29.04.2018

uzun lafın kısası

kurt vonnegut: ancak fikirlerimizin insaniliği ölçüsünde sağlıklıyız.

jean rhys: en kötüsü, insanın kadınların gerçekten ne hissettiklerini bilmemesidir.

macedonio fernandez: bu dünyada eksik olan o kadar çok şey var ki, bir şey daha eksik olsa ona yer bulunamazdı.

gabriel garcia marquez: insanlar birinci mevkide giderken edebiyat yük katarına atılırsa dünyanın anası bellenmiş demektir. 


jean-luc godard: yetişkinlik diye bir şey yoktur. çocukluk ve yaşlılık vardır.

maksim gorki: yaşam eylemdir ve yaratmaktır. yeryüzünde yaşayan insanın ulaşmak isteyeceği en son erek yeryüzünde yaşamak mutluluğudur.

jeannette walls: şunu iyi hatırla, hayvanlar kapatılmaktan nefret ediyor gibi davranıyorlar; ama aslında özgürlükle ne yapacaklarını bilmiyorlar. ve bu çoğu zaman onları öldürüyor.

marguerite duras: yazarın yazmak için yalnızlığa ihtiyacı vardır ve yalnızlığa her zaman delilik eşlik eder. 


abbe pierre/albert jacquard: her zaman sakınımsız yaşadım, yetersizliğimin bilincinde olarak. yetersizliğinin bilincinde olmak aynı zamanda özgür, hayalci ve biraz kaba olmanın yoludur. 

lawrence durrell: ölüm bütün gerilimleri artırır, normal zamanlardaki gibi yarı doğrulara göre yaşamamıza pek izin vermez.

28.04.2018

suyu bulandıran kız

balzac

üstün yetenek her şeyde kendini olduğu gibi gösterir.

çocuğu olmayanların birçok zevkten haberi yoktur; ama onlar birçok acıdan da kaçmış olurlar.

iyi bir sonuç vermeyen budalalık cinayete dönüşür.

albay kendisini ezilmiş biri olarak görüyordu. bu görüşün etkisi, zeki olmayan insanları acımasız ve hoşgörüsüz yapar.

yalnızca hiçbir şey yapmayan insanlar aldanmazlar.

bütün büyük yetenekler gerçek tutkulara saygı gösterir, bunları anlar, bunları kendi kendilerine açıklar ve bunların köklerini yürekte ya da kafada bulurlar.

fazla uyku zekâyı ağırlaştırır ve köreltir.

küçük kentlerin halkı için, bir sürü varsayım içinde, karşıt yorumlar arasında ve bir olayın yol açtığı tahminlerle gerçeği meydana çıkarmak kolay değildir.

çocukların dedelerini, ninelerini eğitmek zorunda oldukları bir yüzyılda yaşıyoruz.

kimi insanlar aşktan benliklerini başka birine aktarma gücünü elde ederler. bu da ellerinden alınınca yaşamak artık onlar için olanaksız duruma gelir. bu karakterdeki insanların kesinliğe gereksinimleri vardır. aşklarını itiraf ederken gösterdikleri çaba o kadar büyüktür ve onlara o kadar ağır gelir ki bu çabayı yineleyecek durumda olmadıklarını bilirler. onları kabul eden ilk kadına bağlanmaları bundan ileri gelir.

kötülerin başarısı her zaman geçicidir.

bir oyuncu, bir usta ya da mutlu bir insan karşısında şaşırır ve her zaman oynadığına kıyasla kötü oynar.

yengemle, o bir yıl dul kaldıktan sonra evlenebilirim; oysa şerefi lekelenmiş bir kızla evlenemezdim.

tanrı bu dünyada yalnızca sevgili kullarına karşı sert davranır. kötülükleriyle uygun fırsatlar yakalayan insanların vay haline! bunlar, göksel meyvelerin olgunluğuna eriştiklerinde, basit hatalar yüzünden sıraları geldiğinde sertçe cezalandırılıncaya kadar, insanlığın içinde yeniden biçimleneceklerdir.

27.04.2018

faşizm

george sabine

geniş ölçüde eğitilen bir halkın hiçbir zaman totaliter denetime ya da despot hükümete boyun eğmeyeceği söylenir. eğitilmiş bir nüfus, keyfi iktidarın bile dikkate almak zorunda olduğu bir kamuoyunu destekler. 1914'te almanya belki de dünyada en yüksek oranda okuryazar olan bir nüfusa ve en yüksek teknoloji düzeyine sahipti; ama bu, ikinci imparatorluğu siyasal bakımdan liberal yapmamış ya da almanya'yı nasyonal sosyalizmin saçmalığından ve hitler yönetiminin barbarlığından korumamıştır.

zeki ve eğitilmiş bir nüfusun siyasal demokrasi uygulamalarını icat edeceği düşüncesini destekleyen şey bir 18. yüzyıl söylencesinin kalıntısından başka bir şey değildir. bu uygulamalar icat edilmezler, temel toplumsal kurumlara dayalıdırlar. hiç olmazsa avrupa'da onların vazgeçilmez koşulu, aralarındaki ayrılıkları karşılıklı konuşma ve anlaşma yoluyla gideren birden çok iktidar merkezinin yan yana varlığına izin veren bir toplum olmuştur.

george steiner: nazizmden sonra gelen bizler artık edebiyata, dile, eğitime kusursuz bir gözle bakamayacağız; zira kişinin akşam goethe ve rilke'yi okuyup bach ve schubert'i çalarak ertesi gün bir toplama kampındaki korkunç görevine çekinmeden başlayabileceğini artık çok iyi bilmekteyiz.

25.04.2018

yazma sanatı

anatoli ribakov: insanın yarattığı en iyi şey kitaptır. dünyadaki en büyük insan yazardır.

sait faik: söz vermiştim kendi kendime, yazı bile yazmayacaktım. yapamadım. koştum tütüncüye kalem kağıt aldım. oturdum. kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. yazmasam deli olacaktım.

boccaccio: kalemin gücü, onu kullanmayı bilmeyenlerin sandıklarından çok daha fazladır.

imre kertesz: bir yazar için zamanının ona karşı sergilediği körlükten daha muhteşem bir taç olamaz; bu körlük, hakkında konuşmamakla birleştirilmişse üstüne bir pırlanta daha konulmuş demektir.

