giriyorlar. kapıları açıyor, pencerelerden bakıyorlar. yarı yarıya ete kemiğe bürünüyorlar, uzuvlar uykuda uzanıyor, dudaklar mırıldanıyor. ve bizim uyanıklığımız aydınlık bir rüya değil midir, uyurgezer değil miyiz, davranışlarımız rüyadaki gibi değil mi? biraz daha net, biraz daha belirli, biraz daha somut? kim kınayabilir bizi bu nedenle? zihnimiz bir saat içinde bedenimizin üşengeç organizmasının yıllar içinde yaptığından daha fazla düşünce faaliyeti gerçekleştirir. günah düşüncelerdedir. düşüncenin eyleme dönüşmesi, bedenin onu taklit etmesi bir tesadüftür.

ama zaman bizi kaybediyor. çok can sıkıcı böyle, önce gömleği giyip üstüne pantolonu çekmek ve akşamları yatağa, sabahları tekrar yataktan dışarı sürünmek ve bir ayağı hep böyle diğerinin önüne basmak. başka nasıl olması gerektiğine dair hiçbir fikrim yok. çok hazin bu, milyonlarca insanın hep böyle yapmış olması ve milyonlarcasının da hep böyle yapacak olması. üstüne üstlük iki yarıdan oluşmamız ve iki yarımızın da aynı şeyi yapması, böylece her şeyin iki kez gerçekleşmesi. çok hazin bu.

14.04.2021

kötülük ve çocuk

terry eagleton

william golding, sineklerin tanrısı'nda, ıssız bir adada kendi başlarına kalmış bir grup öğrencinin haftasına kalmadan birbirlerini katledeceklerini iddia eder.


on beş yıl önce ingiltere'nin kuzeyinde on yaşında iki çocuk, bir bebeği işkence edip öldürdü. halk dehşetle ayağa kalktı. oysa bu cinayeti niye özellikle korkutucu buldukları tam açık değildi. neticede çocuklar, kimi zaman oldukça vahşice davranmaları doğal karşılanan sadece yarı ehlileşmiş yaratıklardır. eğer freud haklıysa, çocuklar büyüklerinden çok daha zayıf birer süper egoya ve ahlak duygusuna sahiptirler. bu yüzden asıl şaşırtıcı olan, böyle korkunç olayların daha sık yaşanmamasıdır.


kaplumbağalar nasıl masumsa bebekler de o anlamda masumdur (başka bir deyişle zararsızdırlar); yoksa sivillere makineli tüfeğini doğrultmayı reddeden bir yetişkin anlamında değil. onların masumluğunun övülecek özel bir tarafı yoktur. biyolojimiz gereği ben odaklı doğarız. egoistlik doğal halimizdir; iyi olmak ise hayata dair bir dizi karmaşık beceri öğrenmemizi gerektirir.

13.04.2021

phaedrus

robert m. pirsig

analitik bilgiyi oluşturup ilişkilendirecek sistematik düşüncenin kural ve yöntemlerini belirleyen klasik "sistemin sistemi"ni, yani mantığı çok iyi bilirdi. bunda çok ustaydı; özellikle analitik düşünme yeteneğinin ölçütü sayılan stanford-binet iq değeri 170'ti ki bu, ancak elli bin kişide bir rastlanan bir rakamdı.

sistematikti; ama bir makine gibi düşünüp davrandığını söylemek, onun düşüncesinin doğasını yanlış anlamak olur. öyle pistonların, tekerleklerin ve dişlilerin birden çalışması gibi eşgüdümlü bir şey değil. bunun yerine lazer ışını imgesi düşünülebilir. bir kalem kalınlığındaki bu ışın öyle aşırı bir yoğunluktadır, öyle korkunç bir enerji içerir ki aya dek gidebilir ve yansıyıp tekrar dünyaya dönebilir.

phaedrus, zekasını herkesi aydınlatmada kullanmaya çalışmadı. o, uzaklarda belli bir hedef aradı, ona nişan aldı ve vurdu. hepsi bu. vurduğu hedefin herkesi aydınlatması ise bana kalmış gibi görünüyor.

zekasına oranla aşırı derecede yalnızdı. yakın arkadaşları olduğu hakkında kayıt yok. yalnız yolculuk etti. her zaman. başkalarının yanında da tümüyle yalnızdı. insanlar kimi kez bunu sezinler, onun kendilerini istemediğini düşünür ve ondan hoşlanmazlardı; ama onların hoşlanmamaları onun için önemli değildi.

en çok acıyı karısının ve ailesinin çektiği anlaşılıyor. karısı, onun içine kapandığı alanın bariyerlerini aşmaya çalışanların kendilerini bir boşlukla karşı karşıya bulduklarını söylüyor. ailesi, onun asla vermediği bir parça sevgiye hasret kalmıştı sanırım.

kimse onu gerçekten tanımadı. anlaşılan, o da böyle olmasını istemiş ve böyle olmuştu. yalnızlığı belki zekasının sonucuydu. belki de nedeniydi. ama bu ikisi hep bir arada gidiyordu. yapayalnız. tekinsiz bir zeka.

