27.02.2022

uzun lafın kısası

dostoyevski:
öteki dünyadakine değil, bu dünyadaki sonsuz hayata inanıyorum. öyle anlar vardır ki, onlara eriştiğinizde zaman bir anda durur, yerini sonsuzluğa bırakır.

nietzsche: uçuruma çok uzun bakarsan uçurum da senin içine bakar.

paulo coelho: normal, bize kim olduğumuzu ve ne istediğimizi unutturan her şeydir. böylece üretmek, yeniden üretmek ve para kazanmak için çalışabiliriz.

cenap şahabettin: her zenginlik düşman yaratır, düşünce zenginliği hepsinden daha fazla.

goethe: eğer dünyanın bütün bilgeliği tanrı katında bir delilikse, yetmiş yaşına gelmeye hiç değmez.

halil cibran: herkesin yanında ve herkesin uğruna olmaya geldim ve bugün benim tek başıma yaptıklarım yarın yığınlardan yankılanacaktır. şimdi neler söylüyorsam tek yürekten, yarın binlerce yürek tarafından söylenecektir.

andre malraux: arzu, pek çok dinde şeytandır.

charles baudelaire: hakkıyla para harcamak için ödeme yapılacak iki yer vardır: tuvaletler ve kadınlar. 

hakan günday: dünyanın en eski mesleği fahişelikse, dünyanın en eski hayal kırıklığı da aşktır.

jeannette walls: hayattaki en önemli şey, nasıl düşeceğini öğrenmektir.

jodi picoult: birilerinin kimi sevmen ya da sevmemen gerektiğini sana söylemesine izin verme.

john fowles: niçin olduğunu hiçbir zaman bilmeyeceğiz, yarını hiçbir zaman bilmeyeceğiz, bir tanrıyı ya da bir tanrının olup olmadığını hiçbir zaman bilmeyeceğiz, kendimizi bile hiçbir zaman bilmeyeceğiz.

din

jonathan swift

öyle güçlü bir dini inancımız var ki, ancak yüreklerimizi nefretle doldurmamıza yetiyor, birbirimizi sevmemize değil.

din, büyümüş bir çocuk gibidir; onu daima, tıpkı çocukluk döneminde olduğu gibi, mucizelerle beslemek gerekir.

dini inanç, bütün eylemlerin altında yatan itkiler içinde en iyisidir; ama din de insanın kendine duyduğu sevginin en üst biçimi olarak görülebilir.

hekimler din konularındaki yargılarını kendilerine saklamalıdır. bunun nedeni kasapların yaşam ve ölüm konusunda yargıç olarak kabul edilmemesiyle aynıdır.

hayaletler ve ruhlar hakkında söylenegelenlerin genellikle yanlış olduğunu kanıtlayan savlardan birini, ruhların aynı anda birden fazla kişiye göründüğünün hiç olmadığı yolundaki kabul oluşturur. başka bir deyişle, yanında başkaları olan insanlar nadiren büyük bir iç sıkıntısına ya da melankoliye kapılırlar.

kıyamet günü gelip çattığında, ahlaki açıdan zaafları olan bilgelere de, inanç konusunda zaafları olan cahillere de pek az hoşgörü gösterilecektir; çünkü iki tarafın da mazereti yoktur. bu, cehaletle bilgeliğin yararlarını eşit kılar. ancak, bilgelerin bazı tereddütleri ile cahillerin bazı kötülükleri belki de affedilebilir; çünkü her iki durumda da baştan çıkmak için güçlü nedenler vardır.

insan doğasına kısıtlamalar getirerek düşünce ve eylem özgürlüğünün başlıca düşmanı durumuna gelen şey dindir.

şeytan tüm yalanların babası olsa da, tüm büyük kaşifler gibi, kendisinden sonra gelenlerin alana yaptıkları katkılarla şanını önemli ölçüde yitirmiş durumdadır.

26.02.2022

piyasa kuralı

michel houellebecq

cinsellik bir sosyal hiyerarşi sistemidir.

bizim toplumlarda seks, bal gibi de paradan tamamen bağımsız, ikinci bir ayrımcılık sistemini temsil ediyor; en azından aynı derecede acımasız bir ayrımcılık sistemi gibi işliyor. zaten bu iki sistemin etkileri kesinlikle eşdeğer. tıpkı sınırsız ekonomik liberalizm gibi ve benzer nedenlerle, cinsel liberalizm de mutlak yoksullaşma olguları üretiyor. bazıları her gün aşk yapıyor; bazıları hayatlarında sadece beş altı kez yapıyorlar ya da hiçbir zaman yapmıyorlar. bazıları onlarca kadınla aşk yapıyor; bazıları hiçbir kadınla.

"piyasa kuralları" denen şey işte bu. serbestliğin yasak olduğu bir ekonomik sistemde, herkes iyi kötü yerini bulur. zinanın yasaklandığı bir cinsel sistemde herkes iyi kötü bir yatak arkadaşı edinir. tamamen liberal bir ekonomik sistemde bazıları hatırı sayılır servetler elde eder; bazılarıysa işsizlik ve sefaletten çürür. tamamen liberal cinsel sistemde bazıları değişken ve heyecan verici bir erotik yaşama sahiptir, bazılarıysa mastürbasyona ve yalnızlığa mahkumdur.

ekonomik liberalizm savaş alanının genişlemesidir, her yaşta ve toplumun her katındaki savaş alanının genişlemesidir.

bazıları iki tabloda da kazançlı; bazılarıysa ikisinde de kaybediyor. şirketler, diplomasını yeni almış bazı gençleri paylaşamıyor; kadınlarsa bazı genç adamları paylaşamıyor; kargaşa ve heyecan çok büyük boyutlarda.

24.02.2022

hawksmoor

peter ackroyd

methe kıymet vermek budalaca bir çılgınlıktır. en güzel şeylerin daha az hayranı olur; çünkü ahmakların sayısı ehil insanlardan ziyadedir.

keder nedir? alemin gıdası. insan nedir? değiştirilemez şer. vücut nedir? cahilliğin öbeği, tüm haylazlıkların temeli, kokuşmuşluğun bağı, karanlık mahfaza, yaşayan ölüm, beraberimizde taşıdığımız kabrimiz. zaman nedir? insanın salahı. bunlar kadim öğretilerdir.

unutkanlık zamanın büyük muammalarından biridir.

salgın veya yangının nedeni günaha atfedilemez. bu felaketleri harekete geçiren, insanoğlunun ihmalidir ve ihmalkarlığın tedavisi yoktur; dehşet tek maniadır.

