29.04.2014

uzun lafın kısası

boris vian: her bekleyişte kederli müzik parçalarının kekremsi tadı vardır.

alain: bu dünyada hiç kimse kendisinden daha korkunç bir düşman bulamaz.

anne frank: bir insanı onunla iyice bir kapışmadan tanımaya, ne mal olduğunu anlamaya imkan yok. o zaman iç yüzlerini ortaya koyuyorlar.

will self: dünyada, yaşamları ucuz romanlardaki karakterlerin yaşamlarına benzeyen insanlar vardır.

clarissa p. estes: eğer dışarı çıkıp ormana gitmezseniz asla bir şey olmaz ve hayatınız da hiçbir zaman başlamaz.

euripides: bir çocuk doğurmaktansa üç kez savaşa gitmeyi yeğlerim.

henry david thoreau: her sözcüğün, her satırın anlamını, yaygın kullanımdan daha geniş bir şeye ulaşacağımızı varsayarak bıkmadan usanmadan aramamız, bize sahip olduğumuz akıl, cesaret ve cömertliğin ötesine gitme olanağını sağlar.

patrick white: alçak gönüllülüğün ömrü kısadır; her defa yeniden sancılar içinde doğması gerekir.

william randolph hearst: kötü kurumlardan ve kötü siyasetlerden ancak cinayetle kurtulunabiliyorsa cinayet işlenmelidir.

theodor adorno: her vecd, gerçekleşerek kendi kavramına karşı günah işlemektense, nihai olarak feragat yolunu seçer.

la bruyere: büyük bir servet sahibi olmadan sevmek acıklı bir şeydir.

samuel beckett: başlamaktır zor olan. her noktadan yola çıkılabilir. ama karar vermek gerekir. insan ararken bir şeyler işitir. bu da bulmayı engeller. düşünmeyi engeller. yine de düşünür insan.

25.04.2014

onlar arasında

sevan nişanyan

çok fazla şey öğrenmişsin. çok çeşit insan tanımışsın, farklı hayatlara girip çıkmışsın. bir yer gelir, karşılaştığın herkes sana eksik gelmeye başlar. ne kadar küçüktür dünyaları! ne kadar uyduruk varsayımlar üzerine kuruludur yargıları! ne kadar emin görünürler kendilerinden! kimliklerini, folklorik bir kıyafet gibi üstlerinde taşırlar. bu: solcudur. şu: esnaftır. o: akademiktir. öteki: mazlum ermenidir. beriki: üstün dünyaların almanıdır. seni de kendilerinden sayarlar, bağırlarını açarlar. oysa sen onlardan değilsindir. gittiğin her yerde "ben burada değilim." duygusuyla yaşarsın. feci bir yalnızlıktır.

kendini farklı bir yere koyman değildir mesele. her olduğun yerde sensindir. sanki oraya aitmişsin gibi davranmayı, sanki onlardanmışsın gibi hissetmeyi bilirsin. bilmesen zaten oralara gidemezdin, tökezlerdin. ama o rahatlık, aynı zamanda senin çıkmazındır. burada rahatsın, evet. ama orada da rahatsın. her yerde rahatsın. sıkıştın mı kaçacağın yerler vardır. bir ayağın hep dışarıya çeker. "tüh, ceketimi peru'da unutmuşum, gidip alayım bari" der gibisin. "siz beni beklemeyin."

insanlar senin kaçıcılığını sezer ve tehlikeli görürler. senle ilgili, tanımlayamadıkları bir huzursuzluğa kapılırlar. seni kaygan bulurlar. başta seni ne kadar benimseyip kendilerinden saymışlarsa sonraki düş kırıklıkları o kadar büyük olur. "tüh, kandırmış bizi!" oysa kandıran falan yok, kartları baştan alabildiğine açık oynamışsın.

ben mesafeliydim. "onlardan biri" olduğum izlenimini hiçbir zaman vermedim. onların değer yargılarıyla bağlı olmadığımı özenle hissettirdim. beni esir alabilecekleri mesafeye gelmelerine fırsat tanımadım. 

"tek çaresi vardır bu illetin, o da aşk." diye bazen kendini kandırırsın. hayaldir tabii. hiçbir aşk, benliğini tümüyle tüketmez. o ilişkinin sınırları içinde bir yere oturursun eninde sonunda. akıl ve tecrübe uyumu beklemeyeceksin. yok öyle bir şey. hayal kırıklığından başka sonuç doğurmaz.

22.04.2014

intihar

albert camus

delilikten ya da kuşkudan dolayı kendini öldüren insanlar çekecekleri acıyı düşünmezler. ama kendini akılsal nedenlerden dolayı öldüren biri, çekeceği acıyı ister istemez düşünür.

insanlar yaşamak için bir neden olduğuna inanırlar. oysa yoktur, onun için özgürüz. ha ölmek ha yaşamak, fark etmez.

insan, hayatı sevdiği için, hayat güzel olduğu için ölümden korkar, hepsi bu. oysa yaşam güzel değildir, öbür dünya da yoktur. tanrı ise ölmeden önceki korku ve acının doğurduğu bir hayalettir. özgür olması için acının, korkunun üstesinden gelmeli insan, kendisi öldürmeli. böylece tanrı diye bir şey kalmaz artık, insan da özgürlüğüne kavuşur. ve tarih ikiye ayrılır: gorilden tanrının yıkılmasına, tanrının yıkılmasından..

korkuyu yenmek için kendini öldüren insan, tanrıdır o anda.

öldüren ya da öldürmek isteyen ya da birisini öldürtmek isteyen bir insanda ölme özlemi vardır genellikle. ölümle kol koladır.

çarmıha gerilenin hakkı için, onun hayduda ne söylediğini hatırlıyor musun? "bugün ikimiz de cennette olacağız." gün biter, ikisi de ölür. ama ne cennet vardır ne de yeniden diriliş. yine de yeryüzüne gelmiş en büyük insan oydu. onsuz yeryüzü her şeyiyle boş bir çılgınlıktan başka bir şey değildir. öyle olsun! doğa yasasının kendisi böyle bir insanı korumadıysa, onu yalanla yaşamaya ve bir yalan uğruna ölüme zorladıysa, o zaman baştan başa bir yalandır bu dünya. ne diye yaşamalı?

güçlüyüm. susarak tokat yemeye, bir cinayetin üstesinden gelmeye, en düşük sapıklıklar içinde yaşamaya, kendi yıkımımı açıkça ortaya koymaya yetti gücüm. hepsinden tiksiniyorum. her şeyi yapabilirim, sonsuz bir gücüm var; ama bu gücü nereye yönelteceğimi bilemiyorum. her şey yabancı bana.

