31.03.2018

uzun lafın kısası

sophokles: devlet esenlik içindeyse her şeyimizi onda buluruz; dostluklarımızı bile.

kürşat başar: ve eğer kadınların kalbine giden bir yol varsa, inanın bana, sözcüklerden geçer. hatta o yol sözcüklerle döşelidir. başka hiçbir şey doğru bir söz dizimi kadar bir kadının başını döndüremez.

michel tournier: şeytan dünyanın güzelliği karşısında gözyaşı döker.

jean-françois bayart: insanlar bir şeyi yadsıdıklarında değil de daha çok onu sahiplendiklerinde onunla çatışma yoluna giderler.

jerzy andrzejewski: sorgulamak istemeyen insan, insan olmak istemeyen insandır.

maurice duverger: imparatorluk, başka ulusları fetheden bir ulusun egemenliği altında kurulan çok uluslu bir devlette uygulanan kişisel bir diktatörlüktür.

lucretius: başkalarının başına gelen kötülükleri seyretmek bize keyif verir.

max horkheimer: insanlar gerçekte yaptıklarından, düşündüklerinden ve hissettiklerinden daha iyidirler.

lidia yuknavitch: tam işlerin toptan sıçmış olduğunu düşündüğünüz anda, son bir kez osurup yörüngeden çıkıveriyorlar.

mehmet eroğlu: yaşanan her serüven insan hayatında eksik kalan bir resmin tamamlanmasıdır.

29.03.2018

damızlık kızın öyküsü

margaret atwood

yeni bir evin eşiği yalnızlık doludur.

insanlar kendi yaşamlarının hiçbir önemi olmadığını, yararsız olduğunu itiraf etmektense her şeyi yapacaklardır.

biraz acı zihni temizler. acı insanda iz bırakır; ancak görülmeyecek kadar derinde.

alçak gönüllülük görünmezliktir. görülmek ulaşılmaktır.

ancak elbiseleriniz üstünüzdeyken sağlıklı düşünebilirsiniz.

insanoğlu her şeye alışır. yerini dolduracak birkaç şey bulunduğu sürece, insanların nelere alışabildikleri gerçekten şaşırtıcıdır.

alıştığınız şey, sıradanlıktır.

herhangi bir haber, hiç haber olmamasından iyidir.

beden öyle kolay incinebilir ki, öyle kolay elden çıkarılır ki, su ve kimyasallardan oluşmuştur topu topu, kumda kuruyan bir deniz anasından da pek farkı yoktur.

bir şey, sadece kıt ve ulaşılması güçse değerlidir.

daha iyi asla herkes için daha iyi demek değildir.

aşkı hissetmek her zaman için yaklaşık bir şeydir sadece.

labirentin içinde kaldığı sürece, bir fare istediği yere gitmekte özgürdür.

26.03.2018

yalnız

edip cansever


giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık
yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine
ansızın bir hastanın kendini iyi sanması gibi
gücünüz yetse de azıcık bağırsanız
bir yankı: durmadan yalnızsınız
durmadan yalnızsınız

25.03.2018

ateizm

emmett f. fields: ateistin kutsal kitabı, "düşün" kelimesinden başka bir sözcük içermez.

francis bacon: ateizm insanları mantığa, felsefeye, doğal dindarlığa, kurallara, saygınlığa yönlendirerek yaygın bir ahlaki değer oluşturur. fakat batıl inanışlar tüm bunları devre dışı bırakarak insanların zihnine mutlak monarşinin tohumlarını eker.

yann martel: asıl hoşlanmadıklarım ateistler değil, agnostiklerdir. kuşku bir süre için iyidir. hepimiz gethsemane bahçesi'nden geçmeliyiz. isa kuşku duymuşsa eğer biz de duymalıyız. isa dualar ederek acı dolu bir gece geçirdiyse, çarmıha geriliyken "tanrım, tanrım, beni neden terk ettin?" diye yakardıysa eğer bizim de kuşku duyabileceğimiz bir gerçek. ama yolumuzda ilerlememiz gerekir. kuşkuyu bir hayat felsefesi olarak seçmek, hareketsizliği bir taşıma biçimi olarak seçmeye benzer.

samuel taylor coleridge: on bin kişiden biri bile, ateist olabilecek zihin gücü ve kalp temizliğine sahip değildir.

christopher hitchens: teist karşıtı olacak kadar bile ateist değilim; sadece tüm dinlerin aynı yalanın farklı versiyonları olduğunu, tapınakların ve dini inançların zarara yol açtığını düşünüyorum. tüm hikayenin uğursuz bir peri masalı olduğunu, inançlıların inandıkları şeyler gerçekten doğru olsaydı hayatın berbat olacağını düşünmek beni rahatlatıyor. hayatını beşikten mezara dek kutsal batıl inançlarla, sürekli takip edilerek ve gözetlenerek yaşamayı dileyen insanlar da olabilir. fakat ben bundan daha korkunç ve gülünç bir şey düşünemiyorum.

luis bunuel: tanrı'ya şükürler olsun ki, hala ateistim.

post mortem

albert caraco

hayat, bizim yaşama nedenlerimizin yanında hiçtir.

biraz daha kaba ol, biraz nankörlük beni teskin eder, özünde hepimiz korkunç bencilleriz.

dünya nasılsa öyledir ve semboller ise hayallerin zaafıdır.

kendini kutsal metinler'in altında saklayarak yaşadı, kendi sınırlarının berisinde ölen birçok kadının yazgısı da budur. aslında olmayı hak ettiği şey, varlığının gölgesinde kalmıştı, dolayısıyla bizimle tatlı tatlı ilişkiye geçiyordu.

bu dünyadaki hiç kimse her gün ya da akşamdan sabaha tapılmayı hak etmez.

