terry eagleton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
terry eagleton etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3.11.2021

insan

terry eagleton

insan, tıpkı yaratıcısı gibi kendisinin zemini, davası, amacı ve kökenidir.

hayranlık duyduğumuz değerler -merhamet, şefkat, adalet, iyilik- çoğunlukla kişiye özel alanlara mahsustur. çoğu kültür çapulculuk, açgözlülük ve sömürü anlatılarından oluşur.

insanlar çoğunlukla yoz, tembel yaratıklardır ve insanlardan kayda değer bir şey elde etmek istiyorsanız, onları sürekli disiplin altında tutmanız gerekir.

bu yönden bakıldığında insanlardan çok şey bekleyenler -sosyalistler, özgürlükçüler ve benzerleri- feci hayal kırıklığına uğrayacaklardır. zira onlar insanı aşırı bir şekilde idealleştirme eğilimindedirler.

muhtemelen dünyanın en karizmatik öğretmeni olmayan erigena, (söylentiye göre öğrencileri kalemlerini vücuduna saplayarak öldürmüştür onu), "sadece kim olduğumuzu bilmediğimizde," der, "kendimizle ilgili bilgiye sahip oluruz." erigena, dünyayı sonuçsuz veya amaçsız taşkın bir dans olarak görüyordu.

14.04.2021

kötülük ve çocuk

terry eagleton

william golding, sineklerin tanrısı'nda, ıssız bir adada kendi başlarına kalmış bir grup öğrencinin haftasına kalmadan birbirlerini katledeceklerini iddia eder.


on beş yıl önce ingiltere'nin kuzeyinde on yaşında iki çocuk, bir bebeği işkence edip öldürdü. halk dehşetle ayağa kalktı. oysa bu cinayeti niye özellikle korkutucu buldukları tam açık değildi. neticede çocuklar, kimi zaman oldukça vahşice davranmaları doğal karşılanan sadece yarı ehlileşmiş yaratıklardır. eğer freud haklıysa, çocuklar büyüklerinden çok daha zayıf birer süper egoya ve ahlak duygusuna sahiptirler. bu yüzden asıl şaşırtıcı olan, böyle korkunç olayların daha sık yaşanmamasıdır.


kaplumbağalar nasıl masumsa bebekler de o anlamda masumdur (başka bir deyişle zararsızdırlar); yoksa sivillere makineli tüfeğini doğrultmayı reddeden bir yetişkin anlamında değil. onların masumluğunun övülecek özel bir tarafı yoktur. biyolojimiz gereği ben odaklı doğarız. egoistlik doğal halimizdir; iyi olmak ise hayata dair bir dizi karmaşık beceri öğrenmemizi gerektirir.

17.02.2021

sonsuzluk düşleri

terry eagleton

aşk hem gelişmek için ihtiyacımız olan hem de asla başaramayacağımız bir şeydir. tek umudumuz zamanla daha başarılı başarısızlar olmamızdır ama bu da neticede yeterince iyi olmayabilir elbette.

"evlenmek, ellere bulaşan gübre gibidir."

var olmak ve var olan ne denli zenginleşirse, çoğalırsa, dünya o denli iyi olacaktır. etrafımızda şalgamın, telekomünikasyonun ve güçlü bir umut duygusunun olması iyi bir şeydir.

fani ve sonlu şeyler, bedensiz sonsuzluk düşlerine ayak bağı olur. bu yüzden de dünyaya dair bütün fani başarılar otomatikman değersizdir.

düzen ve nizama hastalıklı bir önem verenlerin bunu içsel bir kargaşayı bastırmak için yaptıkları bilinen bir şeydir.

başkalarının başarıları kendi başarısızlığımızı yüzümüze vurur.

olguların kendi başlarına anlamlı olmadığını anladığımız gün, onlara istediğimiz anlamı yükleyebiliriz.

8.09.2020

sanat ve kötülük

terry eagleton

sanatçı kötülükle dirsek temasında olmalıdır; çünkü her tür tecrübeyi, ahlaken doğru da olsa yanlış da olsa, sanat değirmeninde öğütmelidir. bu yüzden, eğer sanatını geliştirmek istiyorsa, azizlik düşlerini bir kenara itip bir tür ahlaksız olmalıdır.

sanat sanki sanatçının iyiliğini emip bitirmektedir. sanat ne kadar yüceyse sanatçının hayatı o denli yozlaşmıştır.