20.04.2014

hikâye

jack london

bir dilencinin başarısı iyi hikâye anlatabilme yeteneğine bağlıdır. her şeyden önce ve anında, dilenci kurbanını tartmalıdır. ardından, kurbanının kendine özgü kişiliğine ve mizacına hitap edecek bir hikâye anlatmalıdır. ve işte tam da burada büyük bir zorluk ortaya çıkar: kurbanı tartmakta olduğu an hikâyesine başlamalıdır. hazırlık yapmak için bir dakika bile yoktur. bir şimşek hızıyla kurbanının huyunu suyunu sezmeli ve hedefi vuracak masalı uydurmalıdır.

başarılı hobo bir sanatçı olmalıdır. anında ve hemen yaratmalıdır -ve konusunu kendi hayal gücünün verimliliğinden değil, kapıyı açan erkek, kadın ya da çocuk, tatlı ya da huysuz, cömert ya da pinti, iyi huylu ya da aksi, yahudi ya da yahudi olmayan, siyah ya da beyaz, ırkçı önyargılı ya da kardeşçe, taşralı ya da evrensel ya da her ne olursa olsun, onun yüzünde okuduğu şeye göre seçmelidir.

çoğu zaman serserilik günlerimin bu girişimlerinin sonuç vermesinin, hikâye yazarı olarak başarılı olmama bağlı olduğunu düşünmüşümdür.

19.04.2014

din

tom weller: birkaç bin yıl önce, yarı yabani bir kabilenin cahil üyeleri mitleri, vahşi öyküleri, yalanları ve saçmalıkları bir araya getirerek bir kitap yazdılar. yüzyıllar geçtikçe bu hikayeler süslendi, çarpıtıldı, sakatlandı ve sonra durmaksızın karıştırılmaya başlanan ufak parçalara ayrıldı. sonunda bu malzeme birkaç dile yanlış bir biçimde başarıyla tercüme edildi. yaratılış yanlılarına göre, ortaya çıkan metin, bu karmaşık ve teknik konuda başvurulabilecek en iyi rehberdir.

leslie stephen: dindarlar bilmekten ziyade hissederler. doğanın çıplak görüntüsünün onları derinden etkilemesi, saygı ve sevginin nazik parıltısı olarak gördükleri evrene bakarken hissettikleri huşu, onlara göre inançlarının gerçekliğinin mutlak kanıtıdır. ne mutlu böyle duygular hissedene! fakat böyle elle tutulamaz söylemlerden yola çıkarak kesin, gerçek söylemler oluşturmaya çabalarken, bu söylemlerin gerçekle ne kadar berbat bir uyumsuzluk yaratmaya eğilimli olduğunun farkında olmaları gerekir.

stephen jay gould: tuhaf bir balık türünün, sonradan karasal canlıların bacaklarına dönüşecek sıradışı bir kuyruk anatomisine sahip olması yüzünden buradayız; çünkü dünya buzul çağı esnasında tamamen donmamıştır; çünkü çeyrek milyon yıl önce afrika'da ortaya çıkan küçük ve zayıf bir tür, ne yapıp edip hayatta kalmayı başarmıştır. daha iyi bir yanıt bulmak için kıvransak da henüz bulamadık.

wayne adkins: isa'ya, kocaayak'a, cüce cinlere, büyücülüğe, islam'a, uzaylıların insanları kaçırdığına, diş perisi'ne, gökkuşağının ucundaki altınlara ve insanlık tarihi boyunca insanların ortaya attığı diğer savlara inanmak arasında nasıl tercih yapılabilir? inanmak, tıpkı bir zar atıp inancınızla doğru bir yatırım yaptığınızı ümit etmeye benziyor. buna rağmen, hala kanıtı olmayan bir sava inanmakta ısrarcıysanız o zaman tanrı benim; bana para gönderin.

kara tablolar

eduardo galeano

1828 yılında francisco de goya sürgünde öldü. engizisyon tarafından takip edilince fransa'ya gitmişti. goya ölüm döşeğinde can verirken, anlaşılmaz bazı sözcüklerin arasında, madrid'in dışında, manzanares nehri'nin kıyısındaki çok sevgili evinden de bahsetti. en güzel, en değerli eseri orada, evin duvarlarına yapılmış halde kalmıştı. ölümünden sonra bu ev, içindeki resimlerle birkaç kez el değiştirdi ve bir süre sonra eserler nihayet duvarlardan sökülüp tuvale aktarıldı. boş yere uluslararası paris fuarı'na götürüldüler. acının rengi öldürdüğü ve korkunun apaçık bir biçimde gösterildiği bu korkunç sonraki yüzyıl kehanetlerini görmek çok fazla kişinin ilgisini çekmedi ve satın almak isteyen de olmadı. prado müzesi de onları satın almak istemedi ve oraya 1882 yılı başlarında bağış yoluyla girdiler. kara tablolar adı verilen bu eserler şimdi müzenin en çok ziyaret edilen salonlarından birini işgal ediyorlar. "onları kendim için yapıyorum." demişti goya. onları bizim için yaptığının farkında değildi.

nişanlılar

alessandro manzoni

bir felaketin ardından, ertesi gün, sıkıcı bir ruh durumuyla uyanmak çok acı vericidir.

bu dünyanın sunmuş olduğu nimetlerden biri de, insanların birbirini tanımadan karşılıklı kin güdebilmeleridir.

kışkırtıcılar, zorbalar, herhangi bir şekilde başkalarına haksızlık edenler, sadece yaptıkları kötülükten dolayı değil, aynı zamanda zarar görenleri doğru yoldan çıkarttıkları için de suçludurlar.

yüreğimiz, olacak şeylere ilişkin her zaman onu dinleyen kişiye söyleyecek bir şeyler bulur. ama yürek neyi bilir ki? yaşanmış olandan bir parça fazlasını.

bir başka yerde şansını denemek umuduyla yurdundan ayrılan kişinin o anda düşünde kurduğu tüm varsıllık hayalleri çirkinleşir.

iktidar sahibi bir ağızdan çıkanların dinleyeni etkilememiş olması enderdir.

yaşamın en büyük avuntularından biri dostluktur. dostluğun en büyük avuntularından biri ise sırrını açabilecek birine sahip olmaktır.

ölçülü ve dürüst davranışların şu yararı da vardır ki, bu davranışlar bir insanda ne kadar köklü ve eski iseler, o insan onlardan uzaklaştığının o kadar çabuk farkına varır; öyle ki bunu uzun süre unutmaz ve kendisine çekidüzen verir.

17.04.2014

beşinci dağ

paulo coelho

bir şeyi gönülden istediğin zaman, isteğini gerçekleştirmeni sağlamak için tüm evren sana elbirliği ile yardımcı olur.

kendinden kuşku duymayan kişinin değeri yoktur. kararsızlık anları yaşayan kişilere ne mutlu!

bir insan kendi yazgısına doğru yürürken, sık sık yön değiştirmek zorunda kalır. kimi zaman, dış koşullar ondan daha güçlüdür, bu durumda bir korkak gibi görünmek, yönünü değiştirmek zorunda kalır. bütün bunlar onun eğitiminin bir parçasıdır.

dünyanın gidişi içinde, önüne geçilemez şeyler vardır; bize düşen, bunları kabul etmektir.

en iyi savaşçı, düşmanı dosta dönüştürendir.

bir savaşçı, uğradığı bozgunu kabullenir. onu kendisiyle ilgisiz bir olay gibi değerlendirmez, zafere dönüştürmeye de kalkışmaz. yitirmiş olmanın acısı onu kahreder, soğuk davranışlar onu acıya boğar, yalnızlık umutsuz kılar. bütün bunlar geçtikten sonra da yaralarını sarıp yeni bir atılım yapar. bir savaşçı, savaşın birçok muharebeden oluştuğunu bilir ve hep ileriye doğru yol alır.