ezeliyet duygusuyla buluşanlar teselli bulurlar ve bu duyguya sahip olanları hiçbir şey yıkamaz.

yaşam bir dayanaktır, yoksa neden değil. yaşam zorunludur; ama yeterli değildir: ölülerin bize verdiği ders budur.

dünya hayranlık verici ve genellikle daha bahtsız kadınlarla doludur.

bana mutluluk aramamayı öğütledi ve bütün mutsuzlukların kaynağının aramak olduğuna beni ikna etti, pek de haksız olmadığını düşünüyorum, en ufak sarhoşluk bile bir yükümlülüktür ve reddedilmek asla cezalandırılmak olmaz.

hiçlik sevginin bedelidir ve hiçliğin tacı sevgidir.

acının bile içinde sanılandan çok kendini beğenmişlik ve itiraf edilenden çok şehvet vardır.

bizi tecrit eden yas, bizi hantallaşmak zorunda bırakarak, sonunda yeniden yükümlülük altına alır: o zaman herkese benzeriz ve herkesin dengi oluruz, herkesle birlikte kayıp kitleyi oluştururuz. arzunun, kaygının, sevgi ve nefretin, yanılsama oyuncaklarının ve olumsallık kölelerinin dokuduğu ağlara kapılır kalırız.

24.03.2018

evlilik

marquis de sade

dünya üzerinde karısının ölümünden dolayı sevinmeyecek hiçbir erkek yoktur.

evlilik her iki tarafın da haklarının yok olması, özgürlüklerinin sona ermesi, istediklerini, arzu ve tutkularını yerine getiremeden berbat bir hayata mahkum olmaları demektir.

kadının doğasındaki beğenilme hissi, evlilik denen o safsatayla sona erecek kadar basit değildir. kadınlar yeni deneyimlere ve yeni sevgililere daima açıktırlar.

bir erkek, karısı ya da çok değer verdiği metresi olsun hiç fark etmez, onu kalbini ve duygularını umursamadan her gün sevişeceği bir kadın olarak görür, o kadar. dünyada erkekler hakkında bilinmesi gereken en önemli şey, biri ile sadece yatman diğerini de sevmen gerektiğidir. çünkü yatacağın erkeğe sadece vücudunu verebilirsin, kalbini asla.

22.03.2018

nasihat

noam chomsky

farz edelim üniversitede okuyan veya gazeteciliğe başlamış, hatta ve hatta dördüncü sınıf öğrencisi genç bir insansınız ve fazla bağımsız bir zihniniz var; yani sorumluluğunuzu yerine getirmeye başladınız. sizi bu hatadan saptıracak, eğer denetim altına alınamıyorsanız marjinalleştirecek ve bertaraf edecek çok çeşitli yöntemler vardır. dördüncü sınıfta davranış problemleri olan biri olarak görülürsünüz. üniversitede sorumsuz ve yoldan çıkmış biri olarak görülür ya da iyi bir öğrenci sayılmazsınız. eğer öğretim üyesi olmayı becerebilirseniz "meslektaşlık" denen şeyi, yani meslektaşlarınızla uyuşmayı başaramayan biri olarak görülürsünüz. eğer genç bir gazeteci iseniz ve sizin üstünüzde yönetim seviyesinde insanların, üstü kapalı ya da açık olarak, peşine düşülmemesi gerektiğini düşündükleri bir hikâyenin peşinde koşuyorsanız, karakola yollanıp bu işi etraflıca düşünmediğiniz ve uygun tarafsızlık standartlarına sahip olmadığınız vs. türünden nasihatler alabilirsiniz. çeşitli yöntemler vardır. özgür bir toplumda yaşıyoruz; dolayısıyla gaz odalarına yollanmazsınız. ya da birçok ülkede olduğu gibi ardınızdan ölüm mangaları yollanmaz. bunu görmek için çok uzağa gitmenize gerek yok, mesela meksika'ya gitmek yeter. ancak yine de, doktriner doğruluğun ciddi bir şekilde ihlal edilmemesini sağlayacak oldukça başarılı yöntemler vardır.

21.03.2018

afrodit'in başkaldırısı

lawrence durrell

teoloji alçakların son sığınağıdır.

freud tek mutluluğun çok eski bir dileğin gecikmeli de olsa yerine gelmesi olduğunu söyler ve ekler: "işte bu yüzden zenginlik pek mutluluk getirmez; para çocukluktan kalma bir dilek değildir."

iş aşka geldi mi kavrayış tam bir kusura dönüşüyor.

eğer bir insan üzerinde yoğunlaşılırsa, gerçekten yoğunlaşılırsa o zaman geleceğine doğru açılıp ilerleyen yıldızsal şekli görülebilir, ona ne olacağı sezilebilir.

nasıl sanat herkesin harcı değilse, sevişmek ya da matematik gibi diğer konular da yalnızca uzmanlarının elinde verimli olabilirler.

her şey, sonsuza kadar bir tedbirsizlik yapma korkusuyla yaşamaktan iyidir.

marchant fikirlerin sadece midilliler olduğunu söylerdi; insan onlardan bıkana kadar üzerlerine binip dolaşır, sonra onları bir ağaca bağlayıp siker.

bir çeşnicinin tek metafizik sorunu, salamdan sonra da yaşam olup olmadığıdır.

"büyük bir yapıt başarıyla iletilmiş bir zihin durumudur. şair henüz tümüyle sahip olamadığı yetilerin ustasıdır -ona ihsan edilen şey güvendir. öğretmez; hükmeder."

insan yüzü yalnızca belirli bir tepki türünü sürekli kılar; gülerek ya da ağlayarak ölmek arasında, doğru ya da yalan, bir nefes arasında kırpışan mutluluklar ya da üzüntüler o kadar azdır ki..

hayal gücünün yelkenleri beyler, talihin rüzgârıyla şişer.

