30.11.2021
uzun lafın kısası
29.11.2021
din
dinin yalan dolan olduğunu hayatta erken fark etmişti ve bütün dinleri saldırgan buluyordu. batıl inançlı boş laflarının anlamsız, çocukça olduğunu düşünüyordu. bütün o yetişkinleşememe durumuna -bebek konuşmalarına ve doğruculuğa ve koyunlara ve içleri coşku dolu inançlılara katlanamıyordu. onun için tanrı ve hayata dair bir el çabukluğu veya modası geçmiş cennet fantezileri söz konusu değildi. bizden önce yaşamış ve ölmüş bedenler tarafından konmuş kurallara uygun biçimde yaşamak ve ölmek üzere doğmuş olan bedenlerimiz vardı yalnızca. hayatta felsefi bir pozisyonu varsa şayet, işte buydu -buna erken bir zamanda, sezgileriyle ulaşmıştı ve ne kadar basit olsa da, tamamı buydu. eğer bir öz yaşam öyküsü yazacak olsa ismini "bir erkek bedeninin yaşamı ve ölümü" koyardı. ama emekli olduktan sonra yazar değil, ressam olmaya çalıştı ve böylece, bu başlığı bir dizi soyut resminde kullandı.
27.11.2021
irtidat
sevan nişanyan
islamdan dönme (irtidat) fiilinin cezası, sünni hukuk okullarından şafii, hanbeli ve maliki mezheplerine göre ölümdür. "hoşgörüsü" ile meşhur olan hanefi mezhebine gelince, fail erkek ise idam edilir, ancak kadın ise hapisle yetinilir. her durumda cezaya hükmetmeden önce faile, islam'a dönmesi için şans tanınır.
şer'i öğretinin dayanağı peygambere atfedilen bir dizi hadistir. en ünlüsü buhari no. 2171 ve muslim no. 4152'de hemen hemen aynı sözcüklerle aktarılan hadis. abdullah b. mes'uddan nakledildiğine göre rasulallah, "la ilahe" vs. diyen bir müslümanı katletmenin ancak üç koşulda helal olduğunu belirtmiş: kısas, zina ve irtidat.
kuran'da nisa suresi 89 "hicret ettikten sonra allah'ın yolundan dönenlerin" "yakalanıp öldürülmesini" emretmiş. ancak kuran'daki hemen her ayet gibi bunun da anlamı tartışmaya müsait. ve nitekim tartışılmış. sonuçta sünni içtihat ve sünni uygulama yeterince net. hadislerin sıhhati meselesine girmeye burada gerek yok: hadisleri reddedip müslüman olmak belki mümkün, ama sünni müslüman olmak mantıken mümkün görünmüyor.
26.11.2021
zaman
kaynakları ve özellikleri ne olursa olsun, zaman belirlemeye hizmet eden araçlar, istisnasız her zaman sadece insanlara hitap eden mesaj kaynaklarıdır. saat denen mekanizmalar insanlarca düzenlenmiş olsalar bile bir yönüyle hareketli olayları, yani bir fiziksel ilişkiyi temsil ederler. ama bunlar belli bir yoldan, örneğin akrep ve yelkovanın değişen konumlarına göre insanların semboller dünyasının, sosyal dünyanın içine yerleştirilmiş fiziksel kökenli enstrümanlardır.
salt fiziksel süreçlerin belirlenmesi amacıyla saatlerin kullanılması alışkanlığı esas galileo'yla başladı. yani fiziksel zamanın sosyal zamandan oldukça geç ayrılmış bir gelişme olduğunu daha önce de söylemiştik. gelgelelim fizikçiler ile filozoflar, daha yolun başında, kendi uzmanlık alanlarının üzerinde kafa yorarlarken, gelişen insan toplumunun bilgiyi besleyen toprağı ile kendi bilgileri arasındaki bağı kaybettiler. bu gelişmenin yapısı, gene fizikçilerin ve filozofların meseleyi yanlış kavramaları yüzünden, yapıdan yoksun bir tarih anlayışına kurban gitti. yapısı bulunmayan, salt geçmişe ilişkin bir gelişme olarak değersizleştirildi bu süreç. sosyologlar da zamana gereken ilgiyi göstermeyince, zaman bir bilmece, bir muamma olma özelliğini korudu.
25.11.2021
sanatçı
sanatçılar genellikle güçsüz, bağımsızlıktan hoşlanan, çocuksu, az gelişmiş, mazoşist, narsist, insan değerlendirmek yeteneğinden yoksun, ödip kompleksleri içinde bocalayan yaratıklardır. çocukluk dönemlerinde çok duygusaldırlar; normal çocuklardan çok daha fazla korunma ve sevilme isteği gösterirler. anne bu istekleri karşılamak için elinden geleni yapsa bile, geleceğin sanatçısını asla (asla!) hoşnut edemez. erişkin sanatçı artık yapıtlarında canlandıracaktır o ideal anneyi. ideal anne bazen canavar görünümünde de çıkar karşımıza. annenin yüceltilmesi, kötülenmesiyle aynı anlamı taşır: sanatçı geçmişin etkisinden kendini kurtaramamıştır.