toplamakta gecikirsen, meyveler dalında çürür. çözümünü geciktirirsen, sorunlar sürekli artar.

insan, yazgısına ihanet etmek için doğar.

her mutsuzluğun bir sonu vardır. bu dünyadaki şanlar, şerefler ve felaketler için de geçerlidir bu.

başımıza felaketler gelir. bunların nedenlerini keşfedebilir, bunlardan başkalarını sorumlu tutabilir, başımıza gelmeselerdi yaşamımızın ne kadar farklı olabileceğini düşünebiliriz. ne var ki, bütün bunların hiç önemi yoktur: başımıza gelmişlerdir, o kadar. hemen ardından, bizde uyandırdıkları korkuyu unutmamız ve her şeyi yeniden kurmaya başlamamız gerekir.

insan seçim yapmak zorundadır. gücünün kaynağı budur: insan, verdiği kararlarla güçlüdür.

güneşin altında var olan her şeyin bir varoluş nedeni vardır.

korku, kaçınılmaz olanın başladığı yere kadar gidiyor; başladığı noktada da artık bir anlamı kalmıyor. ve bize, doğru karar almış olmayı umut etmekten başka bir şey kalmıyor.

gururun parıltısı, en büyük bilgeliği bile kör edebilir.

hoşnut olmadığın bir geçmişin varsa, onu unutmanın tam sırası. yaşamın için yeni bir amaç düşün ve ona inan. yaşamın boyunca istediğini elde ettiğin anları düşün yalnızca ve o güç, istediğini yeniden elde etmene yardımcı olacaktır. insanın belirsizliklerle dolu geçmişini unutup kendine yeni bir tarih yaratması, tek çıkış yoludur.

yaşamı biçimlendiren, bizim onun karşısında aldığımız tutumlardır.

düşman, kendi gücümüzü ortaya koyabilmek için bir araçtan başka bir şey değildir.

bir savaşçı, uğrunda savaşmaya değer olan şeyin her zaman bilincindedir. gereği olmayan savaşımlara girişmez ev zamanını hiçbir zaman kışkırtmalarla yitirmez.

bir düşmanı denetim altına alıp yok etmenin en iyi yolu, onunla dost olmuş gibi görünmektir.

hüzünler sonsuza kadar sürmez; özellikle, olmasını istediğimiz şeye doğru sürekli yol almaktaysak.

yüreğir

yılmaz güney

güz aylarından birinde, gücünü tüketmiş bir yaprak dalından düşer. çevrenin acı durgunluğunda bir güz bitiminin sancısı duyulur. ince ince bulut dizilerinde, biraz soluk duran mavide, toprakta, yellerin getirdiği tükenmiş kokuda, top top kırmızılarda, sarılarda hep bu hüzün var. insanı alıp götüren, düşündüren, eriten, üzen bir duygu var. yaz otları, çakır dikenleri, bozulmuş ağaçlar toprağa bakırımsı bir yanıklık vermişler. nar ağaçları, yaprakları kızarmış üzüm tevekleri ve bir kuş..

ne zaman ağaçlar sevinçlerinden deliye dönerler, sevinçlerinden yaprak olurlar, çiçek olurlar, dallarını tüm içtenlikleriyle süslerler; malaçça köyü o zaman güzeldir. kır çiçekleri göverir, çiğdemler, mineler, türlü türlü otlar fışkırır, serpilir; malaçça o zaman güzeldir. kırlangıçlar döner, leylekler döner; artık yüreğir toprağı tüm güzellikleriyle uyanır. mavi gözlü çiçeklerinde, türkülerinde, oyunlarında, halaylarında bir sevda yaşar artık. yüreğir toprağında bahar, yüreğir toprağında sevdadır. koyunların, kuzuların melemelerinde, renk renk yağlıkların oyalarında, boncuk boncuk bir gözyaşının buruk bir yaşamanın ezgisi başlar. ellerin kınasında, saçların örgüsünde yüreğir toprağının umudu göverir.

ne zaman gelinaliler boylanır, tepelerinde bir sarı çiçek patlar, ne zaman ak bulutlar yalnızca gökyüzünün süsü olur, yüreğir toprağında bahardır. baharına susamış dallarda, beyazın yanı sıra bir yeşil yürür. kırmızının yanına bir mavi konar, dellenir. yaşamanın tüm özlemlerini kanatlarına doldurmuş bir kelebek gelir, mutluymuş sanısını veren bir çiçeğe konar. çiçekler ondan sonra güzeldir. böcekler, kanatlarında iyi ve ılık günleri getirirler. her benek bir isteği, her renk bir özlemi, bir yaşantıyı özetler. her arı bir bahar türküsü, her türkü bir sevda belasıdır. çünkü umut, baharla birlikte gelir yüreğir toprağına, güzle birlikte gider.

yüreğir'in yağmuru, yüreğir'in dertleri gibi yağar yağar bitmez. usul usul, ince bir sızı gibi yağar. hüzün veren bir durgunluk, bir alacalık oturur insanın içine. ağır, uyuşuk ve yorgun. ne yapacağını bilemeyen çaresiz insanın acı umutsuzluğudur bu.

yağmur sularıyla dolu hendeklerde, beyaz, bembeyaz su çiçekleri açar. yaşamak, sevmek ve hüzün ondan sonra güzeldir.

16.04.2014

bir günün sonunda arzu

ahmet haşim

yorgun gözümün halkalarında
güller gibi fecr oldu nümâyân
güller gibi.. sonsuz, iri güller
güller ki kamıştan daha nâlân
gün doğdu yazık arkalarında

altın kulelerden yine kuşlar
tekrarını ömrün eder ilan
kuşlar mıdır onlar ki her akşam
âlemlerimizden sefer eyler

akşam, yine akşam, yine akşam
bir sırma kemerdir suya baksam
akşam, yine akşam, yine akşam
göllerde bu dem bir kamış olsam

15.04.2014

çift

adam phillips

çoğu sadakatsizlik çirkin değildir, yalnızca öyleymiş gibi görünür.

çift, üçüncü şahıslara karşı direnmeye devam edebilmek için onlara sürekli olarak ihtiyaç duyar. sadık insanlar düşmanı sürekli göz hapsinde tutarlar, ölçüp biçerler. düşman olmasa ne yaparlardı ki birlikte? ne yapacaklarını nasıl bilirlerdi? iki kişiden ancak arkadaş olur, çift üç kişiden oluşur.

tüm erotik hayat peygamberleri yalancı peygamberlerdir, çünkü her çift seksi kendisi için yeniden icat etmek zorundadır. sevişmeyi yaşamaktan ziyade sevişmeyi icat ederler. erotik hayatlarımızda belirsizlik hazdır, sakilliğimiz ise tutku.

çiftlerin birbirleriyle şiddetle rekabet halinde olmaları, kötü saklanan bir sırdır; kesinlikle tanık olmaktan hoşlanmayacağımız bir şey.

aynı şekilde, cinsel sadakatsizliğin -ya da şehvet peşinde koşan çok eşlilerin- olmadığı bir toplum da tehlikeli olabilir. kime hayran kalacaktık o zaman? kime eza edecektik? ne de olsa, üçüncü taraf olmadığında çift, birbirine karşı son derece korumasızdır.