"gövde kurur, akıl renksizleşir, ruh kozaya çekilir; her şeyi sağlayan o tek güç dogmatik teolojiden bağımsız olarak yaşamayı sürdürür. eskimeyen tek şey zamandır."

aradığı, birisiyle umutlarının birleşmesiydi, aşk değil.

çoğunluk, çağımızda kendisini elde etmek zorunda hissettiği sanat gibi yüksek zevklerden her zaman mahrum edilmelidir.

bir parça mutluluk umudu vermeyen bir felsefede hatalı bir yan vardır.

kadınların öğrettiği şeylerden biri de, hiç zeki olmadan da müthiş bir akla sahip olmanın mümkün olduğudur.

doğanın, o büyük aristokratın amaçladığı şey, yüce azınlığın azami mutluluğudur. zavallı sol eğilimli, boşa kürek çeken sosyalist sürü.

kuru gürültü

william shakespeare

ne gariptir şu insanoğlu! pantolonuyla yeleğini giyer de aklını evde unutur.

diş ağrısına sabırla katlanan bir filozof görmedim.

sel kabarıp taşmıyorsa taş köprüye ne hacet! armağanın en güzeli işe yarayandır.

sevgim birden alevlenmiş görünmesin diye sözü biraz uzattım.

harman sonu, mevsimi iyi kollayanındır.

onun gölgesinde boy veren gül olacağıma çalılıkta biten ısırgan olayım. riyakarlıkla sevgi dileneceğime herkes beni hor görsün.

yanlış bir kavgada doğru yiğitlik olmaz.


kötü sözler nasıl zehirler sevgiyi, bilen bilir.

kendine bir eş bul derim, bir eş bul. unutma ki, bastonların en alası ucuna bir boynuz takılanıdır.

içi yananlar, yürek yangınına lafla merhem olmaktan, çılgınlığı ipek urganla bağlamaktan vazgeçerler.


akıllı adamlar arasında kendini övene ancak yirmide bir rastlanır. bu eskidendi. insanın kendini öven iyi komşuları vardı. bu zamanda ölmeden kendi mezar taşını dikmezsen; çan sesleri dinmeden, geride bıraktığın dulun gözyaşları kurumadan unutulur gidersin. bir saat vaveylayı koparırlar, bir çeyrek saat salya sümük akıtırlar. bunun için akıllı adam, vicdanı rahatsız olmazsa, kerametini kendi ilan eder, meziyetlerini kendi göklere çıkarır.

senin kalbinde yaşayacağım, kucağında öleceğim, gözlerine gömüleceğim.

20.03.2018

sonra

turgut uyar


ben gittiğimde satranç oynuyorlardı
hayır babam başkan değildi o zaman
ama ben onun oğluydum
yanımızdaki bahçede biri
iri güller yetiştiriyordu
ve inanılmaz şeyler olmuyordu
satrancı hangisi kazandı bilmiyorum
yaz gökleri gece yarısına kadar uzuyordu
sonra evlendik işte

18.03.2018

düşü ne biliyorum

nilgün marmara


kimdi o kedi, zamanın
eşyayı örseleyen korkusunda
eğerek kuşları yemlerine
bana ve suçlarıma dolanan

gök kaçınca üzerimizden ve
yıldız dengi çözüldüğünde
neydi yaklaşan
yanan yatağından aslanlar geçirmiş
ve gömütünün kapağı hep açık olana

yedi tül ardında yazgı uşağı
görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o
ve bağlanmıştır körler
örümcek salyası kablolarla birbirine
sevişirken
iskeletin sevincini aklın yangınına
döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla

yine de, o, zaman kedisi
pençesi ensemde, üzünç kemiğimden
çekerken beni kendi göğüne
bir kahkaha bölüyor dokusunu
düşler marketinin
uyanıyorum küstah sözcüklerle

ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben

17.03.2018

tılsım

roberto bolano

birleşen halk asla yenilmez.

insan riske girer. doğruya doğru. riske girer ve en beklenmedik anlarda kaderinin kurbanı olur.

bazı şairler ve şiirleri her şeye dayanır ama onlar istisnadır; çoğu dayanamaz.

açlığını çekmiyorsanız aşk yoktur.

sivil polisleri tespit etmenin ne kadar kolay olduğunu herkes bilir. bir trafik polisini ele alın, üniformasını çıkardığında rahatlıkla işçi numarası yapabilir, bazıları sendika liderlerine bile benzer; ama sivil polisler her zaman sivil polis gibi görünür.

mutlu insanlarla güzel yerleri gezmenin tadına doyum olmaz.

aşk böyledir dostlarım. bana, bütün şairlerin anasının sözüne kulak verin. aşk böyledir, argo böyledir, sokaklar böyledir, soneler böyledir ve sabahın beşinde gökyüzü böyledir. dostluksa, tam aksine, böyle değildir. dostu olan asla yalnız kalmaz.

kötü ödenmiş bir borçtan daha küçük düşürücü bir şey olamaz.