büyüklük adım adım artıp da zafer mertebesine ulaştığı gibi, sefalet de aynı biçimde devamlı felaketler nedeniyle sefilliğin en alt seviyesine batar. buna rağmen, çoğu insanın sadece bildiklerini değil; aynı zamanda fazilet ve namuslarını da bolluğa borçlu oldukları inkar edilemez; alemde insanlarla sürdürdükleri dürüst ve adil münasebetleri sayesinde büyük şöhret sahibi olduğu halde hezeyanlarına terk edilecek olsalar, kısa zamanda tüm şöhretlerini kaybedip sefil ve ahmak kişiler olacak kaç bin kişi vardır? yine de fakirliği bir suçmuş gibi cezalandırır ve zenginliği de bir faziletmiş gibi taltif etmeye devam ederiz. işte hayatımızın takip ettiği daire budur: fakirlik günahı, günah da cezayı doğurur.

tabiat, ileri ve cesur olan önünde eğilir.

cinayet eğilimi herkeste vardır ve bir katil hakkında, cinayetinin türüne bakarak birçok şey söyleyebilirsiniz. kararlı birisi aceleyle öldürür; tereddütlü birisi daha yavaş. bir doktor ilaç kullanır; bir işçiyse levye ya da kürek. bu durumda sormanız gereken soru, elleriyle ve çabucak öldüren bir adamın nasıl birisi olduğudur. cinayeti izleyen eylemlerin sıralamasını da hatırlamanız gerekir. katillerin çoğu yaptıklarından dolayı afallar. terlerler ve bazen çok acıkır ya da susarlar. çoğu da, kurbanları gibi, ölüm anında dışkılama sistemlerinin denetimini yitirir. katiller olayların sıralamasını hatırlamaya çalışır ve hatırlarlar; fakat asla öldürme anını hatırlayamazlar. katil onu hep unutur; bu yüzden de hep bir delil bırakır. bizim de aradığımız budur.

hakikatin içinde yattığı uçurumun dibi yoktur ve içine atılan her şeyi yok eder.

insanoğlunun aklının ulaşamayacağı kadar yukarıda veya anlaşılması zor olan bir hakikat yoktur.

1. ilk şehri inşa eden kabil'dir.
2. resmi öğretimi bastırılmış olsa da, dünyada "scientia umbrarum" (hayalet bilimi) denilen hakiki bir ilim vardır ve mazbut bir sanat erbabının bunu kavraması şarttır.
3. mimarlığın hedefi ebediyettir ve ebedi kuvvetlere sahip olmalıdır; sadece sunak ve kurbanlarımız değil, mabetlerimizin şekilleri de mistik olmalıdır.
4. mevcut hayatın ıstırapları ve beşeriyetin vahşeti, kaderin hepimizi tabi tuttuğu zorluklar ve ebedi perişanlığımızın neden olabileceği tehlike, hakiki mimarı mutabakata veya akli güzelliğe değil, bayağı farklı ve tertibe sevk eder.

katiller kendilerini öldürdükleri zaman bunun da bir başka cinayetmiş gibi görünmesini sağlamaya çalışırlar.

ahlaksız: efendi, kadınlar neden kurbağa gibidir?
arkadaşı: sen söyle, kadınlar neden kurbağa gibidir?
ahlaksız: çünkü erkekler onların da sadece alt taraflarını yer.

muhteşem vergilius neredeyse tüm eserlerini başkalarından almıştır; egloglar'ını theokritos'tan, georgica'sını hesiodos ve aratos'tan, aeneis'ini homeros'tan. aristo ise birçok şeyde hipokrat'ın eserlerinden, plinius da dioskorides'ten ilham almıştır. homeros'un da bazı eserlerini kendinden önce gelenlerden bazılarının yazdıklarına istinat ettirerek inşa ettiği konusunda temin ediliyoruz. çeşit ve orijinallik itaatsiz hayalden başka bir şey değildir.

bütün alemde bu böyledir: gurur emareleri ve kendilerine fazla kıymet vermeleri haricinde tavsiye edilmelerini gerektirecek hiçbir hususiyetleri olmayanlar, sırf sanki bir matahmış gibi bir hava neşrettiklerinden, öyle sanılarak hep itibar görmüşlerdir.

tahribat, hacmi hızıyla birlikte artan, yamaçtan aşağı yuvarlanan kartopu gibidir.

enformasyon

nurdan gürbilek

walter benjamin "hikâye anlatıcısı"nda, hikâye anlatıcılığını zanaatkârlığa özgü bir iletişim biçimi olarak ele alır. anlatıcılık ortadan kalkmıştır; çünkü ancak zanaatkârlıkla birlikte var olan koşullar -insanların deneyimlerini paylaşma yeteneği, bir olayı kuşaktan kuşağa aktaran gelenek zinciri, bunun üzerinde yükseldiği hafıza, geçmişin ve uzakların bilgisine dayanan bilgelik- ortadan kalkmıştır. bunun tam karşıtı, enformasyondur.

enformasyonun ön koşulu, "kendinde ve kendi için anlaşılabilir" görünmesidir. gerçi çoğu zaman, eski yüzyılların bilgisinden daha kesin değildir. ama geçmiş bilgisinin mucizevi olandan beslenme eğilimine karşı, enformasyon makul görünmek zorundadır. bu yüzden de hikâye anlatıcılığının ruhuna ters düşer. eğer hikâye anlatıcılarına giderek daha az rastlıyorsak, bunda enformasyon ağının belirleyici bir rolü vardır.

bir zamanlar uzakların bilgisi -ister yabancı ülkelerle ilgili mekansal bir bilgi, ister geleneğe dair zamansal bir bilgi olsun- doğruluğu denetlenemese de onu geçerli kılan bir yetkiye sahipti. oysa enformasyon, anında doğrulanabilir olma iddiasını taşır.

le figaro'nun kurucusu villemessant, enformasyonun doğasını ünlü bir formülle açıklamıştı. "okurlarım için," diyordu, "quartier latin'de bir çatıda çıkan yangın, madrid'deki devrimden daha önemlidir." bu da çarpıcı biçimde gösteriyor ki, artık uzaklardan gelen bilgi değil, bizi en yakında olup bitene ulaştıran enformasyon kabul görüyor.

enformasyon yalnızca yeni olduğu an değer taşır, yalnızca o an yaşar. kendini tümüyle o ana teslim etmeli, zaman kaybetmeden kendini ona açıklamalıdır. oysa hikâye farklıdır: kendini tüketmez, gücünü toplar ve korur, yıllarca sonra bile harekete geçirebilir.

22.02.2022

toprak acısı

manuel scorza

korktuğumuz sürece hep köle olarak kalırız.

bazı şeyler vardır ki bilmektense bilmemek daha iyidir.

deniz kuşu dağda ötmez.

hapishane okulların en iyisidir.

denize kadar bulanmadan gelen ırmaklara acırım. buzullardan aldığı suları okyanusa tertemiz teslim eden ırmak, ırmaktan sayılmaz. yoksul olmayan için temiz kalmak kolaydır; asıl bereketli topraklara karışan sular değerlidir.