sanatçının ün peşinde koşması da çocukluğunda eksikliğini duyduğu sevgiyi araması demektir. ancak ün kazanmak da sorunu çözümlemeyecektir. çünkü halkın sevgisi hiçbir zaman anne sevgisinin yerini tutamaz. ünlü sanatçılar da düş kırıklığı içinde yaşar bu yüzden. sanatçıların çoğu içkiye, esrara, homoseksüel ve heteroseksüel ilişkilerde aşırılığa, bazen de din tutkusuna kapılacaktır bu yüzden. gelgelelim bu kaçışlar da sonuç vermez. en son olarak intihar düşünülür. intihar meseleyi kökünden çözer bir bakıma.
sanatçılar çoğu zaman uygunsuz kişilere tutulur, bu kişileri yüceltmek eğiliminde olurlar. başkalarının gözünde sıradan bir insan sayılan sevgili, sanatçı için hem anne, hem baba, hem tanrı, hem esin perisidir. kusursuzluk örneğidir kısacası.
dante'yle beatrice. scott fitzgerald'la zelda. humbert ve lolita. simone de beauvoir'la sartre. yeats ve maud gonne. shakespeare ve kara leydi. ginsberg'le peter orlovsky. sylvia plath ve ölüm meleği. keats'le fanny brawne. d.h. lawrence'la frieda. eschenbach ve tadzio. lord byron ve üvey kardeşi augusta. schumann'la karısı clara. chopin ve george sand. borges ve annesi. adrian ve ben?
epikuros
insan en yüce değer olarak hayattan ziyade mutluluğu yüceltmiştir. antik yunan düşünürü epikuros, tanrılara tapınmanın zaman kaybı olduğunu, ölümden sonrasının olmadığını ve mutluluğun hayatın tek gerçek amacı olduğunu savunur.
epikuros hayatın tek gerçek amacı olarak mutluluğu tanımlarken takipçilerini mutluluğa ulaşmanın çok zor bir uğraş olduğu konusunda uyarır. maddi kazançların tatmini uzun soluklu değildir. öyle ki para, ün ve keyif peşinde körlemesine koşmak bizi sadece daha da aciz kılacaktır. örneğin epikuros ölçülü yemeyi ve içmeyi, cinsel dürtülere gem vurmayı salık verir. derin bir dostluk uzun vadede çılgın eğlencelerden daha fazla mutlu edecektir. epikuros yapılması ve sakınılması gerekenlerin kapsamlı bir etik haritasını oluşturarak mutluluğa giden güvenilmez patikada insanlara yol gösterici olmaya çalışmıştır.
biyolojik olarak hem beklentilerimiz hem de mutluluğumuz ekonomik, sosyal ya da politik koşullarla değil biyokimyamızla belirlenir. epikuros'a göre haz aldığımız ve acı çekmediğimiz sürece mutluyuzdur.
epikuros'un bir bildiği var, bu açık. mutlu olmak hiç de kolay değil. geçtiğimiz yıllarda edindiğimiz benzeri görülmemiş kazanımlarımıza rağmen, günümüzdeki insanların mazide kalmış atalarından hatırı sayılır derecede daha mutlu olduğunu söylememiz pek de mümkün değil. hatta yüksek refah, güven ve huzura rağmen gelişmiş dünyadaki intihar oranlarının geleneksel toplumlara kıyasla çok daha yüksek olması da bu görüşü destekler.
24.11.2021
ölüm
insanlar bir yakınları öldüğünde korkunç bir fırtına koparıyorlar. ben her şeyi olabildiğince basit tuttum.
mezarlıklarda son derece vahşi biçimde insanlığın zevksizliğini görürüz.
basit, olabildiğince az kişiyle isteriz ama yine de bunaltıcı olanını hazırlarız.
korkunç olan zaten her zaman gülünçtür de.
müziksiz diyelim, konuşmasız diyelim ve düşünelim, o zaman en basiti ve biz böyle olursa en iyi biçimde dayanabiliriz; ama gene de bunaltır bizi derinlemesine.
yalnız yedi ya da sekiz kişi, gerçekten en yakınlar, mümkünse akrabalar değil ve yalnız en yakınlar diye düşünürüz ve sonra bu en yakınlar gelir. onlara çiçek getirmeyin, hiçbir şey getirmeyin de demişizdir ve gene de her şey çok bunaltıcı olur.
biz tabutun ardından gideriz ve her şey bunaltıcıdır. her şey çabuk olur, üç çeyrek saat bile sürmez ve bizi bunaltır ve biz sonsuza kadar sürdüğünü sanırız.
insanın yıllarca en yakını olmuş birinin yitirilişinin doğal olarak avuntusu yoktur.
hızlı ve acısız bir ölüm dileriz kendimize ve yine de, olasılıkla, uzun, yıllarca süren bir hastalığın içine düşeriz.
23.11.2021
yoksulluk
yoksulluğun korkunç yanı, insanı aç bırakmasından çok aç bırakırken durağanlaştırmasıdır.
yoksul bir ülke, zengin olmayan zengin bir ülkedir. piyango çekilişleri, spor totolar, şans oyunları ve buna benzer şeyler, modern zenginlerin modern yoksulların öfkelerine karşı başlıca korunma aracıdır. insan nefret ettiği kişiyi lamba direğine asar, olmak istediği kişiyi değil.
kapitalist toplumlar harcama için maksimum bir fırsatı gerektirirler, hem doğaları gereği ekonomik nedenlerden ötürü hem de çoğunluğun başlıca zevki harcamada yattığı için. bu hazzı kolaylaştırmak için taksitle satın alma sistemleri geliştirilmiştir. bir zamanlar gezgin panayırların pırıl pırıl aydınlatılan barakalarının köylüleri büyülemesi gibi çeşitli piyango biçimleri zengin adaylarını büyülemektedir.
böylece tüketici nevrozu adıyla sınıflandırılan bütün o semptomlar ortaya çıkmaktadır; ama bunlardan çok daha kötü bir etki vardır. bu, hazzın parasallaşmasıdır; hazzı ele geçirme ve harcamayla bir şekilde bağlantılı olarak görmenin dışında tasarlayamama yeteneksizliğidir. bir nesne üzerinde uzun zaman kullanılmasıyla oluşan görülmez parlaklık, onun gerçek içsel güzelliği değil, şimdi onun değeridir.
