31.01.2020

uzun lafın kısası

nilgün marmara: çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi! yiten bu işte.

godfrey hardy: en asil hırs, kalıcı değeri olan bir şeyler bırakmaktır.

dostoyevski: insanlar beni yüreklendirmek için "burada yalnızca sıradan insanlar var." diyorlar. oysa benim karmaşık bir insandan da çok korktuğum şey, sıradan bir insan zaten.

albert caraco: bizim yaşadığımız dünya, kabul olunamaz bir düzene göre kendini düzenleyerek ve bizim nihai amaçlarımıza zarar verecek şekilde sürdürdüğümüz, giderek saçmalaşan bir dünyadır.

jean meslier: din, her dönemde, insan ruhunu karanlıklarla doldurmaktan, gerçek bağlılık ve ilişkileri, gerçek görevleri, gerçek çıkarları hakkında onu tam bir cehalet içinde bulundurmaktan başka bir şey yapmamıştır.

yuval noah harari: modernite şaşırtıcı derecede basit bir anlaşmadır. tüm sözleşmeyi tek bir cümlede özetleyebilirsiniz: insanlar güç karşılığında anlamı terk etmiştir.

andre gide: herkesin hile yaptığı bir dünyada gerçek insan bir şarlatan gibi görünür.

thomas bernhard: bu ülkede bugün nereye bakarsak bakalım, gülünçlüğün bir lağım çukuruna bakıyoruz. bu kadar çok gülünçlük karşısında her sabah yüzümüz kıpkırmızı oluyor.

paulo coelho: en kusursuz cinayet budur: yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü, bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede bulunacağını bilemeyiz.

goethe: nedir insan, hep övülen bu yarı tanrı? güçlerinden, tam da en gereken yerde yoksun kalmaz mı? ve sevinç içinde yükseldiği, acılarla yıkıldığı zaman, tam da sonsuzluğun bolluğunda kendini yitirmeyi özlediğinde, o vurdumduymaz ve soğuk bilinçliliğine geri dönmüyor mu hep?

jean-jacques rousseau: onca felsefenin, insaniyetin, nezaketin ve haşmetli vecizenin ortasında, yanıltıcı ve boş bir dış görünüşten, faziletsiz şereften, irfansız akıldan ve mutluluk barındırmayan hazdan başkası yok elimizde. 

charles bukowski: hastayız, ümit budalalarıyız. eski giysilerimizle, eski arabalarımızla, bütün hayatlar gibi harcanmış hayatlarımızla bir serap peşinde.

30.01.2020

tanrı

jack london

insanoğlu, tanrıyı, ilk çağlarda, çoğu kez taştan, ateşten ya da topraktan yaratmış; onu ağaçlara, dağlara ve yıldızların arasına yerleştirmiştir. çünkü insanoğlu, kabilesinden, ailesinden ya da altı üstü bir insan sürüsü olan topluluğuna ne ad vermişse ondan ayrılıp göçtüğünü, yitip gittiğini görmüştür. ve insanoğlu, soyunun tükenmesini, yitip gitmeyi kabul etmek istememiştir. bu yüzden, hayalinde, ölümsüz, sonsuza dek yaşayacak yeni bir soy yaratmıştır. bakmış ki bütün insanlar karanlıkta kayboluyor, karanlıktan korkmuş ve karanlıkların ötesinde, daha aydınlık bir bölge, daha rahat bir avlanma alanı, daha neşeli bir bayram yeri ve gülüp eğlenmek, oynayıp zıplamak için büyük bir ziyafet salonu yaptırmış, buna da "cennet" adını vermiştir.

29.01.2020

kaçış

patrick mcgrath

şehrin her yanında, yaşayanlar hastalanmaya devam ediyor ve şehrin dışına taşınmaya yetecek kadar doları olanlar posta arabasıyla ya da vapurla ya da el arabasıyla, hatta yaya olarak taşındı bile. bağımsızlığımızın ilanının yıldönümüne eşlik eden sessizliğin nedeni de bu. ben hiçbir yere gitmiyorum. buradan ayrılmak için imkânım da yok, gidecek yerim de. ve annem gibi ben de ilk sıkıntı belirtisinde şehirden kaçmaktan nefret ederim. beni öldürecek tabii, new york beni öldürecek; ama burada, tavan arasındaki odamda, yalnız başıma ölmeyi, şehirler arası yolda şansımı deneyip bilmediğim bir bulaşıcı hastalıklar hastanesinde veya bir hendeğin içinde hayatımı kaybetmeye fersah fersah tercih ederim. hayır, buralardaki meyhanelerde söyledikleri gibi, şehirden çıkışım kendi teknemle olacak, kendi gemimle!

28.01.2020

sonunda

garcilaso de la vega


sonunda geldim işte ellerinize
öyle sımsıkı sarılarak ölmeye 
bırakmadınız acımı dindirmeye 
çaresiz ne kadar yakınsam boş yere
kanıtlansın yalnız benim bedenimde
nice keskindir kılıç yenik düşende

hayatım bilmem ki hep dayandı neye
amacı neydi göstermek değildiyse
kanıtlansın yalnız benim bedenimde
nice keskindir kılıç yenik düşende

27.01.2020

bebek

victor hugo

bebek, kız çocuklarının zorunlu bir ihtiyacı ve aynı zamanda en sevimli içgüdülerinden biridir. bakmak, elbise dikmek, süslemek, giydirmek, soymak, tekrar giydirmek, öğretmek, biraz azarlamak, okşamak, uyutmak, bir şeyin bir kimse olduğunu hayal etmek: kadının bütün geleceği işte buradadır. hayal eder, çene çalar, küçük çeyizler, küçük kundak takımları yapar, küçük elbiseler, küçük bluzlar, küçük zıbınlar dikerler; çocuk genç kız, genç kız yetişkin kız, yetişkin kız da kadın olur. ilk çocuk son bebeği devam ettirir. bebeksiz bir küçük kız, hemen hemen çocuksuz bir kadın kadar bedbaht, tıpkı onun kadar insanın dayanamayacağı bir şeydir.

26.01.2020

boşluk

ryan nicodemus

istediğim her şeye sahiptim. sahip olmam gereken her şeye sahiptim. etrafımdaki herkes başarılı olduğumu söylerdi. ama aslında zavallının biriydim. hayatımda koca bir boşluk vardı. bu boşluğu diğerlerinin yaptığı şekilde doldurmaya çalıştım. ıvır zıvır birçok şeyle.. bir şeyler alarak bu boşluğu dolduruyordum. kazandığımdan çok daha hızlı harcıyordum, mutluluğa giden yolu satın almak istercesine. bir gün ulaşabileceğimi sandım. yani sonunda mutluluğun kapıda olması gerekiyordu. ama ay sonunu ancak getiriyordum, maaş günü için yaşar olmuştum. ve eşya için. ama gerçekte yaşadığım söylenemezdi.

patrick rhone: bu şeylere ihtiyacımız olduğunu sanıyoruz; çünkü bize ihtiyacımız olduğu söyleniyor. bunu bize söyleyen kendi toplumumuz. bu içinize yavaş yavaş işlenen bir şey ve aniden kendinizi bunun içinde buluveriyorsunuz. bu gerçekten değer tabanlı bir idealden ibaret. tam olarak ihtiyacın olan şey ile yapabildiğinin en iyisini yapmak ve en yüksek faydayı almak istersin. çok az şeye sahip olmak sana bunu vermeyecek, çok şeye sahip olmak da vermeyecek. bu dengeyi tutturabilmek, yeterli şeye sahip olmak, işte aradığımız şey bu.