öyle kuşlar vardır ki, bataklıktan geçerler de kanatlarının ucu bile kirlenmez.

insanoğlunun gerçek yurdu çocukluğudur.

aforizma yazarı

thomas bernhard

o bir aforizma yazarıydı, sayısız deyişleri vardı. düşünsel dar solukluluğun aşağı seviyeli bir sanatı bu.

belli kişiler, özellikle de fransa'da geçinmişler bu işle ve de geçinmekteler, hastabakıcıların gece masalarının eksik filozofları yani, bütün o deyişlerini zaman içinde doktorların bekleme odalarındaki duvarlarda okuduğumuz takvim filozofları da.

olumlu ya da olumsuz tüm deyişler aynı biçimde iğrençtir.

ben bu aforizma yazma işinden kurtulamadım; ve onları yok ederek iyi ediyorum; çünkü günün birinde hasta odaları ve papaz evi duvarlarının onlarla kaplanmasını istemem. tıpkı goethe, lichtenberg ve yoldaşlarıyla kaplandığı gibi.

filozof olamayacağım için, açıkça söylemeliyim ki, hiç de bilinçsizce değil, aforizmacı yaptım kendimi, şu iğrenç biçimde felsefeye katılanlardan biri yaptım, binlercesinden birine dönüştürdüm, dedi, diye düşündüm.

akla gelen çok küçük şeylerle büyük etki yaratmak ve insanlığı aldatmak. aslında ben o sınırsız vicdansızlıkları ve o asla iyileşmez küstahlıklarıyla geyik böceklerinin geyiklere katılması gibi, filozofların arasına katılan aforizmacılardan başka bir şey değilim.

bir şey içmezsek susuzluktan ölürüz, bir şey yemezsek açlıktan ölürüz. tüm aforizmalar sonuçta buraya varır, eğer novalis'ten değillerse; ama novalis bile bir yığın saçma şey söylemiştir. çölde suyun hasretini çekeriz, pascal ilkesinin anlattığı bu.

çok dikkatle bakarsak, büyük felsefi tasarımlardan bize kalan yalnızca acınacak bir deyiş tadıdır. hangi felsefe olursa olsun, hangi filozof söz konusu olursa olsun, tüm yeteneklerimizle, yani tüm zihinsel araçlarımızla da uğraşsak, bir şeyler gene de ufalanır.

durmadan düşünce bilimlerinden söz ediyorum; ama bu düşünce bilimlerinin ne olduğunu bile bilmiyorum, hiç haberim yok. felsefeden söz ediyorum ve felsefenin ne olduğundan haberim yok. varoluştan söz ediyorum ve bundan haberim yok.

bizim çıkış noktamız her zaman hiçbir şey bilmememiz ve bu konuda hiçbir fikrimizin olmaması. bir şeye yaklaştığımız anda, her alanda emrimizde olan olağanüstü çok malzeme karşısında boğulup kalıyoruz, gerçek bu. bunun böyle olduğunu bildiğimiz halde, o düşünsel sorular diye adlandırdığımız şeylerle uğraşıyoruz durmadan. imkansıza bırakıyoruz kendimizi, yani düşünsel üretim yaratmaya. çılgınlık bu!

aslında her şeye yetenekliyiz; ama gene aslında hiçbir şeyde başarılı olamıyoruz. tek bir başarılı cümleye sıkışıp kalmış bizim büyük filozoflar, bizim en büyük ozanlarımız, gerçek bu. çoğunlukla yalnızca o felsefi renk tonu dediğimiz şeyi anımsarız, başka da hiçbir şeyi.

müthiş bir yapıtı inceleriz, örneğin kant'ın yapıtını ve zamanla kant'ın küçük, doğu prusyalı kafasına indirgenir bu yapıt ve tamamen belirsiz, gece ve sisten oluşan bir dünyaya dönüşür ve aynı çaresizlikle tüm diğerleri gibi sona erer. inanılmazlıkların dünyası olmak istedi ve geriye gülünç bir ayrıntı kaldı, her şeyde olduğu gibi. o büyük denilen şey, sonunda bir noktaya ulaştı ve biz onun gülünçlüğü, acınasılığı karşısında yalnızca duygulanıyoruz. shakespeare de bizi gülünçlüğe kadar ufalıyor, basiretli bir anımız olduğunda.

sekreter

tomris uyar

edebiyatçı kendine memurdur. "yazar ölümün sekreteridir." yalnızsınızdır. oturup bunu birisiyle paylaşacağınız ortam yoktur. ama türkiye'de yalnız kalmak becerilemediği için belki, edebiyat ortamı bozuluyor ya da yedi sekiz kişi kalınıyor. meyhanede oturup edebiyat konuşursanız yazamazsınız. yalnız kalmanız gerekir. oysa bir öyküyü oturup dört kişiye anlatırsanız yazamazsınız; çünkü yazmış kadar olursunuz. yalnızlık, suskunluk, düşünme, damıtma, işleme uğraşı bu. "bir şiir yazdım. okuyayım mı?" hayır. okuma. bana ne? okuma; çünkü gazete paketinin arkasına yazmışsın -ki bu da olabilir. binde bir şair gazete paketinin arkasına dizeler yazabilir ve iyi şiir çıkar. can yücel'de evet. ama onu yazabilmiş olmak için de zaten can yücel olmak gerekiyor. on yedi yaşında olmak değil.

20.02.2022

meteor

hüseyin rahmi gürpınar

moda ve yenilik karşıtı bazı yaşlı hanımların gençlere kızıp da "artık pek azdınız. başımıza taş yağacak." demeleri bir bakıma pek yabana atılacak bir söz değildir. gökten üzerimize daima taş dökülüyor. bu gerçek bir durum; fakat bu taş yağmuru dünyada moda değil, belki hiçbir fert mevcut olmadığı zamanlar da devam ediyordu.

büyük büyük gök ve hava olayları ile bu dünyanın ufak tefek gündelik ve bayağı işleri arasında bir münasebet aramak pek gülünç ve saçma bir haldir.

insanların çoğu, kâinatın azametine göre kendi küçüklüklerini, hiçliklerini görebilecek görüş açıklığına ve keskinliğine sahip olmaktan pek uzaktır.

her cani ve melunu cezalandırmak için gökten başına taş düşmesi bir manevi gereklilik olsaydı hiçbir memlekette cinayet mahkemeleri kurmaya lüzum kalmazdı.

insanlığın ortaya çıkışından beri halkın zihninde kökleşmiş böyle efsanelere daha dört günlük sayılan bilimsel hakikatler ve malumatlar üstün gelemiyor. insanlar bu boş zanlardan uzaklaşıp ne kadar az aldanırlarsa insanlık şereflerine o kadar yaklaşmış olurlar.

fakat ne yazık ki, gökten düşen taşların, yıldırımların, cezalandırılması lazım gelen, yok edilmesi gereken vücutlara dokunmayarak insandan, hayvandan birtakım masumları helak ettiği görülüyor.

biz tabiattan bir cüz yani bir parçayız. onun, aklımız erdiğince ve tahsil derecemize göre anlaşılabilir kısımlarını öğrenmeye çalışırsak birçok hatalardan kurtulmuş oluruz. çünkü insanlar her felakete cehaletleri sebebiyle uğramışlar ve hâlâ uğramaktadırlar. insanlık, çocukluk zamanında akıl erdiremediği konularda daima batıl zanlara düşerek işte bundan dolayı ilerleme yolunda gecikmiştir.

sevgisiz

şükrü erbaş


ayrılık bir kuyu suyuydu henüz. üstündeki tüllerden çıplak bir sesle döndün: 

"hayatın gecesi, lambasını da beraberinde getirir."
(charlie chaplin)

kirpiklerinden dudaklarına, uzak ıssız yollar düşüyordu. bunu çok erken biliyordum ben. sevgisiz kadınlardan, soğumuş erkeklerden, evler ölüsü çocuklardan biliyordum. gülümseyen bir acıyla tutundum soluğuna.

namus

eduardo galeano

1979'un sonlarında sovyet güçleri afganistan'ı işgal etti. resmi açıklamaya göre işgalin sebebi ülkeyi modernize etmeye çalışan laik hükümeti savunmaktı.