şimdi bir deneyim, satın alınan bir nesnenin sahip olunabileceği gibi sahip olunması gereken bir şeydir; hatta öteki insanlar, kocalar, karılar, metresler, sevgililer, çocuklar, arkadaşlar bile insanlık dünyasından çok, para dünyasından türetilen değerlerle bağlantılı olarak sahip olunan ya da olunmayan nesneler olup çıkmaktadırlar.
bir zamanlar insan kendi hazlarını yaratabileceğine inanıyordu, şimdi onların bedelini ödemesi gerektiğine inanıyor. sanki çiçekler artık tarlalarda ve bahçelerde değil de sadece çiçekçi dükkanlarında yetişiyormuş gibi.
22.11.2021
umut ve inanç
"yaşayan her şeye katılan kişi için vardır umut." (eski ahit)
umut ve inanç, yaşamın temel nitelikleri olduklarından doğaları gereği statükoyu bireysel ve toplumsal olarak yüceltme yönünde hareket ederler. sürekli bir değişme süreci içinde bulunmak ve asla herhangi bir belirli anda aynı kalmamak, yaşamın niteliklerinden biridir.
umut etmek, insan olmanın temel koşullarından biridir. insan umut etmekten vazgeçerse cehennemin kapısından girmiş demektir, kendi insanlığını geride bırakmış demektir.
inanç ve umut sahibi kişiler genellikle gerçekçi değillerdir. gerçekçilerdeyse inanç da umut da pek bulunmaz.
insan ve toplum, umut ve inanç edimi içinde, her an diriltilmektedirler. her sevme edimi, her farkındalık ve tutku edimi diriliştir. her durgunluk edimi, doymakbilmezlik, bencillik edimi ölümdür. varoluş her an bizi diriliş ve ölüm seçenekleriyle karşı karşıya getirir. her an bir yanıt veririz, birini seçeriz. bu yanıt, söylediğimiz ya da düşündüğümüz şeyde değil, ne olduğumuzda, nasıl bir edimde bulunduğumuzda ve nereye doğru hareket etmekte olduğumuzda yatmaktadır.
19.11.2021
isa vs. muhammed
sevan nişanyan
"hz. muhammed cinsel, siyasi ve ticari rant sağladı. hz.isa kendini allah'ın oğlu ilan ederek ne elde etti?" diye soran kerem mazı'ya cevap:
idam edildi. ciddi bir farktır. ayrıca yaşarken mal mülk ve servet elde ettiğine, kervan vurup yağma yaptığına, siyasi rakiplerini öldürttüğüne, devlet ve ordu kurduğuna, köle edindiğine, savaş ganimetini paylaşmak için kurallar koyduğuna, 11 veya 13 kişilik harem kurduğuna, karılarıyla ilişkilerini düzenlemek için allah'tan vahiy indirdiğine dair bilgi yoktur. mütevazı bir dervişti ve öyle kaldı. mütevazı dervişler saçmalamaz diye bir kural yok tabii, ama onları eleştirirken, evet, farklı kriter kullanmak lazım.
din bilginleri ve ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. isa'ya, "rabbi, bu kadın zina ederken yakalandı" dediler. "musa, yasa'da bize böyle kadınların taşlanmasını (recm edilmesini) buyurdu, sen ne dersin?" isa doğruldu ve "içinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!" dedi. bunu işittikleri zaman, yaşlılardan başlayarak birer birer dışarı çıkıp isa'yı yalnız bıraktılar. isa kadına, "kadın, nerede onlar? hiçbiri seni yargılamadı mı?" diye sordu. kadın, "hiçbiri, efendim" dedi. isa, "ben de seni yargılamıyorum" dedi. "git, ve artık doğru yoldan ayrılma!" (yuhanna 8:4-11)
"zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, allah'ın yargısı konusunda o ikisine merhamet göstermeyin. onların azabına, müminlerden bir topluluk da şahit olsun. zina eden erkek, ancak zina eden veya müşrik kadınla nikâhlanabilir. zina eden kadın, ancak zina eden veya müşrik olan erkekle nikâhlanabilir. [aksi] müminlere haram kılınmıştır." (nur suresi, 2-3)
ahlakın temeli insan sevgisidir, diğerini insan olarak algılayabilme yeteneğidir. ahlak ile ahlaksızlık arasındaki farkı bundan daha net bir şekilde ifade eden bir başka örnek düşünemiyorum.
18.11.2021
sanat
kavranması somut bir yarar getirmiyorsa eşyanın ve varlıkların bireyliğini fark etmeyiz. ve bunu fark ettiğimiz hallerde de gözümüze çarpan şey bireylik, yani renklerin ve biçimlerin tümüyle özgün belli bir ahengi değil, sadece pratik tanımayı kolaylaştıracak bir iki özelliktir.