25.01.2020

mutlu aşk yoktur

louis aragon 


aslında hiç bir şey kâr değil insana

ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği

gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa

ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi

tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara

mutlu aşk yok ki dünyada


hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya

işte o silahsız askerlere benzer hayatı

sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da

tükenmişlerdir ve kararsızdırlar akşamları

söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama

mutlu aşk yok ki dünyada


yaşamayı öğrenmek bizim için geçti çoktan

ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana

en küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran

her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya

ve gitar havası beslenir hıçkırıkla

mutlu aşk yok ki dünyada


acılara batmamış bir aşk söyle bana

yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle

bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama

inan ki senden artık değil yurt sevgisi de

bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına

mutlu aşk yok ki dünyada

ama şu aşk ikimizin öyle de olsa

24.01.2020

uçurum

jack london

doğu londra'ya dair ilk izlenimlerim, genel izlenimlerdi elbette. sonra ayrıntılar belirmeye başladı ve sefaletin karmaşası içinde şurada burada, belli ölçüde mutluluğun hüküm sürdüğü küçük noktalar buldum -bazen ücra sokaklardaki zanaatkârların kaldığı, haşin bir aile hayatının varlığını sürdürdüğü dizi dizi evlerde.

akşamları erkekleri ağızlarında pipo, dizlerinde çocuklarıyla kapıya çıkmış halde görebilirsiniz. hanımlar dedikodu yapar, kahkahalar, eğlence gırla gider. bu insanların hallerinden çok memnun oldukları bellidir; çünkü onları kuşatan sefaletle kıyaslanınca varlıklı sayılırlar. fakat olsa olsa boş, hayvani bir mutluluktur bu; dolu midenin verdiği memnuniyettir. maddiyatçılık baskındır hayatlarında. aptal, ağırkanlı, hayal gücü yoksunudurlar.

uçurumdan insanı aptallaştıran bir uyuşukluk havası sızmaktadır sanki, bu insanları sarıp ruhlarını öldürmektedir. dini inanç onlara dokunmadan geçmiştir. ne korkarlar ne de bir umarları vardır ahiretten. ahiretin farkında değildirler; mideleri dolsun, akşam vakti pipolarını tüttürsünler, iki tek atsınlar, hayattan istemeyi tasavvur edebilecekleri o kadardır. bununla kalsa keşke. içine gömüldükleri tatmin edici uyuşukluk, çözülmeden evvelki ölümcül atalettir. hiç ilerleme yoktur ve onlar için ilerlememek, tekrar uçuruma düşmek demektir.

hayatta yapabilecekleri tek şey düşmeye başlamaktır. bu düşüşü çocukları ve onların çocuklarının çocukları tamamlar. insan her zaman hayattan talep ettiğinin daha azını alır. talepleri zaten o kadar ufaktır ki, ellerine geçen daha da az şey onları kurtaramaz.

23.01.2020

dilimiz üstüne konuşmalar

melih cevdet anday

"telegraf" teriminin başındaki "tele"yi dilimizdeki "tel" ile karıştıranımız çoktur. oysa bu sözcük, "uzak" demektir. batılılar bu sözcüğü bir tek örnek gibi kullanarak bir sıra terim uydurmuşlardır: telegraf, telefon, teleskop, televizyon gibi.

"millet" ile "vatan"ı namık kemal arapçadan uydurmuştu. "ideal" karşılığı olarak "mefkûre"yi ziya gökalp uydurmuştu. bugün biz "mefkûre" karşılığı olarak "ülkü" diyoruz. "dikkat" sözcüğünü "attention" karşılığı olarak bilim terimi yapan da ziya gökalp'tir. ziya gökalp, "meselâ siyah yüzlü bir adamın alnı ak olabilir, beyaz çehreli bir adamın yüzü kara çıkabilir." diyor.

"orhon ve yenisey anıtlarından önceki dönemleri bilmiyoruz. bu anıtlardan türk dilinin o çağlarda oldukça gelişmiş, olgun bir durum almış bulunduğunu öğreniyoruz. türk dili kendi yapısı içerisinde kendi kökünden aldığı hızla yürümekte iken, hint'ten gelen uysal ve uslu buddha dini, türk kültürü ve türk dili için bir korku doğurmaya başlamıştı. bu dine karşı, 'buddha dini bize yaramaz, bizim göreneklerimize uygun değildir, bu din bizi uyuşturur.' diye buddha tapınaklarını yıktıran türk büyükleri çıkmış. savuşturulmuş gibi görünen bu fırtınadan sonra, batıdan, daha sert ve daha yıkıcı yeni bir fırtına gelmiştir. arap fırtınası. bu kasırga pek yıkıcı ve öldürücü oldu. islâm tarihçilerinin de anlattıklarına göre, türk tapınakları yıkıldı, bilginleri öldürüldü, kitapları yıkıldı. herkes arap gibi konuşmaya, arap gibi düşünmeye zorlanıyordu. artık türk dili karışıyordu, bozuluyordu. birçok türk hükümetlerinde bilim dili arapça, yönetim dili farsça idi. karamanoğlu mehmet bey, türk dili ölüyor diye bağırdı. yönetimden farsçayı kaldırdı, yerine türkçeyi koydu. ama bundan sonra uzun zaman türkçe işi unutuldu. her okuyan arap gibi okumaya, fars gibi söylemeye başladı. osmanoğulları bu işe hiç el atmadılar, türkçeyi unuttular. yalnız osmanlı yönetiminin son yıllarında dil hareketi türkçülükle başladı."

dilimizde bir "al-el" eki var ki, ad köklerine, kimi zaman da eylem kök ve gövdelerine geniş ünlüyle bağlanarak ad soylu sözcükler üretir. çatal: birbirine çatılmış kolları, dalları olan. çökel: sıvının dibine çöken, tortu. güzel: aslı "gözel". görüşünü uygun, göze hoş görünen. sakal: çenede ve yanaklarda çıkan kıllar. topal: aksayarak yürüyen. şimdi biz bu eki işleterek şu yeni sözcükleri kuruyoruz. doğal: doğadan gelen, doğaya ait. ilkel: ilk yapıda, ilk durumda kalmış olan, iptidaî. özel: öze ait olan, varlığı tek olan, hususî. öncel: önce olan, evvelki. dilimizde bir "elek" eki var ki, genellikle ad köküne geliyor ve ad soylu sözcük kuruyor. söz gelişi: civelek: canlı, neşeli, sokulgan. kabalak: başa giyilen şey, başlık. yatalak: kötürüm, yatağından kalkamayan.

22.01.2020

kurtuluş

eduardo galeano

1951 yılının bu günlerinde, muhammed musaddık, büyük bir oy çokluğuyla iran başbakanlığına seçildi. musaddık, britanya imparatorluğu'na peşkeş çekilen petrolün iran'a geri geleceğini vadetmişti ve hemen işe koyuldu. ancak petrolün millileştirilmesi komünist müdahaleye elverişli bir kaos ortamının doğmasına yol açabilirdi. bu yüzden başkan eisenhower saldırı emrini verdi ve birleşik devletler iran'ı kurtardı: 1953'te, bir devlet darbesi musaddık'ı cezaevine, çok sayıdaki destekçisini de mezara gönderdi ve musaddık'ın millileştirdiği petrolün yüzde kırkını kuzey amerikalı şirketlere verdi.

ertesi yıl, iran'dan çok uzaklarda, başkan eisenhower saldırı emrini verdi ve birleşik devletler guatemala'yı da kurtardı. bir devlet darbesi, demokratik bir biçimde seçilmiş jacobo arbenz hükümetini devirdi; çünkü bu hükümet united fruit company'nin ekip dikmediği topraklarını kamulaştırmıştı ve bu komünist müdahaleye elverişli bir kaos ortamı yaratıyordu. guatemala bu iyiliğin bedelini ödemeye devam ediyor.