"çok önemli bir sırrı keşfetmiştim, evrensel gerçeklik denilen şeyin anlamını çözmeye yaklaşmıştım. ve bu yüzden beni yakalayıp ölüme mahkum ettiler." (remedios varo)

daha da kaybolmuş haldeydim; çünkü uyurgezerler her zaman eve dönüş yolunu bulur.

zaman geçtikçe bir şeyler değişiyor. bir şeyleri var edenin, değiştirenin, mekân değil zaman olduğunu biliyorum. daha önce de pek çok şey oldu; ama bir anlamda her şey her zaman ilk kez olur, hep ilk defadır; bu yüzden deneyimin hiçbir anlamı yok, ki sonuçta böylesi daha iyi; çünkü deneyim genelde sahtekârlıktır.

hiçbir şeyi mezara götürmenin anlamı yoktur.

yıkılan her duvarın küllerinden yenileri doğuyordu; her şey anlamsızdı, hepsi umutsuz, boş çabalardı, ağlamanın bile bir anlamı yoktu; çünkü zirvelerde yaşayanlar ağlamaz, sadece soru sorar.

machu picchu irtifasında ağlanmaz ya da belki soğuk gözyaşı bezlerini etkiliyordur veya mesele zirvelerin bakış açısıyla gözyaşlarının yararsız olmasıdır.

aşk "iyi"yi getirmez. aşk her zaman "daha iyi"yi getirir. ama kadınsan daha iyi bazen daha kötü demektir. hele ki mutsuz ispanyolların saldırısına uğramış ve yoldan çıkmış uzak doğuluların doluştuğu bu kıtada yaşıyorsan, daha iyi bazen felaket demektir.

zekâ, hiçbir zaman güçlü özelliklerimden biri olmamıştır.

16.03.2018

nakıp ali

ülkü tamer

on iki yaşındaydım. ilkokulu bitirdikten sonra öğrenimimi sürdürmem için babam istanbul'a göndermişti beni. yaz tatillerinde, yarı yıl tatillerinde gidiyordum antep'e. 1949'un ocak ayında yarı yıl tatili için antep'teydim yine. kentte son günümdü. ertesi akşam trenle istanbul'a dönecektim. o gece annemle babam sinemaya götürdüler beni, nakıp ali'nin sinemasına.

"iki film birden" izledik. sinemadan çıkarken, nakıp ali (ali nakıpoğlu) beni gördü. "nasıl, beğendin mi filmleri?" diye sordu.

"beğendim ama, gelecek program çok güzel. onu kaçıracağım." dedim.

"niye?" dedi nakıp ali. "önümüzdeki hafta oynatacağız."

"ben yarın akşam istanbul'a gidiyorum." dedim.

"talihine küs" dedi nakıp ali.

ertesi sabah dokuzda bizim kapı vuruldu. açtım. bir adam. "nakıp ali seni istiyor." dedi.

sinemaya gittim hemen. nakıp ali kapıdaydı. "gel, otur" dedi. salonda bir koltuğa oturttu beni. görmek istediğim filmi on iki yaşındaki o çocuk için, sadece benim için oynattı.

nakıp ali'nin ilk sinemasında, ahşap asri sinema'da yangın çıkmıştı bir gün. hemen söndürülmüştü. kimseye bir şey olmamıştı. ama bu olay uzun süre konuşuldu, belleklerden silinmedi.

yıllar sonra nakıp ali yeni bir sinema yaptırdı. günün birinde önemsiz bir elektrik kontağı oldu. ben de ninemle oradaydım. hepimiz kapılara saldırdık. nakıp ali sahneye fırladı hemen. başladı bağırmaya. "bire yo'orum, dayım dayım yangın m'olur?" dedi. "sizin için sinema yaptırdık işte. yanar mı bu?! altı beton, üstü beton!" sonra yangında nasıl davranılması gerektiği konusunda aydınlatıcı bir konuşma yaptı:

"bire yo'orum, dayım dayım yangın m'olur? bi alov gördünüz kimi hemen gaçmıya gahıysız. acık beklen ba'alım. gırmızı lombey orıya goyan niye gomuş? o yandı'ı na'al gaçarsı'ız. hemin a'am, siz kaçmey da bilmeysi'iz. biri öte'eni yitiy. öte'e de öte'eni yitiy. ta'aların cemleri gırfıcerf oldu. her daf'ada bi etek bellur parası veriyk. angeslek mi yapıysız yo'orum? bi şey yok dedikçe ambelbeter gaçışıysı'ız. h'albundahı gırmızı lomba yandı'ı na'al gapının yanındahılar usulladak gapıları açmalı. urgundahı çıkmadan arhadahı kimsey' yitmemeli. sıreynan dof dof çıkmalı."

meali: "a birader, her zaman yangın mı olur? bir alev gördüğünüz gibi hemen kaçmaya kalkıyorsunuz. azıcık bekleyin bakalım. kırmızı lambayı oraya koyan niye koymuş? o yandığı vakit kaçarsınız. hem ağam, siz kaçmayı da bilmiyorsunuz. biri ötekini itiyor. öteki de ötekini itiyor. pencerelerin camları hurdahaş oldu. her defa bir etek cam parası veriyoruz. halbuki kırmızı lamba yandığı vakit kapının yanındakiler yavaşça kapıları açmalı. önündeki çıkmadan arkadaki kimseyi itmemeli. sırayla bölük bölük çıkmalı."

nakıp ali bir ara bir hac filmi getirtti. cami hocalarını toplayıp ziyafet çekti, sonra da özel olarak filmi oynattı onlara. ertesi gün, artık nereden kaynaklandıysa, bir rivayet yayıldı kente: "bu filmi yedi kere gören tam hacı, üç kere gören yarım hacı sayılır." film kapalı gişe girdi gösterime. haftalarca oynadı. arada bir yaşlı kadınlar geliyordu nakıp ali'nin yanına: "evladım, ben iki kere gördüm. üçüncüsüne param kalmadı. sevabına… bari yarım hacı olayım." "gir bacım" diyordu nakıp ali. "istersen dört kere daha gel. para mara istemez."

dinine bağlı bir adamdı; ama yobaz değildi. saza gider, rakısını içer, eğlenmeyi bilirdi. çıkarcı değildi. din sömürücüsü hiç değildi. hınzırlığına yapmıştı bu işi.