şekil, esasın önüne geçmek ister, lafız anlamı kovar.
resim olsun, heykel, şiir ya da müzik olsun sanatın yegane amacı pratik bakımdan faydalı sembolleri, uzlaşımsal ve toplumsal kabul görmüş genellikleri, kısacası gerçekliği bizden gizleyen her şeyi silip süpürerek bizi gerçeklikle yüz yüze getirip bırakmaktır.
sözcüklerin anlamıyla hiç oynamaksızın denebilir ki realizm yapıttayken idealizm ruhtadır ve realiteyle sadece idealite üzerinden temasa geçilebilir.
17.11.2021
the end of the f***ing world
sonuçta bir önemi kalmamıştı. james'le vakit geçirmiş olmam iyi bir şeydi. yürümediğini öğrenmek iyi olmuştu. tahmin etmiştim zaten. böyle anlar, yara bandını söküp çıkarmak gibidir. asıl sorun o yara bandının altının bir sürü bok püsür dolu olması.
bazen doğru şeyi yapmak suç işlemek gibi hissettiriyor.
korku, çok yavaş baş gösterebiliyor. öyle sessiz ki duymazdan gelebiliyorsunuz. ama sesi yükseliyor. çok yükseliyor. artık duymazdan gelemiyorsunuz.
hayatı kontrol edemediğiniz hissine kapılabilirsiniz. çünkü edemezsiniz. hiçbir şeyin önüne geçemezsiniz. sadece olan bitenle başa çıkabilirsiniz. bir şeyden kaçtığınızı sanabilirsiniz. ama aslında kaçtığınız şey hep yanınızdadır. hiç farkına varmadan bir yerde sıkışıp kalabilirsiniz. dikkat etmezseniz sonsuza kadar mahsur kalırsınız.
kendimi tanıdığımı sanırdım. ama bir süredir sanki kendi vücudumda değilim.
öleceğini bilmek garip bir his. dünyayı çözdüğünü düşünüp hiçbir şeyi siklemiyorsun.
ölü olmak berbat, değil mi? her şeyi kaçırıyorsun.
"özür dilerim." "ne için?" "seni çözüm yapmaya çalıştığım için."
sevgi açlığı çekenlerin sorunu, sevginin neye benzediğini bilmemeleridir. bu yüzden kandırılmaları da kolaydır. olmayan şeyleri görmeleri de. ama düşününce, hepimiz kendimizi kandırmıyor muyuz?
bilmelisiniz
16.11.2021
utopia
birkaç gün içinde ya paul'u ya da diğer ikisinden birini arayacağım. bir emir vereceğim, sadece benim bildiğim bir emir. ve yaklaşık 90 gün içinde o kişi dünyanın görmüş olduğu en ölümcül gribi salacak. herkes aşı olacak. herkes seve seve janus'ı alacak. kaos olacak mı olacak ama 100 yıldan az zamanda bu gezegende 500 milyon insandan fazlası olmayacak. böylece utopia'yı yaratmış olacağız.
dünya sevgi ile dolu. milyarlarca insan milyarlarca insanı seviyor. kaynaklarımız tükendiğinde bu sevgi küle dönüşecek. her şeylerini kaybettiklerini anladıklarında insanların neler yapabildiğini gördüm. etrafına bir bak. gerçekten bundan çok uzakta olduğumuzu mu düşünüyorsun?
hayatta, insanlığın şansını yok eden kişilerden olamayız.
15.11.2021
savaş
1919 yılıydı, 29 milyon insanın, bir nedenle o dönemin tarihinin dışında tutulan grip salgını nedeniyle öldüğü yıldı. büyük savaş'ta, çoğu siperlerde olmak üzere 10 milyon insan öldü ve bu istatistiği artık her 11 kasım'da hatırlarız, ancak ispanyol kadını da denilen gripten 29 milyon kişinin öldüğünüyse nadiren.
herhangi bir savaşa giden veya yakınında bulunan her erkeğin sesinde her zaman o yoğun deneyim pişmanlığı vardır. bizler duygu bağımlısıyız, heyecana meyilliyiz ve eğer bu tehlike ve ölüm anlamına geliyorsa buna hazırız. her nesil, bir önceki neslin nostaljik sesleri tarafından savaşa ikna edilmiştir.
savaş, turizmin gönderdiğinden daha da fazla insan kitlesini dünyanın orasına burasına gönderir.
hepimizi savaş yarattı, savaş büktü ve çarpıttı ama bunu unutmuş gibi görünüyoruz. savaş yüzünden hayatları rayından çıkarıldığı için potansiyelleri asla kullanılmayan insanlar..
11.11.2021
deniz amı
sevan nişanyan
marianna yerasimos, evliya çelebi seyahatnamesinde yemek kültürü. keyifli bir kitap. çıkalı üç dört ay oldu, o zamandan beri döne döne okuyorum. dün gözüme çarpan bir detay. çelebi galiba giritlilerin yemek alışkanlıklarından söz ediyor, "hatta denizde yüzer gezer deniz amını dahı yerler kim anda asla kandan bir katre eser yokdur."
deniz anasını kastettiği hemen hemen kesin. yumuşak, kaygan, içbükey, daha ne olsun? sonra düşünüyorsun: 'deniz anası' bunun kibarlaştırılmış biçimi olmalı, tabii ya! çocukluğumdan beri aklıma takılan konudur, başka türlü açıklaması yok. neyin anası? kel alaka? hiçbir sözlükte geçmiyor, geçecek gibi de değil zaten. ama ona bakarsan 'deniz anası' da 20. yüzyıldan önce hiç kaydedilmemiş.
yazıyı buraya koyduktan sonra murat gülsaçan arayıp ek malzeme bulmuş, ancak bu kadar cuk oturabilir. venedik lehçesinde cón ("deniz anası") < latince cunnus ("am"). güney italya'nın kalabriya lehçesinde sticchi mari ("deniz amı = deniz anası").