21.01.2020

iki eğilim

lawrence sanders

her şey saklandığı yerde bulunur.

ama bu yöntemler pek ender ve gösterişlidir. saklanacak bir şeyleri -belge, para, uyuşturucu- olan insanların çoğu, bunları evlerine ya da dairelerine saklarlar. çünkü güvenliğini kollamak daha kolaydır. beklenmedik bir durumda yok etmek kolay olur. istendiği zaman da insanın elinin altındadır.

ama insanlar evlerinde -usta polislerin bildiği gibi- iki eğilimin etkisi altındadırlar: biri mantıklı, öbürü de duygusal eğilim.

mantıksal eğilim şudur: akıllı uslu, normal bir hayat yaşıyorsanız ziyaretçileriniz hep vardır. bazen beklenmedik bir anda evinize damlayan dostlar ve komşular. dolayısıyla sırrınızı antrede, oturma ve yemek odasında saklayamazsınız. buraları çeşitli zamanlarda yabancıların da işgal ettiği, saklanan şeyin bir sarhoş ya da meraklı bir konuk tarafından bulunup ortaya çıkarılacağı alanlardır. bu durumda siz de saklamak istediğiniz şeyi banyo ya da yatak odanızda bir köşeye gizlersiniz. evinizde gerçekten size ait olan yerler buralardır.

gizleme yeri olarak sizi banyo ya da yatak odasını seçmeye iten duygusal neden de şu olabilir: buraları insanın mahrem yerleridir. buralarda çıplak da olduğunuz zamanlar vardır. bu yerlerde yatıp uyur, banyo yapar, bedensel ihtiyaçlarınızı görürsünüz. gizli yerlerinizdir bu yerler. sizin için büyük bir değer taşıyan, başkalarıyla paylaşamayacağınız bir şeyi banyo ve yatak odanızdan başka nereye saklayabilirsiniz ki?

20.01.2020

kırsal

thomas bernhard

büyük kentten kırsala orada daha iyi ve daha uzun yaşamak için giden insanların tüm örnekleri korkunç örneklerdir.

bir büyük kentliye hayatta kalabilmesi için kırsala gitmesini önermek, iç hastalıkları uzmanınca bir hainliktir.

kırsalda yaşayan kişi zamanla kendi farkına bile varmadan aptallaşır. bir süre bu yaşamın özgün olduğuna, sağlığı için gerekli olduğuna inanır; ama kırsal yaşam hiç de özgün değildir ve kırsalda doğmamış ve kırsal yaşam için yaratılmamış biri için tatsız tuzsuz bir şeydir ve sağlığına yalnızca zarar verir. kırsala giden kişiler, kırsalda eriyip giderler ve en azından garip bir yaşam sürerler. bu yaşam onları önce aptallaştırır, sonra da gülünç bir ölüme götürür.

kırsalda, her zaman var olan ve tüm gelecekte de var olacak olan dünyanın çözümsüz sorunlarıyla kentte olduğundan daha acımasızca karşılaşırız. kentte istersek kendimizi tamamen anonimleştirebiliriz. kırsalda tüm iğrençlikler ve korkunçluklar doğrudan doğruya yüzümüze çarpar ve biz onlardan kaçamayız ve bu iğrençliklerin ve korkunçlukların, kırsalda yaşarsak bizi en kısa sürede mahvedeceği gerçeği, ben oradan ayrıldığımdan beri değişmemişti.

her türlü şeyi deneriz, sonra da hep yarıda bırakırız, birdenbire onlarca yılı çöpe atarız.

sürekli temiz hava almak zorundayız; yoksa ilerlememiz engellenir, en yükseğe ulaşma amacımızda felce uğrarız.

19.01.2020

golgi aygıtı

richard dawkins

üniversite öğrencisi olduğum yıllarda, oxford üniversitesi zooloji bölümü'nün ünlü ve deneyimli üyelerinden birisinin hikayesine tanık olmuştum.

bu şahıs senelerce golgi aygıtının olmadığına tutkuyla inanmış ve bunu öğrencilerine aktarmıştı. ona göre bu bir yapay doku, bir yanılsamaydı.

o yıllarda zooloji bölümündeki herkesin keyifle katıldığı bir etkinlik vardı. her pazartesi, öğleden sonra ziyarete gelen konferansçıların araştırma konuşmaları dinlenirdi.

yine bir pazartesi günüydü ve bu sefer konuşma yapacak kişi amerikalı bir hücre biyoloğuydu ve konferansın konusu golgi aygıtının gerçekliğini bütünüyle ortaya koyan bir kanıt üzerineydi.

konferans bittiğinde yaşlı adam hızla konuşma kürsüsüne yaklaştı ve amerikalının elini sıkarak ona -tutkuyla- şöyle dedi:

"sevgili dostum, sana çok teşekkür ederim. bu geçen elli senede bir hayli yanılmışım."

coşkuyla alkışladık.

tutucular bunu asla yapamazlar. pratikte bütün bilim adamları da öyle. ancak yine de bunu bir ideal olarak görüp sözde bağlılık gösterirler. politikacılar ise bu tarz bir itirafı genellikle döneklik olarak görürler.

sizinle paylaştığım bu anımı hatırladığımda hâlâ duygulanırım ve boğazım düğümlenir.

aspidistra

george orwell

her kadın aynı kafadadır.

bütün insan türleri arasında, "çalışamıyorum" mazeretine sık sık sığınan sadece sanatçıdır.

şiir! ne boş şey! tıpkı kendi hayatının, kendi otuz senesinin boşluğu, beyhudeliği gibi.

eğer bir ölünün akrabalarının müteveffa hakkındaki gerçek düşüncelerini bilmek istiyorsanız, onun için yaptırdıkları mezar taşının ağırlığını öğrenmeniz yeterlidir.

"cennette hizmet etmektense cehennemde hüküm sürmek evladır."

hiçbir zengin, kendisini yoksul bir adam gibi göstermeyi başaramamıştır. zira para, aynı cinayet gibidir; kısa zamanda ortaya çıkar.

karl marx: "her ideoloji, ekonomik şartların ürünüdür."

daima böyledir zaten: ikinci şişeyi ısmarlamak yersizdir. bu, bir yaz günü, ikinci defa denize girmeye benzer: ilk banyo ne kadar büyük bir zevk vermiş olursa olsun, aldığınız ikinci banyo, sizi mutlaka hayal kırıklığına uğratacaktır.

bir gün gelir, her kafası çalışan insan, paranın egemenliğine başkaldırır.