çoğu insanın ihtiyaç duyduğu fetiş, ilişkinin adından, ilişkinin resmi titrinden ibarettir.

her sadomazoşistin bildiği gibi, hiçbir şey dayanıklılık kadar baştan çıkarıcı değildir. ne kadar çok alırsanız alın işini yapmaya devam eden tek afrodizyak odur.

sevgililerimizin bize kendi erotik hezeyanlarımızı hatırlatmak için birer sufleden, birer ipucundan ibaret olduklarını, başka bir yerle bağlantı kurmamızı sağlayan insanlar olduklarını keşfetmekten korkmamızdandır.

hiçbir zaman yanlış anlaşılmayız; yalnızca zaman zaman istemediğimiz şekilde anlaşılırız. hiçbir zaman sadakatsiz değilizdir; yalnızca zaman zaman istemediğimiz şekilde sadık oluruz.

aslında bir ilişki için çabalıyorsanız, zaten bir şeyler ters gidiyor, bir şeyler eksik demektir.

cinsel ilişkiler çabalamayı sevmeyenler içindir; çünkü çalışmazlar. yalnızca az ya da çok zevk, az ya da çok umut verirler, o kadar.

14.04.2014

zamanın izlerinde

ian mcewan

bireysellik acımasız bir yalnızlıktır.

dünyada, okuyup yazmayı öğrenmenin zor olmadığı hiçbir dil yoktur.

küçük çocuğun gündelik bakımıyla ne kadar ilgilenirse, baba, otorite figürü olarak etkinliğini o kadar kaybeder.

evliliğin basit, erotik örüntülerinden kurtulmak zordur.

zaman, arzunun gerçekleştirilmesi için kullanılan bir araçtır.

ayrı yaşamanın yarattığı alışkanlıklardan vazgeçmek kolay değildir.

evlilik can çekişen bir müessesedir.

çocuklar bizim için kömürden, hatta nükleer enerjiden bile daha büyük bir kaynaktır.

cimri

balzac

bir cimrinin ömrü sürekli olarak, bütün insan yeteneklerini kendi kişisel çıkarları için kullanmaya çalışmakla geçer.

cimri, yalnızca iki duyguya önem verir: gururu ve kendi çıkarı. ama çıkarı gururuna somut, elle tutulur bir destek, gerçek üstünlüğünün sürekli kanıtı olduğundan; gururu ve çıkarı için uğraşması bir bütünün, bencilliğin iki yüzüdür. cimrilerin ustalıkla gösterdikleri aşırı merakın nedeni belki de budur. bütün insanca duygulara saldıran, onları özetleyen bu insanlara herkes pamuk ipliğiyle bağlıdır. tutkusuz insan nerede; toplumumuzda hangi tutkuya parasız ulaşılabilir?

cimri, kuzuyu şişmanlatır, sonra kapatır, öldürür, pişirir, yer ve aşağılar. cimriler para ve nefretle gelişirler.

başat tutkular zamanla güçlenir. gözlemcilere göre yaşamlarını egemenlik kurma düşüncesine adayan bütün insanlar, bir cimri ya da yalnızca tutkulu bir kişi olsunlar fark etmez; düş kurma yeteneklerinin bütün gücünü tutkularının bir simgesine bağlarlar.

cimriler öbür dünya hayatına inanmazlar, önemli olan şimdiki hayattır onlar için. bu düşünce, içinde yaşadığımız dinsiz zamanlara acımasızca ışık tutar; çünkü günümüzde para, eski çağlardan çok topluma, geleneklere ve yasalara egemendir. kitaplar ve kurumlar, insanların eylemleri ve doktrinleri, hepsi birden, toplum yapısının bin sekiz yüz yıldan beri oluşturduğu gelecekteki yaşama karşı inancını ortadan kaldırmak üzere birleşmişlerdir. artık mezar fazla korkulmayan bir geçiş yoludur.

bir zamanlar bizi ölü duasının ardında bekleyen gelecek, şimdiki zamana taşınmıştır. haklı ya da haksız yollarla lüks, gösteriş ve zevkten oluşan bir dünya cennetine ulaşmak, dünya keyiflerinin hatırı için eti çürütmek, yüreği taşlaştırmak; bir zamanlar azizlerin sonsuza kadar mutluluk umuduyla şehitliğe katlanmaları gibi yaygın bir tutku haline gelmiştir şimdi. bu, çağımıza damgasını vuran ve her şeyde görülen bir tutkudur. yasalar bile, yasa koyucunun eleştirel yeteneğini değil, para kazanma gücünü araştırıyor; yasa koyucuya "ne düşünüyorsunuz?" diye değil, "ne kadar ödeyebilirsiniz?" diye soruyor şimdi. bu doktrin burjuvadan halka geçtiği zaman ülkemizin durumu ne olacak?

13.04.2014

demokrasi

emre kongar

demokratik hak ve özgürlükler, demokrasiden vazgeçilmesi için kullanılamaz. demokratik bir rejim, demokratik bir seçim yoluyla değiştirilemez.

daha henüz çok küçüktünüz. kuramsal tartışmaların hiçbir anlamı olmayacaktı. bu nedenle ben o anda soyut demokrasi tartışmalarına filan girmedim. demokrasi nedir, ne değildir konusunda nutuk da atmadım. sadece evin bembeyaz badanalı duvarlarını göstererek, "eğer bu beyaz duvarlara siyah diyerek bir tartışma başlatmak isterseniz, bu konuşma demokrasi adına sürdürülemez. ancak, "bu beyaz renk, biraz fildişini andırıyor" ya da "kemik rengine benziyor" türü, gerçeklere uygun bir tartışma demokratik kurallar içinde yapılabilir." dedim.

şu anda bir oylama yapsak ve yer çekiminin kaldırılması konusunda oy birliği ile bir karar alsak, yer çekimi kalkar mı?

12.04.2014

yükümlülükler üzerine

marcus tullius cicero

kendisine cezasızlık ve herkesçe bilinmeme imkanı tanındığında haksızlık yapmaktan çekinecek çok az insan bulunur.

adaletten yoksun olan hiçbir şey ahlaken doğru olamaz.

adaletsizliğin iki türü vardır; biri zarar verenlerin, diğeri ise başkalarına haksızlık yapılmasına mani olabilecekken bunu yapmayanların adaletsizliğidir.

iki tür uzlaşmazlık vardır: biri tartışmayla ilerler, diğeri kaba kuvvetle; biri insana özgüdür, diğeri vahşilere; insan ancak ilkini kullanamadığında ikincisine sığınmalıdır.

hiçbir şey hemen sakinleşmekten ve affedici olmaktan daha övgüye değer, asil ve saygın bir kişi için daha değerli değildir.

yaptığın her şeyde ve her planda istikrarı korumaktan daha doğru hiçbir şey yoktur.

yaşamda ahlaken doğru olan her şey yükümlülüğün yerine getirilmesinden, yanlış olan her şey ise yine yükümlülüğün es geçilmesinden kaynaklanır.

her doğru dört kaynaktan doğar; bunlardan birincisi bilgi, ikincisi topluluk bilinci, üçüncüsü ruh yüceliği, dördüncüsü ise ölçülülüktür.

hiçbir şey zenginliği sevmekten daha fazla alçak ve küçük bir ruha özgü değildir.

bilgi uğraşından yoksun olan insan, yeryüzünde neyin övgüye değer olduğunu da bilemez.

themistocles'e kızını fakir ama dürüst bir adamla mı, yoksa zengin ama hiç de iyi anılmayan bir adamla mı evlendirmek isteyeceği sorulduğunda demiştir ki: "ben parasız adamı, adamsız paraya tercih ederim."

hiçbir şey iyi yaradılıştaki benzerlikten daha sevimli ve daha sıkı bir bağlayıcı değildir.

ahlaki doğruluğun gücü, yarar görüntüsünü karanlıkta bırakacak kadar büyüktür.

korkunun baskısını hisseden hiçbir büyük güç uzun ömürlü olamaz.