1981 yılında bu konuyla ilgilenen stockholm'deki uluslararası mahkemenin bir üyesiydim. oturumlardan birinde yaşadığım o en önemli anı asla unutmayacağım.

o dönemde freedom fighters, yani özgürlük savaşçıları, şimdiyse teröristler olarak adlandırılan radikal islam'ın temsilcisi, üst düzey bir dini lider tanık kürsüsündeydi. ihtiyar şöyle gürlemişti: "komünistler kızlarımızın namusunu kirlettiler! onlara okuma yazma öğrettiler!"

18.02.2022

yolculuk

orhan veli kanık


ne var ki yolculukta
her sefer ağlatır beni
ben ki yalnızım bu dünyada
bir sabah kızıllığında
yola çıkarım uzunköprü'den
yaylının atları şıngır mıngır
arabacım on dört yaşında
dizi dizime değer bir tazenin
çarşaflı ama hafifmeşrep
gönlüm şen olmalı değil mi
nerdee
söyleyin, ne var bu yolculukta

julie

ian mcewan

birbirimize sarıldık ve kollarımızla bacaklarımız öyle bir dolandı ki yatağa yan düştük. kollarımız birbirimizin boynunda ve yüzlerimiz birbirine yakın yattık. uzun bir süre kendimizden söz ettik. "tuhaf şey" dedi julie, "bütün zaman duygumu kaybettim. sanki hep böyleymiş gibi geliyor. annem hayattayken nasıldı gerçekten hatırlayamıyorum ve bir şeylerin değiştiğini gerçekten düşünemiyorum. her şey sakin ve sabit görünüyor ve bu bana hiçbir şeyden korkmadığımı hissettiriyor."

"aşağı bodruma indiğim zamanlar dışında kendimi uykuda gibi hissediyorum. haftalar ben fark etmeden geçip gidiyor ve bana üç gün önce ne olduğunu sorsan söyleyemem." dedim.

bizim sokağın sonundaki yıkımı ve bizim evi yıksalar nasıl olacağını konuştuk.

"birileri gelip etrafı arasa" dedim, "bütün bulacakları uzun çimenlerin arasında birkaç kırık tuğla olur."

julie gözlerini kapadı ve bacağını uyluğumun üstüne attı. kolumun bir kısmı onun göğsüne dayanıyordu ve altından kalbinin gümbürtüsünü duyabiliyordum.

"fark etmez" diye mırıldandı, "eder mi?"

yatağın daha yukarısına yanaşmaya başladı. ta ki büyük soluk renk göğüsleri yüzümle aynı hizaya gelinceye kadar. parmağımın ucuyla bir meme ucuna dokundum. şeftali çekirdeği gibi sert ve buruşuktu.

julie onu parmaklarının arasına alıp yoğurdu. sonra dudaklarıma doğru itti. "devam et" diye fısıldadı.

kendimi ağırlıksız hissettim, uzayda aşağı yukarı duygusu olmadan yuvarlanır gibi. dudaklarımı julie'nin meme ucunun etrafında kapadığımda vücudundan yumuşak bir titreme geçti ve odanın karşısından bir ses kederle, "işte her şeyi gördüm artık." dedi.

ben hemen geri çekilmeye çalıştım. ama julie'nin kolları hâlâ boynumdaydı ve beni daha sıkı kavradı. vücudu beni derek'ten saklıyordu. kendini bir dirseğin üzerine destekleyerek dönüp ona baktı. "öyle mi?" dedi yumuşakça. "ah canım."

ama yüzümden santimlerle uzak kalbi küt küt çarpıyordu. derek yine konuştu ve sesi çok daha yakın geldi. "bu ne zamandır devam ediyor?"

onu göremediğime memnundum. "asırlardır" dedi julie, "asırlar ve asırlardır."

derek şaşkınlık ya da kızgınlıktan nefesi kesilir gibi bir ses çıkardı. onun hareketsiz ve elleri cebinde dimdik durduğunu hayal ettim. bu kez sesi kalın ve pürüzlüydü. "o kadar zaman.. sana yaklaşmama bile izin vermedin."

gürültülü bir şekilde boğazını temizledi ve kısa bir sessizlik oldu. "neden bana söylemedin?"

julie'nin omuz silktiğini hissettim. sonra, "aslında bu seni ilgilendirmez." dedi.

"bana söylemiş olsaydın" dedi derek, "çeker giderdim, seni bırakırdım."

"tipik!" dedi julie. "çok tipik." şimdi derek kızmıştı. sesi odanın karşısında geriledi. "iğrenç!" dedi yüksek sesle, "o senin kardeşin!"

"yavaş konuş derek!" dedi julie sertçe, "tom'u uyandıracaksın."

"iğrenç!" diye tekrarladı derek ve odanın kapısı çarpılıp kapandı.

julie yataktan sıçradı, kapıyı kilitleyip yaslandı. derek'in arabasının çalışmasını bekledik ama tom'un nefes alışından başka her şey çok sessizdi. julie bana gülümsüyordu. pencereye gidip perdeleri biraz araladı. derek odada o kadar kısa kalmıştı ki şimdi sanki onu hayal etmişiz gibi geldi.