9.11.2021
kültürel enfeksiyon
giderek daha fazla sayıda akademisyen, kültürü bir zihinsel enfeksiyon veya parazit gibi değerlendirerek, insanları da bu parazitlerin yaşadığı konaklar olarak tanımlıyor.
virüs gibi organik parazitler kendilerini ağırlayan bedende yaşar ve çoğalarak bir bedenden öbürüne yayılır, onu zayıf düşürür, hatta bazen ölümüne sebep olurlar. parazitin başka bir bedene geçişine izin verecek kadar yaşadığı müddetçe ağırlayanın sağlık durumu paraziti ilgilendirmez.
kültürel fikirler de insanların zihninde bu şekilde yer alır, birinden öbürüne yayılır ve zamanla ağırlayanı zayıf düşürür, hatta bazen ölümüne sebep olur. kültürel bir öge -örneğin müslümanların bulutların üstündeki cennete veya komünistlerin burada yeryüzündeki cennete inançları- bazen ölüm pahasına dahi olsa insanları belli bir fikri yaymaya ikna eder. böylece insan ölür, fakat fikirler yaşamış olur. bu yaklaşıma göre kültürler -marksistlerin genellikle düşündüğünün aksine- birtakım kötü niyetliler tarafından insanları istismar etmek için üretilmiş komplolar değildir; daha ziyade, kültürler tesadüfen ortaya çıkan ve ortaya çıktıktan sonra etkilenen herkesten faydalanan zihinsel parazitlerdir.
postmodernist düşünürler milliyetçiliği 19. ve 20. yüzyıllarda ortalığa yayılan ölümcül bir salgın olarak tanımlarlar ve savaşların, baskının, nefretin ve soykırımın sebebi olarak görürler. öyle ki, bir ülkenin insanları bu salgına kapıldığı anda komşu ülkeler de buna kapılıyordu. herkesi insanların iyiliği için çalıştığına inandıran milliyetçilik virüsünün, insanlardan çok kendisine faydası vardı.
benzer argümanlar sosyal bilimlerde oyun kuramı şemsiyesi altında oldukça yaygın olarak bulunabilir. oyun kuramı, çok oyunculu sistemlerde tüm oyuncuların zararına olan görüşlerin ve davranış örüntülerinin nasıl olup da kök salıp yayılabildiğini açıklar. silahlanma yarışı buna çok tipik bir örnektir. çoğu zaman silahlanma yarışı tarafların iflasına sebep olur ve güç dengesini de değiştirmez.
pakistan gelişmiş savaş uçakları alınca hindistan da aynı şekilde cevap verir. hindistan nükleer bomba geliştirdiğinde pakistan da onun arkasından gelir. pakistan donanmasını büyütür, hindistan da ona cevap verir. sürecin sonunda güç dengesi büyük ölçüde ilk durumda olduğu haliyle kalır ama eğitim veya sağlığa harcanmış olabilecek milyarlarca dolarla silah alınmış olur.
silahlanma yarışı karşı durması zor bir dinamiktir. bir ülkeden diğerine virüs gibi yayılan bir davranış biçimidir. evrimsel hayatta kalma ve yeniden üreme stratejisine harfiyen uygun olarak kendisine fayda sağlar ama diğer herkese zarar verir. silahlanma yarışının da aynen genler gibi herhangi bir bilinci olmadığını, bilinçli olarak hayatta kalmaya ve üremeye çalışmadığını unutmamak gerekir. dolayısıyla yayılışı güçlü bir dinamiğin hedeflenmeyen bir sonucudur.
adına ne derseniz deyin -oyun teorisi, postmodernizm veya memetik- tarihin dinamikleri insanların iyiliğini ve mutluluğunu artırmaya dönük değildir. tarihteki en başarılı kültürlerin homo sapiens için en iyisi olduğunu düşünmemiz için hiçbir kanıt ya da veri yoktur. tıpkı evrim gibi tarih de bireysel organizmaların mutluluğunu yok sayar, dikkate almaz. bireyler de genellikle tarihin akışını kendi lehlerine değiştirebilmek için çok bilgisiz ve güçsüzdürler.
8.11.2021
söylenmemiş söz
incil'in en popüler bölümü hangisidir? adem ve havva'nın elmayı ısırmaları. bu, incil'de yer almaz.
platon en meşhur cümlesini asla yazmamıştı: "savaşın nasıl bittiğini sadece ölüler gördüler."
la manchalı don kişot şunu asla söylemedi: "köpekler havlıyor, sancho, atlara eyer vurmanın zamanıdır."
en bilinen cümlesi voltaire tarafından ne yazıldı ne de söylendi: "söylediğin şeyle hemfikir değilim; ama bunu söyleme hakkın için canımı veririm."
hegel şunu hiçbir zaman yazmadı: "gri olan kuramdır, hayat ağacıysa yeşil."
sherlock holmes asla şöyle demedi: "basit düşün, sevgili watson."
hiçbir kitabında ya da kitapçığında, lenin şöyle yazmadı: "amaç araçları doğru kılar."
bertolt brecht en beğenilen şiirinin yazarı değildi:
"önce komünistleri götürdüler
hiç sesimi çıkarmadım
çünkü ben komünist değildim."
jorge luis borges dilden dile en çok dolaşan şiirinin yazarı değildi:
"eğer hayatımı yeni baştan yaşayabilseydim
daha çok hata yapmaya çalışırdım."
