31.01.2021

uzun lafın kısası

baltasar gracian:
güzellik ve aptallık genellikle el ele yürürler.

cenap şahabettin: bir toplumun gereğinden fazla kuzu olması o toplum içinde er geç bir kurt sürüsü yaratır.

cesare pavese: en güzeli, insanın kendisini parlatması, sessizce ve hiçbir şeye aldırmadan kendisini bir kristale dönüştürmesidir.

charles bukowski: hemen herkes dahi doğar, geri zekalı gömülür.

dostoyevski: evlilik bütün onurlu, gururlu varlıkların, bütün bağımsızlıkların manevi ölümü demektir.

goethe: bir kitleyi etkilemek istiyorsanız, sade bir anlatım her zaman daha iyidir. özgün metinle yarışan açıklamalı çeviriler aslında sadece üniversite profesörlerinin kendi aralarındaki sohbete yarar.

elias canetti: merhamet edimi, iktidarın çok yüksek ve yoğunlaşmış bir ifadesidir.

emil cioran: ne kadar yükseğe çıkarsa çıksın, kişi tabiatının, kökendeki düşkünlüğünün mahkumu olarak kalır.

halil cibran: benim en büyük acım bedensel değil. içimde büyük bir şey var. onu öteden beri biliyorum ama dışarı çıkaramıyorum: bütün bu şeyleri yapan küçük birini oturup seyreden yüce ve sessiz bir benlik.

irvine welsh: önemli olan hayatın kalitesidir. bir sene adam gibi yaşamak, elli sene bok gibi yaşamaktan iyidir.

konfüçyüs: insanların yetenek ve erdemi tepecikler gibidir, üstünden aşılır.

murathan mungan: insanı en çok kendindeki muamma şaşırtır.

30.01.2021

sürgün

michel foucault

iokaste: her şeyden çok bilmek istediğim şudur: sürgün hayatı nasıldır? büyük bir sefalet midir?

polyneikes: en büyüğü. söylendiğinden de kötü.

iokaste: ne açıdan kötü? bir sürgünün kalbini en çok yaralayan şey nedir?

polyneikes: en kötüsü nedir bilir misin? özgürce konuşma hakkından mahrumdur insan.

iokaste: insanın zihninden geçenleri söylemekten men edilmesi.. bu bir kölenin yaşamına benziyor.

polyneikes: insan yönetenlerin aptallığına dayanmak zorunda kalıyor.

iokaste: delilerle deliliklerinde buluşmak. bu, insanı hasta eder.

polyneikes: insan kendi yararı uğruna doğasına karşı geliyor ve köle oluyor böylece.

29.01.2021

gönül borcu

charles baudelaire

j. g. f'ye

sevgili dostum,

aklıselim, dünyevi şeylerin asli bir varoluşa pek sahip olmadıklarını ve asıl gerçekliğin yalnızca düşlerde yattığını bizlere söyler. yapay çeşitliliği olduğu kadar doğal mutluluğu da içine sindirebilmesi için insanın öncelikle onu hazmetme cesaretini göstermesi gerekir ve belki de mutluluğu hak etmiş olanlar, tam da fanilerin anladığı anlamda mutluluk fikrinin onlar üzerinde kusturucu bir etki yaptığı kişilerdir.

bir yapay zevkler tablosunu bir kadına, en doğal zevklerin en sıradan kaynağına adamak, ahmak kafalı kimselere garip ve hatta saçma gelebilir. lakin şu kadarı açıktır ki, nasıl ki doğal dünya ruh dünyasıyla örtüşüp ona hammaddesini sunmak suretiyle birey adını verdiğimiz tarifsiz karışımı yaratmamıza yardım ediyorsa, kadın da bizim düşlerimize en büyük gölgeyi veya en büyük ışığı düşüren varlıktır.

kadın her halükarda esin vericidir. kendi hayatının dışında bir hayat daha yaşar, sürekli hatırında tuttuğu ve döllediği imgelemler içinde ruhsal bir hayat sürer. öte yandan bu adamanın ardında yatan sebebin anlaşılıp anlaşılmaması aslında pek de önemli değildir. hatta herhangi bir kitabın, adanmış olduğu kadın veya erkek dışında birileri tarafından anlaşılmış olması, yazarın gönlünü hoş etmek için gerekli midir ki? aslına bakarsanız, bir kitabın herhangi biri için yazılmış olması şart mıdır?

kendi adıma ben, şu yaşadığımız dünyaya o kadar az teveccüh gösteriyorum ki kalplerinden geçen şeyleri hayalî dostlarına postaladıkları söylenen şu duygusal hassas kadınlar gibi, yalnızca ölüler için yazmaktan mutluluk duyardım. ancak ben bu küçük kitabı ölü bir kadına değil, her ne kadar şimdilerde hasta olsa da hâlâ içimde capcanlı yaşayan ve gözlerini gökyüzüne, her nevi şekilden şekle girmenin gerçekleştiği yere çevirmiş olan bir kadına adıyorum. zira insan güçlü bir uyuşturucudan aldığı kadar yeni ve ince hazları acıdan, felaketten ve yazgıdan da alabilme ayrıcalığına sahiptir.