19. yüzyılın -kafası dumanlı, ahlaksız, kederli, damarlarında apsent dolaşan- sanatçısı satanistlere ne kadar da çok benzer, ikisi de saygın orta sınıf için bir skandaldır. ve bunun sebeplerinden biri her ikisinin de sırf kendileri için var olmasıdır. ikisini de fayda ya da ticari değerle değiş tokuş edemezsiniz.

seçkin bir kulüpten atılmak, o kulübe hiç davet edilmemekten daha fiyakalıdır. kötü, ona sırtını dönebilmek için aşkınlığı bilmek zorundadır; oysa erdemliler, kucaklarına düşse bile aşkınlığı tanıyamazlar.

charles baudelaire'den jean genet'ye, sanatçı hep suçlularla, delilerle, şeytana tapanlarla ve yoldan çıkaranlarla ilişkilendirilmiştir. bu görüş bazı modernist sanatların hor gördükleri orta sınıf yaşamı kadar boş olduklarını rahatça göz ardı eder. saf biçim arzusunun peşinde koşarken modernist sanat yoklukla kirlenmiştir.

gündelik varoluş öyle garipleşmiş ve sıradanlaşmıştır ki sadece bir doz şeytanilik onu galeyana getirebilir. hayat bayat ve tatsızlaştığında, sanat şeytanla yardımlaşmak zorunda kalabilir ve fark yaratabilmek için aşırılığa ve sapkınlığa akın edebilir. horgörülü, put kinci ve şeytani yöntemlerle köhneleşmiş geleneklerimizin üstüne gidebilir. sıra dışı ve aşın yollara başvurabilir. şeytani bir sanat orta sınıf kendini beğenmişliğimizi kırıp bastırmaya çalıştığımız enerjiyi ortaya çıkarabilir.

14.07.2020

kötülük

terry eagleton

schopenhauer insan yaşamını korumaya değer bulan herkesin derin bir yanılgı içinde olduğunu söylüyor. ona göre insan yaşamı uğraşmaya değmezdir çünkü sadece "anlık tatmin, ihtiyaçlardan kaynaklanan kısa süreli keyif, yoğun ve uzun süren acı, sürekli mücadele"den ibarettir.

hegel tarihin "halkların mutluluğunun, devletlerin bilgeliğinin ve bireylerin erdeminin kurban edildiği kanlı bir sunak", mutluluk dönemlerinin ise boş sayfalar olduğunu söyler. ayrıca yazdıklarında "kötülük, şeytanilik ve insan ruhunun yarattığı en görkemli imparatorlukların düşüşü" ve "insanoğlunun dile gelmemiş sefaletinden bahseder.

"satırları arasında," diye yazar schopenhauer, "ağlama, inleme ve diş gıcırtısı, halkların korku dolu patırtısı ve kan davası görülmeyen bir felsefe, felsefe değildir."

insanlık tarihinin "bitimsiz yıkımları"ndan bahseden theodor adorno da schopenhauer'la aynı görüştedir.

bertolt brecht: bir banka kurmanın yanında, banka soymanın lafı mı olur?

cehennem, jean-paul sartre'ın iddia ettiği gibi, başkaları değildir. tam tersi doğrudur, insanların en korkuncuyla, akıl almayacak kadar monotonuyla, yani kendinle, bir yere tıkılıp kalmandır cehennem.

"dünyaya gelen her şey ölüme yazgılı, her şey boş." der goethe'nin faust'undaki mefistofeles. nükleer bir kıyamet ya da dünyanın kendi okyanuslarınca yutulması fikri kötüleri zevkten dört köşe yapmaktadır.

20.12.2019

kötülük üzerine bir deneme

terry eagleton

bir eyleme kötü demek, onun anlayışımızın ötesinde olduğunu söylemektir.

bir eylem anlamdan ne kadar uzaksa o kadar kötüdür.

polis memurunun "kötü" kavramını kullanması elbette ideolojiktir.

nasıl yaşamışsanız öyle ölürsünüz. ölüm, eğer başarıyla gerçekleştirmek istiyorsanız, yaşarken provasını yapmanız gereken bir kendinden vazgeçiştir. aksi takdirde ölüm bir ufuk değil bir fasit dairedir.

kötülük sağlam ve dayanıklı görünse de örümcek ağı kadar uçucudur.

eğer insan ırkı, türün devamını sağlayacak sağda solda kalmış birkaç sapkın heteroseksüel hariç neredeyse tamamen eşcinsel latinolardan oluşsaydı, tarihimizdeki pek çok kargaşayı ve katliamı kesinlikle yaşamak zorunda kalmayacaktık.

kötülerin, hayatın sürdüğü acı gerçeğine karşı yapabilecekleri tek şey yok etmektir.

tanrı, üyeliğinden çıkamayacağın bir kulüp gibidir. o'na başkaldırmak, kaçınılmaz olarak varlığını kabul etmektir.