windsor'un şen kadınları

william shakespeare


umut dediğin güdük kuyruklu köpektir

para öne düşmüşse
tüm yollar açılır

aşk bir gölgedir
peşine düşersin kaçar
kaçarsın kovalar

ne kadar sevimsiz, çirkin olursa olsun
yılda üç yüz pounda
göze hoş gelmeyecek kusur yok

şen olsak da namusluyuz biz
gülüp eğleniriz ama, ahlaksızlık etmeyiz
ne demişler:
"yemin hepsini domuzun suskunu yer"

şehvet ateşi kanda oluşur
karanlık arzuyla tutuşur
yürekte beslenir, düşünceyle körüklenir
durulmaz hiç alevleri, hep yükselir

"kötülük düşünen kötülük bulur"

aşkta her şeyi ilahi güçler yönetir
mal mülk parayla alınır; ama eşleri felek satar

geceleri köpekler başıboş kaldı mı
kovalamadık geyik bırakmazlar

yaşam dediğin nedir ki, yürüyen bir gölge
bir zavallı kukla bu sahnede
bir saat baş sallayıp çekip gidecek
sonra bir daha asla görünmeyecek

az ve çok ne görüyor ve ne yapıyorsak biz
aynı zamanda hem oyuncu, hem de seyirciyiz

güzellik, eşkıyanın gözünü
altından daha fazla döndürür

çoğu insan, varlığının sınırlı olduğunu fark etmez

kış rüzgarının öfkeli sesi bedenime çarpıp
ısırgan dişlerini bedenime geçirdiğinde
soğuktan kaskatı kesilsem de
gülümsüyorum:
"hiç olmazsa yaltaklanma değil"
diyorum, "bunların hepsi
benim ne olduğumu anımsatan birer danışman"

en gerçek şiir, en güzel uydurulmuş olanıdır

aşk yüzünden yaptığın aptalca şeylerin
en küçüğünü bile hatırlamıyorsan
bence sen hiç sevmemişsin
sevdiğini övmekten karşındakini bıktırmadıysan
bence sen hiç sevmemişsin
ya da birden kaçıp gitmediysen
hiç sevmemişsin bence sen

gerçek aşıklar tuhaf kaprislerle gösterirler aşklarını;
ama doğada her şey ölümlü olduğuna göre,
aşkın doğasında da ölümcül bir aptallık vardır.

15.03.2018

umut

matthew arnold


ayak daha az istekli sabahın çiyine basmaya
yürek, yeni heyecanlarla çarpmaya
ve umut, bir kere kırıldı mı, daha zor doğar bir daha

hayatın esrarı

halil cibran

bir insanın yüreğini ve aklını anlamak için başardıklarına değil, başarmak istediklerine bak. insanın değeri ulaştıklarıyla değil, ulaşmayı arzu ettiği şeylerle bilinir.

yaşamın özüne ulaştığında her şeyde güzellik bulursun; hatta güzelliği görmezden gelen gözlerde bile.

hayatın kalbine ulaştığında, kendini ne günahkarlardan üstün ne de peygamberlerden aşağı görürsün.

kendini yapılanı geliştirerek değil, daha yapılmamış olana ulaşarak geliştirebilirsin.

hayatın bütün esrarını çözdüğün vakit ölümü arzularsın; çünkü o da hayatın sırlarından biridir.

kişinin hayal gücüyle düşlerinin gerçekleşmesi arasındaki mesafe, yalnızca tutkuyla aşılabilir.

tanımlayamadığın rahmetleri özlediğinde ve nedenini bilmediğin hüzünlere kapıldığında, işte o zaman gerçekten tam bir verimlilikle serpilecek ve daha büyük benliğine doğru alabildiğine yükseleceksin.

umut devrimi

erich fromm 

devrim hiçbir zaman umutsuzluk temeli üzerine kurulmamıştır ve de kurulamaz.

ideolojiler ve kavramlar çekiciliklerini büyük ölçüde yitirdiler. sağ ve sol gibi, komünizm, kapitalizm gibi geleneksel kalıplar anlamlarını yitirdiler. insanlar kendilerine yeni bir yön, yeni bir felsefe, fiziksel ve tinsel açıdan ölümün önemini değil de yaşamın önemini konu alan yeni bir felsefe arayışı içindeler.

hareketsiz durduğumuz an kokuşmaya başlarız.

alfred north whitehead: mantığın işlevi, yaşama sanatını geliştirmektir.

geçmiş tarih boyunca sanatçılar saray dalkavuğu olagelmiştir. hakikati kendine özgü ama toplumsal açıdan kısıtlı sanatsal biçimde sundukları için doğruyu söylemelerine izin verilmiştir.

hırs, insanları belli bir amaca ulaşmaya dürten arzuların ortak özelliğidir. hırstan yoksun bir duyguda insan dürtülmez; edilgin değil, özgür ve etkindir.

siyasal özgürlük, tam anlamıyla insan olma durumunun gelişmesine katkıda bulunduğu ölçüde insan özgürlüğünün bir koşuludur.

karşılanmamış maddesel gereksinimlerin bulunmaması halinde insanla insan arasındaki sorunların, çatışkıların ve trajedilerin bulunmayacağı varsayımı, çocukça bir düştür.

eğitimle seçmenlerin siyasal görüşü arasında çarpıcı bir ilişki vardır. en az bilgilendirilmiş seçmenler daha çok akıl dışı, fanatik çözümlere kaymakta, eğitimli olanlarsa daha gerçekçi ve akılcı çözümlere eğilim göstermektedirler.

insanoğlunun tarihi boyunca yarattığı bütün duygular arasında, yalnızca insan olmanın katışıksız niteliğini yansıtma açısından sevecenliği aşan hiçbir duygu yoktur.

akılcı sevgi, kişi ile bir başka kişi arasında çok yakın ilişki oluşturan, aynı zamanda da onun bağımsızlığını ve bütünlüğünü korumasına engel olmayan sevgidir.