bu tabloda, dışarıda bir yürüyüşe çıkıp akan insan seline karışmış, bir zamanlar ter damlayan alnını silmiş ve içindeki ateşin kavurduğu dudaklarını serinletmiş uzaktaki bir elektra'ya kalbini ve aklını vermiş hüzünlü ve yalnız bir derbeder göreceksin ve kabuslarını sık sık dizginlediğin ve korkunç uykularını yumuşak müşfik bir elle dağıttığın bir başka orestes'in gönül borcunu sezeceksin.

28.01.2021

özlem

iris murdoch

insanın mutluluğu en mükemmel koşullarda bile gölgelenmeden kalmaz; hatta neredeyse saf mutluluk dediğimiz şeyin kendisi bir dehşet yaşatabilir.

insan yüreğinin aşka ve bilgiye duyduğu özlem sınırsızdır.

cinsel arzu, aynı zamanda aşk olduğu zaman, bizimle tüm dünya arasında bir bağlantı kurarak yeni bir deneyim tarzına geçirir. o zaman cinsellik muazzam bir bağlayıcı ilke olarak karşımıza çıkar. 

aşk bir kesinliktir, belki de kesinliğin tek türü.

p.a. loxias: kayıtsız bir dünyaya karşı gerçeği haykıran insanlar genellikle bir süre sonra yorgun düşer, sesi çıkamaz olur ya da kendi akıllarından kuşku duymaya başlarlar.

hakir görülen bir kadının öfkesinin yanında cehennem vız gelir.

cinsellik, dünyayla kurulan en güçlü bağlantılarımızdan biridir; mutluluğun ve tinselliğin doruğundayken hiçbir şeye kul köle olmaz; çünkü her türlü bilgiyi içinde taşır ve dokunduğumuz, baktığımız her şeyden zevk almamızı sağlar.

insana duyulan aşk bilgilere açılan bir kapıdır.

her büyük gerçek birer esrardır, her ahlak eninde sonunda mistisizmdir, bütün dinler giz dinleridir, büyük tanrıların hepsinin bir sürü adı vardır.

gözümüze kaba saba, bayağı ya da aşağılık görünen birinin pençesine düşenleri gördükçe hayrete düşeriz. bir kadın ya da bir erkek böyle olmalarına kimsenin karşı çıkamayacağını söyleyecek kadar incelikli ve akıllı olsalar bile aşkın doğasında bulunan bir yoğunlukla, dikkati taparcasına bir başkasının üzerinde toplamak yine de bir tür deliliktir.

27.01.2021

yanılsama

sigmund freud

din sorunları söz konusu olduğunda, insanlar mümkün olan her türlü üçkağıtçılığa ve entelektüel cambazlığa girişirler. koca dünyada insanların oynadığı küçük rolü alçak gönüllülükle kabul edip daha aşırıya kaçmayan kişi, umulanın aksine sözcüğün gerçek anlamıyla dinsizdir.

dinin insan uygarlığına büyük hizmetler yaptığı açıktır. din, toplum dışı içgüdülerin ehlileştirilmesine büyük katkıda bulunmuştur. ama bu yeterli olmamıştır, insan toplumunu binlerce yıl boyunca yönetmiş ve erişebileceği şeyleri göstermek için yeterli zamana sahip olmuştur. eğer insanların çoğunluğunu mutlu kılmayı, rahatlatmayı, yaşama katlanmalarını sağlamayı ve onları uygarlığın araçları haline getirmeyi başarabilseydi hiç kimse bugünkü koşulları değiştirme girişiminde bulunmayı hayal etmezdi.

ama bunun yerine ne görüyoruz? kişiyi dehşete düşürecek kadar çok sayıda insanın uygarlıktan hoşnutsuz ve uygarlık içinde mutsuz olduğunu, uygarlığı kaldırılıp atılması gereken bir boyunduruk olarak algıladıklarını, bu insanların ya uygarlığı değiştirmek için güçlerinin yettiği her şeyi yaptıklarını ya da uygarlık veya içgüdü kısıtlamasıyla hiçbir ilişkileri kalmayıncaya kadar uygarlık düşmanlığında ileri gittiklerini görüyoruz.

dinsel doktrinlerin doludizgin hüküm sürdüğü dönemlerde insanların genellikle daha mutlu oldukları kuşkuludur, daha ahlaklı olmadıklarıysa kesindir. insanlar, dinin hükümlerini dışsallaştırmanın ve böylelikle onların amaçlarını geçersiz kılmanın yolunu daima bulmuşlardır.