5.11.2021
özgürlük
bütün çağlar boyunca, özgürlük, bir mistiğin hayatındaki vecd anlarından daha fazla bir yer tutmaz.
onu kavrayıp dile getirmeyi denediğimiz anda elimizden kaçar. hiç kimse sarsıntıya uğramadan yararlanamaz ondan. ümitsiz bir şekilde ölümcüldür. kurulur kurulmaz ön koşul olarak gelecekten yoksunluğunu koyar ortaya ve tüm harap olmuş kuvvetleriyle kendi kendisinin yadsınması ve can çekişmesi yönünde çalışır.
özgürlüğü ancak kendimiz için kavrarız. onu yakınlarına yayabilmek, kişiyi helak eden çabalar karşılığında olur ancak.
özgürlük, sunacak hiçbir şeyi olmayan harikadır, bir halkın hem cenneti hem tabutudur. yaşam ancak onunla anlamlıdır; ama o da yaşam noksanlığı çeker.
insanın yapısı, özgürlüğü kaldırmaya veya onu hak etmeye o derece müsait değildir ki, bizzat özgürlüğün ona sağladığı yararlar altında ezilir. sonunda özgürlük öyle bir yük haline gelir ki, insan özgürlüğün yol açtığı aşırılıklar yerine terörün aşırılıklarını tercih eder.
özgürlük ancak inanç boşluğunda, önerme yokluğunda, yasaların bir varsayımdan fazla otoriteye sahip olmadığı yerde kendini gösterebilir.
18. yüzyılın harikulade bir şekilde saçmalamasını aristokrasinin zayıflıkları mümkün kılmıştır. bizim bugün delice heveslere kapılmamıza imkan veren de burjuvazinin zayıflıklarıdır. özgürlükler ancak hasta bir toplumsal bünyede serpilip gelişir. hoşgörü ve güçsüzlük eş anlamlıdır. her şeyde olduğu gibi siyasette de besbellidir bu.
zaman, uzun vadede, zincire vurulmuş halklardan yanadır. kuvvet ve yanılsama biriktirerek gelecekle, umutla yaşarlar; fakat özgürlük içindeyken daha umulacak ne kalır? ya da özgürlüğü cisimleştiren başıboşluk, dinginlik ve gevşeme rejimindeyken?
özgürlüğün trajik paradoksu: icrasını tek mümkün kılanlar, vasatlardır. onlar da süresini teminat altına alamazlar. her şeyi onların önemsizliğine borçluyuzdur, her şeyi de bundan kaybederiz. böylelikle daima üstlerine düşenin altında kalırlar.
zimbardo deneyi
kuzey amerikalı stanford üniversitesi'nde insan ve işlevi arasındaki ilişki üzerine anlamlı bir deney yapıldı. psikologlar iyi eğitimli, davranışları düzgün, fiziksel ve ruhsal sağlığı yerinde bir grup beyaz öğrenciyi topladılar. üniversitenin bodrum katında hazırlanan hayali hapishanede kimlerin mahpus kimlerin gardiyan olacağı yazı turayla belirlendi. silahsız mahpuslar birer isimsiz numaraydılar. numarasız bir isimleri olan gardiyanlarsa cop taşıyorlardı. bu bir oyuna benziyordu; ama daha ilk günden itibaren gardiyan rolünü üstlenenler bu işten zevk almaya başladılar. tuvalete gitme izni ancak uzun yalvarış, yakarışların ardından veriliyordu, mahpuslar çıplak bir halde beton zeminde uyutuluyor ve yüksek sesle konuşmanın cezasını ceza hücrelerinde aç susuz kalarak çekiyorlardı. darbeler, küfürler, aşağılamalar: deney kısa sürdü. sadece bir hafta.
mazi
hayatımızın kökü mazidedir. mazi olmasa hatıra olmaz. hatıra olmayınca hayat, şimdi yaşadığımız nefes alma saniyesinden ibaret kalır. insan, yalnız maddeten değil manen, fikren de ruhunu mazi ile istikbal arasında çırpındırarak gezintiler yapmak için geniş sahalar ister. fikren kâh geriye döner, kâh ileriye uçar. halin nefes alıp verme saniyesi içine hapsolmak hayat değil ölümdür.
yalnız ebediyet vardır. bunun içinden çıkamayan mahlukat doğmak, yaşamak, ölmek gibi üç devre geçiriyor zannolunuyor. lakin devre birdir. bunu üç gören biziz. yarın doğacaklar bugün mazide beklemiyorlar. şu anda yaşayanlar mazi, istikbal dediğimiz zamanlardan ayrılmış değildirler. yarın ölecekler genel hayattan çıkmıyorlar. doğmak, yaşamak, ölmek aynı hadisedir.
mazisiz, istikbalsiz bir hayatta ne eylem ispatlanabilir ne de ceza mümkündür. eylem var olabilmek için mutlaka bir dün, bir bugün, bir yarın ister.