18.01.2020

hippokrates

eduardo galeano

ona tıbbın babası diyorlar.

yeni doktor olanlar onun adıyla yemin ediyorlar. iki bin dört yüz yıl önce tedavi etti ve yazdı.

söylediğine göre deneyiminin ürünü olan aforizmalardan bazıları şunlar:

"deneyim aldatıcıdır, yaşam kısa, tedavi etme sanatı uzun, fırsat kaçıp gidici ve karar vermek zordur.

tıp bütün mesleklerin en soylusudur ama onu yapanların cehaleti yüzünden diğerlerinin arkasından gider.

herkesin kan dolaşımı aynıdır, nefes alışı aynıdır. her şey her şeyle bağlantılıdır.

organizmanın tamamının doğası anlaşılmadan bedenin bazı bölümlerinin doğası anlaşılamaz.

semptomlar bedenin doğal savunmasıdır. biz onlara hastalık diyoruz ama aslında onlar hastalığın tedavisidir.

hadım edilenlerde kellik görülmez.

keller varis derdi yaşamazlar.

yemek senin besinin olsun, besin de ilacın.

birini tedavi eden bir şey diğerini öldürebilir.

eğer kadın erkek çocuk doğurursa güzel bir rengi olur. eğer bebeği kız olursa rengi kötü olur."

evlilik

thomas bernhard

evlilik birlikteliği, evliliğin sonuna kadar haksız işkence demektir. iki insanın durumlarının dayanılmayacak kadar, kaya tabakaları gibi iç içe geçmesi. siyahın aniden artık siyah olmayışı, çocuğun artık bir mutluluk olmayışı. bir çamur birikintisine dönüşür çok geçmeden evlilik, iki partnerin de hiçbir şey söylemeden içine baktıkları. ve her şey anlaşmalı bir yer altı suyu akıntısıdır. neden? gündüz düşleri ansızın doğru çıkar, tahminler acı gerçeğe dönüşür. rüyada yenilen darbeler, birdenbire başın arkasında acı verirler. bellek yolculuklara ilişkindir, hiç de yalnızlık olmayan yalnızlığa geri dönüşlere. büyük şehrin ortasında birdenbire bir rüzgar eser, çoktan tarihe karıştığına inanılan. ama ağaçlar silkelenemez artık, aşırı olgunlaşmış meyveler silkelenerek yere düşürülemez. hayır. bir köpek baldır kemiğine saldırır ve insanda bir burukluk yaratır. orada bir duvarcı, bir iskelenin üstünde oturur, orada demir yolundan biri durur ve saate bakar. şimdiden yorulduğu için, şurada, yukarıda biri çatıda bir pencere camıyla yürür. eşya taşıma halatlı vasıfsız işçilerin kutulardan ve masalardan iyi anladığını düşünür insan ve kendisi başka hiçbir insanın olmadığı kadar mutsuzdur. ve dünya, sevgilisinin peşinden koşan kötü bir anne gibi acımasızca yalnız bıraktığı kendi tiyatro oyunundan millerce uzaktadır.

17.01.2020

ilk anı

alfred adler

bir kimsenin ilk anısını anlatmaya başlayış tarzı ve anımsayabildiği ilk olay, bizim için alabildiğine anlamlıdır. ilk anımsadığı şey, kişinin temelde yaşamı nasıl anladığını bize gösterir; yaşam karşısındaki tavrının ilk doyurucu billurlaşmasını oluşturur. gelişimin çıkış noktası olarak baktığı şeyi, bizim bir bakışta görebilmemizi sağlar.

ilk çocukluk anıları, bir kez kişinin yaşam üslubunu, ilk oluşum evrelerinde ve en yalın dışavurumlarıyla gözler önüne serer. bir çocuğun şımartılmış mı, yoksa ihmal mi edilmiş olduğunu, toplumsal yaşama ne ölçüde hazırlandığını, en sıkı toplumsal ilişkinin kiminle kurulduğunu, ne gibi güçlükler karşısında kaldığını ve bu güçlüklerle nasıl savaştığını ilk çocukluk anılarına bakarak saptayabiliriz.

önemli olan anının kendisi değil, anıya nasıl bakıldığı, nasıl değerlendirildiğidir; anının şimdiki ve gelecekteki yaşam için taşıdığı anlamdır önemli olan.

16.01.2020

astroloji

carl sagan

astrolojinin iddiasına göre, doğduğunuz zaman gezegenlerin içinde bulundukları yıldız kümesi, geleceğinizi yakından etkiler.

gezegenlerin devinimlerinin kralların, kraliyet ailelerinin, imparatorlukların alınyazılarını belirlediği yolundaki düşünce birkaç bin yıl önce gelişmişti. astrologlar, gezegenlerin devinimlerini inceleyerek, diyelim, venüs gezegeni son olarak oğlak burcundayken neler olduğunu gözden geçirip bu kez de aynı şeylerin olabileceğini düşünmüşlerdir. bu oldukça nazik ve riskli bir işti. astrologlar devlet tarafından bu işle görevlendirilirlerdi ve yalnızca devlet hesabına çalışırlardı. birçok ülkede göklerde saklı gizleri açığa vurmak yalnızca astroloğa verilmiş bir görevdi. başka biri gökleri okumaya kalkışırsa ölüm cezasına çarptırılırdı.

bir rejimin düşeceği tahminini yürütmek, o rejimi devirmek için fena bir yol sayılmaz. yanlış tahminlerde bulunan çin sarayının astrologları idam edilirlerdi.

astroloji, sonunda gözlemler, matematik ve olaylar muhasebesiyle karılmış karmaşık düşüncelerin, dindarlık kisvesi altında entrikaların çevrilmesine yol açan garip bir bilgi birikimine dönüştü.

kişilerin kaderine ilişkin astroloji bugün de geçerlidir: aynı kentte aynı gün yayınlanan iki gazetenin yıldız falı sütunlarını göz önüne getiriniz. örneğin, 21 eylül 1979 tarihli new york post ve new york daily news gazetelerini ele alalım. diyelim ki, terazi burcunda, yani 23 eylül-22 ekim arasında doğmuşsunuz. post gazetesi falcısına göre, "bir uzlaşma sayesinde gerginliğiniz giderilecek"tir. evet, bu yararlı bir öneri ama çoklukla belirsiz. daily news falcısına göreyse, "kendinizi biraz daha zora koşmalısınız." bu da belirsiz ama değişik bir uyarı. bu söylenenler birer "tahmin" değil, birer "öneri"dir. size ne yapmanız gerektiğini söylüyor, başınıza neler geleceğini değil. kasten öyle yazıyorlar, herkese uysun diye. aralarında karşılaştırılınca tutarsızlıklar da belirgin. yıldız falı neden acaba spor rekorları ya da borsadaki hisse senedi fiyatları gibi sorumsuzca veriliyor?

astroloji ikizlerin yaşamından sınanabilir. öyle durumlar var ki, ikizlerden biri henüz küçükken bir trafik kazasında ya da yıldırım çarpmasından öldüğü halde, öteki ikiz yaşamını son demlerine dek sürdürebiliyor. ikizlerin aynı yerde ve hemen hemen aynı zamanda doğdukları biliniyor. onların doğumu aynı gezegenin belirli bir yerde oluşuna rastlar. eğer astroloji ya da yıldız falı geçerli bir şey olsa, bu ikizlerin bu denli değişik bir alınyazısına sahip olmaları nasıl açıklanabilir?

astrologların titiz bir testten geçirilmesi sonucu, yalnızca doğum yeri ve tarihini bildikleri kişilerin karakterleri ve gelecekleri hakkında doğru tahminlerde bulunamadıkları görülmüştür.

astronomi bir bilimdir. evreni olduğu gibi inceler. astroloji ise sözümona bilimdir, kanıt yokluğu karşısında öteki gezegenlerin bizlerin günlük hayatım etkilediği savında olan bir sözde bilim.