kötülükten gerçekten de bir iyilik doğabilir.

kötülüğün işe yarar hiçbir amacı yoktur ya da öyle görünür. kötülük sapına kadar amaçsızdır. amaç gibi yavan bir şey onun ölümcül saflığını lekeler.

kötülük tamamen sapkındır. bir tür kozmik huysuzluktur. adaletsizlik hayran olunacak bir başarı haline gelsin diye geleneksel ahlak değerlerini alaşağı ettiğini söyleyebilir ama gizliden gizliye bu söylediğine de inanmaz.

güç, zayıflıktan nefret eder çünkü zayıflık güçlünün zaaflarını yüzüne vurur.

kötülük, korkunç bir içsel eksiklikten kurtulmaya çalışan bir zalimliktir.

kötülük bir tür kozmik küskünlüktür. kötüler, en çok dayanılmaz sefilliklerini ellerinden almak isteyenlere saldırırlar.

kötülük, garip bir şekilde, modern varoluşun bayağı özelliklerine karşı bir duruştur. kötü, modern yaşamı tatsız bulan elitist bir irticacıdır. modern hayat lanetlemeyi hak edecek kadar derin değildir ve kötünün amacı ona ruhen egzotik bir şeyler katmaktır.

cehennem ağza alınmaz uygunsuzlukların sahnesi değildir. öyle olsaydı, kapısında kuyruğa girmeye değerdi. cehennem, güney dakota'nın bütün kanalizasyon sistemini ezbere bilen takım elbiseli bir adamın size sonsuza kadar süren bir nutuk atmasıdır.

kötüyü yıkıcı ve yok edici davranışından vazgeçiremezsiniz; çünkü yaptığının bir amacı ve anlamı yoktur.

28.10.2019

azizler ve alimler

terry eagleton

mihail bahtin: bütün etkili eylemler araya bir mesafe koyularak yapılır. kayıtsızlıkla değil, yalnızca ironiyle. insanlar biraz mesafeli olabilselerdi çocukların derilerini yüzmezlerdi. en azından çoğu. tarihe bak. işe yaramış olan başka bir eylem biçimi var mı?

wittgenstein: tarih, annesinin gözleri önünde yavaş yavaş kızartılan yeni doğmuş bir bebektir.

james connolly: yalnızca cahillerle politikacılar tarihi yadsır. egemen sınıf bir kez doğduğunu kabul ederse ölebileceğini de kabul etmek zorunda kalır çünkü.

bahtin: ölüm, dünyaya geçmiş yüzünden geldi. geçmiş bize ömrün kısalığını, geleceğin de kısa sürede geçivereceğini hatırlatıyor. şu anda birbirimizi böyle umutsuzca boğazlamamızın nedeni bu. yalnızca geçmişi unutabilirsek özgür olabiliriz.

wittgenstein: anlam, bir duvar kağıdı rengi seçer gibi senin karar vererek belirlediğin bir şey değildir.

connolly: milliyetçilik sınıfa benzer. ondan kurtulmak için önce ona sahip olmak zorundasınız.

bahtin: dünyaya boyun eğdiren bütün ülkeler kendilerini dar görüşlülüğe mahkum ederler. kendilerinin üstün olduğuna inanır ve onlara işin doğrusunun bu olmadığını söyleyebilecekleri için fikirlerden tiksinirler. en melez ulus, savaş gemileri her kıtada yayılan ulustur.

james joyce: insanı hayvandan büyük yapan dildir. trajedisi de burada yatar.

bahtin: fikir, insanın hamurunda vardır. insanlar onunla yaşarlar ya da onunla ölürler.

wittgenstein: soyut bilgi masum değildir. zehirdir: karanlık, şiddet dolu, acımasızdır. hayattan kopuk olmakla kalmaz; hayatı terörize eder, kanla canla beslenir. bu korkunç bilgi isteğinin nerede biteceğini biliyor musun? yaz bir kenara. bir tarlada korkuluk olarak bitecek.

terry eagleton: şehirde yaşayanlar seksten çok ender olarak söz ederler ama onu akıllarından hiç çıkarmazlar; gerçeklik ile onun temsili arasında adı konmamış bir uçurum vardır.