"herhalde aşağıdadır." dedi julie tekrar yanıma yerleşirken, "herhalde sue'ya sızlanıyordur."

bir iki dakika sessiz kaldık, derek'in sesinin yankılarının sönmesini bekleyerek. sonra julie avucunu göbeğime koydu. "ne kadar da beyazsın!" dedi, "benim elimin yanında."

elini aldım ve benimkiyle ölçtüm. tamamen aynı büyüklükteydi. oturduk ve avuçlarımızdaki çizgileri karşılaştırdık ve bunlar tamamen farklıydı. birbirimizin vücudunu uzun uzun incelemeye başladık. yan yana sırtüstü yatarken ayaklarımızı karşılaştırdık. onun ayak parmakları benimkinden daha uzun ve daha inceydi. kollarımızı, bacaklarımızı, boyunlarımızı ve dillerimizi karşılaştırdık; ama bunların hiçbiri göbek deliklerimiz kadar benzemiyordu: yana yatık helezonda ince bir yarık, boşlukta aynı model kırışıklar. bu ta ki benim parmaklarım julie'nin ağzında dişlerini sayana kadar sürdü ve yaptığımıza gülmeye başladık.

sırtüstü döndüm ve julie, hâlâ gülerek, üstüme oturdu, penisimi tuttu ve çekip içine soktu. çok çabuk olmuştu. birden sessizleştik ve birbirimize bakamadık. julie nefesini tuttu. yolumda yumuşak bir şey vardı, ben onun içinde büyüdükçe ayrıldı ve daha derine girdim. küçük bir iç çekti, dizlerinin üzerinde öne doğru eğilip hafifçe beni dudaklarımdan öptü. yavaşça kendini kaldırdı ve çöktü. karnımdan hoş bir heyecan yayıldı ve ben de iç çektim. sonunda birbirimize baktık. julie güldü ve "kolaymış" dedi.

biraz doğruldum ve yüzümü göğüslerine gömdüm. tekrar bir meme ucunu parmakları arasına aldı ve ağzımı buldu. ben emdikçe ablamın vücudundan aynı titreme aktı. derin, düzenli bir nabız atışı, evin içinden yükselip onu sallar gibi gelen büyük, tekdüze yavaş bir gümbürtü duyup hissettim. kendimi geriye bıraktım ve julie öne çömeldi. sesle uygun tempoda yavaş yavaş hareket ettik, ta  ki o bizi hareket ettirir gibi, kendiyle birlikte bizi iter gibi olana kadar.

bir noktada yan tarafa göz attım ve karyolanın parmaklıkları arasından tom'un yüzünü gördüm. bizi seyrettiğini sandım; ama tekrar baktığımda gözleri kapalıydı. benimkileri de kapadım.

biraz sonra julie ters dönmenin zamanı geldiğine karar verdi. bu yapması kolay bir şey değildi. bacağım onunkinin altına sıkıştı. yatak örtüleri engel oluyordu. bir tarafa yuvarlanmaya çalıştık. neredeyse yataktan düşüyorduk ve geri yuvarlanmamız gerekti. julie'nin saçını dirseğimle yastığa bastırdım ve çok yüksek sesle "ah!" diye bağırdı. kıkırdamaya başladık ve ne yaptığımızı unuttuk. çok geçmeden kendimizi yan yana yatmış, şimdi daha öncekinden biraz daha yavaş ilerleyen, büyük ritmik gümbürtüyü dinler bulduk.

gerçek

cenap şahabettin

gerçek dediklerimizin çoğu, henüz yalanlanmamış yalanlardır.

ne kadar yalanları bir resmi kağıt üstüne geçirmekle gerçeğe çevirdik sanırız.

sıcak iklimlerde öğrendiğim bir gerçek: sıcaklık derecesi kırkı aştı mı, bütün ahlak kuramları altüst oluyor.

en iğrenç yalan, gözyaşı biçimine girendir.

gerçeği bulmak için aracımız beş duyu, engelimiz yine beş duyudur.

herkesle birlikte aldanmak, gerçeği görüp de kendi kendine kalmaktan iyidir.

16.02.2022

inziva

patrick süskind

ilham aramam ben. yalnız benim içimden doğmalıdır benim eserim.

her sanatta ve her zanaatta yetenek hiçbir şey ifade etmez; ama deneyim, alçak gönüllülükle, çalışkanlıkla elde edilmiş deneyim her şeydir.

inzivayı seçen insanlar vardır, bilinir; bir günahın kefaretini ödemek isteyenler, başarısızlığa uğramışlar, azizler ya da peygamberler. böyleleri çöllere çekilip çekirge ve yaban balı yiyerek yaşamayı yeğler. kimisi de kenarda köşede kalmış adalarda, mağaralarda, dehlizlerde ya da -biraz daha gösterişlisi- sırıklar üzerinde kurulmuş, göklere uzanan kafeslerde yaşarlar. amaçları tanrıya daha yakın olmaktır. kendilerini yalnızlıkla cezalandırıp günahlarının ceremesini çekerler. böyle davranırken tanrının hoşnut olacağı bir yaşam sürdükleri inancı içindedirler. ya da aylarca, yıllarca, kendilerine yalnızlıkları içinde bir tanrı haberi ulaşmasını bekler, gelince bir acele insanlar arasında yaymaya yeltenirler.

diktatör

william s. burroughs

yeni bir yönetim şeklimiz var artık. tek kişinin yönetimi ya da aristokrasi ya da plütokrasi değil bu, rastlantısal baskılar sonucu mutlak iktidar konumuna yükselmiş ve karar vermelerini önleyen politik ve ekonomik faktörlerden bağımsız olmayan küçük grupların yönetimi. bunlar benliklerini teslim ederek iktidara gelmiş soyut güçlerin temsilcileridir. çelik gibi iradeye sahip diktatörler tarihe karıştı. bundan böyle stalinhitler gibi diktatörler olmayacak. bu vahim dünyanın yöneticileri kazara yöneticilik konumuna gelmişlerdir; anlayamadıkları devasa bir makineyi yönetmeye çalışan, hangi düğmeye basmaları gerektiğini kendilerine söylemeleri için uzmanlara ihtiyaç duyan, beceriksiz, dehşete kapılmış pilotlara benzemektedirler.

14.02.2022

beyoğlu'nda fısıltılar

david boratav

unutmak en iyi ilaçtır.

düzgün davranmayı bil; o zaman kimsenin aklına sana nereden geldin diye sormak gelmez.

kaybedecek bir şeyiniz olmadığı andan itibaren, saklayacak bir şeyiniz de yok demektir.

din, işin dışarıya gösterilebilen yüzüdür, kolektif versiyonudur, saygıdeğer yüzüdür. ama gizli yüz, herkesten saklanan küçük bireysel günah, işte bu batıl inançtır. mesela büyük annenin yaptığı gibi kem gözlerden korunmak için kapıya nazar boncuğu asmak, bir bakıma hiçbir şeyin değişmeyeceğini kabullenmek demektir. bu küçücük şeyler çoğalıp biriktiklerinde, üst üste yığıldıklarında, entelektüel bir duruş oluştururlar. bu, her köşe başında karşımıza çıkan ve zihinleri kangren eden bir tür sofu kaderciliktir.

erdemin mucizeleri, çok çabuk tükenen bir konudur.

sürekli hayal kırıklığına uğramak, bir adamın gönlünden yurt sevgisini tamamen silebilir.

boğaz'ın karidesi, ilk kadınına kadar tadacaklarının en iyisidir.