15.01.2020

züppe

tomris uyar

ünlü bir yazarımız bir zaman bulgaristan'dan gömlek almıştı, beş tane, beşi de birbirinden berbattı. mavi, mor, kırmızı, yeşil, ekose gibi inanılmaz bir şeydi. "bunları ne kadar ucuza aldım tahmin edemezsiniz." dedi. "belli" dedim. "beş tane aldım." dedi. "yazık, hepsini giyecek misiniz?" dedim ben de. bulgaristan'a bedava yollasalar "hayır" derim zaten. bizi, benim gibi insanları züppe sanıyorlar o yüzden. oysa ben çok basit bir evde de rahat edebilirim. hiç eşya olmasa da olur; yani ille her şeyin en iyisi, en son modası, en moderni falan peşinde değilim. ama o şeyin hakkını vermek gerekir. mesela bizim ev kırmızı döşeli, kırmızı dediysem şarap rengi. beyaz halbuki bu senenin modası, her yer beyaz. beyaz koltukta oturan bir insan ne kadar rahat edebilir? benim evime gelen insan içki içecektir, meyve yiyecektir, fındık fıstık yiyecektir. dökerse perişan olur. gün gidecek gürültüye. o onu silecek, ben "mühim değil" diyeceğim. yarım saat kaybedeceğiz bu işle. kırmızı olunca, koyu olunca böyle sorunlar kalkıyor ortadan, insanlar rahat rahat oturuyorlar.

14.01.2020

bir diktatörün doğuşu

carl gustav jung

kitleler, içinde bulundukları biçimden yoksun, kaotik ortamı telafi etmek için daima bir "lider" üretirler ve tarihte birçok örneğini gördüğümüz gibi, bu lider sonunda mutlaka kendi şişirilmiş ego algısının kurbanı olur.

görünüşte her şeye gücü yeten yüce devlet doktrini, tüm gücün yoğunlaştığı en yüksek hükümet mevkilerini işgal eden kişilerce idare edilir. seçilerek veya hayatın cilvesiyle bu mevkilerden birine yerleşen her kim olursa olsun, o artık otoriteye boyun eğmez; çünkü artık kendisi devlet politikası haline gelmiştir ve keyfine göre bir yol tutabilir. 14. louis'nin dediği gibi "devlet benim" diyebilir. bu insan kendi hayali dünyasının kölesi haline gelir.

kitle insanının aptallaştırılmasına ve ahlaki sorumsuzluğuna salt entelektüel veya ahlaki olarak yaklaşmak olumsuz bir kabullenme olur ve bireyi atomlara ayırma yolunda biraz tereddüt etmekten başka bir işe yaramaz. bu yaklaşım dini inancın itici gücünden yoksundur; çünkü tümüyle rasyoneldir.

burjuva mantığında diktatör devletin büyük bir avantajı vardır: bireyin yanı sıra dinsel güçleri de yutar. devlet tanrı'nın yerini almıştır. işte bu nedenle, sosyalist diktatörlükler din haline gelmiş ve devlet köleliği bir ibadet biçimi olmuştur. ancak dinin işlevi, geçerli egemen kitle zihniyeti ile çatışmaları engellemek için hemen bastırılan gizli kuşkulara yol açmadan bu şekilde yerinden sökülemez ve yalanlanamaz.

bir insanın elinden tanrılarını alırsanız, karşılığında ona yeni tanrılar vermek zorunda kalırsınız. kitle devletinin liderleri de tanrılaştırılmayı önleyemezler.

sonuçta durum, her seferinde olduğu gibi, fanatizm şeklinde aşırı bir yolla telafi edilir ve fanatizm en ufak bir muhalefet kıvılcımını bile ezen bir silah olarak kullanılır. "amaca ulaşmak için tüm yollar, en aşağılık olanlar bile meşrudur." gerekçesiyle özgür düşünce ayaklar altına alınır ve ahlaki yargı hakkı acımasızca bastırılır. devletin politikası iman mertebesine yükseltilir, lider veya parti başkanı konumundaki kişi iyi ve kötünün ötesinde bir yarı-tanrı haline gelir ve ona kendini adayan insanlar birer kahraman, din şehidi, havari veya misyoner gibi şereflendirilir. sadece bir tek gerçek vardır, ondan başka hiçbir gerçek yoktur. bu gerçek çok kutsal ve dokunulmazdır, eleştiri-üstüdür. farklı düşünen herkes bir zındıktır ve tarihten de bildiğimiz gibi, her türlü kötü akıbetle karşılaşma tehlikesi içindedir. sadece politik gücü elinde tutan parti başkanı devlet doktrinini aslına sadık biçimde yorumlayabilir. bunu da kendine uygun gördüğü bir şekilde, kafasına estiğince yapar.

13.01.2020

nükleer tehdit

carl sagan

savaş psikolojik anlamda bir cinayet fermanıdır. mutluluğumuz ve refahımız tehdit edilince, beslediğimiz umutlara meydan okununca cinayet bile işleyebilecek hiddete kapılırız; daha doğrusu bazılarımız kapılır. bu tahrikler devletler için söz konusu olduğunda, onlar da çoğunlukla iktidar ya da kişisel hırsla hareket edenlerin körüklemeleriyle cinayet işleme hiddetine kapılıyorlar. cinayet teknolojisi ve savaşla verilen ceza biçimleri şiddetlendikçe çok kalabalık insan yığınlarının hep birden cinayet turnikesine koşulduğu görülüyor.

kitle iletişim araçları genellikle devletin elinde bulunduğundan bunun düzenlenmesi kolay oluyor. (nükleer savaşta durum değişiktir; çünkü çok az sayıda kişinin başlatabileceği bir savaştır). bu noktada hırslı yanımızla varlığımızın iyi yanı diye adlandırdığımız yanı arasında bir çatışmaya tanık oluyoruz; buna beynimizin iç bölümündeki sürüngenlik döneminden kalma ve cinayete varan hiddetlerin yatağı r-kompleksi bölümüyle daha yakın tarihlerde gelişen beynimizin memeli ve insansı dönemi bölümlerinin, yani limbik sistemle beyin kabuğu arasındaki çatışma da diyebiliriz.

insanlar küçük topluluklar halinde yaşarlarken ve silahlarımız ilkelken, müthiş hiddete kapılan bir savaşçının bile öldürebileceği insan sayısı birkaç kişiydi. teknolojimiz geliştikçe savaş araç gereçlerimiz de gelişti. aynı kısa dönemde biz de geliştik. hiddetimizi, düş kırıklıklarımızı ve umutsuzluğa kapılışımızı akılla yonttuk. düne dek çok yaygın olan gezegen çapındaki adaletsizlikleri azalttık. ne var ki şimdi elimizdeki silahlar milyarlarca insanı bir anda öldürebiliyor. çok mu çabuk geliştik dersiniz? akla yeterince yer verebiliyor muyuz?

savaşların nedenlerini cesaretle inceleyebildik mi? nükleer savaştan caydırma stratejisi dediğimiz durumun henüz insanlaşmamış atalarımızda görülen davranışa dayandırılarak sürdürülmesi ilginçtir. çağımızın politikacılarından olan henry kissinger şöyle diyor bir kitabında: "caydırma, her şeyden önce psikolojik ölçütlere dayanır. caydırma amacıyla kullanılan bir blöfün ciddiye alınması, ciddi bir tehdidin blöf olarak kabul edilmesinden daha yararlıdır."