24.09.2019

kötülük

terry eagleton

thomas aquinas'ın iddia ettiği gibi var olmak kendi başına bir tür iyiliktir.

faşizmle birlikte "kendine yabancılık öyle bir noktaya gelmiştir ki," diye yazar walter benjamin, "insanlık kendi mahvını birinci sınıf bir estetik tecrübe olarak yaşayabilir."

düşünür john rawls'un dediği gibi (ki kuru akademik tarzını bilenler şaşıracaktır): "kötü insanı harekete geçiren, adaletsizliğe olan sevgisidir: eziyet ettiği insanların güçsüzlüğünden ve aşağılanmasından keyif alır ve o ezilen insanların başlarına gelenlerin kendisinden kaynaklandığını bilmelerinden haz duyar."

william blake gerçek inancını bir dizede özetlemiştir: "yaşayan her şey kutsaldır."

bir dostoyevski karakterinin karamazov kardeşlerin serkeş dmitri karamazov'u için dediği gibi "böylesi haylaz, serkeş insanlar için su götürmez alçalma tecrübesi, mutlak iyilik tecrübesi kadar gereklidir."

thomas mann'ın kahramanı "önceden kırılmayan hiçbir şey tam ve eksiksiz olamaz." der.

sonsuzluk, der william blake, zamanın yaptıklarına âşıktır. kötüler için ise, tam tersine, sonlu şeyler iradenin ve arzunun sonsuzluğunun önündeki engellerdir ve yok edilmelidirler.

politik bilgeliğin bütün kökleri gerçekçiliktedir. thomas hardy, sadece en kötüyü soğukkanlılıkla değerlendirdiğimizde daha iyiye doğru gidebileceğimizi söyler.

nietzsche: keyif dolu bir ana rıza gösteriyorsanız, dünyadaki bütün üzüntü ve kötülüğe de razısınızdır demektir; çünkü dünyada her şey birbirine bağlıdır.

16.09.2017

hiçlik arzusu

terry eagleton

hiçbir şey hiçlik kadar kırılgan ya da kısıtlayıcı olamaz. bu yüzden de maddi gerçekliğe alerjisi olanlar hiçliğe meftundurlar. özgür ruhun nihai zaferi bütün dünyanın yok olmasıdır. işte o zaman dünya arzularınla arana giremeyecektir. bu açıdan bakıldığında, son kertede arzuladığımız hiçliktir.

psikanalizin ortaya attığı gerçek skandal, çok uzun zamandır, özellikle de çocuklarca bilindiği üzere sübyan cinselliği değil, insanların bilinçaltlarında kendi yok oluşlarını arzuladıkları iddiasıdır. kimliğimizin merkezinde mutlak hiçliğe yönelik bir itki vardır, içimizde kendi yok oluşumuz için yaygara kopartan bir şey vardır. psikanalize göre kendimizi, var olmak diye bilinen yaradan korumak için, kendi yok oluşumuzu kucaklamaya bile hazırız.

hiçliğin ölümünden geriye sadece madde kalıyor. madde ise sanki boşluğun olması gereken yerde salınıp durmaktadır.

sebastian barry gizli metin romanında şöyle yazar: "şeytanın trajedisi, hiçliğin yazarı ve boşluğun mimarı olmasıdır."

faustvari anlayışta herhangi bir başarı, her şeyin sonsuzluğuyla karşılaştırıldığında, hiçliğe özdeştir. arzularınızın sonsuzluğu, ihtiraslarınızın gerçek nesnelerini ıvır zıvıra dönüştürür.

irlandalı romancı laurence sterne, tristram shandy'de, insanlar dünyadaki çok daha feci şeyleri düşünerek hiçliğe saygı göstermelidir, der.

9.11.2016

kötülüğün doğası

terry eagleton

"canavar", eskil inançların kimilerinde, pek çok şeye ek olarak başkalarından tamamen bağımsız bir yaratık olarak tanımlanır.

insanoğlu gerçekten de belli bir derece özerklik elde edebilir. ancak bunu sadece başka insanlara hissettiği derin bir bağımlılık, onu her şeyden önce bir insan yapan bağımlılık bağlamında elde edebilir. katışıksız bağımsızlık kötünün rüyasıdır.

çoğu kötülük kurumsaldır. bireylerin kötü niyetli eylemlerinin değil de menfaatlerin ve insanlardan bağımsız işlemlerin ürünüdür kötülük.

başkalarının gözünü oymak gibi ayırt edici hiçbir insani davranışımız, toplumsal belirlemelerden bağımsız anlamında özgür değildir. bir yığın sosyal beceri edinmeden işkence edemez, katliam yapamayız.