istanbul insanlık tarihinde bütün şehirlerden çok daha fazla yağmalandı. istanbul'un hayatındaki dönemlere ritmini veren talanlardır. osmanlılar tarafından talan edilmiş, hristiyanlar tarafından talan edilmiş, galipler arasında paylaşılmış ve bir kez daha zenginlikleri, simgeleri ve bu kadar yağmanın sonunda özü de talan edilmiştir. onu tasvir edenler, rüyalarında görenler, hayallerinde süsleyenler, iliğine kadar sömürenler hep dışarıdan gelenlerdir. şehir yavaş yavaş kimliğini kaybetmiştir.

arzu

pascal bruckner

arzu, su üstünde yüzen bir dünyadır; sallantılı, değişken.

engeller ortadan kalkınca arzu yavan bir hal alır. çünkü arzu kurnazlığın oğludur. dolambaçlı, dikenli yolları sever; doğru çizgi onu sıkar.

uyku seksten çok daha mahremdir.

bir çift nedir? güvence karşılığında varoluştan vazgeçiş, yasal aşkın cazibesiz yüzü. bayağılığa en az yatkın olanları bile bayağılaştıran bu gizli oturum, en kıpır kıpır insanları bile hantallaştırır.

aşıkların birbirlerine karşı acımasızlıkları polislerinkinden kat kat fazladır.

çift halinde yaşamamak, insanın kendi efsanesinden vazgeçmesidir; kıytırık bir söylenti elde etmek amacıyla bir tarihin birliğini kaybetmektir.

ön yargıların tersine, zayıf cins erkektir.

erkeklik organı şudur: kendisinden bir şey istenmediğinde ortaya çıkan kaprisli bir hayvan; bir görünen bir yok olan anka kuşu; söz dinlemeyen bir uşak gibi ya fazla gösterir kendini ya da hiç ortada yoktur.

arzu duymak, ıstırap çekmektir. 

zaten kanamakta olan bir ruhu yaralamaktan daha güzeli var mıdır?

yazgı

stefan zweig

yazgı hep güçlülerden ve zorbalardan yanadır. tek bir kişiye yıllar boyu kul köle olur.

bütün büyük askeri hareketlerde düşmana indirilen kesin darbe, her zaman sürpriz baskınlar yoluyla elde edilmiştir.

uyruk olmaktan bir türlü kurtulamayan insanlar, verilen buyruklara hep boyun eğerler, yazgının çağrısına kulak asmazlar.

bir mucizenin gerçekleşebilmesi ya da olağanüstü bir şeyin tamamlanabilmesi için bireyin, her şeyden önce bu mucizeye inanması gerekir.

insanlar, büyük bir hayranlık duydukları ve kendisinden pek çok şey bekledikleri bir adam tarafından sinsice aldatıldıklarını görünce, onu asla bağışlamazlar.

bir inanç için acı çekmek, o inanç uğruna adam öldürmekten daha iyidir.

insanlar sadece bir şeyden yorgun düşerler: kararsızlıktan. yapılan her iş insanı rahatlatır; hatta en kötüsü bile hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.

insan tutkusu, rastlantı sonucu elde edilen kolay başarılarda alevlenir; fakat yazgının yenilmez gücüne karşı sürdürülen savaşımda insanın mahvolması kadar hiçbir şey, insan yüreğini böylesine coşturamaz.

13.02.2022

hoşgörü dini

sevan nişanyan

memleketin tarihini yakından tanıdıkça, anadolu'yu gezdikçe, gitgide daha net olarak kavrıyorum ki bu ülkede islamiyet sadece ve sadece zulmün, zorbalığın, talanın, devlet kibrinin kılıfı olmuş. fethin ve sömürünün ideolojisi olarak hizmet vermiş. açıkça, afrika'da ve güney amerika'da kolonyalizmin etkisi neyse bu ülkede de islam'ın etkisi odur diyeceğim.

şu farkla: avrupa kolonyalizmi her zaman ciddi bir özeleştiri kapasitesine sahip olmuş. güney amerika'da yerlilerin hakları ve kültürü için canını veren, kitaplar yazan, örgütler kuran katolik din adamları var. afrika'da kolonyalizmi lanetleyen, onunla mücadele eden onca ingiliz var. burada ise, bin yıllık zulüm ve yağma geçmişine karşı bir laf edebilen tek bir müslüman çıkmamış henüz. çıkacağı da yok.

islam'ın hoşgörü dini olduğu.. palavra. saçma sapan bir laf. yok öyle bir şey.

her din ve her ideoloji kendine ait bu tür mitler üretir. amerika'nın güney eyaletlerindekilere de sorsanız onlar da aynı şeyi söyler herhalde, dinimiz hoşgörü dinidir falan filan diye. her fanatizm hareketi bizden olanlar ve ötekiler diye dünyayı ikiye böler, bizden olanların arasında dostluk, kardeşlik, sevgi vaad eder; ötekilere karşı ise düşmanlık ve gayrı-insanileştirme operasyonu uygular. islam'ın da bu konuda dünyanın en fanatik dinlerinden biri olduğunu düşünüyorum. yani bir hindu dini gibi, bir budizm gibi eklektizme, çok yönlülüğe, başkalarının da tanrılarını kabul etme gibi bir eğilime sahip bir din değildir islamiyet. bir egemenlik dinidir, siyasi egemenliği kendi doktrininin temel unsurlarından biri haline getirmiştir. bu açıdan özellikle farklı kültürlerin bir arada yaşamasını gerektiren bugünün dünyasında, tehlikeli eğilimleri barındıran bir dindir.

her şeyden önce bir fetih dinidir. silah zoruyla bir egemenlik kurmuş, sonra da o silah zoruyla kurulmuş olan egemenliği meşrulaştırmak için, onu savunmak ve tezkiye etmek yani jüstifiye etmek için kocaman bir sistem oluşturmuş. millet-i hakime ve millet-i mahkume esasına dayalı bir sosyal yapı. gayrimüslimlere boyun eğdikleri sürece belirli haklar tanır, fakat birinci sınıf vatandaş ve ikinci sınıf vatandaş yapısını değerler sisteminin temeline yerleştirir. tipik bir apartheid ideolojisidir.

ingiliz sömürgeciliği kötü, osmanlı (ve arap) sömürgeciliği iyi, he mi? yok efendim. ingilizlerin özeleştiri yeteneği var, müslümanların yok. hepsi o kadar.