şimdiki anlamıyla mutluluk, insan varoluşunun doluluğuna eşlik eden bir koşulu değil de yüzeysel bir doymuşluk halini ifade etmektedir. mutluluğun, sevincin yabancılaşmış biçimi olduğu söylenebilir.

aristoteles: olası olmayanın gerçekleşmesi, olasılığın sınırları içindedir.

eğer fikir insanlara seslenebilirse en güçlü silahlardan biri haline gelir. çünkü onlarda heves, adanmışlık yaratır. insan enerjisini artırır ve yönlendirir. önemli olan fikrin bulanık ve genel değil, özgül, aydınlatıcı ve insanın gereksinmelerine uygun olmasıdır.

14.03.2018

haz kaynakları

arthur schopenhauer

üç fizyolojik temel kuvvet vardır: bu kuvvetler, her insanda bir ya da öteki kuvvetin baskın çıkmasına göre, kendisine uygun bir biçimde seçeceği olası üç tür hazzın kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadırlar:

birinci türe girenler "yeniden üretme kuvveti"nin hazlarıdırlar: yemekten, içmekten, sindirmekten, dinlenmekten ve uyumaktan alınan hazlardır. hatta bu hazlar, tüm bir halkın ulusal zevkleri olarak, öteki halklar tarafından övülürler. ikincisi "heyecanlanabilme" hazlarıdır: doğada gezintiye çıkmaktan, sıçramaktan, güreş tutmaktan, dans etmekten, eskrim yapmaktan, ata binmekten, her türden atletik oyunlardan olduğu gibi, ava çıkmaktan ve hatta kavga etmekten ve savaşmaktan da alınan hazlardır. üçüncüsü ise "duyarlılık" hazlarıdır: seyretmekten, düşünmekten, duyumsamaktan, edebiyat, resim ve müzikle ilgilenmekten, öğrenmekten, okumaktan, buluş yapmaktan, felsefe ile uğraşmaktan vb. alınan hazlardır.

bilme kuvvetlerimiz, duyarlılığa dahildirler; bu yüzden, duyarlılığın ağır basması, bilgide var olan ve zihinsel denilen hazları almaya yetkin kılar ve bu ağır basma ne denli kesinse, bu hazlar da o denli büyük olur.

normal, sıradan bir insan, bir nesneyi ancak ona karşı şiddetli bir ilgiyle, istencini uyararak, yani o nesneye yönelik kişisel bir ilgi duyarak elde edebilir. ama istencin her kalıcı uyarılması, en azından karışık türdendir; yani acıyla bağlantılıdır.

istencin kasıtlı biçimde ve üstelik sadece anlık ve hafif, kalıcı ve ciddi olmayan acılara neden olabilecek küçük ilgiler aracılığıyla uyarılmasının bir yöntemi, istisnasız tüm bölgelerin "sosyete"sinin uğraşısı olan iskambil oyunudur. buna karşılık, zihinsel güçleri ağır basan bir insan, yalın bilgi yolunda, istencin hiçbir biçimde karışmadığı en canlı ilgiyi göstermeye yetkindir; hatta muhtaçtır. ama sonra bu katılım onu hemen, acının yabancı olduğu bir bölgeye, adeta rahat yaşayan tanrıların atmosferine götürür. buna göre, geri kalanların yaşamı sersemlik içinde geçer, akılları fikirleri bütünüyle kişisel esenliğin küçük ilgilerine ve böylelikle her türden pisliğe yöneliktir; bu yüzden bu amaca yönelik çalışma durduğunda ve kendi kendileriyle baş başa kaldıklarında, dayanılmaz bir can sıkıntısına kapılırlar; ancak tutkunun yabanıl ateşi, durmuş kütlesine bir nebze devinim verebilir; buna karşılık, ağırlıklı olarak zihinsel güçlerle donatılmış bir insan, düşünce dünyası zengin, kesinlikle canlı ve önemli bir varlıktır. onu, kendini onlara verebildiği kadarıyla değerli ve ilginç nesneler ilgilendirir ve kendi içinde de en soylu hazların kaynağını barındırır. doğanın ürünleri ve insanların çabalarının seyredilmesi, sonra da tüm zamanların ve ülkelerin üstün yeteneklilerinin çok çeşitli başarıları, ona dıştan bir heyecan verir; aslında bunların tadına yalnızca o varabilir; çünkü bunları yalnızca o tam olarak anlayabilir ve duyumsayabilir. buna göre, böyle birisi için onlar gerçekten yaşamışlardır; aslında ona hitap etmişlerdir; ötekiler ise yalnızca rastlantısal dinleyiciler olarak birini ya da öbürünü yarım yamalak kavrayabilirler. gerçi böyle birinin tüm bunların ötesinde, fazladan bir gereksinimi vardır; bu da öğrenme, inceleme, derin düşünme, alıştırma ve son olarak da kendisiyle baş başa kalabilme gereksinimidir; çünkü voltaire'in doğru bir biçimde dikkati çektiği gibi, "gerçek gereksinimler olmadan gerçek hazlar alınamaz."; bu yüzden bu gereksinim, doğa ve sanat güzellikleriyle, her türden zihin ürünleri olarak ötekilere kapalı duran hazların ona açık olmalarının da koşuludur. bunlar öteki kişilerin etrafında yığınla bulunsalar bile, onların gözünde ancak entelektüel fahişelerin bir yaşlı için taşıdığı anlam kadar bir anlam taşırlar. bunun sonucunda böyle seçkin bir insan, kişisel yaşamının yanı sıra ikinci, entelektüel bir yaşam da sürer ve yavaş yavaş bu ikinci yaşam onun asıl amacı haline gelir ve birincisini salt bir amaç olarak görmeye başlar. ötekiler için ise bu dışsal, boş ve kederli yaşam amaç olarak görülmek zorundadır. bu yüzden seçkin kişi, söz konusu entelektüel yaşamla uğraşmayı tercih edecektir ve giderek artan kavrayışının ve bilgisinin sonucu olarak, tıpkı oluşmakta olan bir sanat yapıtı gibi, bir bağlama, kalıcı bir yükselmeye, giderek kusursuzlaşan bir bütünlüğe ve olgunlaşmaya ulaşacaktır; buna karşılık ötekilerin salt pratik, salt kişisel refaha yönelik, derinlikte değil sürekli uzunlukta gelişmeye yetkin yaşamı, hazin bir biçimde akıp dökülür; ama söylediğimiz gibi, yine de onların öz amacı olarak kalmak zorundadır; seçkin kişi için ise sadece bir araçtır.