12.04.2021

ürküten varlığa gazel

federico garcia lorca


sular yatağını yitirsin istiyorum
rüzgar koyaklarını yitirsin

gece gözlerini yitirsin istiyorum
yüreğim altın çiçeğini yitirsin

öküzler iri yapraklarla konuşsun
solucan karanlıktan ölsün

kurukafanın dişleri ışısın
sarılar ipeği kaplasın boydan boya

görüyorum dövüşüyor sarmaş dolaş
öğle saatiyle yaralı gece

dayanıyorum zehir yeşili bir gün bitimine
ve zamanın incindiği kırık kemerlere

ama parıldamasın arı çıplaklığın
kamışlar içinde açmış kara bir diken

karanlık gezegenlerden ürkeyim, bırak
ama gösterme bana serin belini

11.04.2021

münzevi

walter benjamin

müzmin bekarın hayat tarzına yöneltilebilecek en ağır itiraz şudur: yemeklerini kendi başına yiyor.

yalnız başına yemek yemek, insanı biraz sert ve kaba yapar. bunu bir alışkanlık haline getirenler, eğer kendilerini koyvermeyeceklerse bir spartalı hayatı yaşamak zorundadırlar. sırf bu gerekçeyle de olsa münzeviler sade yiyecekleri seçerler. çünkü yemenin hakkı ancak ahbaplar arasında verilebilir: tadına varılabilmesi için yemeğin bölünmesi, bölüştürülmesi gerekir. kiminle olduğu fark etmez: eskiden sofradaki dilenci ziyafete zenginlik katardı. asıl önemli olan sofradaki muhabbet değil, paylaşma ve vermedir. diğer yandan, belki de şaşırtıcı olan, yemek olmayınca ahbaplığın da tehlikeye girmesi. ev sahipliği etmek farklılıkları giderir, insanları birbirine bağlar. saint germain kontu tepeleme dolu sofrada hiçbir şey yemez, sırf bu sayede konuşmaya hakim olurdu. ama herkes perhiz yapıyorsa, işte o zaman rekabet ve çatışma vardır.

10.04.2021

game of thrones

ölen bir daha ölemez; ama daha sert ve güçlü olarak yeniden doğar.

size koyulan ismi hazmetmeniz gerekir: piç, cüce, küçük adam vs. böylece sizi incitmek için kullanılamaz.

en önemli şey bilgidir.

bir adamın kanı kaynadığında memesi olan her şey ona güzel görünür. çükü olan her şeyi kandırmak kolaydır.

savaş sayı bilgisi ile olsaydı, dünyayı matematikçiler yönetirdi.

bazı insanlar doğru ailede doğacak kadar şanslı oluyorlar. diğerleri kendi kaderlerini çizmek zorunda.

kimseye güvenmeyin. hayat öyle daha güvenli.

her kılıcın bir kına, her düğünün de gerdeğe ihtiyacı vardır. 

güç, tuhaf bir şeydir.

yabani bir şeyi evcilleştiremezsin. yabani bir şeye güvenemezsin. yabani yaratıkların kendi kuralları ve kendi gerekçeleri vardır. onları asla tanıyamazsın. yabaniler gündüz vakti uyur, gece avlanırlar. güneş tepedeyken saklanacak iyi bir mağara bulurlar ve hava kararınca da avlanmaya çıkarlar. bütün yabaniler, hiç kimseye ve hiçbir şeye bağlılığı olmayan vahşilerdir.

ayrılık

yılmaz güney

bir yaprağın düşmesinde, bir dalın acı acı sallanmasında, insan hayatından kopan bir an ve insan hayatını etkileyen acılar gizlidir.

insanların isteklerine, niyetlerine bağlı değildir iyilik kötülük kavramı. iyilik yaptığını sandığımız bir adama belki de yaptığımız özünde kötülüktür. kötülük diye nitelendirdiğimiz bir davranışın özünde iyilik olabilir. her iyiliğin ya da kötülüğün verdiği ürün önemlidir aslında.