11.04.2014

akp ve laiklik

erdal inönü

gençliğimde dini öyle ciddiye almadım. onun için bundan sonra da yapamam. oysa toplum açısından dini ciddiye almak gerekir; onu şimdi görüyorum. gençken "tamam din var; ama biz başka bir şey yapacağız" diyordum. siyasete girince zaten toplumu etkileyen bir güç olarak dinin nedenini anlıyorsunuz. o bakımdan "din daha iyi uygulansa" diye aklınızdan geçiyor; ama onu yapacak zamanınız kalmıyor artık.

can dündar: dinde reform gibi bir çalışma mı?

erdal inönü: bir çeşit reform gibi olması lazım. yani bir yorum getirmek lazım. ama bütün bir hayat isteyen bir iştir o. pek çok kimse hemen karşı çıkar, insanları öldürmeye kalkarlar. onları göğüsleyecek zaman ve enerji gerekir. onu başkası yapabilir. atatürk'ten beri fiilen reform yapılmış; ama bunun teorisi yapılmamış. teorisini yapmadan, eylemli olarak yapmak, yani yönetim üzerinde caminin egemenliğini kırmak; ama dini ortadan kaldırmamak, kuranı kerim'e yorum getirmemek.. bu yeterli değil; sürekli olarak bir irtica tehdidi oradan geliyor. çünkü kuran'ın kendisi yönetime de karışıyor. dolayısıyla siz istediğiniz kadar "karışmayın" deyin, inanan birisi "kitap öyle demiyor" diyor. ona bir yorum getirinceye ve o yorumu kabul ettirinceye kadar o tehlike her zaman olacaktır.

can dündar: ama şeriatı, türkiye için yakın bir tehlike olarak görmüyordunuz, anladığım kadarıyla.

erdal inönü: hayır. o zaman görmüyordum. çünkü hükümette öyle bir şey yoktu. özal ona dikkat ediyordu.

can dündar: bugün bir tehlike hissediyor musunuz?

erdal inönü: bugün durum öyle değil. bugünkü başbakan (erdoğan) ve bakanları açıkça "laiklik başka bir şeydir, yanlış anlaşılıyor" diyorlar. babamdan da duymuştum: "laikliğe karşı olanlar, ilk olarak 'canım şunu bir tarif edelim, laiklikten ne anlıyoruz' derler. işe öyle başlarlar." derdi babam. şimdi başbakan (erdoğan) onu yapıyor. o bakımdan aldıkları bazı kararlar, milli eğitim bakanlığı'nın bazı davranışları, tesettürü yaygınlaştırmaları, bunların başka bir havada olduklarını gösteriyor. özal zamanında böyle bir şey yoktu.

9.04.2014

muhasebe

john steinbeck

sonu gelmeyen eğlencenin muhasebesini yaparak bütün delik deşiğe talihsizlik sinmiş olduğu, uğursuzluğun akşamları peteğine üşüşen arılar örneği, her yanı istila etmiş olduğu sonucuna vardı. düşünce bu yola saptıktan sonra yapılacak en doğru iş; yatıp bunun unutulmasını, geçmesini beklemektir. mack böyle batıl şeylere inananlardan değildir ama yapılacak başka şey yoktur da ondan.

kader ve kısmete inanmakla bir şey çıkmaz. zaten kimse bunlara inanmaz. ama bunları ihmal etmek de bir fayda vermez, hem ihmal eden de yoktur.

zaman her şeyi halleder, bu da ötekiler gibi gelip geçecek, herkes her şeyi unutacak demek gayet kolaydır. ne var ki, bütün bunlar siz işin içine karışmadığınız zaman böyledir. ama siz içinde oldunuz mu zaman yol vermez, insanlar unutmaz ve bir türlü değişmeyen bir halin orta yerinde bulursunuz kendinizi.

olanlar oldu bir kere, özür dilemenin, pişman olmanın yararı yok. zaten hayatım boyunca her şey pişmanlıktı. bu seferki yeni bir şey değildi ki, her zaman böyle olmuştur. mack bardağından uzun bir yudum çekti. bir karım vardı, diye devam etti, aynı şey. giriştiğim işlerin hepsi fos çıktı. bu hale fazla dayanamadı. kazara iyi bir iş yapsam bile eninde sonunda mutlaka bir bokluğu çıkardı. bir armağan alacak olsam bir yerinde mutlak bir kusur olurdu. kötülükten, dertten başka bir şey bulamadı bende. daha fazla katlanamadı. soytarılığa başlayıncaya kadar her yerden hep aynı dertlerle karşılaştım. şimdi soytarılıktan başka ne işimiz kaldı ki.. oğlanları hoş tutmak, onları eğlendirmek.

house of cards

bazıları güce yakın olmayı güç sahibi olmakla karıştırır.

biri ifşa olduğunda sizin insafınıza kalır.

hepimiz hayallerimize ulaşmak için fedakarlıkta bulunmak zorunda kalırız; ama bazen daha büyük bir amaç uğruna kendimizi feda etmemiz gerekir.

puşkin: bizi yücelten bir yalan, bir sürü vasat gerçekten daha iyidir.

birini istediğim şeyi yapmaya ikna etmekten daha tatmin edici bir şey varsa o da kasten ikna edememektir. "girilmez" tabelası gibi. kapıdan içeri gir diye yalvarır adeta.

değer verdiğim onca şey arasında kurallar yoktur.

sapla samanı ayırmak için aileden birinin ölmesi gibisi yoktur.

gücün paradan daha önemli olduğunu her zaman söylemişimdir. ama seçimler söz konusu olduğunda güç, paranın yanında solda sıfır kalır.

en kötü düşman, eski dostların arasından çıkar.

her yavru kedi büyür. önceleri çok zararsız görünürler. küçük, sessiz, çay tabağından süt yudumlayan yavrular. ama pençeleri çıkar çıkmaz kan akıtırlar. bazen kendilerini besleyen elin kanını. besin zincirinin tepesine tırmanan bizim gibiler merhamet gösteremez. tek bir kural vardır: avla ya da avlan.

bildiğin şeytan, bilmediğin şeytandan evladır.

iddiaları yeterince çok tekrarlarsanız, millet doğru olduklarına inanmaya başlar.

bazen üstünüzün saygısını kazanmanın tek yolu ona meydan okumaktır.

bir şüphe kırıntısı ancak çıplak gerçeklerle süpürülebilir.

iktidar dürüst olmayanların eline geçerse ahlaki pusulasını şaşırır. ahlaki pusula olmadığında da iktidar yoldan çıkar.