şükrü erbaş: yazının, şiirin yalnızlığından başka bir kalabalığa inanmıyorum.

eduardo galeano: yazmanın nedeni, kafayı kurcalayan, bir sinek vızıltısı gibi uyku uyutmayan sorulara cevap vermeye çalışmaktır. yazılanlar, cevaba duyulan toplumsal gereksinimle çakıştığı zaman ortak bir anlam kazanabilir.

ece ayhan: haritalarda bile sözcük ararım.

ray bradbury: iyi yazarlar yaşama sık sık dokunurlar. ortalama yazarlar üstüne hafifçe dokunup geçerler. kötü olanlar ona tecavüz edip leşini sineklere bırakır.

max frisch: önemli olan, sözcüklerin arasındaki ifade edilemeyen beyaz alandır. sözcüklerin anlattığı, gerçek düşüncemizi dile getirmeyen önemsiz şeylerdir hep. gerçek niyetimizi en iyi ihtimalle dolambaçlı bir yoldan ifade edebiliriz.

oscar wilde: bu sabah bir virgülü sildim, akşamüzeri yeniden koydum.

21.04.2018

bir köy hekimi

franz kafka

bugün hiç kimse, büyük iskender diye birinin olduğunu iddia edemez.

sanırım masumiyet denen şey, dünya işleri arasında kendine bir yol bulabiliyor.

günümüzde varılacak kapılar bambaşka, daha yüksekte ve uzakta, üstelik onların yönünü işaret edecek birini bulmak da güç; kılıç tutan çok, ne yazık ki, sadece havada hızla çevirmek için tutuyorlar kılıcı; kılıcın hareketine baktı mı sersem oluyor insan.

reçete yazmak değil, insanlarla anlaşmak zordur.

övgüye bu denli kesinlikle layık olan birini övmek, övgü denen şeyin içini boşaltmaktır biraz da.

yaşam, şaşkınlık verecek denli kısa. belleğimi zorluyorum, örneğin bir ata atlayan bir delikanlının, kötü rastlantıları hiç hesaba katmasak da, mutlu bir akışla ilerleyecek sıradan bir yaşamın yetersiz kalabileceğinden korkmadan, en yakın köye gitme kararını nasıl alabildiğine şaşırıyorum şimdi.

çevresinin tek kusuru onu anlamamak olsa, çevresi değerinden bir şey yitirmiş olmazdı.

20.04.2018

kalabalık

tuğrul tanyol


kalabalık: dağınık yüzlü yatak
kendini usulca sokağın akışına bırak
amaçlı amaçsız yürüyen insanlarla
kimi bir dükkanın vitrinine tutsak
kimi yürüyor yalnızca aşktan
kimi kendine bir cevap kadar uzak

19.04.2018

sigmund freud

carl gustav jung

büyük bir olasılıkla, freud'un en büyük başarısı nevrotik hastaları ciddiye alması ve onların kendine özgü psikolojilerine girebilmesiydi. vakaya özgü malzemenin rahatça ortaya dökülmesine izin verecek kadar yürekli olması ve bu yolla hastanın gerçek psikolojisinin derinlerine inebilmesiydi. hastanın gözüyle bakıyordu denebilir. bu nedenle, ruhsal hastalıkları o güne dek olmadığı kadar iyi anlayabilmiş ve bu bağlamda, yan tutmadığı için yürekliliğiyle birçok ön yargının üstesinden gelmeyi başarmıştır.

freud, tevrat'taki eski peygamberlerden biri gibi, yapay tanrıları devirip sahtekarlıkların ve ikiyüzlülüklerin maskesini düşürerek, çağımızda ruhun ne denli çürümüş olduğunu acımasızca göstermeyi görev bildi. böyle bir atılımın getireceği sonuçlardan da yılmadı.

medeniyetimize hız veren, onun bilinçdışına giden yolu keşfetmiş olmasıdır. düşleri bilinçdışının işleyiş biçimiyle ilgili bilgilerin en önemli kaynağı olarak değerlendirerek insanoğluna, tümüyle yitirilmiş gibi görünen bir aracı geri vermiş ve özellikle, carl gustav carus'un ve eduard von hartmann'ın felsefelerinde yer aldığı gibi, o güne dek yalnızca felsefi açıdan ele alınan bir varsayım olan bilinçdışının var olduğunu deneylerle göstermiştir.

çağımızın insanının, yarım yüzyıldır bu savla karşı karşıya olmasına karşın, çağdaş kültür bilinci, bilinçdışı düşüncesini ve onun anlamını genel felsefesinin bir parçası saymamıştır. ruhsal yaşamın iki ayrı kutbu olduğu temel görüşü yaygın olmasına karşın, hâlâ gelecekte çözümlenecek bir sorunsal olmayı sürdürüyor.

gen bencildir

richard dawkins

etrafımızda gördüğümüz ve açıklamak istediğimiz şeyler -kayalar, galaksiler, okyanus dalgaları- hepsi de, şöyle ya da böyle, kararlı atom desenleridir.

edinilmiş özellikler kalıtsal değildir. yaşamınız boyunca ne kadar bilgi ve akıl edinirseniz edinin, bir damlası bile çocuklarınıza genetik yollarla geçmez.

her yeni kuşak sıfırdan başlar. bir beden, genlerin kendilerini değiştirmeden saklama aracıdır.

eşeyli üreme, eşleme değildir. bir topluluğun başka topluluklarla karışması gibi bir birey de cinsel eşi ile kaynaşarak döllerini yapar. çocuklarınız sizin yarınızdır; torunlarınız ise dörtte biriniz. birkaç kuşak sonrası için umabileceğiniz en iyi şey, birkaç tanesi sizin soyadınızı taşıyan ama hepsi de sizden minik bir parça -birkaç gen- içeren çok sayıda döl olacaktır.

genlerse jeolojik zamanın yerleşik sakinleridir. genler ölümsüzdür. gen, bencilliğin temel birimidir.

doğada koruyucu devlet yoktur. aşırılığa kaçan her gen anında cezalandırılır. bu geni taşıyan çocuklar açlıktan ölür.

darwinci kuramın çağdaş çeşitlemelerinin şaşırtıcı sonuçlarından biri, hayatta kalma olasılığı üzerindeki küçücük, ancak can alıcı etkilerin evrimde geniş değişimlere neden olabilmeleridir. bunun nedeni, böylesi etkilerin kendilerini hissettirmek için çok uzun zamana sahip olmalarıdır.