gerçekten etkili bir nükleer blöfün içinde mantıkdışı tutumlar da yer alır ki, karşı tarafı nükleer savaşın dehşetinden uzaklaştırsın. bunun üzerine olası düşman mantıkdışı davranışların varmış gibi sunulduğu topyekün bir çatışmaya girişmektense bazı noktalarda geri adım atmaya razı olur. mantıkdışı davranışınızın inandırıcılığının en büyük tehlikesi, inandırıcı görünmek için rolünüzü çok iyi oynamanız gerektiğidir. bir süre sonra bu inandırıcılığa siz de alışırsınız ve artık rol olmaktan çıkıverir.

abd'yle rusya'nın önderliğindeki topyekün dehşet dengesi, yerküremiz insanlarını rehin tutmaktadır. her iki taraf da karşı tarafa, hangi davranışı yapmasının mümkün olduğuna ilişkin sınırları çizmektedir. olası düşman o sınır aşıldığında nükleer savaşın başlayacağına inanır duruma getirilmiştir. ne var ki sınırın tanımlanışı zaman zaman değişiyor. taraflardan her biri, karşı tarafın yeni sınırları kavradığından emin olmalıdır. her iki taraf kendi askeri avantajını artırma eğilimindedir. ama bunu yaparken karşı tarafı da fazla telaşlandırmamaya özen gösterir. her iki taraf da karşı tarafın tahammül sınırlarını sürekli olarak keşfe çalışır: küba'daki füze bunalımında, uydu imha edici silahların denenmesinde, kuzey kutbunda nükleer bomba taşıyan uçakların uçuşlarında, vietnam ve afganistan savaşlarında olduğu gibi; bunlar uzun ve hazin listeden birkaç seçmedir.

yerküremizdeki topyekün dehşet dengesi, korunması çok zor ve nazik bir dengedir. herhangi bir hata yapılmamasına, ilişkilerin bozulmamasına, sürüngen yanımızın ihtiraslarının ciddi biçimde dürtülmemesine bağlıdır.

her büyük devlet kitlesel imha silahları yapımı ve istifçiliği için geniş reklam kampanyalarına dayanan haklı nedenler ilan eder. bu arada olası düşmanların sürüngenlikten kalma yapısını hatırlatırcasına onların kişilik ve kültür noksanlıklarından, dünyayı ele geçirme niyetlerinden söz açarak kendi niyetinden hiç söz etmez. her devletin yasakladığı sınırlar çizilmiştir. bu sınırın ötesindeki konularda yurttaşlarının kafa yormasına izin vermez. rusya'da bu konular kapitalizm, tanrı ve ulusal egemenliğin yitirilmemesidir. amerika'daysa sosyalizm, dinsizlik ve ulusal egemenliğin yitirilmemesidir. dünyanın her yerinde hep aynı şey..

ahiret hayatı

jean meslier

ahiret hayatı fikri, bunu varsaymakla şimdi eriştikleri mutluluktan daha sürekli, daha saf bir mutluluğa sahip olmak için, insanların öldükten sonra tekrar yaşamak arzularının ifadesi olan hayal gücünden başka bir dayanağa sahip değildir.

ikinci olarak: her şeyi bilen, yaratıklarının düşünce ve gidişatına tümüyle vakıf bulunması gereken bir tanrı'nın, işlemlerinden ve niyetlerinden emin olmak için bu kadar sınavlara ihtiyacı olduğunu havsala nasıl alabilir?

üçüncü olarak: bilim adamlarının hesaplarına göre, üzerinde bulunduğumuz yeryüzü altı ya da yedi milyon yıldan beri mevcuttur. bu zamandan beri milletler türlü biçimler altında, sürekli zarar ve felaketlere uğradı. sürekli olarak zorbaların, fatihlerin, kahramanların, savaşların, su baskınlarının, kuraklıkların, istilacı kuvvetlerin vb. sıkıntısı altında insan türünün tedirgin ve perişan edildiğini tarih bize gösteriyor. bu kadar uzun sıkıntılar ve zalimce felaketler, zorluklar; tanrısallığın gizli niyetleri hakkında bizi temin edecek içerikte midir? bu kadar sürekli bunca kötülük, bunca felaket, tanrısal lütfün bize hazırladığı gelecek hakkında yüksek bir fikir verir mi?

dördüncü olarak: eğer bize temin edilmek istendiği gibi, tanrı; kerim, iyilik ve hayırsever ise, insanlara sürekli mutluluk olmasa bile, hiç olmazsa ölümlü yaratıkları bu dünyada erişebilecekleri ölçüde bir mutluluğa kavuşturamaz mıydı? mutlu olmak için sonsuz ya da ilahi bir mutluluğa muhtaç mıyız?

beşinci olarak: eğer tanrı, bu dünyada insanları, mutlu oldukları dereceden fazla mutlu etmediyse, sofuların anlatılmaz ve bitmez bir haz ve nimete erişileceğini iddia ettiği "cennet" umudu ne olur? eğer tanrı aklımızın erebileceği tek yer olan yeryüzünü kötülüklerden koruyamamış ya da korumak istememişse, hakkında hiçbir fikrimiz olmayan öteki dünyayı (yani ahiret dünyasını) kötülük ve felaketlerden koruyabileceğine ya da korumak isteyeceğine ne sebep düşünebiliriz?

12.01.2020

toplum

emil cioran

halklar, bireylerden de fazla çelişik duygular uyandırırlar bizde. onları severiz ama aynı zamanda onlardan nefret ederiz. bağlanma ve hınç nesnesi olduklarından, kendilerine belli bir tutku beslenmesine layık değildirler.

kusurlarını açık olarak pek ayırt etmediğiniz batı halkları konusundaki tarafgirliğinizin sebebi uzaklığınızdır: optik yanılgı veya ulaşılamayana duyulan özlem.

burjuva toplumunun gediklerini de ayırt edemiyorsunuz; hatta ona bir nebze teşne olmanızdan dahi kuşkulanıyorum. uzaktan gözünüzü kamaştırmasından daha tabii bir şey olamaz.

bu toplumu yakından tanıdığım için, görevim, onun hakkında besleyebileceğiniz yanılsamalarla savaşmaktır. hiçbir şekilde hoşuma gitmediğinden değil -berbatlığa zaafımı bilirsiniz- fakat kendisine katlanılabilmesi için talep ettiği duyarsızlık israfını benim kinizm kaynaklarım kaldırmıyor.

burada adaletsizliklerin dolup taştığını söylemek az kalır. aslında adaletsizliğin özüdür bu toplum. sergilediği nimetlerden, gurur duyduğu o bereketten bir tek avareler, asalaklar, rezillik uzmanları, irili ufaklı itler istifade etmektedir. yüzeyde bir nefaset bolluğu. teşhir ettiği parıltıların ardında gizlenen perişanlık dünyasının teferruatından muaf tutacağım sizi.

bir mucizenin müdahalesi dışında, bu toplumun gözümüzün önünde toz duman olmaması ya da anında havaya uçurulmaması nasıl açıklanabilir ki?