aslında bizim pratik, gerçek yaşamımız, tutkular tarafından yönlendirilmediği sürece can sıkıcı ve yavandır; onu tutkular yönlendirdiğinde ise, çok geçmeden acı vermeye başlar. bu yüzden yalnızca, istençlerinin hizmeti için gereken ölçünün üstünde herhangi bir zeka fazlalığına sahip olanlar mutludurlar. çünkü böylelikle, gerçek yaşamlarının yanı sıra, kendilerini sürekli olarak ve acısız ama yine de canlı bir biçimde meşgul eden ve eğlendiren, entelektüel bir yaşam da sürdürürler. salt bir boş zaman, yani istencin hizmetinde uğraşıda bulunmayan zeka, bunun için yeterli değildir; gerçek bir kuvvet fazlalığı gereklidir. çünkü ancak bu fazlalık, istencin hizmetinde olmayan, salt zihinsel bir uğraşıyı sürdürebilir: "zihinsel bir uğraşı içermeyen boş zaman ölüdür ve diri diri gömülmektir." (seneca)

13.03.2018

öğütler

pittakos

iktidar insanın özünü ortaya koyar.

yapmayı düşündüğün şeyi önceden söyleme; çünkü başaramazsan gülünç olursun. 

gerçekten erdemli bir insan olmak zordur.

kimsenin talihsizliğini yüzüne vurma, tanrıların öfkesinden çekin.

zorunlulukla tanrılar bile savaşamaz.

zorluklar ortaya çıkmadan önlem almak akıllı insana vergidir; ortaya çıkan zorlukları göğüslemek de yiğit insanın harcıdır.

aldığın emaneti geri ver. dostun hakkında da kötü konuşma, düşmanın hakkında da.

kötü insanın üstüne yayla, içi ok dolu sadakla yürümek gerek.

ağzın içinde konuşan dil güven vermez, yüreğinde iki yanlı düşünce varsa.

ölçüyü sev! doğruluk, güven, deneyim, beceri, dostluk ve özen hep seninle olsun!

aşk ve öbür cinler

gabriel garcia marquez

yüz yirmi altın lira edecek ne zenci kadın vardır, ne de beyaz, meğerki elmas sıçıyor olsun.

insan bedeni, insanın yaşayabileceği yıllara göre yapılmış değildir.

atlarla olan iletişimsizlik yüzünden insanlık geri kalmıştır.

yazı ne kadar saydam olursa şiirsellik o kadar çok kendini gösterir.

bunca yıllık insanlık tarihinde, hiçbir kuduz hastası, nasıl olduğunu anlatacak kadar uzun yaşamamıştır.

mutluluğun iyi edemediğini iyileştirecek ilaç yoktur.

düşüncelerini kabullenecek olursanız, hiçbir deli, deli değildir.

her bir saat, tıpkı bir yer sarsıntısı gibi ta içimde yankılanıyor.

düşünceler kimsenin değildir, tıpkı melekler gibi, oralarda uçuşur dururlar.

hekimler ne derlerse desinler, insanlarda kuduz hastalığı, çoğu kez düşmanın onca düzenbazlıklarından biridir.

insan hiçbir zaman inancını tam olarak yitirmez, içinde hep bir kuşku kalır.

zenciler tanrılarına horoz kurban etmekten öteye geçmezler; oysa kutsal mahkeme, masum insanları işkence aletiyle parça parça etmekten ya da halkın gözleri önünde diri diri yakmaktan zevk alır.

aziz thomas söylemişti, "iblislere, doğruyu söyledikleri zaman bile inanmamak gerekir."

düşman, bizim yanılgılarımızdan çok, zekâmızdan yararlanır.

her zaman her şeyi anlamışımdır, ölüm dışında.

şeytanın sayısız kurnazlıkları arasında en sık görüleni, masum bir bedenin içine girebilmek için iğrenç bir hastalığın görünümüne bürünmesidir. ve bir kez girdi mi, onu oradan çıkartmaya kimsenin gücü yetmez.

12.03.2018

ayna

tom robbins

sessizlik bir aynadır. insanlara geri gönderdiği yansıma öyle sadık, bununla birlikte öyle umulmadıktır ki, aynada kendilerini görmekten kaçınmak için hemen her çareye başvururlar ve modern yaşamın her yerde bulunan hayhuyu suret çıkaran yüzeyinden geçici olarak silinip temizlenmezse, onu, kibar konuşma, mırıldanma, fısıldama, hayali diyalog, şizofrenik saçmalama ya da iş o noktaya varırsa kendi osuruklarının gizli yaylım ateşi gibi böyle ümitsiz kişisel ses araçlarıyla buğulandırmakta gecikmez. sessizlik yalnızca uyurken hoş görülür ve uykuda bile çoğu rüyanın tema müziği vardır.

meditasyon derin içsel sessizliğe kasıtlı bir iniş, esas aynaya suskun bir bakış olduğundan, homurdanan kitleler ona şüpheyle bakar; iş çevresi çıkarcıları düşmanca bakar (sessiz bir dinginlik içinde oturan insanlar nadiren tüketicidirler); işkilli yetkelerine zarar verdiği görülen, tumturaklı canlılığını kendileri için tehdit olarak algılayan papazlar aynaya kinle bakar.