w.f. bodmer'in kısaca belirttiği gibi, eşey, "farklı bireylerde tek tek ortaya çıkan mutasyonların tek bir bireyde birikmesini kolaylaştırır."

memelilerde bebeği bedeninde taşıyan annedir. bebek doğduğunda emmesi için süt yapan annedir. bebeğin büyütülmesi ve korunmasında yükün çoğu annenin sırtındadır. dişi eşey sömürülmektedir ve bu sömürünün evrimsel başlangıç çizgisi, yumurtaların spermlerden daha büyük olmasıdır.

eğer yüzlerce milyon sene boyunca her hafta toto kuponu doldurursanız, birçok kez büyük ödül kazanabilirsiniz.

jacques monod: evrim kuramının bir başka garip yönü de herkesin onu anladığını zannetmesidir.

peter medawar'ın ileri sürdüğü bir başka kuram da, evrimi gen seçilimi açısından düşünmek için iyi bir örnek oluşturuyor. medawar, öncelikle geleneksel tartışmaları bir kenara atıyor: "yaşlı bireyler türün diğer bireyleri için özverili bir davranışta bulunarak ölürler; çünkü üreyemeyecek denli bitkin düştüklerinde dünyayı amaçsız bir kalabalık haline getirirler."

insansı duyguları bir amipten daha fazla olmayan bir insan dölütü, yetişkin bir şempanzeye gösterilenden çok daha ileri bir saygı ve koruma altındadır. yine de, şempanzenin duyguları vardır, düşünür ve -son deneysel kanıtlara göre- bir çeşit insan dilini öğrenebilir. dölüt ise kendi türümüze aittir ve bu nedenle anında özel hak ve ayrıcalıklarla donatılır.

doğum kontrolü uygulanmasının nedeni grubun kaynaklarının aşırı kullanımından kaçınmak değildir. her birey, sahip olabileceği, hayatta kalabilecek çocuk sayısını en üst düzeye çıkartmak için doğum kontrolü uygular. bu genelde doğum kontrolü ile ilişkilendirdiğimiz amacın tam tersi bir amaçtır.

anlaşmalardaki sorun -hatta uzun dönemde herkesin avantajına olanlarda bile- kötüye kullanıma açık olmalarıdır.

dini kurallara uyulması konusunda en etkili olan doktrin, cehennem ateşi korkutmacasıdır. çoğu çocuk ve hatta bazı yetişkinler, ruhani kurallara uymazlarsa ölümden sonra korkunç azaplar içinde yanacaklarına inanırlar. bu, orta çağ boyunca ve hatta günümüzde bile büyük psikolojik acılara neden olmuş, alışılmışın ötesinde sevimsiz bir ikna tekniği. ancak çok da etkili.

gen makineleri olarak yapılmış ve mem (kültürel gen) makineleri ile yetiştirilmiş olsak da bizim yaratıcılarımıza karşı çıkacak gücümüz var. biz, dünya üzerinde yalnızca biz, bencil eşleyicilerin tiranlığına karşı isyan edebiliriz.

18.04.2018

tanrı

marquis de sade

tanrı açıkça kinci bir varlıktır, çok barbardır, çok kötüdür, çok adaletsizdir, çok acımasızdır.

üzerinde durmamız gereken diğer önemli nokta ise, onun bir hayalet olduğu ve güçsüze, güçlünün merhamet etmesi gerektiği yönünde bize dikte ettiği safsatalardır. bu onun aptallığını ortaya koymaktadır ve ben asla kimseyi affedecek değilim. onun zayıflıklarını sempatik buluyorum ama onun dini zincirleri bana ölümcül geliyor. her fırsatta kendi aptallığını ve güçsüzlüğünü bize kanıtlıyor.

ben içimde tanrının verdiği tüm endişelerden kurtuldum. onun adının anıldığını duyduğumda sinirlerim bozuluyor. onun hakkında konuşan, ona inanan insanların hiçbir şeyden haberi olmayan salaklar olduklarını düşünüyorum. insanların kalbinden ve aklından bu saçmalıkları silip yok etmeyi ve onların gerçek olan bu fikirleri kabul edip benimle kardeş olmalarını istiyorum.

17.04.2018

kuşatılmış yaşamlar

michel houellebecq

bizim uygarlığımız yaşamı tüketmekten hasta.

bir süpermarket reyonunda selofan kağıdına sarılmış bir piliç budu gibi hissediyorum kendimi.

bizim serüvene ve erotizme ihtiyacımız var, çünkü bizlerin hayatın muhteşem ve coşku verici olduğunu tekrar tekrar söylediğimizi duymaya ihtiyacımız var; bu konuda biraz kuşkuluyuz da ondan.

cesaret daima işe yarayan bir şeydir.

bazen hayatın genel görünümlerine değinen hararetli sohbetler oluyor; hatta bazen sıcak bir kucaklaşma oluveriyor. tabii karşılıklı telefon numaraları alınır verilir ama genelde insanlar birbirlerini çok az ararlar. hatta hatırlansa ve tekrar görüşülse bile baştaki coşkunun yerini süratle bir hayal kırıklığı ve isteksizlik alır. inanın bana, ben hayatı tanırım; her şey tamamen tıkanır kalır.

bir penisi her zaman için kesip parçalara ayırabilirsiniz ama bir vajinanın boşluğunu nasıl unutursunuz?

kıçı açık geziyorsam, sizi ayartmak için değildir!
gösteriyorsam kıllı bacaklarımı, canım istediği içindir.

aşk arzusu erkekte derindedir, kökleri şaşırtıcı derinliklere kadar uzanır ve kökçüklerinin büyük çoğunluğu kalbin maddesi içinde bile yer alır.

bu dünyanın, daha fazla bilgi dışında her şeye ihtiyacı var.

okumakla geçen bütün bir hayat bütün dileklerimin gerçekleşmesi demek olurdu.

devrim

victor hugo

uzun süre suskun kalan bir kimseye dinleyicinin her türlüsü yeter. belagat hocası gymnastoras, içi bir sürü ikilem ve kıyasla dolu olarak hapisten çıktığı gün, önüne gelen ilk ağacın karşısında durup ona bir güzel nutuk çekmiş ve onu ikna etmek için hayli uğraşıp didinmiş.