14.10.2015

edebiyat

hilmi yavuz

edebiyat ürünleri, bir bölümünü oluşturdukları sisteme göre değişirler; bu ürünlerin bağlı oldukları sistemden bağımsız olarak anlaşılmaları olanaksızdır. bu yüzden birbirinden farklı iki sisteme ilişkin iki edebiyat ürünü, salt birbirlerine benziyorlar diye karşılaştırılamazlar; bu türlü bir karşılaştırma için edebiyat ürünlerinin değil, sistemlerin birbirine benzemesi gerekir. levi-strauss'un paradoks gibi görünen şu sözünü anımsayalım: "gerçekte benzeşimler değil, farklardır birbirine benzeyen."

nazım'ın şiiri, yazınsallığını ideolojik 'tekrar'dan değil, formel 'aşkınlık'tan alır. şiiri, gelenek'i dönüştürerek modernleşir. ve unutulmamalıdır: "sanatta ideoloji, soyutlanabilir öz'de değil, yapıtın biçiminde aranmalıdır. edebiyat yapıtı, tarihin derin izlerini tastamam edebi yönüyle ortaya koyar, yüksek düzeyde bir toplumsal belge olarak değil." (terry eagleton)

ideolojiler yanlıdırlar; taraf tutarlar ve o nedenle de, değer yargılarıyla inşa edilirler. dünya görüşleriyse, felsefi düşüncelerin, sistemleştirilmiş olmayan ve kuramsal kavramlarla değil, gündelik konuşma diliyle inşa edilen dile getiriliş biçimleridir. şiirsel söylem ise, ne soyut kavramlarla kurulan felsefeden ne de gündelik konuşma diliyle kurulan dünya görüşünden yararlanabilir. şiirin, düşünce düzleminde ilişki kurabileceği alan, ideoloji'dir. entelektüel söylemler arasında imgeselle ilişki kurabilen biricik söylem alanıdır ideoloji.

6.02.2014

edebiyat ve sanat üzerine yazılar

hilmi yavuz

türk şiirinde birey yoktur. şiir ister mitik, ister dinsel olsun, her iki düzlemde de, bir cemaat söylemi olmak konumundadır. şiirde birey olmadığı için felsefe de yoktur.

edebiyat ürünleri, bir bölümünü oluşturdukları sisteme göre değişirler; bu ürünlerin bağlı oldukları sistemden bağımsız olarak anlaşılmaları olanaksızdır. bu yüzden birbirinden farklı iki sisteme ilişkin iki edebiyat ürünü, salt birbirlerine benziyorlar diye karşılaştırılamazlar; bu türlü bir karşılaştırma için edebiyat ürünlerinin değil, sistemlerin birbirine benzemesi gerekir. levi-strauss'un paradoks gibi görünen şu sözünü anımsayalım: "gerçekte benzeşimler değil, farklardır birbirine benzeyen."

nazım'ın şiiri, yazınsallığını ideolojik 'tekrar'dan değil, formel 'aşkınlık'tan alır. şiiri, gelenek'i dönüştürerek modernleşir. ve unutulmamalıdır: "sanatta ideoloji, soyutlanabilir öz'de değil, yapıtın biçiminde aranmalıdır. edebiyat yapıtı, tarihin derin izlerini tastamam edebi yönüyle ortaya koyar, yüksek düzeyde bir toplumsal belge olarak değil." (terry eagleton)

ideolojiler yanlıdırlar; taraf tutarlar ve o nedenle de, değer yargılarıyla inşa edilirler. dünya görüşleriyse, felsefi düşüncelerin, sistemleştirilmiş olmayan ve kuramsal kavramlarla değil, gündelik konuşma diliyle inşa edilen dile getiriliş biçimleridir. şiirsel söylem ise, ne soyut kavramlarla kurulan felsefeden ne de gündelik konuşma diliyle kurulan dünya görüşünden yararlanabilir. şiirin, düşünce düzleminde ilişki kurabileceği alan, ideoloji'dir. entelektüel söylemler arasında imgeselle ilişki kurabilen biricik söylem alanıdır ideoloji.

şiir dil değildir, söz'dür.
şiirin tarihi dil'den söz'e doğrudur.
şiirin tarihi, kopma'larla belirlenir.
şiirin geleneği, onun tarihi değildir.
şiir dil iken kapalı, söz iken 'açık yapıt'tır.
şiir dil'den arındıkça, anlamdan da arınır.
şiirin gösterilen'i kavram değildir, imge'dir.
bir tanım: şiir, dünyanın zihinsel imgesidir.

umberto eco: sorun şu ki, insan 'okurun niyeti'nin ne anlama geldiğini belki bilse bile, 'metnin niyeti'nin ne anlama geldiğini soyut olarak tanımlamak daha güç görünmektedir. metnin niyeti, metnin yüzeyince sergilenmez. dolayısıyla, metnin niyetinden ancak okurun bir tahmininin sonucu olarak söz edilebilir. okurun girişimi, temel olarak, metnin niyeti hakkında bir tahminde bulunmaktan ibarettir.

arda denkel: söyleyen birey meramını doğru dürüst anlatamasa bile onun doğru dürüst anlatamadığı dinleyence anlaşılabilmişse iletişim başarılmıştır.

levi-strauss: sanat yapıtı, ne nesnenin kendisidir ne de gönderme yaptığı nesneyle saymaca olmanın ötesinde hiçbir bağıntısı olmayan bir şey.