4.11.2021
tanrı'ya dönüşen hayvan
70 bin yıl önce, homo sapiens hâlâ afrika'nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı. ilerleyen bin yıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi. bugün ise bir tanrı haline gelmenin, sadece ebedi gençliğin değil, yaratmak ve yok etmek gibi ilahi becerileri de ele geçirmenin arifesinde.
charles darwin homo sapiens'in diğer hayvanlar gibi bir hayvan türü olduğunu söylediğinde insanlar kızmıştı. bugün bile çoğu kişi bunu reddediyor. neandertaller hayatta kalsaydı bugün hâlâ kendimizi ayrı bir yaratık olarak görür müydük? belki de bu yüzden atalarımız neandertalleri yok etti; çünkü neandertaller yok sayılamayacak kadar yakın, fakat tolere edilemeyecek kadar da farklılardı.
avcı toplayıcılık devrinden beri insan beyninin küçüldüğüne dair kanıtlar var. o dönemde hayatta kalabilmek, herkesin muhteşem zihinsel becerilere sahip olmasını gerektirirdi. tarım ve sanayi ortaya çıkınca insanlar hayatta kalabilmek için giderek diğer insanların becerilerine daha fazla güvendiler ve "embesiller için yeni fırsatlar" ortaya çıktı. üretim bandında çalışan bir işçi olarak, sıradışı olmayan genlerinizle hayatta kalabilir ve bunları bir sonraki nesle aktarabilirsiniz.
bugün dünya üzerinde neredeyse 7 milyar sapiens yaşıyor. tüm bu insanları büyük bir kantara çıkarırsanız ağırlıkları 300 milyon ton eder. tüm evcilleştirilmiş çiftlik hayvanlarının (inekler, domuzlar, koyunlar ve tavuklar) ağırlıklarıysa 700 milyon ton edecektir. buna karşılık yaşayan tüm büyük vahşi hayvanların (kirpilerden penguenlere, fillerden balinalara kadar) ağırlığıysa 100 milyon tondan azdır.
çocuk kitaplarımız, posterlerimiz, televizyon ekranlarımız hâlâ kurtlar, şempanzeler ve zürafalarla doludur; ama gerçek dünyada bunlardan çok az kalmış durumdadır. şu anda dünyada yaklaşık 80 bin zürafaya karşılık 1,5 milyar inek var; aynı şekilde 200 bin kurda karşılık 400 milyon evcil köpek; 250 bin şempanzeye karşılıksa milyarlarca insan var. insanlık gerçekten dünyayı ele geçirmiş durumdadır.
gezegendeki büyük avcıların çoğu muhteşem yaratıklar, milyonlarca yıl süren hakimiyetleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güveniyorlar. sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi. daha yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hâlâ korku ve endişelerle doluyuz ve bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.
sanayi devrimi enerjiyi dönüştürmek ve yeni ürünler geliştirmek için yeni yollar yarattı. böylelikle insanlığı, etrafını çeviren ekosisteme bağlı kalmaktan büyük ölçüde kurtardı. insanlar ormanları kesti, bataklıkları kuruttu, barajlar inşa etti, ovaları suladı, binlerce kilometre demiryolu döşedi ve gökdelenlerle dolu metropoller kurdu. dünya homo sapiens'in isteklerine uygun hale getirildikçe habitatlar ve türler yok oldu. bir zamanlar yeşil ve mavi olan gezegenimiz, plastik ve betondan bir avm'ye dönüştü.
2000'de savaşlar 310 bin, cinayetler de 520 bin kişinin ölümüne sebep oldu. her bir ölüm, bir dünyanın yok olmasına, bir ailenin mahvolmasına ve arkadaşlarla akrabaların ömür boyu yaralanmasına sebep olur. öte yandan makro bir perspektiften, bu 830 bin kurban, 2000 yılında dünyada ölen 56 milyon insanın sadece yüzde 1,5'ini oluşturur. aynı yıl 1 milyon 260 bin insan trafik kazalarında (toplam ölüm oranının % 2,25'i) ve 815 bin insan da intihar ederek öldü (% 1,45).
2002'nin rakamları daha da şaşırtıcı. 57 milyon ölümün sadece 172 bini savaşlar yüzünden ve 569 bini de cinayet sonucu gerçekleşmiş (toplamda insan şiddeti kaynaklı 741 bin ölüm). buna karşılık 873 bin insan intihar etmiş. görülüyor ki, 11 eylül saldırılarını izleyen yılda, tüm terörizm ve savaş tartışmalarına rağmen, ortalama bir insanın kendisini öldürme ihtimali bir terörist, asker veya uyuşturucu satıcısı tarafından öldürülme ihtimalinden daha yüksek.
çoğu tarih kitabı büyük düşünürlerin fikirlerine, savaşçıların cesaretine, azizlerin iyiliğine ve sanatçıların yaratıcılığına odaklanır. toplumsal yapıların örülmesi ve çözülüşüyle, imparatorlukların yükselişi ve çöküşüyle, teknolojilerin keşfi ve yayılışıyla ilgili anlatacakları çoktur ama hiçbiri tüm bunların insanların mutluluğunu ve acı çekmesini nasıl etkilediğinden bahsetmez. bu da tarih anlayışımızdaki en büyük eksikliktir. artık doldurmaya başlasak iyi olur.
eğer sapiens tarihi sona erecekse, sapiens'in son nesillerinden birine mensup olan bizler zamanımızı şu son soruyu cevaplamaya ayırmalıyız: "neye dönüşmek istiyoruz?" insan geliştirme sorusu olarak da bilinen bu soru şu anda siyasetçileri, filozofları, akademisyenleri ve sıradan insanları meşgul eden tüm tartışmaları önemsiz kılıyor.