toplumun bütün bereketli ışımaları bilimden, edebiyattan, sanattan, öğretimden çıkar; insanları yetiştirin, yetiştirin insanları. onları aydınlatın ki sizi ısıtsınlar. eninde sonunda o azametli genel eğitim meselesi, mutlak hakikatin karşı konulamaz otoritesiyle kendisini ortaya koyacaktır.

bütün yüce fetihler az ya da çok cesaretin mükafatıdırlar. devrimin olması için montesquieu'nün onu sezmesi, diderot'nun öğretmesi, beaumarchais'nin haber vermesi, condorcet'nin hesaplaması, arouet'nin hazırlanması, rousseau'nun önceden düşünmesi yetmez; danton'un ona cüret etmesi gerekir.

iyinin masum olması gerekir. gerçekten de devrimin büyüklüğü eğer göz alıcı ideale dimdik bakıp pençelerinde kan ve ateşle yıldırımlar arasında ona doğru uçmaksa, ilerlemenin güzelliği de lekesiz olmaktır; ve bunlardan birini temsil eden washington'la öbürünü cisimleştiren danton arasındaki fark, kuğu kanatlı melekle, kartal kanatlı melek arasındaki farktır.

sosyalistlerin ele aldıkları problemlerin hepsi; kozmogonik görüşler, hayaller ve mistisizm bir yana, şu iki belli başlı probleme indirgenebilir: birinci problem: servetlerin üretilmesi. ikinci problem: servetlerin bölüştürülmesi. birinci problem emek konusunu içerir, ikinci problem ücret konusunu içinde taşır. birinci problemde kuvvetlerin kullanılması söz konusudur. ikincisinde ise faydaların dağıtılması. kuvvetlerin iyi kullanılmasından kamu gücü doğar. faydaların iyi dağıtılmasındansa bireyin mutluluğu çıkar. iyi dağıtımdan eşit dağıtım değil, adil dağıtım anlaşılmalıdır. en birinci eşitlik, adalettir. bu iki şeyin birleşmesinden -dışarıda kamu gücü, içeride bireyin mutluluğu- sosyal refah doğar.

bir devrim karaya oturur oturmaz işini bilir kişiler hemen karaya oturanı parçalamaya girişirler. yüzyılımızda işini bilir kişiler kendilerine devlet adamı sıfatını tevcih etmişlerdir. öyle ki, sonunda bu devlet adamı sözü biraz argoya kaçar olmuştur. bu arada, şunu da unutmamak gerekir ki, işini bilirliğin bulunduğu yerde mutlaka küçüklük vardır. yani, işini bilir kişiler demek, pespayeler demektir.

16.04.2018

iki eser

victor hugo

her büyük adam iki eser üzerinde çalışır. yaşayan biri kimliğiyle yarattığı eser üzerinde, bir de ruhsal eseri üzerinde. yaşayan, kendini ilk esere adar. ama gecenin derin sessizliğinin ortasında, -tanrım, ne korkunç!- bu canlının içinde ruhlar evreninden gelen yaratıcı uyanır. "nasıl?" diye bağırır canlı, "hepsi bundan ibaret değil miydi?" "hayır" diye yanıtlar ruh; "uyan ve kalk; fırtına patladı, köpekler ve tilkiler ulumaktalar, her yan karardı, doğa dehşet içinde. ruhlar evreninden gelen yaratıcı, karşısında hayalet düşüncesini görüyor. sözcükler diken diken oluyor ve cümle, korkudan donup kalıyor. pencere camları soluklaşıyor, lamba, korkunun pençesine düşüyor. sen, ey canlı insan, bir yüzyılın insanı, topraktan gelen bir düşüncenin tutsağı olan insan, koru kendini! çünkü bu, deliliğin ta kendisidir, mezardır, sonsuzluktur, bu bir hayalet düşüncesidir."

pierrette

honoré de balzac

zekânın en büyük güdüleyicisi kişisel çıkardır.

budalalığın iki şekli vardır: susar ya da konuşur. susan budalalığa katlanılabilir; ama rogron'unki konuşur türdendi.

hiçbir şey karşısında geri adım atmayan bir insan çok güçlüdür:

yürek, vücut gibi ansızın soğur ya da ısınır.

her yeni şeyin, bir duygunun, hatta bir egemenliğin getireceği alışkanlıklar vardır.

taşradaki birçok supap sayesinde dedikodular bir sosyeteden başka bir sosyeteye sızıntı yaparlar.

aşk insanı çabucak hırslı yapar.

insanın göğsü ağrır, dişi ağrır, başı ağrır, ayakları, karnı ağrır; ama her yerinin ağrıdığı hiç görülmemiştir. her yerin ağrıyorsa bu, hiçbir yerde ağrın olmadığı anlamına gelir.

acılar insanı ibadete yöneltir ve neredeyse tüm genç kızlar içgüdüsel bir sevgiyle, dinin derin yanı olan mistisizme eğilim gösterirler.

kırk yaşında evli ve çocuk sahibi bir kadın için korkacak bir şey yoktur.

mutlu bir doğum tanrı'nın nadiren yarattığı harikalardan biridir.

şeytan bizi her zaman yaptığımız bir iyilik dolayısıyla cezalandırır.

kabul edelim ki, tanrı var olmasaydı, meşruiyet toplumsal düzenbazlıklar için güzel bir şey olurdu.

15.04.2018

tutsaklık güncesi

louis althusser

bir sabah, seçiminin tutsağı olarak uyanır insan.

ah! dünya harikalarla dolu ve kimi zaman insanların sözü gerçeği aşıyor; ustalıklı yalanlarla dolu, parlak, düş kırıcı öyküler..

goethe: hiçbir zaman bir kitabı -okumayı- bitiremedim.

yaşamak ve yaşarken kendini izlemek, yaşarken kendini izledikçe kendini yaşamaktan alıkoymak. ne deniz var ne de çamların eğik yapraklarında rüzgar, ne de tozlar.

zaman sıkıştırıyor insanı, yitip giden zamanın doğurduğu kaygı, umarsızca elimizden kaçırdığımız yaşam.

aziz thomas: dua ederken dua ettiğini bilen birinin duası tam değildir.

gerçekte, her zaman için söyleyecek bir şeyimiz vardır; ama nasıl söyleyeceğimizi bilmeyiz işte.

yalnızca insanlardan zevk alırız, gerisi boştur. 

ayak seslerim can çekişiyor, korkmuyorum
düşlerle arınmış gözlerimde yüzen su perisinin
daldığı terk edilmiş pınarı görmek istiyorum yine
ve ölmekte olan arzuma eğilip
uzaklaştırmak istiyorum dudaklarını alnımdan sonsuza dek
ey seni sevdiğimi bilemeyen sen!

goethe: sizlere dünyadaki boşluğu betimleyebilseydim, birbirimize sımsıkı sarılır ve bir daha hiç ayrılmazdık. 