"lirik şiir, tekamül ede ede sazını bırakır, yalnız nağme kesilir." (yahya kemal)

balzac: çizgi, ışığın eşya üzerindeki etkisini anlamak için insanın uydurduğu bir şeydir. ama doğada çizgi yoktur, doğa tekdüzedir; resim yapmak eşyanın kalıbını çıkarmak, yani eşyayı çevresinden ayırmak demektir; vücuda görünüşünü veren ancak ışığın durumu, üzerine ışığın düşmesidir.

16.01.2014

postmodernliğin durumu

david harvey

"eğer kitlesel olarak üretilmiş portatif nükleer silahlar için bir pazar olsaydı, onu da pazarlardık." (alan sugar)

charles baudelaire: modernite, anlık olandır, geçip gidendir, olumsal olandır, sanatın yarısıdır; öteki yarısı ise, sonsuz olandır, değişmeyendir.

"kendine iyi bir takım elbise edin; savaşın yarısını kazandın demektir."

max weber: bilgi ağacının meyvesini tatmış olan bir çağın kaderi, hayat ve evren konusundaki genel görüşlerin asla artan ampirik bilginin ürünü olamayacağını ve bizi en büyük heyecanla harekete geçiren en yüksek ideallerin, ancak, bizimkiler bizce ne kadar kutsalsa başkaları için o kadar kutsal olan başka ideallerle mücadele içinde biçimleneceğini kabul etmek zorunda kalmasıdır.

jonathan raban: sinyaller, üsluplar, hızlı, büyük ölçüde basmakalıplaşmış iletişim sistemleri, büyük kentin damarlarında akan kandır. ne zaman bu sistemler çökerse -yani kentsel yaşamın dilbilgisini kavrayamaz hale gelirsek- şiddet ortaya çıkar. büyük modern buluşumuz olan kent yumuşaktır; yaşamların, düşlerin, yorumların gözkamaştırıcı ve uyarıcı çeşitliliğine açıktır. ama büyük kentin tam da insan kimliğini özgürleştirici esnek özellikleridir ki, aynı kenti psikoza ve totaliter bir karabasana açık hale getirir.

terry eagleton: tipik postmodernist ürün şakacıdır; kendi kendisiyle dalga geçer; hatta şizoiddir; aynı zamanda, yüksek modernizmin gösterişsiz kendine yeterliliğine, ticareti ve meta biçimini arsızca kucaklayarak tepki gösterir. kültürel geleneğe karşı tavrı saygısız bir pastiş görünümündedir; kasıtlı olarak amaçlanmış derinlik yokluğu, her tür metafizik ağırbaşlılığın altını oyar. bu, bazen acımasız bir sefalet ve sarsma estetiğine açılır.

terry eagleton: postmodernizm, bu tür "üst-anlatılar"ın ölümünün habercisidir. bu "üst-anlatılar"ın gizli terörist işlevi, "evrensel" bir insan tarihi yanılsamasını temellendirmek ve meşrulaştırmaktı postmodernizme göre. şimdi artık, manipülasyona dönük aklı ve bütünsellik fetişi ile bu modernlik karabasanından uyanma sürecindeyizdir. içine uyandığımız yeni ortam, bütünleme ve kendini meşrulaştırma yoluyla nostaljik dürtüden kurtulmuş postmodern dünyanın, hayat tarzlarının ve dil oyunlarının o heterojen yelpazesinin, ferah çoğulculuğudur. bilim ve felsefe, o şaşaalı metafizik iddialarını fırlatıp atmalı ve kendilerini daha alçakgönüllü bir tarzda, başka anlatılardan farkı olmayan bir dizi anlatı olarak görmeyi öğrenmelidirler.

marquis de condorcet: iyi bir yasa herkes için iyi olmalıdır; aynen doğru bir önermenin herkes için doğru olması gibi.