11.01.2020

insan

vincent van gogh

insanın ruhunda koca bir ateş yanıyor olabilir; ama hiçbir zaman kendi kendisini ısıtamaz onunla. gelip geçenlerse yalnızca bacadan çıkan cılız dumanı görürler ve yollarına devam ederler.

fırtınalı bir denizin ortasındaymış gibi, uzun süre şuraya buraya atılıp savrulmuş bir kişi, er ya da geç ulaşmak istediği yere varır; beş para etmez, hiçbir işte tutunamaz, hiçbir işlev yüklenemez gibi görünen bir insan, sonunda yapabileceği işi bulur; etkin olabileceğini, başlangıçta göründüğünden çok daha değişik olduğunu gösterir.

tüm içtenliğiyle yaşayan, türlü dertlerle, bin bir düş kırıklığıyla karşılaşan ama bunlardan yıkılmayan, bunlara boyun eğmeyen kişi, işleri her zaman rast gitmiş ve görece bir refah içinde yaşamış kişiden çok daha değerlidir.

insanların olduklarından başkaymış gibi görünmek istemeleri bana gülünç (anlamsız) geliyor.

hepimiz ölümlüyüz ve var olan tüm hastalıklara açık durumdayız. buraya (akıl hastanesine) geleli neredeyse bir ay oldu. bu süre içinde, başka bir yerde olma isteğini bir kez bile duymadım. yalnızca çalışma isteği her an artıyor. burada kalan öteki kişilerde de belirgin bir istek görmüyorum dışarıda olmak için. belki de bu, dışardaki yaşama hiçbir zaman katılamayacak kadar paramparça olduğumuz duygusundan ileri geliyor.

ah, theo, theo, yavrum, bunu bir başarabilsem! elimi attığım her işin bozulmasından dolayı yaşadığım korkunç bunalımı yenebilsem, kendi kendime yinelediğim, çevreden işittiğim ayıplamaları üstümden atabilsem, gerçek bir gelişmeye ulaştırabilecek fırsatı, gücü bulabilsem ve bulduğum yolda azimle ilerleyebilsem, babam da, ben de tanrı'ya büyük bir şevkle şükredeceğiz.

10.01.2020

kadın

peter handke

insan başkaları hakkında yeni her ne biliyorsa, o arada geçerliliğini kaybetmiş şeylerdir bildikleri.

benim düşlediğim adam bendeki, ona olan bağımlılığını koparmış kadını sevecek adamdır.

ah siz kadınlar, sizin bu zavallı aklıbaşındalığınız! her şeye, herkese gösterdiğiniz o gaddarca anlayış! hiç de canınız sıkılmaz, aylak yaratıklar! keyifli keyifli oturur durur, zaman geçirirsiniz. biliyor musunuz, niçin asla bir yere varamazsınız siz? hiç yalnız başınıza sarhoş olmazsınız da ondan! kendi kendinizin çıtkırıldım fotoğrafıymışınız gibi yayılır durursunuz derli toplu evlerinizde. yoktan yere sırlarınız varmış gibi yaparsınız; o kuru gürültünüz sizin, o harika dostluklarınız, o budalaca insancıllıkla karşısına çıkanı boğan dostluklarınız, canlı ne varsa vesayetinize alma makinalarısınız siz. yeri koklaya koklaya sürünür durursunuz, ölüm çenenizi düşürünceye kadar.

9.01.2020

aşk

vincent van gogh

aşk denilen şey insanların genellikle sandıklarından çok daha derin ve çok yönlüdür.

sevmek günah mı? sevgiye gereksinme duymak, sevgisiz yaşayamamak günah mı? bence sevgisiz yaşamaktır asıl günahkar ve ahlaksız bir durumu sürdürmek. eğer hayatta bir şeye pişmansam, o da, birtakım mistik ve teolojik meselelere kafamı takıp bir süre insanlardan uzak yaşamakta direnmiş olmamdır.

"herhangi bir kadın, hangi yaşta olursa olsun, sevdiği ve iyi yürekli olduğu takdirde, erkeğe bir anın sonsuzluğunu değil ama, sonsuzluktan bir an verebilir."

yaşam ne gizemli bir şey; aşk ise o esrarın içinde bir başka gizem. bir anlamda hiçbir zaman aynı kalmıyor; ama meydana gelen değişiklikler gelgit olayında suların alçalıp yükselmesi gibi -yani, denizde gerçek bir değişiklik olmuyor.

8.01.2020

lung-gom-pa

frederic gros

alexandra david-neel himalayalar'da yaptığı bir uzun yürüyüşte, ıssız bir ovadayken uzaklardan kendisine doğru hızla yaklaşan siyah bir nokta gördüğünü anlatır. derken onun bir adam olduğunu anlamış. yol arkadaşları bu adamın lung-gom-pa olduğunu, onunla konuşulmaması ve yürüyüşünün engellenmemesi gerektiğini; çünkü vecd halinde olduğu için uyandırılırsa ölebileceğini söylemişler. geçip gitmesini izlemişler:

yüzü ifadesiz, gözleri açık, koşmayan ama her adımda rüzgârın uçurduğu hafif kumaşlar gibi yükselen bir insan.

7.01.2020

tanrı

antonio lopez campillo / juan ignacio ferreras

günlerden bir gün, tanrı evreni seyrediyormuş: gökyüzünde on binlerce yıldız, bir sürü yeni güneş, yıldız takımı, milyonlarca galaksi, yepyeni dünyalar, yepyeni gezegenler, yepyeni aylar oluşturmak için yanıp tutuşan yeni enerji kümeleri, maddeye dönüşen enerji, enerjiye dönüşen madde varmış. sonra birdenbire tanrının yanıbaşında bir melek belirmiş ve şöyle demiş: "rabbim, rabbim, kayıp galaksilerden birinde bir güneş, bir de dünya diye bir gezegen, o gezegenin üstünde de bir köy var. o köyde bir genç kız yaşıyor ve genç kız şu anda bir çardağın altında nişanlısıyla öpüşüyor, bekaretini kaybetmesine ramak kaldı. ne yapalım, rabbim?"

tanrı dönüp cevap vermiş: "insanlara söyleyin bir şey yapsınlar!"

6.01.2020

ekmeğin fethi

pyotr alekseyeviç kropotkin

bütün büyük buluşlar akademilere ve üniversitelere rağmen yapılmıştır.

günümüzde güçlünün zayıfı, varsılın yoksulu sömürmesi esası üzerine kurulmamış tek bir örgüt bile yoktur.

geçmişimizin kalıtı olan kör inançlar ve tümüyle yalana, yanılsamaya dayanan eğitim-öğretim dizgemiz bize her yerde hükümeti, yasaları ve yargıyı görmemizi aşılamıştır ve sonuçta da bizlerde eğer polisin, devletin sürekli uyanıklığı olmasa insanların yabanıl hayvanlara dönüşeceği, tanrı korusun devletin başına bir şey gelecek olsa yeryüzünde tam bir karmaşanın egemen olacağı düşüncesi yerleşmiştir.

devletler insan öldürmeyi çok iyi bilirler. bir günde yirmi bin kişiyi öldürmek, elli bin kişiyi yaralamak devlet için hiçbir şeydir. ama kendisinin kurbanı olan insanlara yardımda alabildiğine yeteneksizdir, elisıkıdır.

bizden çok, çok önce yaşamış insanların değil miydi şu güzel söz: "bir toplumda ne kadar çok yasa olursa o kadar çok suç olur."

günümüzde kent, varlığını bütünsel olarak sürdüren bir organizma olmaktan çıkmıştır. aynı kentte yaşayan insanlar arasında hiçbir ruhsal temas, manevi ortaklaşma kalmamıştır. kentler artık birbirini tanımayan, birbirlerinin sırtından zengin olmak dışında ortak hiçbir şeyleri olmayan rasgele insanların toplandıkları sıradan yerlerdir. eski yunan'da ya da ortaçağda olduğu gibi, orda yaşayan insanların ortak yurdu olma niteliği kalmamıştır kentlerin. öyle ya, uluslararası spekülasyonlarla uğraşan bir bankerin ve bir fabrika işçisinin nasıl ortak yurdu olabilir ki?