insan, hangi toplumda olursa olsun, öznel ve nesnel yapısıyla, o toplumun malı, o toplumun ürünüdür. onun için, yaptıkları yapacakları, düşündükleri düşünecekleri, toplumun genel özelliklerinden, çalkantılarından, eğilimlerinden, bu akış içindeki özgül yerinden, algılama ve etkilenme ve etkileme yeteneklerinden ayrı düşünülemez.

artık gitme zamanıdır. baba toprağını, evi, evin önündeki ağacı bırakıp uzaklara gitme zamanıdır. evlerin, ağaçların çizgileri karanlıkla silinir, sessizlik çöker, toprak uyur; gitme zamanıdır. dağ başlarına beyaz bulutlar dolanır, dorukları bulutlara gömülür, dağlar morlaşır, lacivertleşir. sisler evreni içine alır, yel saçları uçurur; yel saçları alır uzaklara götürür; çünkü gitme zamanıdır.

9.04.2021

umut

hakan günday

dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: umut.

korkuyu beklerken'deki öyküleri anlatması istense, beceremezdi. ne adlarını sayabilir ne de konularını sıralayabilirdi. çünkü ne o kadar kelime vardı zihninde ne de o kelimeleri taşıyacak düşünceleri. ama dediği gibi, ölene kadar oradaydı. hatta öldükten sonra bile. orada. daima. gökyüzü ya da başka boyutların görünmez bir katmanında, yan yana, iç içe, iyilik ve adı konmamış bir huzurla harçlanmış biçimde. bilmekten öte hissetmekle gidilen bir yerde. enstrümanların adı bilinmese de, hayatta ilk kez duyulan klasik müzikten sulanan gözlerin yağmur damlası olup ışığı yedi renge böldüğü bir yerde. cehalet ve bilgeliğin hiçbir anlam ifade etmediği bir yerde. oğuz atay nerede duruyorsa, orada. tutunamayıp nereye düştüyse orada. belki de düşmeyip yer çekiminden muaf olduğunu fark ettiği anda. tutunarak değil, uçuşarak gittiği yerde.

belki de hayat, yanlış anlayınca güzeldi. sadece yanlış anlayınca. ama her şeyi..

8.04.2021

buğdayın türküsü

pablo neruda


halkım ben, parmakla sayılmayan
sesimde pırıl pırıl bir güç var
karanlıkta boy atmaya
sessizliği aşmaya yarayan

ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
tohuma dururlar yeniden
ve halk, toprağa gömülü
tohuma durur bir yerde
buğday nasıl filizini sürer de
çıkarsa toprağın üstüne
güzelim kırmızı elleriyle
sessizliği burgu gibi deler de
halkız biz, yeniden doğarız ölümlerde

an

özdemir asaf


gülüş bir yanaşımdır bir öbür bir kişiye
birden iki kişiyi döndürür bir kişiye
anılarından kale yapıp sığınsa bile
yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye

7.04.2021

milliyetçilik

albert caraco

milliyetçilik evrensel bir hastalıktır, ancak çılgınların ölümüyle şifa bulur. bu kadar zararlı düşüncenin iyice daralttığı bir dünyada varlığımızı sürdüremeyiz.

geleceğin tarihçisi, doğanın halklara baş döndürücü bir ruh musallat ederek halklardan öcünü aldığını ve milliyetçiliğin çok kalabalıklaşmış hayvan topluluklarını ele geçirmiş olana benzer bir çılgınlık olduğunu söyleyecektir.

milliyetçilik en aşağılık edimleri gerektiğinde çoğaltarak kendimize itibar vermemizi sağlar. bizi kurban olmaya mecbur bırakarak kendi kendimize bakıp sarhoş olmamızı sağlar. bizi tüm saflığımızla canavarlaştırır, erdemlerimizin bütün erdemsizliklerin sıfatıyla donanmasını sağlar.

arzuladığımız ama seçmeye cesaret edemediğimiz şeyi bizim için o seçecektir. bizler adamakıllı hapı yuttuk. bu hastalık hiçbir ulusu esirgemez. bütün ülkeler onları birbirlerinin karşısına çıkartan ve boğaz boğaza gelecek denli harekete geçiren öfke türüne varana dek birbirine benzemektedirler.

milliyetçilik, yalnızca bir kitle olan toplumu teselli etme ve ona narcissus'un aynasını sunma sanatıdır: geleceğimiz bu aynayı parçalayacaktır.