marx/engels: üretimin sürekli olarak devrimci biçimde değiştirilmesi, bütün toplumsal ilişkilerin kesintisiz biçimde altüst edilmesi, hiç bitmeyen bir belirsizlik ve çalkalanma; bunlar burjuva çağını kendinden önceki bütün saygıdeğer fikir ve düşüncelerle birlikte, tarih sahnesinden süpürülür gider; yeni oluşanlar ise, daha kemikleşemeden kadük hale gelir. katı olan her şey buharlaşır, kutsal olan her şey saygısızca kirletilir ve insanlar nihayet yaşamlarının gerçek koşulları ve öteki insanlarla ilişkileri üzerine uyanık bir bilinçle düşünmeye zorlanırlar.

lüks konutlarda ve şirket genel merkezlerinde, estetik tutumlar sınıf iktidarının bir ifadesi haline gelir.

edward palmer thompson: fabrika işçilerinin ilk kuşağı patronlarından zamanın önemini öğrendi; ikinci kuşak 10 saat hareketi içinde kısa çalışma komitelerini oluşturdu; üçüncü kuşak fazla mesai ya da bir buçuk günlük çalışma için greve gitti. işverenlerin kategorilerini sineye çekmişlerdi; bunlar çerçevesinde karşı mücadeleye girmeyi öğrenmişlerdi. vaktin nakit olduğunu, bu dersi ağır sıkıntılar çekerek öğrenmişlerdi.

charles baudelaire: iii. napolyon'a en yüce şanı, herhangi birinin telgraf idaresini ve ulusal basını denetim altına alır almaz koca bir ulusu yönetebileceğini kanıtlamış olması sağlayacaktır.

s. kern: bir dünya savaşının ancak dünya bu denli bütünleştikten sonra mümkün hale gelmesi, dönemin büyük ironilerinden biridir.

"günümüzde insanlar sizin hakkınızda kararlarını saniyenin onda biri kadar kısa bir süre içinde veriyorlar."

jürgen habermas: gelip geçici, kaygan, anlık olana atfedilen yeni değer, dinamizmin kutsanmasının kendisi, kirletilmemiş, lekesiz ve istikrarlı bir şimdiki zamana duyulan özlemi ele verir.

deutsche/ryan: bir kez yoksullar estetikleştirildiğinde, yoksulluğun kendisi toplumsal ufkumuzun alanından yok olur. geriye yalnızca insanlık durumunda ötekiliğin, yabancılaşmanın, olumsallığın pasif bir tasviri kalır. yoksulluk ve evsiz barksızlık estetik haz duygusunu tatmin için sunulduklarında, etik gerçekten de estetik tarafından boğulur; bu da peşinden bir acı meyve gibi karizmatik politikayı ve ideolojik aşırılığı davet eder.

sermaye bir süreçtir, bir şey değil. toplumsal hayatın meta üretimi aracılığıyla yeniden üretimi sürecidir. sermayenin içselleşmiş işleyiş kuralları, içinde kökleştiği toplumu hiç durmaksızın, sürekli olarak dönüştüren dinamik ve devrimci bir toplumsal organizasyon tarzı olmasını sağlayacak bir yapıya sahiptir. süreç perdeler ve fetişleştirir, büyümeyi yaratıcı yok etme aracılığıyla sağlar, yeni ihtiyaç ve istekler yaratır, insanın emek kapasitesini ve arzuyu sömürür, mekanları dönüştürür, hayatın temposunu hızlandırır. aşırı birikim sorunları yaratır; bu sorunlara ancak sınırlı sayıda çözüm bulunabilir.

charles jencks: tahran'dan tokyo'ya herhangi bir kentte yaşayan her orta sınıf kentlinin mutlaka, seyahatler ve dergiler sayesinde sürekli olarak yenilenen, mebzul miktarda, hatta aşırı miktarda bir "imge bankası" vardır. bu insanın hayali müzesi üreticilerin potpurisini yansıtabilir ama yine de onun hayatı açısından doğal bir şeydir. üretim ve tüketimin heterojenliğinin totaliter bir biçimde azaltılması olasılığını dışlarsak, mimarların dillerin bu kaçınılmaz heterojenliğini kullanmayı öğrenmeleri arzu edilir bir şey gibi görünüyor. üstelik, bu oldukça keyif verici. eğer insan başka çağlarda ya da kültürlerde yaşama olanağını bulabiliyorsa, neden kendini şimdiki zamanla ve içinde bulunduğu yerle sınırlasın? eklektizm, seçim hakkı olan bir kültürün doğal evrimidir.

jean-françois lyotard: eklektizm çağdaş genel kültürün başlangıç noktasıdır: insan reggae dinler, bir western seyreder, öğlen yemeğinde mcdonald's yer, akşam yerel mutfak çeşitlerinden; tokyo'da paris parfümü sürer, hong kong'da 'retro' giyinir.

charles jencks: eğer farklı çağlarda ve kültürlerde yaşama olanağımız varsa, neden kendimizi şimdiki zamanla, yaşanan yerle sınırlamalı? eklektizm, seçim şansı olan bir kültürün doğal evrimidir.