en nihayetinde, günümüzün dinler, ideolojiler, uluslar ve sınıflar arasındaki tartışmaları homo sapiens'le birlikte yok olacak. bizden sonra gelenler gerçekten farklı bir bilinç seviyesinde olurlarsa (veya bilincin ötesinde, bizim şu an algılayamadığımız bir şeylere sahip olurlarsa) hristiyanlığın veya islam'ın onlara ilginç gelmesi, toplumsal örgütlenmelerinin komünist veya kapitalist olması veya cinsiyetlerinin erkek ve dişi olması ihtimali çok düşüktür.
maalesef dünyadaki sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi. etrafımızı şekillendirdik, gıda üretimini artırdık, şehirler yaptık, imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret ağları oluşturduk; ama dünyadaki acıyı azalttık mı?
tekrar vurgulamakta fayda var, insan gücündeki büyük artış birey olarak sapiens'in durumunu daha iyi hale getirmedi ve genellikle diğer hayvanlara çok büyük acılar çektirdi.
geçtiğimiz on yıllarda nihayet insanların durumuyla ilgili bazı somut gelişmeler sağlayabildik ve kıtlığı, salgınları ve savaşı azaltabildik. öte yandan diğer hayvanların durumu her zamankinden de hızlı kötüleşiyor ve insanların durumundaki düzelme de hem çok yeni, hem de kesinlikle emin olmak için henüz çok erken.
dahası, insanların yapabildikleri olağanüstü şeylere rağmen hedeflerimiz konusunda emin değiliz ve her zamanki kadar memnuniyetsiziz. kano ve kadırgalardan buharlı gemilere ve uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor. her zamankinden daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı bilmiyoruz. daha da kötüsü, insanlar her
zamankinden daha sorumsuz gibiler. uymamız gereken yegane yasalar fizik yasaları ve kendi kendini yaratmış küçük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyoruz. diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz.
ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?
3.11.2021
insan
insan, tıpkı yaratıcısı gibi kendisinin zemini, davası, amacı ve kökenidir.
hayranlık duyduğumuz değerler -merhamet, şefkat, adalet, iyilik- çoğunlukla kişiye özel alanlara mahsustur. çoğu kültür çapulculuk, açgözlülük ve sömürü anlatılarından oluşur.
insanlar çoğunlukla yoz, tembel yaratıklardır ve insanlardan kayda değer bir şey elde etmek istiyorsanız, onları sürekli disiplin altında tutmanız gerekir.
bu yönden bakıldığında insanlardan çok şey bekleyenler -sosyalistler, özgürlükçüler ve benzerleri- feci hayal kırıklığına uğrayacaklardır. zira onlar insanı aşırı bir şekilde idealleştirme eğilimindedirler.
muhtemelen dünyanın en karizmatik öğretmeni olmayan erigena, (söylentiye göre öğrencileri kalemlerini vücuduna saplayarak öldürmüştür onu), "sadece kim olduğumuzu bilmediğimizde," der, "kendimizle ilgili bilgiye sahip oluruz." erigena, dünyayı sonuçsuz veya amaçsız taşkın bir dans olarak görüyordu.
2.11.2021
yadsıma
ölüm yaşamın mantıksal yadsınmasıdır.
insan savaştan yeterince nefret etmezse onun kaçınılmaz olduğuna inanmaya başlar. nefret etmeye ulus devletten başlamazsanız mantığınızda bir boşluk var demektir.
eğitmenler böyledir işte: yetişkin olduklarını iddia ederek ilginç şeylerden kendileri zevk alırken gençlere bunları yasaklarlar ve hatta ne kadar toy olduklarını kabul etmelerini beklerler.
zihin bir hükümdardır, iradesi özgürdür ve ahlak dünyasını o belirler.
apolitik olmak diye bir şey yoktur, her şey politikadır.
dil uygarlık demektir. en çelişkili söz bile bizi birleştirir. sözsüzlük yalnızlıktır. yabancılaşmanızı eylemle kıracağınızı sanırsınız.
gülmek ruhun kıvılcımıdır.
ölümümüz bizden çok sağ olanların sorunudur; çünkü bir bilgenin dediği gibi, biz var olduğumuz sürece ölüm yoktur, ölüm olduğunda da biz yokuz.
edebiyatçıların yanılgısı, bizi yalnızca ruhun saygın hale getirebileceğine inanmalarıdır.
mantıksız aşk dehanın belirtisidir.
insan ruhunun ve zihninin yarattığı herhangi bir yaratı önemlidir; çünkü kendini aşarak, evrensel ruhun ve zihnin ve tüm duygu ve düşünce dünyasının onda neredeyse kusursuz bir yansısını bulduğu bir şeye dönüşür; öneminin derecesi de bununla ölçülür.
ölüm sevgisi yaşamı ve insanlığı sevmeye yol açar.
aşk ister incelikli bir yaşam sevinci isterse de en güçlü şehvet olsun, her zaman yalnızca kendisidir; organik yaşama duyduğumuz yakınlıktır, çürümeye yazgılı olanı acınası bir biçimde şehvetle kucaklamamızdır ve şefkat en hayran olunacak tutkuda olduğu gibi en azgın olanında da vardır.
yaşam, maddenin değişimine karşın biçimin korunması demektir.
dünyadaki bu ölüm şenliğinden ve yağmurlu akşam gökyüzünü kızgın alevlere boğan bu çirkin ateşten de günün birinde sevgi doğar mı dersin?