8.04.2014

ve tarih devam ediyor

elsa morante

dünya, evrensel bilincin tapınağıydı; siz onu bir hırsız yatağına dönüştürdünüz!

"hiçbir insan dilinde, neden öldüğünü bilmeyen kobayları teselli edecek bir sözcük yoktur. "(hiroşima'dan sağ kurtulmuş biri)

tanrı varsayımı yararsızdır.

devlet, zengin ve sözde aydın sınıfların halk yığınları üzerinde kurduğu otorite, egemenlik ve örgütlenmiş güç demektir. devlet, daima bulduğunu garanti eder: bir kısmına, mülkiyet üzerine dayandırılmış özgürlüğü, ötekilerine yoksulluklarının doğal sonucu olan köleliği. bakunın!

özgürlükler verilmez. alınır. kropotkın!

itaati reddetmek giderek daha olağan hale gelecek ve o zaman şimdiki haliyle savaşın da ordunun da anısından başka bir şey kalmayacak. ve bu zamanlar, yakındır. tolstoy!

halk, her zaman ağzına gem vurulması gereken canavardır; ancak sömürgecilikle ve savaşla tedavi edilir ve hukukla kapı dışarı atılır. proudhon!

başka insanlara muhtaç olan insan mutsuzdur.

"çiçekli şapka yaptırdım
'ne zaman giyeceksin?'
büyüyünce giyeceğim
duvaklı şapka yaptırdım
'ne zaman giyeceksin?'
evlenince giyeceğim
iki arabayla gezmeye gideceğim
'günaydın çiftçi kardeş!'
iki bayrakla gezmeye gideceğim
'selam sana, süvari!'
tiriyuli, tiriyula
şeker kaymak karamela"

toplama kampında gaz odası, insana merhamet gösterilen tek yerdir.

gariptir, kimi gözler, apaçık, kim bilir nerede ve ne zaman algılanmış bazı görüntüleri başkalarının okumayı bilemeyeceği ve çok zaman da istemeyeceği silinmez bir yazı gibi taşır dururlar.

liderlerin geçtiği yerde ot bitmez.

güzellik, bizleri cennete inandırmak için bir aldatmacaydı; oysa hepimiz de, daha doğuştan mahkum olduğumuzu biliyoruz. artık bazı aldatmacalara kanmıyoruz. bilmek insanın onurudur.

insanlar, hatta yeryüzünde tek başına bir insan, böylesine bir yaşantıya zorlandığı sürece, özgürlükten ve güzellikten ve devrimden söz etmek, sahteciliktir.

mutsuzluk felciydi bu: ister yorucu, ister tehlikeli olsun, her gerçek eylemde, hareket doğanın bir olgusudur. ama tam bir mutsuzluğun doğaya aykırı düşen, tekdüze, yıpratıcı, sersemletici, karşılıksız gerçekdışılığı önünde, takımyıldızlar bile durakalır.

kimyasal yatıştırıcılar, küçük otellerde kullanılan bazı elektrik lambalarına benzer: ancak zemin kattan üst kata çıkıncaya kadar yanarlar. ama bazen de bakarsınız tam merdivenin ortasındayken sönüverir ve insan orada, karanlıkta, çaresiz sersem gibi kalakalır.

mutluluk bu dünyanın malı değildir.

tanrının insanı yaratmış olduğu da ötekiler gibi masaldır; çünkü tersine, tanrı insandan doğmalıdır.

para, tarihin ilk aldatmacasıdır. bu heriflerin ilk dalaverelerinden biri oldu para; onlar bu para dalaveresiyle canımızı satın aldılar! bütün paralar sahtedir! para karın doyurur mu? onlar en pis şeyleri en pahalıya satarlar. kiloyla satılacak olsa, bir milyon, bir kilo bok etmez.

para olunca meryem ana bile satın alınır. tanrı baba bile.

insana karşı girişilen en kötü şiddet eylemi, aklın küçük düşürülmesidir.

bana göre, cennet olmuş, cehennem olmuş, hepsi bir. ben tanrının var olmamasını arzularım. umarım, ötede hiçbir şey yoktur. herhangi bir şey varsa, bana ıstırap verecektir. var olan her şey, ister burada, ister öte yanda, bana ıstırap veriyor: benim varlığım.. başkalarının varlığı.. artık yok olmak istiyorum.

insanın hayatta amacı anlamaktır. devrime doğrudan giden yol, anlamaktır.

tek gerçek tanrı, her şeyin arasındaki benzerlikten tanınır. nereye bakılsa hep tek ve ortak bir iz görülür. böylece benzerlikten benzerliğe, merdivenler boyunca bir tek şeye çıkılır. dindar bir akıl için evren, kanıttan kanıta her şeyin gerçek noktasına vardığı bir gelişimdir. en kesin kanıtlar da, pek tabiidir ki, din adamlarınınkiler değil, tanrısızların kanıtlarıdır. ne kurallarla ne fizikötesiyle tanıklık olmaz. tanrı ya da doğa. dindar biri için tek bir nesne, bir solucan veya bir saman çöpü bile yoktur ki, tanrının varlığını kanıtlamasın.

burada bilincini isyan ettirmeksizin yapabileceğin eylem kalmadı.

7.04.2014

sevgi

daniel defoe

"sevdiğim sensin, yalnızca sen."

- hepiniz böyle dersiniz zaten.

"tek servet erdemdir dünyada inan."

- paradır erdem, altındır kader olan.

"altınların vız gelir, sen bana kendini ver."

- yoksulum ben, aşkının çapını göster hadi.

"tüm yoksulluğunu al gel de gör sevdiğimi."

- gizlice umuyorsun yalan söylediğimi.

"konumuz sevgiden ibaret olsun lütfen."

- nefret etmemek sevmektir zaten.

tarih

jonathan swift

yüz yıllık geçmişte hükümdarların sarayları içinde bütün büyük isimleri iyiden iyiye incelediğimde gördüm ki, savaştaki büyük kahramanlıkları korkaklara, en bilge öğütleri aptallara, samimiyeti dalkavuklara, roma erdemini vatanına ihanet edenlere, dindarlığı ateistlere, namusu sapıklara, gerçeği ispiyonculara yakıştıran satılmış yazarlar, tarihi nasıl da yanlış yönlendiriyorlar! nice masum ve mükemmel insan, büyük bakanların yargıçları ahlaki çöküntüye uğratmaları ya da ekilen nifak tohumları yüzünden ölüm ya da sürgüne mahkum edilmiştir. kaç aşağılık insan güven, iktidar, saygınlık ve yarar sağlanan yüksek mevkilere yükseltilmiştir. kaç genelev patronu, orospu, pezevenk, asalak ve soytarı; mahkeme, meclis ve senatolardaki olay ve öngörülere meydan okumuşlardır. dünyada devrimler ve büyük girişimlerin kökeni ve gerçek nedenleriyle ilgili olarak bilgilendirildiğimde, insanların bilgelik ve dürüstlük konusunda ne denli düşük ve başarılarının ne denli alçakça tesadüflere borçlu olduklarını gördüm.