çoğu zaman kır saçlı adamlara rastlanır; oysaki bunun ne yaşı ne de zamanıdır.

"yolun, gerçeğin ve yaşamın ta kendisiyim ben." (hz. isa)

rainer maria rilke: gerekli olan tek şey yalnızlıktır yine de, büyük içsel bir yalnızlık. kendi içine kapanmak ve saatlerce hiç kimseyi görmemek, ulaşılması gereken şey oradadır. çocukluğumuzda, büyükler koşuşturup dururken ve biz bütün bu eylemlere hiçbir anlam veremezken yaşadığımız türden bir yalnızlık.

"matematiksel uslamlamalar aşk gibidir." sevgilinize ya da işlemlere bir kez başlangıcı yapmak olanağı tanımayagörün, her şeyi onların eline bırakmış olursunuz.

jean paul: şu ölümlü dünyada insanın yalnızca iki buçuk dakikası vardır: biri gülümsemek için, biri acı çekmek için ve yalnızca yarım dakika sevmek için. çünkü sevmeye ayrılan bu son dakikanın ortasında ölür insan.

kinlerimin tutsağı olmadım, alışkanlıklarımın tutsağı hiç olmayacağım.

14.04.2018

kürt sorunu

murathan mungan

milliyetçilik, tarihin en büyük çıkmazıdır.

mardin jandarma alay komutanı rıdvan özden'in, savur ilçesi yakınlarında pkk ile girilen bir çatışmada vurulması, ardından karısının ve kızının yaptığı şaşkınlık yaratan açıklamalar, geçtiğimiz günlerin tartışma getiren en önemli olaylarından biriydi. anımsayacak olursak şöyle diyordu karısı:

"kocam kendisine düşen görevi yaptı. ancak bunun çözüm olmadığını da biliyordu. sadece kendisine verilen görevi ifa etmeye çalışıyordu. ben kocamı şehit olarak kabul etmiyorum. insan ancak savaşta ölürse şehit olur. burada çirkin bir politikanın sonucu ölüm oluyor. göstermelik şaşaalı tören istemiyorum. kocamın kanını bu devlete helal etmiyorum."

kocasının kendisine yazdığı mektuplarda, ettiği telefonlarda söylediklerini aktardıktan sonra: "ancak bu politikayla ne vatan kurtulur ne de bu sorun çözülür. ölmekle öldürmekle güneydoğu sorunu çözülmez." diyordu. kızının açıklaması da özlü ve etkileyiciydi: "babam öldürüyordu; onu da öldürdüler."

goethe'nin ünlü sözü: "tarihi anlamayan, onu bir daha yaşamak zorundadır." bizim "milli tarih" anlayışımız: "tarih tekerrürden ibarettir." çünkü, anlamadığımız tarihi tekrar tekrar yaşamak zorunda kalmayı tarih sanıyoruz.

ateş kirlendi. prometheus'un insanları aydınlatmak için tanrılardan çaldığı aydınlığın ateşi değil bu. bu ateş, tıpkı barbar toplumlardaki gibi yakmak, kavurmak, yok etmek için yakılıyor. uygarlığın bütün izlerini yok etmek için. insanlığın bütün değerlerini yok etmek için. çözemedikleri her şeyi ateşin ellerine teslim ederek kurtulabileceğini sananlar için yakılıyor. ateşin kendi aydınlığını değil, sonrasının karanlığını sevenlerin tutuşturduğu bir ateş bu. ateşlere atılıyoruz. bir alev kapanındayız. bir gün hepimizin üzerine kapanacak bir alev kapanındayız. halka genişliyor. köyler yakılıyor, ormanlar yakılıyor, insanlar yakılıyor, çaresiz kalan insan sonunda kendi üzerine gaz yağı dökerek yakıyor. yalnızca dirilerimiz değil, ölülerimiz de yakılıyor. yakılan kitapların, yakılan köylerin, yakılan insanların tarihinden geçiyoruz. 1978 maraş'ını unuttuğumuz için 1993 sivas'ını yaşadık. geleceğimiz unuttuklarımızdır.

toprak kan içinde. yüzyıllardır kan içinde; hem uğruna ölenlerin kanı, hem kendi kanı; bunca yıldır çözülmemiş derinliklerinde biriktirdiği lav, 2000'li yıllara girmeye çalıştığımız şu günlerde bütün gazabıyla üzerimize patlıyor. bölüşülmemiş, işlenmemiş, yağmalanmış toprak feodal bir kin gibi bütün zulmüyle üzerimize lavını püskürtüyor. toprağın kanını kaç gap yıkayabilir?

bu topraklarda derdini anlatmanın yolu hep zor kullanmaktan geçti. bunun sonuna dek böyle gitmeyeceği açıktır. sonuçta oturulacak yer bir masanın etrafıdır. 20 milyon kürt'ü öldüre öldüre bitiremezsiniz; hitler bile 5 milyonda kalmıştı.