12.02.2022

yara izi

octavio paz

her ayrılıktan yara izi kalır.

yaşamın bir döneminde varlığımızın sadece kendimize özgü ve çok değerli bir şey olduğunu anlarız. 

insan ancak devrimci bir toplumda kendini gerçekleştirebilir ve kişiliğini bulabilir. 

düşünde sayıklar ozan
tarih uykuya dalınca 

insanın kendini bütünüyle bir şeye, bir başka kişiye adaması zordur. az kişi bunu başarır. aşkın ne demek olduğunu öğrenecek kadar kendini sahip olma tutkusundan kurtarabilenlerin sayısı daha da azdır. aşk; sürekli yaratış, gerçeği yaşamak ve bitip tükenmeyen yeniden varoluştur.

insanoğlu toplumsal ilişki kurmadan sağlıklı olamaz.

tutsaklar, uşaklar ve baskı altında ezilen halklar sürekli maske taşırlar; gülen ya da asık yüzlü bir maske.

tarih, gerçek fakat acımasız karabasanlarla doludur. insanoğlu o karabasanların malzemesinden güzel ve kalıcı eserler yaparak büyür ve yüceleşir. başka bir deyişle, insanın büyüklüğü, korkulu düşü bir yaratıcılığa çevirmesinden, gerçeğin o akıl almaz korkusunu yenmesinden başka bir şey değildir.

insanoğlu kuşkusuz her yerde yalnızdır.

gözyaşı

halit ziya uşaklıgil

zavallı insanlar! bazı üzüntülü zamanlarda ne büyük bir cesaret, ne müthiş bir yiğitlik hissederler, ne yazık! bu his bir güçsüzlük heyecanından başka bir şey değildir, bir saniye içinde coşup fışkırır. dünyaları harap edecek, engin denizleri taşıracak bir kuvvetle coşar. fakat bir saniye içinde o tufanı kışkırtan rüzgâr birden kesilmiş gibi söner. sinirler kesilir, gözler yaşarır, kollar düşer. işte o vakit kalbe bakmalı; o bir saniyelik fırtına, o bir saniyelik üzüntü kalpte neler yıkmıştır, neler kırmıştır! biraz evvel ağzı köpürmüş bir aslan gibi avcısının üzerine atılan o ümitsiz, biraz sonra ağzından kan püskürterek boğazlanmışçasına bir feryatla galibinin ayaklarına atılacaktır.

gözyaşları! bir sinirin kasılmasından, bir iki damlanın gözlerin ucunda birikmesinden meydana gelmiş gözyaşlarına tabiat ne yüce bir kutsallık, ne seçkin bir büyüklük sunmuştur! gözyaşları! onlar hayatın türlü acıları içinde güçsüz, kuvvetsiz kalan kalbimize ne büyük bir kuvvet, gamlar, hüzünler içinde bulunan ruhumuza ne büyük bir teselli verir! gözyaşları! onlar bize yaralarımız için verilmiş bir deva değil midir? üzüntülerimiz hayatımızın karanlık bulutlarıysa gözyaşlarımız güneşi müjdeleyen yağmurlar gibidir. insan ağladıktan sonra kalbini yağmurlarını dökmüş bir gök kadar saf bulur. ağlamak! eğer insanlar bu teselliye sahip olmasalardı hayata nasıl katlanırlardı?

10.02.2022

yuvarlağın köşeleri

özdemir asaf

gerçek değer; gelmesi boşluk dolduran değil, gitmesi boşluk yaratandır.

ismail habib sevük: "hayat, iki dipsiz karanlık ortasında bir kibrit alevidir."

doğdu, sevinçten ağladılar. öldü, acıdan ağladılar.
o, bu arada yaşadı, hiç düşünmediler.

umutlanmak, insanın kendisine yalan söylemesidir.
umutlandırmak, bu yalanı başkasından dinlemek istemesidir.

insanlığa yararı dokunmamış en büyük kurumlar siyasi partilerdir.

her şeyi bildiğini söyleyenler başka bir şey bilmez.

kadınları sevmek bir kadına haksızlık etmek demektir.
bir kadını sevmek kadınlara haksızlık etmek demektir.

insanlar, gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler.
gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar.

aşk niye yüzyıllarca dağlarda, denizlerde gezmiş dolaşmış anladım.

aşka zeka katmaya çalışmak ahmaklıkların en büyüğüdür.

gerçek ile yapmacık'ı ayırt edilmez kılacak kadar birbirine karıştırıp eriten o eşsiz yol: nezaket.

kendisinden uzak kalmış olanlar çok bağırır.

unutmak, düşünen adamın korkusudur.

az unutup çok hatırlayan delirir.
hiç unutmayıp hep hatırlayan delirtir.

yalan, iyi söylenememiş bir doğrudur.

düşmanlıkla saldırdı. pek fazla derinlere uzanamadı.
sevgi gösterileriyle uzanıp girdi. yıktı geçti.

bir insandan, o çok yeterince anlatmıyorsa çok şey öğrenmeye kalkışma! o, bir gün acınırsa, söylediklerini silmek için seni silmeyi düşünür.

konuşmanda susma kokusu varsa, senin bana saygına karşılık, seni yüceltmek için dinlerim seni. susma korkusu varsa, sana önem vermem, dinlemem seni. susmanda konuşma korkusu varsa bırakırım olduğun yerde seni. konuşmanda konuşma korkusu varsa seni alçaltmak için dinlerim seni.

çok söyleyenlerin arasında aptalı, gevezesi, çenesi düşüğü bol bol bulunur. ama çok susanların arasında namussuz çoktur.

yerine getirilmeyeceğini bile bile söz alan, o sözü verenden suçludur.

şu gülümseyişinle gelir misin çağırırsam?

felsefi düşünüş hazırlıklarının arayış çağında doğdum.

prensip: uygar insanın yamyamı.

adları vasıfları değil, vasıfları adları oluyor.

toplum kişiliklerle olur, kişilerle değil.

bir millet değerli kişiler ister. ama onların olmaları yetmez. iş başlarına getirilmiş olmaları da gerekir.

idealistler güzel konuşurlar. sözlerinde parlaklık vardır.
gerçekçiler güzel konuşmazlar. gözlerinde parlaklık vardır.

karamsar: bugünü görmeyen
kötümser: bugünü anlamayan
çekimser: bugünü değerlendiremeyen
iyimser: bugünü bilmeyen

herkesi dinle öyle karar ver. kendini dinle düşün.

inanmadıklarını yazan yazardan aşağı insan yoktur.

söz iki türü ile kalıcılık bulur: küfür ya da şiir olabilirse.

dolu bir söz dolu bir tüfek gibidir. istersen kendini savunmak için kullanırsın, istersen vurmak için.

yanıtlarından önce soruları bağlar kişiyi.

yanıtlarını değil, yaşaması boyunca sorularını gözden geçirip düşünen daha çok öğrenir.

soru sorulmayan, soru sorulması bilinmeyen, soru sorma öğrenilmemiş yerlerde düşünme yetisi de cılız kalmış demektir.

açıklık fazlalığı gücü biraz azaltmaz mı?

alışmak, ölümün en küçük ama en sürekli ve en tehlikeli bir parçasıdır.

her uykusuz gece yaşamayı kısaltan bir bıçkıdır.
ben kimseye uzun yaşamak istiyorum demedim ki.

eskiyecek her şeye "yeni" denir.

eğer bir kapı varsa, seçmekten söz edemezsiniz.

yaşamda bir şeyi başka bir şeyle yaşayamazsınız.

korkunun belirtilerinden biri durup kalmaktır.

yaşamları boyunca ölüme inanmayanlara inanıyorum.

ne zaman, nasıl, nerede duygusallığa düştümse hep ondan kurtulmak içindi çabalarım.