"kutsal mülkiyet" ilkesi -özellikle bu ilke- bir sarsıldı, sallandı mı, çileden çıkmış kölelerin; ırgatların, amelelerin, işçilerin, demiryolcuların, dökerlerin yumruğu altında yok olup gitmesine dünyanın bütün kuramcıları bir araya gelseler engel olamazlar.

topraklar hiçbir zaman 1792 yılında olduğundan güzel sürülmemişti. çünkü köylünün nice yıllardır yüreğinde beslediği bir aziz emeldi bütün bu topraklara sahip olmak.

devrim, belli bir ekonomik, toplumsal yapının yıkılmasıdır; daha başka ve daha fazla bir şey değil. devrim insan aklını uyandırır, yaratıcılığı geliştirir. yeni bilimin şafağıdır devrim, 1789 ve 1793'ün yarattığı laplace'dır, lamarck'tır ve lavoisier'dir.

insan yalnızca yemek, içmek ve bir barınak sahibi olmak için yaşayamaz. gerçek ihtiyaçları yerine getirildi mi, sanatsal diye adlandırabileceğimiz ihtiyaçları hem de büyük bir şiddetle ortaya çıkacaktır. farklı insanlarda en yüksek düzeyde farlılık gösteren ihtiyaçlardır bunlar ve toplum ne kadar eğitimliyse, toplumun üyelerinin kişilikleri ne kadar gelişmişse bu arzular da o kadar birbirinden farklı arzular olarak ortaya çıkacaktır.

devrimin asıl görevi herkese önce ekmek vermektir. ekmekten sonraki en yüce görevi boş zaman sağlamak olacaktır.

her bireysel zevk, artistik yöneliş, sanatsal sezgi ezilirse gelişme mümkün değildir.

biricik gerçek ve akla dayanan tasarruf, yaşamı herkes için güzel bir hale getirmektir; çünkü insan, yaşamından hoşnut olduğu zaman, kendine, çevresine, her şeye lanetler savurduğu zamana göre kat kat daha üretken olur.

gerçek

bertolt brecht


bir gün gelecek, zaman bizim olacak, bizim
bütün düşünürlerini okuyacağız bütün çağların
bütün ustaların bütün tablolarını göreceğiz
bütün maskaralara kırılacağız gülmekten
arkadaş olacağız bütün kadınlarla
ve bütün insanlara öğreteceğiz gerçeği

5.01.2020

toplum

cenap şahabettin

baskı yönetimi, her aciz ulusun siyasal cezasıdır.

bir toplumun yaşamına hizmet eden her önlem hoş karşılanır: bir yalan, bir kötülük, hatta bir cinayet bile.

bir ulusun uygarlık ölçüsü, aydınlarına saygı derecesidir.

koyunlar, kurtlar, çobanlar, çoban köpekleri: en uygarına varıncaya dek işte her toplumun aşağı yukarı düzeni.

bir toplumun gereğinden fazla kuzu olması o toplum içinde er geç bir kurt sürüsü yaratır.

bir toplumu yükseltmek mi istiyorsunuz, bireylerine sorumluluk duygusunu aşılayınız.

hangi toplum gerilemededir, bilmek ister misin? bak ki yüksek adamlar nerede yükselmekten alıkonuluyor.

acı deneyimler bir adamı uslandırabilir; ama bir toplumun aklını başına getiremez.

gerçek erdem, topluma yararlı işler yapmaktır. katibin erdemi kaleminden damlar, çiftçininki alnında terler.

acınmaya değer o uluslardır ki geçmişleriyle övünür ve geleceklerinden kuşku duyarlar.

kimlerden oluşurlarsa oluşsun her kalabalık bir koyun sürüsüdür.

herkesin bayıldığı adamlar senin hoşuna gitmiyor mu, anla ki bayağı bir yaradılışta değilsin.

budalalar topluluğunda en zarif nükte, susmaktır.

ben toplumdan kaçan yaratılmışım. kalabalıkta bana ruhum dağılıyor gibi gelir.

4.01.2020

hikâyeler

turgenyev

dünyanın azabı, gailesi bitmez, tükenmez.

yaşadıkça, annemin her yaptığının, her söylediğinin bir gerçek, kutsal bir gerçek olduğuna daha ziyade kanaat getiriyorum.

gençlik yaldızlı kurabiyeler yer de bunu günlük ekmeği sanır. halbuki ekmeği de arayacağı zaman gelecektir.

sanat eserleri okumak hem faydalı hem de zevklidir diyorsunuz. benim düşünceme göre insan hayatta ilk önce şu iki şeyden birini, yani ya faydalı olanı ya hoşa giden seçmeli ve bu iş kesin olarak halledilmeli. ben de bir zamanlar bu ikisini bir araya getirmek isterdim. bu kabil değildir; insanı ya yıpratır yahut da felakete götürür.

saadet gelmez; neden peşinden koşmalı? o sağlık gibidir: hiç farkında olmadığımız zaman vardır.

insanın kaderi, evlatlarının, ahfadının kaderi ile nasıl bir gizli zincirle bağlı olduğunu, arzu ve temayüllerinin onlara nasıl aksettiğini, hatalarının cezasını onların nasıl çektiklerini kim söyleyebilir?

"aldanmaya ve rüya görmeye cesaret et." (schiller)

kim bilir, bu dünyada yaşayanlardan her biri, ancak kendi ölümünden sonra yeşermesi mukadder ne kadar tohum bırakıyor? insanın kaderi, evlatlarının, ahfadının kaderi ile nasıl bir gizli zincirle bağlı olduğunu, arzu ve temayüllerinin onlara nasıl aksettiğini, hatalarının cezasını onların nasıl çektiklerini kim söyleyebilir?

hiç dikkat ettiniz mi, yakından dinlenince bazı valsler beş para etmez; sesler bayağıdır, kabadır, uzaktan ise fevkalade! içimizdeki bütün romantik telleri ihtizaza getirir.

hayalimizde bir işi kurarken kartal gibi uçarız, sanki dünyayı yerinden oynatabilecekmişiz gibi gelir bize. ama yapmaya gelince derhal kuvvetten düşer, yoruluruz.

öyle duygular vardır ki bizi yerden kaldırıp yükseklere götürürler.

yarın mesut olacağım! saadetin yarını yoktur, dünü de yoktur; geçmişi hatırlamaz, geleceği düşünmez; onun yalnız şimdiki zamanı vardır ve o da, gün değil, ancak bir andır.

bir başkasının ruhu, insan için karanlık bir ormandır.

kendimden şüphe etmediğim hiçbir şey için başkalarından şüphe etmem, ancak bende, başkalarının benden daha iyi olmadıklarını sanmak zaafı vardır.

uçurumun ta kenarında dolaşmak dişi mahlukların pek sevdiği bir iştir.

evde bir şey değil, sokakta da bir felaket sayılmaz; fakat altın yaldızlı saraylara ayak basınca insanın fakirliği pek göze batar, insan sıkılır, bozarır yerin dibine batar.