10.04.2009

din ve kötülük

terry eagleton

1991 yılında protestan bir ingiliz piskopos, uygunsuz kahkahayı, kaynağı açıklanamaz bilgiyi, sahte gülüşü, iskoçya kökenli olmayı, kömür madeninde çalışan akrabaları ve giysi ile araba rengi olarak siyaha düşkünlüğü bir insanın bedenine şeytanın girdiğini gösteren işaretler arasında sayıyordu.

erdemlilik belli bir oranda maddi refaha bağlıdır. açlıktan ölmek üzereyken başkalarıyla makul ilişkiler kuramazsınız.

yobaz din propagandacıları ve sofu tüccarlar erdemi tutumluluk, ağırbaşlılık, iffet, perhiz, ciddiyet, alçak gönüllülük, irade ve nefse hakimiyet olarak tanımladıklarında, kötülüğün neden daha seksi bir tercih olarak göründüğünü anlamak zor değil.

öldürmek, tanrı'nın insan yaşamı üzerindeki tekelini kırmanın en güçlü yoludur.

tanrı hiroşima felaketini, belsen toplama kampını, lizbon depremini veya veba salgınını üstümüze salmakta haklıdır; yoksa gerçek dünyada değil de oyuncak bir dünyada yaşıyor olurduk, der richard swinburne.

muhafazakarların, öte yandan, insanda gördükleri gelişme potansiyeli de moral bozacak kadar azdır. muhafazakarlar ilk günaha inanırlar ama kefarete inanmazlar; pembe gözlüklü liberaller ise kefarete inanır, ilk günaha inanmazlar.

slavoj zizek, ölümsüzlük iyilikle bağlantılandırılsa da işin aslının hiç de öyle olmadığını belirtiyor. asıl ölümsüz olan kötülüktür: "kötü hep geri dönmekle tehdit eder bizi," der zizek, "fiziksel yok oluşunu mucizevi bir şekilde aşıp bizi bir türlü rahat bırakmayan hayaletimsi bir varlıktır kötü."

dinin hükümranlığının bittiği bir toplumda kalan tek aşkınlıktır kötülük.

artık kimse cennetin melek korolarına aşina değil ama herkes auschwitz'i biliyor.

alman filozof schelling kötülüğün iyilikten çok daha ruhani olduğu inancındadır; çünkü kötülük maddesel gerçekliğe yönelik kasvetli ve çorak bir nefreti simgelemektedir, nazilerin de az çok böyle düşündüğünü görebiliriz.

siniklerin dediği gibi din gündelik gerçeklerle çelişmeye başladığında, dinden vazgeçme zamanı gelmiştir.

hepimiz john milton'ın kayıp cennet'inde kabız bir memur gibi konuşan tanrı'yla sohbet etmektense dickens'ın fagin'iyle ya da emily bronte'nin heathcliff'iyle kadeh tokuşturmayı tercih ederiz. serserileri herkes sever.

adrian leverkühn'ün muhteşem müziğine bakılırsa şeytan bütün güzel melodileri bestelemiş gibi görünüyor. varoş erdemi, şeytani kötülüğün yanında sakil kalıyor.

24.03.2009

intihar

terry eagleton

intihar insanın kendi varlığı üzerinde yan tanrısal bir inisiyatif uygulamasıdır.

tanrı bile kendini öldürmesini engelleyemez; bu konuda muhteşem ve anlamsız bir özgürlüğü vardır. özgürlük, nazilerin yaptığı gibi, kendini yok etmek için kullanılabilir. bu anlamda özgürlüğün en üst noktası özgürlüğü yok etmektir. sahip olduğun en değerli şeyden feragat edebildiğine göre oldukça güçlü olmalısın. tanrı, kullarının özgür eylemleri karşısında güçsüzdür; kullarının yüzüne tükürmelerini engelleyemez. intihar, kendilerine hayat verdiği için tanrı'yı bir türlü affedemeyenlerin sahte zaferidir.

kanlı ellerini kendine uzatarak tanrı'dan her zaman intikam alabilirsin. içinde zaten kayda değer bir şey yoksa pek büyük bir kayıp sayılmazsın.

muhteşem oyunundaki danton'un ölümünde "hiçbir şeyin kendini öldürmesi gerekmiyor, zaten doğuştan yaralılar." der georg büchner.

kierkegaard "umutsuzluğun asıl acısı ölmeyi becerememektir." der.