12.04.2018

aynı yürek lekesi

şükrü erbaş


babam gelirdi ve akşam olurdu
bahçedeki akasya ağacı
gün boyu biriktirdiği kuşları
birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza

siyah beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam
kamyonlar hep geceleri, hep uzaklara giderdi
ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım
yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş gıcırtısıydı babam
kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı
tanrıyı ve uzun konuşanları sevmezdi hiç
babamdan yapılmış bir korkuydu dünya
ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım
ne kadar susarsa o kadar terlerdi
boncuk boncuk döktüğü ter, hep uzağından geçen kadınların
içinde göveren gözleri miydi
babam en çok kışa yakışırdı
bütün oyunlarımız, başkalarının evlerine bir güzellemeydi
annem, babamın günahları için bir namaz yumağı hâlâ
ey penceresi dışarıya açık, içeriye kapalı evler
babam neden yalnızca içince güzeldi
şimdi beş ayrı evde aynı yürek lekesi
süt kokularına yayılıp duruyor
babam on altı yıldır ölüme saçmalığını anlatıyor

genç plinius'un anadolu mektupları

plinius

traianus: koşullar mı gerektiriyor; yoksa insanlar daha geniş bir yetki mi kullanmak istiyor, ayırdına varmak önemli bir iştir.

traianus: birçok başka kentteki örneğe uygun olarak nicomedia'da bir itfaiye teşkilatı kurulabileceğini düşünüyorsun. ancak bu eyaletin ve özellikle bu kentlerin bu türden gruplaşmalarla karışacağı unutulmamalı. onlara hangi nedenden ötürü, ne ad verirsek verelim, aynı amaç doğrultusunda toplanan kişiler, kısa bir süre önce olduğu gibi, siyasal bir topluluk oluşturacaktır. bu nedenle, yangını söndürmeye yardımcı olabilecek araçların sağlanması ve mülk sahiplerine, durum gerektirdiğinde halktan da yardım alarak, bunların bizzat kullanılmasının önerilmesi daha yerinde olur

traianus: istemeyen kimseleri, belki de gerek duymayacakları bir şeyi almaya zorlamak çağımızın adalet anlayışına uygun değildir.

usta ve yetenekli insanlara sahip olmayan hiçbir eyalet yoktur.

bu arada, bana hristiyan oldukları bildirilen kimselere karşı şu yolu izledim: onlara hristiyan olup olmadıklarını sordum. itiraf ettiklerinde ölüm cezasıyla gözünü korkutarak ikinci ve üçüncü kez yine sordum, direndiklerinde cezanın yerine getirilmesini emrettim. itiraf ettikleri şey ne olursa olsun, inatçılığın ve katı dikbaşlılığın cezalandırılması gerektiğinden kuşku duymuyordum.

traianus: efendim, kuşku duyduğum konularda sana danışmak benim için bir kural haline geldi. nitekim, kim kararsızlıklarıma senden daha iyi yol gösterebilir, bilmediğim konularda beni aydınlatabilir?

hazırlayanın adını vermediği ihbarnameler, herhangi bir suçlamada dikkate alınmamalıdır. çünkü bu en kötü örnektir ve çağımızın ruhuna aykırıdır.

traianus: başkaları tarafından koyulan kurallar, istediğin kadar bilgece belirlenmiş olsun, senin yetkenle desteklenmedikçe kısa ömürlü ve güçsüz kalırlar.

10.04.2018

ebedi kriz

umberto eco

"her şey birbiriyle bağlantılıdır."

güzellik keyiflidir, keyif güzellik; yeryüzünde bilip bilebileceğiniz ve bilmeniz gereken budur.

insanoğlunun ebedi krizi, evreni tanımlamak zorunda olduğu halde tanımlayamaması değil; tanımlaması gerekmediği halde tanımlamaya çalışmasıdır.

stephane mallarme: bir nesneyi nitelemek, şiirden alınacak, usul usul sezinlemenin mutluluğundan oluşan hazzın dörtte üçünü yok etmek demektir: esinleme.. işte düşümüz budur.

bir yapıt ancak pek çok yönelim ve anlam sunarsa; ama hepsinden önemlisi değişik yollardan anlaşılıp sevilebilirse, o zaman yaşamsal ilgi uyandırır ve kişiliğin saf ifadesi olur.

"dünya, bir kitapla sonlanmak için var olmuştur." (mallarme)

john dewey: belirtik ve odaklaşmış her nesnenin çevresinde, örtüğe doğru, düşünsel yolla kavrayamadığımız bir geri çekiliş vardır. düşüncemizde buna, bulanık ve müphem deriz.

dewey'e göre sanatın asıl özü, "bir bütün olma, daha geniş, her şeyi kapsayan, yani aslında içinde yaşadığımız evren olan bütüne bağlı olma özelliğini" çağrıştırma ve vurgulama yetisindedir kesinlikle. estetik tefekkürün bize esinlendirdiği dinsel coşkunun kaynağı da budur.

roman jakobson: belirsizlik, kendi kendinin merkezi olan her iletinin özsel, devredilemez, vazgeçilemez özelliğidir; kısacası şiirin zorunlu, doğal bir sonucudur.

bir sanat yapıtında "açıklık" estetik hazzın temel koşuludur ve estetik bir değere sahip olduğu için haz veren her form da açıktır. yaratıcısı tek anlamlı ve belirsiz olmayan bir iletişimi amaçlamış olsa bile, bu böyledir.

enformasyon miktarı ne kadar büyükse iletilmesi o kadar güçleşir; ileti ne kadar açık ve netse enformasyon miktarı da o kadar azdır.

maurice merleau-ponty: bir nesne, hatta dünya için kendisini bize "açık" olarak sunması esastır; böylece onu her zaman farklı algılayabiliriz.

"müzikte, uyaranlar, yani müziğin ta kendisi beklentiler yaratır, onları engeller ve sonunda onları anlamlı çözümlere kavuşturur."

hegel'e göre insan kendisini nesneleştirerek yapıtının ve eylemlerinin amacında yabancılaşır. başka bir deyişle, nesneler ve toplumsal ilişkiler dünyasının içinde yabancılaşır çünkü bu dünyayı kendinin uymak ve saygı göstermek zorunda olduğu varlığını sürdürme ve gelişme yasalarına göre kurmuştur.