veda

mayakovski

herkese söylüyorum, ölümümden dolayı kimseyi suçlamayın. rica ediyorum, dedikodu da yapmayın. şu anda ölü olan bu kişi, ondan nefret ederdi. anneciğim, kız kardeşlerim, dostlarım bağışlayın beni: bu bir yol değil (hiç kimseye de önermiyorum); ama başka çarem kalmamıştı. lili, beni sev. yoldaşım hükümet, ailem: lili brik, annem, kız kardeşlerim ve veronica vittoldovna pollonskaya. onlara, onları yaşatabilecek olanakları sağlarsan müteşekkir kalırım. başlamış olduğum şiirleri brik'lere ver. orada bir araya gelecek hepsi. hani denir ya, "olay kapandı." aşkın kayığı günlük yaşama çarpıp parçalandı. yaşamla ödeştik. artık bir yararı yok acıları, mutsuzlukları, karşılıklı hataları deşip durmanın. mutlu olsun! (14 nisan 1930)

6.04.2014

uyanış

paul bowles


uyandı, gözlerini açtı. oda ona pek bir şey ifade etmedi; içinden yeni çıktığı o var olmama durumunun derin etkisinden tam sıyrılamamıştı henüz. zaman ve mekan içindeki yerini saptayacak enerji bir yana, bunu yapacak istekten de yoksundu. bir yerdeydi.. uçsuz bucaksız yerlerden geçerek yokluktan yeni gelmişti oraya; bilincinin çekirdeğinde sonsuz bir hüzün vardı ama o hüzün güven verici bir şeydi; çünkü ona tanıdık gelen tek duygu buydu. başka bir avuntuya gerek duymuyordu. salt bir rahatlık, salt bir gevşeme durumunda, bir süre kıpırdamaksızın yattı, sonra da uzun derin uykuların sonrasında gelen o hafif, kısa süreli uykulardan birine doğru kaydı. birden gözlerini tekrar açıp kolundaki saate baktı. bu aslında istem dışı bir davranıştı; çünkü saatin kaç olduğunu görmek sadece kafasını karıştırmıştı. doğrulup oturdu, çevresine baktı, elini alnına götürdü, derin derin içini çekerek kendini yeniden yatağa attı ama artık uyanmıştı. birkaç saniye içinde nerede olduğunu ayrımsadı, zamanın akşama doğru olduğunu ve öğle yemeğinden beri uyuduğunu fark etti. bitişik odada karısının yumuşak terlikleriyle dümdüz kara taşlı zeminde gezindiğini duydu, bu ses de rahatlattı onu.. çünkü artık bilinci yeni bir düzeye varmış, yalnızca sağ olduğunu bilmek ona yetmemeye başlamıştı. bu daracık, kirişli, yüksek tavanlı odayı, duvarlara delikli kalıpla rastgele renklerde kopya edilmiş koca koca sıkıcı desenleri, kırmızı ve turuncu camlı pencereleri kabullenmek ne kadar zordu! esnedi; oda çok havasızdı. az sonra yüksek yataktan inecek, pencereyi açacak, o anda rüyasını da anımsayacaktı. çünkü hiçbir ayrıntısını anımsamasa da rüya görmüş olduğunu biliyordu. pencerenin dışında hava olacaktı.. damlar, kent ve deniz olacaktı. o durup seyrederken, akşam rüzgarı yüzünü serinletecek, aynı anda rüya da belirginleşecekti. şimdilik ancak öyle yatabiliyor, ağır ağır soluk alıp veriyor, yeniden uyumaya hemen hemen hazır durumunu koruyordu.. bu havasız odada adeta felç olmuş gibiydi.. ortalığın kararmasını bekliyor değildi ama kararana kadar yerinden kıpırdamayacaktı.

yazının bir çağı

mehmet h. doğan

şairler belki de bütün insanlık tarihi boyunca ayın bizce görünmeyen yüzünü merak eden, görmeye çalışan ilk kişiler olmuştur. bütün sanat dalları içinde büyüye en yakın olan sanatın şiir oluşu bundandır. şairlerin, dilin günlük yaşamda ister konuşma aracı ister yazı olarak kullanılışı yanında başka bir dil, bir şiir dili yaratma gereksinimleri, bu, görünmeyeni, bilinemeyeni gösterme, dışavurma çabalarının bir sonucudur.

george steiner: nazizmden sonra gelen bizler, artık edebiyata, dile, eğitime kusursuz bir gözle bakamayacağız; zira kişinin akşam goethe ve rilke'yi okuyup bach ve schubert'i çalıp ertesi gün bir toplama kampındaki korkunç görevine çekinmeden başlayabileceğini artık çok iyi bilmekteyiz.

t.s. eliot: bir kimse yazın alanında hep yaratıcı kalmak için, gelenek ile yaşayan kuşağın yeniliği arasındaki bilinçsiz dengeyi sürdürmek zorundadır. çünkü şiirde geçmişe hiçbir şey borçlu olmayan tam bir yenilik yoktur.

gerçek yol açıcı sanatçıların yaşamdan, sanat pratiğinden başka ölçüsü, ilkesi, kuramı yoktur. kuramların, akımların durağan, yaşamın ve pratiğinse devingen olduğunu bilirler. sanatçıların akımlar ve kuramlarla değil, akım ve kuramların sanatçılarla kaim olduğunu bilirler. bu gücü, bu özgür istenci gösteremeyen ikinci, üçüncü dereceden sanatçılarsa kendilerinden bir şey katamadıkları için sımsıkı sarılırlar kuramlara, akımlara; belli ilkelerden, kuramlardan ayrılınca ortada kalacaklarını, yiteceklerini hissettikleri için başkalarının açtığı yollarda yıllarca sürdürürler o akıllı uslu yürüyüşlerini.

edip cansever: insanın insana verebileceği en değerli şey yalnızlıktır.

rollo may: sanatçılar genellikle kendi iç imgeleri ve hülyalarına dalmış yumuşak huylu insanlardır. ama tam da bu onları baskıcı bir toplum için korkulu kılar. çünkü sanatçılar, insanoğlunun süregelen kafa tutma gücünün taşıyıcılarıdır. kendilerini, tanrının yaradılışta kaostan biçimi yaratması gibi, kaosun içine ona biçim vermek için gömmeyi severler. gündelik, duygusuz, alışılageldik olandan hiçbir zaman hazzetmeyerek devamlı yeni dünyalara doğru ileri atılırlar. böylece "soyun yaratılmamış vicdanı"nın yaratıcıları olurlar.

christopher caudwell: bir zamanlar, gelecek, insanın umutlarını ve emellerini bağladığı bir yerdi: gelecekteki zenginlikleri bugünün dar kategorilerinde tutan dünyanın sertliğinden, zulmünden intikam aldığı bir yer.

insanın, insanla birlikte toplumun gelişmesini, ileri atılmasını engelleyen, sıkan, çelikten çemberler içinde bunaltan bir düzendir bu. ama kaçınılmaz biçimde kendi zıddına dönüşecektir. çünkü işlettiği baskı, yarattığı bunalımla birlikte kendine karşı, yani bunalıma başkaldıran güçleri de yaratmaktadır. işte bunalımın yaratıcılığı da buradan gelmektedir.