10.03.2018

ölüm sevgi yaşam

paul eluard



bozup dağıtmak isterdim yaşamı
bölüştürmek isterdim ölümü ölümle
vermek yüreğimi boşluğa ve boşluğu yaşama
silmek her şeyi ne cam ne buğu kalıncaya dek
ne önde ne arkada bütün hiçbir şey
çıkarıp attım birleşmiş ellerdeki buzu
çıkarıp attım kemikleşmiş kışını
yürürlükten kalkan yaşama dileğinin

kırabildiğimi sandım derinliği sonsuzluğu
değinimsiz yankısız çırçıplak acımla
kapıları insan eli bilmemiş zindanıma uzandım
öleceğini bilmiş akıllı bir ölü gibi
yokluğundan başka taç giymemiş bir ölü
anlamsız dalgalarına uzandım
kül tutkusuyla emilmiş zehirin
kandan daha canlı göründü yalnızlık bana

9.03.2018

sokrates

diogenes laertios

"bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir."

satışa sunulmuş malların çokluğuna bakıp birçok kez kendi kendine "gerek duymadığım ne çok şey var!" demişti.

"gümüş sofra takımları ve erguvan giysiler yaşamda değil, tragedyada işe yarar."

insanın bilmediği bir şeyi öğrenmesinin hiç de tuhaf olmadığını söyleyerek ileri yaşta lir çalmayı öğrendi.

evlenmeli mi evlenmemeli mi, diye sorulduğunda, "hangisini yaparsan yap pişman olacaksın." diye karşılık verdi.

kendi dışındaki insanların yemek yemek için yaşadıklarını, kendisinin ise yaşamak için yemek yediğini söylerdi.

"atinalılar seni ölüme mahkum ettiler." diyene, "doğa da onları" diye karşılık verdi. kimilerine göre bunu anaksagoras söylemiştir.

karısının "haksız yere ölüyorsun." demesi üzerine, "yoksa sen ölümü hak etmiş olmamı mı isterdin?" dedi.

"falanca senin hakkında kötü konuşuyor." diyen birine, "iyi konuşmayı öğrenememiş de ondan." diye karşılık verdi.

ksenophon'un şölen'de dediğine göre, boş zamanı kazançların en güzeli olarak göklere çıkarıyordu. ona göre bir tek iyi vardı: bilgi; gene bir tek kötü vardı: bilgisizlik.

8.03.2018

masal

denis diderot

iyi masalcılara ender rastlanır.

bu dünyada aptal olmaktan daha acı bir şey yok.

bu dünyada neredeyse söylenen hiçbir şey olduğu gibi anlaşılmıyorsa bundan beteri de var: o da dünyada yapılan hemen hiçbir şeyin olduğu gibi değerlendirilmemesi.

iyi hizmet istiyorsan asla peşin ödeme.

konuşmayı kekemelerden, yürümeyi topallardan çok seven yoktur.

hayatta neyin mutluluk, neyin üzüntü getireceğini bilemeyiz. hayır şerri getirir, şer hayrı getirir. gecenin içinde, yukarıda yazılanın altında yürüyoruz; isteklerimiz de, neşemiz de, üzüntümüz de mantığa sığmıyor. ağladığım zaman sık sık aptallık ettiğimi fark ediyorum.

her parlayan, altın değildir.

gerçek onur ve erdemin onlara sahip olma mutluluğuna erişmiş kişilerin gözünde en ufak değeri yoktur.

ilk yapılan şey her zaman bağışlanır.

dünyanın bütün kitaplarını inceleyip, üzerine düşünüp kafa da yorsanız nafile; insan yüce kitabı okumadıysa bilgin bozuntusundan başka bir şey değildir.

7.03.2018

sanat

hans habe: ağaç, meyvesinden tanınır.

günter grass: sanat bir suçlamadır. bir dışavurum, bir tutkudur. sanat ak kağıtlar üzerinde dağılıp dökülen kara kalemdir.

romain gary: gerçek sanatçıları bilirsiniz: asla kendilerinden hoşnut değildirler.

descartes: çoğu zaman, ayrı ayrı ustaların elinden çıkmış, birçok parçadan kurulu eserlerde, bir ustanın tek başına meydana getirdiği eserlerdeki kadar mükemmellik yoktur.

walter benjamin: kitleler kendilerini oyalayacak bir şeyler ararlar; oysa sanat, izleyicisinden dikkatini toplayıp yoğunlaşmasını ister.

sadık hidayet: herkes güçlü bir alışkanlığa, bir tutkuya sığınır: ayyaş içer, edebiyatçı yazar, yontucu taşı yontar; acısını dindirmek için her biri en kuvvetli içgüdüsünden medet umar ve gerçek sanatçı, kendi bağrından şaheserler yaratır.

andrew crumey: düzenli bir ortam, düzenli bir zihin yaratır; yani boş bir zihin.

yann martel: sanatçılarımızı desteklemezsek hayal gücümüzü kaba gerçeğin sunağında kurban etmiş oluruz ve en sonunda hiçbir şeye inanmamaya, değersiz düşler görmeye başlarız.

henryk sienkiewicz: güzelliğin huzurunda küçüldüklerini duyabilenler yalnızca en yüce sanatçılardır.

maksim gorki: eğer ciddi bir şey yapacak gücünüz varsa ucuz şeylere alışmayın. daha çok çalışın, okuyun ve insanları gözleyin, sinirlenin. ve sonra sanatçı olmaya karar verirseniz gücünüzü sakınmayın!