yves bonnefoy
geciken bora, bozulmuş yatak
sıcakta çarpan pencere
ve ateşinde kan: yeniden alıyorum
yakın eli düşünden, ayak bileğini
yük iskelesi yanında, bir köpükte
alıkoyulmuş kayık halkasından
sonra bakışı, sonra ağzı yokluktan
ve gece yazındaki bütün ani uyanışı
borayı taşımak için onlara ve bitirmek için
- nerede olursan ol, seni tuttuğumda, karanlık
çoğalmışken bizde bu deniz gürültüsü
kabul et aldırışsızlık olmayı, sarılayım
kör tanrı misali
gecede daha en ıssız olan maddeye
şiddetli ama dalgınca karşıla beni
öyle yap ki olmasın yüzüm, adım
hırsızken daha fazlasını vereyim diye sana
ve dışarısı sürgün, sende, bende
kaynak olsun diye.. -elbet
ama seni unuturken seninleyim
parmaklarımı mı gevşetiyorsun
avuçlarımla bir kadeh mi yapıyorsun
ben içiyorum, senin susuzluğun yanında
sonra bırakıyorum suyun akmasını bütün gövdemize
su, bizi var kılan, kendisi yokken
su, kurak vücutların arasından kök salan
gizemin içinde dağılmış bir sevinç için
oysa önsezi! anımsıyor musun
o taşla kapalı tarlalardan giderdik
ve birdenbire sarnıç ve o iki varlık
hangi başka ülkesinde ıssız yazın
bak nasıl eğiliyorlar, bizim gibi onlar
biz miyiz dinledikleri, konuştukları
gülümseyerek ilk ağacın yaprakları altında
onların biraz örtülü mutlu ışığında
ve sanki başka bir ışıltı
yüzlerinin bu uyumunda kımıldıyor
ve gülerek onları birbirine karıştırıyor değil mi
gör, su bulanıyor
ama biçimleri onun daha saf, tükenmiş
bu iki dünyadan hangisi doğru, önemi yok
icat et beni, katmerle beni belki de
bu yırtılmış masal sınırları üstünde
dinliyorum, razı oluyorum
sonra açıyorum kıvrılmış kolu
benden ışıklı yüzü saklayan
ağzına dokunuyorum onun dudaklarında
düzensiz, kırık, bütün bir deniz
doğan güneş tanrı gibi eğilmişim
benzerliğimizin çiçeklendiği bu suya
fısıldıyorum: senin istediğin demek bu
dünyalar içinden hoşnutsuz gezen güç
toplamak kendini, bir ömür boyunca
kimliğimizin çıplak toprak vazosunda
ve doğru bir an her şey sessizliktir
sanki duracaktır zaman
yolda tereddüt ediyormuşçasına
yeryüzü omzunun üstünden bakarak
bizim göremediğimize ya da görmek istemediğimize
sakin gökyüzünde gürüldeme yok artık
geçmiyor artık sağanak damımızın üstünden
pencere kanadı, ki düşümüze çarpıyordu
susmakta, demirden ruhu üstüne eğrilmiş
dinliyorum, bilmem hangi gürültüyü, sonra kalkıyorum
ve arıyorum, dala gölgede, orda ki buluyorum yeniden
dün akşamın bardağını, yarı dolu
alıyorum onu, ki bizim soluğumuzla solumakta
seni dokundurtuyorum ona karanlık susamışlığımla
ve dudaklarının bulunmuş olduğu ılık suyu içtiğimde
sanki bitiyor gibi zaman benimkilerin üstünde
ve sanki açılıyor gözlerim, nihayet güne
elini ver bana dönüşsüz
günbegün taşlardan
ışıkta geciken düşlerden
ve sonsuzun kötü arzusundan arındırdığım belirsiz su
bitmesin kaynağın nimeti
kaynağın yeniden bulunmuş olduğu anda
ayrılmasın uzaklar
bir kez daha yakından
artık kurumuş değil de tatsız olan suyun tırpanı altında
elini ver bana ve önümden git ölümlü yazda
bu değişmiş ışık gürültüsüyle
dağıl, ben dağılırken, ışıkta
imgeler, dünyalar, sabırsızlıklar
düğüm çözüyor olduklarını iyi bilmeyen arzular
gizemli güzellik, göğsü karanlık
elleri oysa bir ışıkla püsküllü
gülüşler, yollarda rastlaşmalar
ve çağrılar, bağışlar, rızalar
sonsuz talepler, doğmak, çılgınca
ebedi ittifaklar ve acele edilerek yapılanlar
yerine getirilmemiş mucizevi vaatler
ama geç vakit umulmamış olan, birdenbire, bütün bunları
geçen suyun gülü toplasın
burada oyuklaşarak, sonra aydınlatsın
tekerleğin devinimsiz poyra'sında
barış, aydınlanmış suyun üstünde. sanki bir kayık
geçiyor, yemişlerle yüklü ve bir
yeterlilik ve devinimsizlik dalgası
kaldırıyor yerimizi ve bu yaşamı
pek az değişik bir kayık gibi, hala bağlı
güven ve bırak alsın seni, çıplak omuz
sonsuz yazın genişleyen dalgası
uyu, yazın tam ortasıdır ve bir gecedir
ışık çokluğundan ve yırtılacaktır
bizim sonsuz gecemiz eğilecektir
gülümseyerek üstümüze mısırlı kadın
barış, giden dalganın üstünde. parıldıyor zaman
sanki durdu kayık
yalnızca atıldığı, dağıldığı duyuluyor
ıssız yamaca karşı sonsuz suyun
ateş, onun yırtılmış besisuyu sevinçleri
yağmur ya da sadece bir rüzgar belki kiremitlerin üstünde
öbür yılki paltonu arıyorsun
anahtarları alıp çıkıyorsun, bir yıldız parlıyor
uzaklaş
bağlarda, vacheres dağına doğru
şafakta
daha hızlı olacaktır gök
bir çember
aldırışsızlığın gürlediği
ışık
tanrının yerinde
nerdeyse ateş, görüyor musun
gece yağmuru suyunun gerdelinde
düşte, oysa
yeniden yanmış öbür karanlık ateşte
bir hizmetçi kadın gidiyordu, bir lambayla
önümüzde uzakta. kırmızıydı ışık
ve akıyordu
entarinin kıvrımlarında bacağın yanından
kara kadar
yıldızlar, saçılmış
gök, bozulmuş bir yatak, bir doğum
ve badem ağacı
iki yıl sonra irileşmiş, dalga
daha karanlık bir kolunda, aynı ırmağın
ey çiçek açmış badem ağacı
benim sonu olmayan gecem
güven, yaslan çocuk
bu yıldırıma
buranın dalı, yoklukla yanmış, iç
bir anlık çiçeklerinle değişen gökten
çıktım
başka bir evrene
günden önceydi
tuz attım karın üstüne