behçet necatigil: aslında şiir, bir bilgece bilmezlikten geliştir; eski deyişle: tecahül-i arifane. yoksa hiçbir şairi o kadar saf sanmayın! bir şair, belli bir süre içinde moda olan yönelişe uzak kalıyorsa, bu onun çağın sorunlarına sırt çevirmiş olduğunu göstermez. ama o, kendine göre bir işbölümü yapmış, tezgahını ona göre kurmuştur. bildiği zanaatın dışına çıkmadan, çıkamadan, o zanaatın en iyi ürünlerini vermeye, içtenlikle vermeye yönelmesi de bir kişilik, bir ahlak, bir tutarlılık belirtisidir. gerçi solo tek başınadır ama, ayrı ayrı tek şey arama yollarıdır şiir.

odisseus elitis: şiir, tanrının hatalarını düzeltmek için doğmuştur.

michel foucault: beni şaşırtan, toplumumuzda sanatın bireyler ya da yaşam değil de yalnızca nesnelere değgin bir şey durumuna gelmesi. sanatın yalnızca sanatçı denilen uzmanlar tarafından gerçekleştirilen bir uzmanlık dalına dönüşmesi. neden her kişi kendi yaşamını bir sanat yapıtına dönüştüremesin? neden şu ev ya da lamba bir sanat yapıtı olsun da benim yaşamım olmasın? kendi kendimizi oluşturmalı, kendi kendimizi yapmalı, bir sanat yapıtı gibi düzenlemeliyiz.

anlam şiirin içinde ve birden çoktur. bilinçli şiir okuru o anlamı kendince yorumlar, duyup da dile getiremediği şeyleri bulur onda. t.s. eliot'ın deyişiyle söylersek, şiir, yaşamın bu "kendimizden kaçış" anlarını yakalar, dile getirir. yaşamı zenginleştirir, bütünler.

melih cevdet anday: sanat, doğaya eklenmiş insan demektir ve insan doğanın bilincidir.

ayrıntı; açıklamaları, uzun betimlemeleri gereksiz kılar; yazılmayanı sezdirmek için vardır ayrıntı. bir tür sözcük ve cümle ekonomisidir. gerekli olmayan birtakım betimlemelerin, küçük noktaların özenle ve ustaca ayıklanmasıdır.

charles baudelaire: özgünlüğümüzün nerdeyse tamamı, zamanın duyularımıza bastığı damgadan geliyor.

bir şeyden söz etmenin temel koşulu bir açıya ya da bir açılar sistemine girmektir.

nazım hikmet: ben şiirde realiteyi bütün mürekkepliği, mazi, hal, istikbal unsurlarıyla ve hareket halinde veren bir realizme ulaşmak istiyorum. fakat hala ulaşamadım. birçok yazımın realizmi tek taraflıdır. bundan dolayı da çok defa fazla haykıran bir "propaganda" edası taşıyorlar. bu hatamı anladım. yeni verimlerimde bu hataya bir daha düşmeyeceğim. cihanı görüş, anlayış bakımından değil, bu cihanı görüş ve anlayışın sanattaki tezahürü bakımından telakkilerim bir hayli değişti.

bizde cumhuriyet döneminde, istiklal marşı için açılan şiir yarışmasını saymazsak, bilinen ilk şiir yarışması 1946'daki chp şiir yarışması'dır.

gurur ağaçları

gilbert keith chesterton

hiç kimsenin yasalara uymamaya, imgelemi güçlü birinden daha az hakkı yoktur.

insanda bir türk sultanının gücü ve yetkisi olduğunda ve bu gücü kötü düşüncelerle kullandığında, birinin neden ona bir bıçak sallamadığına şaşarım.

yüzlerce insan merdiven altından geçmekten sakınır; merdivenin aralığı onları nereye götürecek, bilmezler. böyle yaptıklarında tanrı'nın gerçekten de üzerlerine yıldırım indireceğine inanıyor değildirler. ne olacağını bilmezler, işte asıl mesele bu ya, bilmezler ama gene de merdiven altına geldiklerinde uçurumun kenarındaymışçasına yana çekilirler.

hiç düşündünüz mü; belki de hayatlarında cinayet işlememiş insanlar çeşitli ve olağan dışı olamazlar mı? belki de her sade insanın yaşamında gerçek bir gizem, işlemeyi önlediği günahların sırları vardır.

eğretilemeler, bizi hemen bir düş alemine götürür.

5.04.2014

unutmak değil anımsamak

latife tekin

insan her gün gördüğü yüzler arasından bir yüzü seçip unutmak isterse, bir varlığın, içine işleyen duygusundan sıyrılmaya çalışırsa başarısızlığa uğrar, o yüzü ve o varlığı çevreleyen her şeyi, sesinin ulaştığı, titreştiği genişliği, bakışlarının derinliğini, gezip dolaştığı yerleri, gidebileceği uzaklıkları, sığdığı ve taştığı her şeyi unutması gerekir. unutmak, insan için, bütün bir zamanı unutmakla olanaklıdır. bir bakışı unutmak istediğimizde, büyük bir yitimi göze almak zorundayız. ancak böyle bir yitimin neden olacağı yıkımın altından kalkabilirse, insanın yeni bir yaşamı olabilir ve insan bu yeni yaşamına çok derin bir bilgiyle, kaybın bilgisiyle sahip olur.

unutmak için gittiğiniz bir yer düşleyin. bu yer dünyaya benzemesin. toprak bile olmasın, gökyüzü, ağaçlar yok. yolculuk etmeden hep buraya gidin sonra, ışınlanır gibi. açıktasınız ama sonsuzluk hissi veren bir derinlik içinde, genişlik ortasında değil. giyiniksiniz ama elbiseniz sizin deriniz, etinize acıyla yapışmış bir deri değil bu, hafif pütürlü, esnek, mat. dışarıdan görülebilen tek şeyin kendiniz olduğu bu yerin rengine bürünmüş olun, görülmedik bir renk olsun bu da. sadece üzerine yaslanır gibi oturduğunuz bir yükseklik var, hiçbir şey yok başka. yine insan gibi biçimlisiniz. herhangi bir şeyi unutmak için insanın kafasında bir zıtlık oluşturması gerekir, düşünerek yapamazsınız bunu. düşünceler kaçmaya çalıştığınız yere ve zamana aittir, gidin. unutmak için, kendinizi olmayan bir yerde düşleyin.

nasıl bir şeyi onu çevreleyen her şeyle birlikte unutuyorsak anımsamak da böyledir. bir anının ışığı, başka bir anıyı aydınlatıyor ve bu aydınlık bölge, bir leke biçiminde zamanın içine yayılıp genişliyor, bir sözcük, titreşimiyle başka bir sözcüğü harekete geçiriyor. birbirine bağlı metal parçaların, bir dokunuşla tınlamaya başlaması gibi. anımsama, bir an için geri dönmek değildir, kendimizi, geçmişte elinden sıyrıldığımız ölümün kucağında bulmamız demektir; bir şey unuttuğumuzda değil bir şey anımsadığımızda ölüm aklımıza gelir; çünkü anılarımız ölümün de anıları..