"bir kitap ne başlar ne de biter; olsa olsa öyle gözükür." (mallarme)

albaya mektup yok

gabriel garcia marquez

yoksulluk şekerin en iyi ilacıdır.

insanlık bir bedel ödemeden ilerlemiyor.

insanın nankörlüğü sınır tanımaz.

bu sıcak insanın kafasındaki vidaları paslandırıyor.

büyük şeyler için bekleyen, küçük şeyler için de bekleyebilir.

kendi başının çaresine bakmak her zaman daha iyidir.

dilencilerin seçme hakkı yoktur.

hiçbir yerde bilardo salonundaki kadar çok şey yoktur. görünüşte öyle; ama içeri girdiğin zaman her şeye bakmaya, her yeri aramaya başlıyorsun ve dişe dokunur hiçbir şey olmadığını fark ediyorsun.

kesinlikle gelen tek şey ölümdür.

umut karın doyurmaz. karın doyurmaz ama insanı ayakta tutar.

kötü bir durumun en kötü yanı bize yalan söyletmesidir.

hep aynı hikâye. biz açlığa katlanıyoruz ki başkaları yiyebilsin. kırk yıldır hep aynı hikâye.

en iri ve en güzel karanfili domuzun kıçına koyarlar.

bir hayvanın yaşamı, tanrı'nın gözünde bir insanınki kadar değerlidir.

hayat şimdiye dek icat edilen en güzel şey.

kadın

füruzan



ben kadınım
aklımla
isteklerimle
bunu arasız korlaştırıyorum
her yıl daha özgürleşerek engellerimden
yüzümün yarı kesiti seninkine karışıyor
doyumlarımın eksenini oluşturuyorsun
dokunuşlarımın en uç noktasına uyanık
boşanan sıcak yağmurlarda üstüme çektiğim
uyanık gövdenin
sık bir orman giziyle bezenmiş arzularımı bilen
ellerindeyim
sevdiğinim senin
karşıtınım üstelik
sen de öylesin benim için

lodosların gürleyen vuruşlarına alışığız biz

8.04.2018

yoksulları dövelim

charles baudelaire

on beş gün odama kapanmıştım ve çevremde hep, o zamanlar (16-17 yıl önce) moda olan kitaplar vardı; halkı bir günde mutlu, bilge ve zengin kılan kitaplar demek istiyorum. ben de bir güzel sindirmiştim -yani yalayıp yutmuştum, bütün o -mutluluk tacirlerinin, -halka köleleşmeyi önerenlerin, tüm yoksulları tahtlarını yitirmiş krallar olduklarına inandıranların harıl harıl yazdıklarını. -söylememe gerek yok, o sıralar ben de aptallığın kıyısında dolaşan, beyni sulanmışlardan biriydim.

ancak, kafamın derinliklerinde, sanki, yenile kapattığım kitaplardaki bütün kocakarı reçetelerinden üstün bir şeyler, karanlık bir tohum yeşerir gibiydi. ama henüz suyunun suyu diyebileceğim pek belirsiz bir düşündü bu.

dışarı çıktım, boğazım kurumuştu. okunan şeyler ne kadar kötüyse insan o kadar hava almak ve serinlemek gereksinimi duyuyor.

tam bir meyhaneye girerken bir dilenci şapkasını uzattı, öylesine acıklı bakıyordu ki, ruhun maddeyi kıpırdatması, bir hipnotizmacının üzümü gözleriyle olgunlaştırması mümkün olsa, o bakış da öyle, tahtları devirirdi.

aynı anda çok iyi bildiğim bir sesin kulağımda fısıltısını duydum: iyilik meleği'nin ya da yanımdan hiç ayrılmayan iyilik iblisi'nin sesiydi bu. ve fısıldayan sesi şunları söylüyordu: "eşitlik yalnızca eşit olduğunu kanıtlayanın, özgürlük özgürlüğe layık olanın, onu kazananın hakkıdır."

hemen sıçradım dilencinin üstüne. bir yumrukla gözünü öyle bir morarttım ki bir saniye içinde balon gibi şişti. iki dişini dökerken tırnaklarımdan birini kırdım. doğuştan narin yapılı olduğum ve boksa da az çalıştığım için o yaşlıyı çabucak yere serecek kadar güçlü bulmuyordum kendimi. bu nedenle, bir elimle ceketinin yakasına yapışırken öteki elimle de gırtlağını sıkıp başını şiddetle duvara vurmaya başladım. şunu hemen söyleyeyim, çevreye önceden göz atıp kolaçan etmiş, bu ıssız dış mahallede polis falan olmadığını görmüştüm. daha sonra o cılız altmışlık dilencinin sırtına, kürek kemiğini kırmaya yetecek kadar güçlü bir tekme yapıştırdım, yerdeki iri bir dalı kapıp, ahçıların eti yumuşatmak için dövdükleri gibi ara vermeden sürekli vurdum, vurdum.

birden, ne hikmettir! kuramının gerçekleştiğini gören filozofun kıvancı gibi, bu ne kıvançtır! -o kadit kemik yığınının bana döndüğünü, öylesine bozuk bir makineden hiç ummadığım bir güçle doğrulduğunu ve bana göre iyiye işaret sayılan kin dolu bir bakışla, tiridi çıkmış serserinin üstüme atıldığını, gözlerimi şişirdiğini, dört dişimi kırdığını ve aynı ağaç dalıyla beni bir güzel dövüp hamurumu çıkardığını gördüm. -güçlü yöntemimle onu iyileştirmiş, onuruna, yaşama kavuşturmuştum.

o zaman, bu tartışmanın artık bitmesi gerektiğini belirtmek için, "tamam" anlamında bir işaret yaptım. stoacı bir filozofun hoşnut haliyle yerden kalktım ve ona: "şimdi benimle eşit oldunuz, bayım! lütfen cüzdanımdaki parayı paylaşıp onurlandırın beni; ve şunu da unutmayın, insanları gerçekten seviyorsanız, sizden bir sadaka istendiğinde bütün dilenci meslektaşlarınıza siz de sırtınızda acısını çekerek denediğim kuramı uygulayın."

kuramımı anladığına ve öğütlerime uyacağına yemin etti.

trajedi

italo calvino

tarihin yenilenmesi, kendi doğaları ve eğitimleriyle görülmemiş hesapları olmayan, bir bütünün parçası olduklarını bilen, sınırların ve kusurların da, öyle oldukları kabul edildiğinde, daha karmaşık ve hareketli bir değerler ekonomisi içinde kazanca dönüştürülebileceğini bilen kişilerden gelir.


"trajediye, ancak yaşama, insan gerçekliğine bütünsel bir bağlanmayla; neşeli, çekincesiz, entelektüel polemiklerden hiçbirinin olmadığı bir bağlanmayla ulaşılır. mutluluk duygusu olmadan trajedi var olamaz. ancak insanların yaşama sevincini dile getirmeyi başarırsak gerçekten trajik olabiliriz."

insanın tarihe etkin katılımı, insanların kanlı yürüyüşüne bir anlam verme zorunluluğundan kaynaklanır.

ahlakçılık, ahlakın belirli bir anda öngördüğü değerler ve davranışlardan başka değerler ve davranışlar olması gerektiğini ya da olabileceğini yadsıyan kişinin düştüğü hatadır.

gerçekliğe yönelik tutumları, değişmez içsel gerekçelerince belirlenenlere ne mutlu!