belki başka bir şey daha düşünebilirim diye, uyuyamadığım çoktur.

gemilerin çoğu, bir insan yüzünden batmıştır, deniz yüzünden değil.

insan: doyduktan sonra da yiyen tek yaratıktır.

bazı hediyeler haincedir.

bir dolabı yıllardır durduğu yerden çekip arkasına altına düşürülmüş şeyleri görmek istemez misiniz?

bütün yaşamöykünü
başkalarının anlatısı olacak kadar ilginç kıl.

aynı çağda yaşadığımız halde bana hep aynı notu veren kimse, yani beni hep beğenen ya da hep kınayan, benim gömülmekten korktuğum mezardır.

doymak biraz ölmektir.

umut: bana seni mi getirecek? sen mi bana umudu getireceksin? kim çıkardı seninle benim arama koydu, bu umut denen şeyi.

ben aynaya bakınca, aynayı görürüm ilkin.

dünyanın en büyük kitabının adı alfabedir.

yoksa birbirlerine benzeyen insanlar mı yapıyor birbirlerine benzeyen bu evleri?

bir konuyu düşünmek öteki konunun yalnızlığıdır.

öğüt, zamanında taze yenmemiş bir ekmeği başkasına bayat yedirme denemesidir.

okulu da öğrencisi de kendisi olan adamın yarısı ölümünden önce ise, yarısı da sonradır.

bende iki sen vardı. biri sendeki iki sen. biri bendeki sen. ben bunu anlayabilirdim ancak. onun için düşündüm. düşünmez olaydım. seni bulaydım. ya da, seni bulduğumu sanaydım. o zaman sen banaydın. ben sanaydım.

beni sevmeyeni de severim ama beni anlamayanı sevmem.

sürü evet diyenlerdir. onlarla toplanır, toparlanır, güdülür. hayır diyenlerden sürü yapılamaz. çokluk olsalar bile. sürüler sayısız tarihte, öbürleri sayılı.

insandır, doyduktan sonra da yiyen tek canlı yaratık.

sahip olmak, kötü bir şey.
sahip olmamak, daha kötü bir şey.

her beni düşündüren bana keder vermez ama bana keder veren her şey beni düşündürür.

kuşun beyni küçüktür.
kuş büyük müdür?

esneklik dayanıklılığın ilk özelliğidir.
direnci dönüp kendine değinceye dek.

başka olmayan etkileyemez, etkilemeyen başka olmaz.

iyilik ölçüsüz bir şeydir. yani, yokluğu bundan ötürüdür.

her oyun, her yarış berabere başlar.
berabere biten bir oyun, bir yarış yitirilmiş bir zamanı vurgular.

anılmaması gereken bir şeyi unutmamak.
unutulmaması gereken bir şeyi anımsayamamak.
anılması gereken bir şeyi unutmak.
belleğin bizlere iki oyunu.

gerçeği anlamayan mesut, bilmeyen atılgan olur.

yalandaki gerçek payı daha çoktur.
gerçekteki gerçek payından.

yalan söyleseydim bana incinecekti.
yalan söylemedim. gitti.

hiç kimse diye biri vardır.
kandırmayan, kandırılmayan.

adı, rengi, türü ne olursa olsun her gerçek dost, kişinin öteki parçasıdır.

herkesin bir dostu olmalıdır en azından.
aldanmak, aldatılmak, yalan söylemek, kınanmak için.

anlatan dinleyenden az biliyorsa, sözü uzatır; çok biliyorsa anlatır.

ben her zaman konuşmam.
ben senin susmalarını dinlerim.

bir saat hiçbir zaman doğru da olmaz, yanlış da.
yakın ya da uzak olur.

konuşan erkek yalnız kalmaz.

ama ben sizi tanımıyorum ki!
buna verdikleri karşılıkta erkekler kesin iki tutumlarıyla ayrılır:
1. çoğunluğu ve sıradan olanlar:
ama ben sizi tanımak istiyorum, der.
2. ilginç ve akıllı erkekler:
ama ben, beni tanımanızı istiyorum, der.
birincilerin alacağı sonuç kadına ve duruma bağlıdır, kesin bilinmez.
ikincilerin varacağı sonuç kesindir ve şaşmaz.

rüyasında düğününü gören de boşandığını gören de uykusundan buruk uyanır.

iki insan birbirini yalnız bırakabilir.
iki yalnız birbirlerini kurtaramaz yalnızlıktan.

söylenecek bir şeyi olmak.
bu öyle yalnızlık ki.

meyhanelerde bir kenarda yalnız başlarına içenler vardır.
onların hepsi yalnız kişiler değildir.
ama hep mi hep başkalarıyla içmek isteyenler vardır.
ille birisini ararlar.
onlar kesin yalnız kişilerdir.

kendine güveni yok. bunun için kendini sıkıyor. içini göstermemek tek amacı. oysaki kendine güven duyması için benimle değil ilkin kendisiyle uğraşması gerek. o ise unutmuş bunu, bütün korkusu benden, benim göreceğimden.

kupkuru, sımsıkı geçiyor yanımdan. onda ilk görülen sevimsizliği ve kendini içine doğru zorlaması.

ama hırçınlığı her saklamaya çalıştığının örtüsünü kaldırıyor. sanki iş üzerinde yakalanmış bir hırsız. kendini ele veren bir acemi. zavallı tanıdık.

belkinin belki yerine dendiği toplumlar bozulmamış insanlarn bulunabileceği toplumlardır. o toplumlarda insanlar birbirlerine saygı beslerler ve sunarlar. ve gerekiyorsa oralarda insanlar birbirlerini yerler. çünkü oralarda her şey tam kendisidir.

bir insan bir insanı bir şey görür, bu hayattır.
bir insan bir insanı birçok şey görür, bu sevgidir.
bir insan bir insanı her şey görür, bu aşktır.
bir insan bir insanı hiçbir şey görür, bu doğu'dur.
bir insan bir insanı görmez, bu ölümdür.

aşka gönül ile düşersen yanarsın
zeka ile düşersen kavrulursun
akıl ile düşersen çıldırırsın
duygu ile düşersen gülünç olursun
aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin
sersem sersem bakınıp durma bir yol seç

kişilerin geldikleri yer, toplumların gittikleri yön önemlidir.

sanatçıların tek ve baş düşmanları politikacılardır. onlar sanatçıyı, sanatçıları överken de yererken de küçültürler.

öz dil diye bir dil yoktur. duru dil vardır.

ya hep geçerli olanı yazabilmeli.
ya da hiçbir zaman geçerli olmayacak olanı.

susmakla söylemek arasındaki kocaman uçurum.

bilmiyorum demesini de biliyorsan yanıtlayamayacağın soru yoktur.

tarihte kapı devri diye bir çağ olmalıdır.
çünkü ahlaksızlıkların başı kapı ile başlamıştır.
yalanların, kaçmaların, saklanmaların, hırsızlıkların..