6.04.2018

gerçek

dostoyevski

"gerçeği olduğu gibi yansıtmak gerekir." diyorlar; oysa böyle bir gerçeklik kavramı yoktur ve yeryüzünde hiçbir zaman da olmamıştır. çünkü nesnelerin özüne varamaz insan; doğayı, duyguları aracılığıyla düşüncesinde yansıttığı biçimde algılayıp benimser.


ne yazarsanız yazın, ne çıkarırsanız çıkarın, ağzınızla kuş tutsanız gerçeği asla olduğu gibi anlatamazsınız. istediğiniz kadar betimleyin, gerçeğine göre yavan kalacaktır.

bir yapıtta, günlük yaşamımızdan belli bir olayı aktarırken en gülüncüne ulaşabileceğinizi, en ilginç yanını yakalayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? asla! gerçeklik, gözlemlerinizin ve imgeleminizin yaratabileceği her şeyi aşan, sizin henüz düşünmediğiniz evreyi sunar bir bakıma size.

yol

nazım hikmet


yazık, yazık bize ki asırlarca aldandık
karanlıkta çizilen izleri görmek için
görüp yüz sürmek için
yazık, yazık bize ki bir çırağ gibi yandık
ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet
çalışan esirlere musa, isa, muhammet
sade bir satır dua, bir tütsü buhur verdi
masal cennetlerinin yollarını gösterdi

5.04.2018

oyun arası

nietzsche

dünyayı yönlendiren düşünceler güvercin kanatlarıyla gelir.

beni öldürmeyen şey beni daha güçlü kılar.

erkeklere özgü kendini hor görme hastalığının tek çaresi, zeki bir kadın tarafından sevilmektir.

iyi insanların verdiği zarar, kötülerin verdiği zarardan daha yıkıcıdır.

nasıl olursa olsun, cinsel yaşamı küçümseme, onu ayıp kavramlarla lekeleme, yaşamın kendisine karşı işlenmiş bir suçtur.

en vazgeçilmez düşüncelerimiz en yanlış olanlarıdır.

niceleri kendi zincirlerini çözemezler de dostlarının azatçısıdırlar.

sevgiyle yapılan her şey iyinin ve kötünün ötesinde cereyan eder.

"yalnız yaşamak için ya bir hayvan ya da bir tanrı olmak gerekir." diyor aristoteles. biri var ki, bunların ikisi de olmak zorunda: filozof.

uçuruma çok uzun bakarsan uçurum da senin içine bakar.

insanın dans eden bir yıldız doğurabilmesi için içinde bir kaosun olması gerekir.

yaşamınızı tam anlamıyla yaşadınız mı? yoksa yaşam mı sizi yaşadı? siz mi seçtiniz? yoksa o mu sizi seçti? sevdiniz mi? yoksa pişman mı oldunuz?

benden sonra mutluluk

özdemir asaf


yaşamak bir an içinde

beni güldüremeyen
acıklı değil gülünçtür

yetersiz iyi niyet kötüsüne yol açar
söylenemiyor çok şey susmadan

dinciler, insan anlamasını bilmeli dediler
akılcılar, bilmesini anlamalı insan derler

çok bilen çok yanılır
az bilen daha çok

ağladığını bilir bilmediği şeylere
güldüğünü unutmuş, hiç görmemiş gibidir

unutmayın ki yaşam
öldüresiye güzel değildir

yalan ölümden daha çok yitirir yaşamı
saklamak düşürür ağır ağır
insanın düşeceği en alçak ortamı
sözden korkmak, korkup susmaktır

şairler şiirlerinde yaşamaz
ulu yalnızlıklarında düşünür

"yalnız seni sevdim, seni yaşadım"
nasıl bir sevgidir bu, bilmiyorlar ki!

"dün yine günümüz geçti beraber
ölürsem yazıktır sana kanmadan"

çok şey var
olmakla olmamak arasında

var oldum öyle anlar oldu ki
var olmamak içindim kimi zaman

insan bir sonuç değil bence
sürekli bir yaşamadır
kısaca
sonuç varsa o insandır

benim bahçem yoksuldu
iki dala bir yaprak düşerdi ağaçlarımdan
kuşlarım ödünç alırdı kanatlarını
işlerinden yorgun dönen arkadaşlarından

hep kendini çizdi o
yanlış yapacak kadar usta olmadı
gölgesi kendisinindi abartmasız
canı sıkılıyordu arayan yerinden

çocukların her gün yaşam günüdür
doğum günü yaşlıların hüznüdür

parçalar çıkarıyor kocaman romanlardan
deyimler, bulgular, şiirlerden dizeler..

doğa yenilenirken yinelenir
gene papatya, gene gül, gene kayısı
toplum yinelenirken yenilenir
yarısı dündedir, yarındadır öbür yarısı

sevmek noktalanmaz
o, noktadır

bilim gitmeli bilenden bilmeyene
varlıklı olmalı bilen
karanlığı delen ışıklar gibi
hep gülmeli öğreten

seninle ölmek varken
onunla yanlış yaşamak

en uzun hep kendime konuştum
başkalarına hep kısa yazmak istedim
ne kendim dinledim ne başkaları

ben her şeyi bileceğimi bilirdim de
seni unutmasını bileceğimi bilmezdim

bilimin bireyi akıl
aklın bireyi düşünü
düşününün bireyi bilgi
bilgi safsatayı boğacak
sürünün bireyi koyun
çoban kaval çalacak

ahmaklığa alınyazısı demek
alınyazısına
bir ahmaklık çizgisi çizmektir

benim gücümdür bunları saran
bende bitmedikçe bende başlamayan
sakladığım sensin

yaklaşmak yarıyı geçtikten sonra başlar
eskisinin dışında yenisinin içinde

gelmesen önemli değil, gelsen önemli olurdu
gelmemen benim büyük yalnızlığımı doldurdu

büyümek en güçlü düşmesidir insanın doğadan

kesin konuşmak için bir şeyi az bilmek yeter

anı yazmak ya da anlatmak
bir savaş sürerken
eski bir savaşı anlatmak gibi bir şeydir

"bellek, dökülmekte olan bir duvar resmine benzer."
(stendhal)