görevleri dine itaati sağlamak olan din adamları da bu yolda kendilerine düşeni yapmışlardır. tanrının iyiliği, adaleti üzerinde sınırlayıcı olmalıdır. kişi günah işler, bir özveride bulunur veya kefaretini öder ve böylece bir kez daha günah işlemekte serbest kalır.

rus iç gözlemciliği, ilahi inayetin tüm lütuflarına mahzar olabilmek için günahın vazgeçilmez ön koşul olduğu, dolayısıyla sonuçta günahın tanrının hoşuna gittiği sonucunu çıkaracak bir aşırılığa kadar varmıştır. din adamlarının, kitlelerin dine itaatini ancak insanın içgüdüsel tabiatına böyle büyük tavizler vererek sağlayabildikleri bir sır değildir.

her çağda ahlaksızlığın dinden aldığı destek, ahlakın aldığından az olmamıştır.

insan bir kez dinsel doktrinlerin önüne koyduğu her safsatayı eleştirmeksizin kabul etme ve hatta bunlar arasındaki çelişkilere önem vermeme noktasına geldi mi, aklının zayıflığı doğrusu bizi pek şaşırtmamalıdır. ama içgüdüsel doğamızı denetlemek için aklımızdan başka bir araç yoktur.

abd'nin tennessee eyaletinde küçük bir kasaba olan dayton'da 1925 yılında bir fen bilgisi öğretmeni hakkında "insanın daha ilkel hayvanlardan türediğini" öğrettiği için dava açılmıştır. düşünce yasaklamalarının etkisi altında olan insanlardan psikolojik ideale, aklın üstünlüğü idealine varmalarını nasıl bekleyebiliriz?

kucaktaki çocuktan uygar insana giden yol uzundur. kendi gelişmelerine giden yolda bir rehberlikten yoksun bırakıldıklarında çok sayıda genç insan yanılgılara düşecek ve kendi yaşam görevlerini gereken zamanda yerine getirmekten aciz kalacaktır.

hayır, bizim bilimimiz yanılsama değildir. ama bilimin bize veremediğini başka bir yerden alabileceğimizi sanmak, yanılsamanın ta kendisi olacaktır.

26.01.2021

ilenme

paul eluard


bir kartal, bir kayanın üstünden, seyrediyor dingin ufku. bir kartal savunuyor kürelerin devinimini. iyilikseverliğin tatlı renkleri, üzüntü, kuru ağaçların tepesindeki ölgün ışıklar, örümcek yıldızı biçiminde lir, bütün gökler altında benzeşen insanlar yerde de kafasız göktekileyin. ve bir bıçak sürükleyen kimse yüksek otların içinden, gözlerimin otlarından, saçlarımın ve düşlerimin, kollarında gölgenin bütün simgelerini taşıyan kimse, gök rengiyle benek benek, düştü üzerine dört renkli çiçeklerin.

25.01.2021

korku

sevan nişanyan

yüreğini aç insanlara. şaşmaz kuraldır: onlar da açar. bir kisve veya kimlikle gitme onlara, seni kafalarındaki bir şablona oturtamasınlar. savunmayı bırak, gardını indir. vurmaya niyetli bile olsalar vazgeçerler, vurmazlar. senelerce kapısının kilidi olmayan bir evde oturdum. dünyanın neresinde olursam olayım arabamı kilitlemem, anahtarı da üstünde bırakırım, ister gece, ister gündüz. sağlık sigortam yok, hiçbir zaman olmadı. inan bana, evime hiç hırsız girmedi, arabam hiç çalınmadı, ıvır zıvır şeyler dışında doktora hiç yolum düşmedi. kendini ne kadar az savunursan o kadar güvende olursun.

isa'nın meşhur sözü vardır, "yüzüne vururlarsa öbür yanağını çevir," diye. çoğu insan bunu yanlış anlar, bir zaaf öğretisi sanır. hiç değildir halbuki, güç öğretisidir. korku insana güç getirmez. korkusuzluktur asıl güç.

24.01.2021

horoz kümesi

aravind adiga

on bin yıllık tarihinde hindistan'dan çıkan en harika şey horoz kümesi'dir.

jama mescidi'nin arkasındaki eski delhi'ye gidin ve oradaki çarşıda tavukları nasıl tuttuklarına bakın. yüzlerce açık renkli tavuk ve canlı renklerdeki horoz, karındaki kurtlar kadar sıkışık şekilde, tel örgülü kafeslere tıkılmıştır; birbirlerini gagalayıp birbirlerinin üzerine sıçarlar, biraz nefes alabilmek için itişip kakışırlar. bütün kafesten iğrenç bir koku yayılıyor, korkmuş, tüylü bedenlerin leş gibi kokusu. bu kümesin yukarısındaki tahta masada, yeni doğradığı, hala koyu renk kanla kaplı ve yağlı bir tavuğun eti ve organlarıyla gösteriş yaparak sırıtan bir kasap oturur. kümesin içindeki horozlar üstlerinden gelen kan kokusunu alırlar. kardeşlerinin etrafa dağılmış organlarını görürler. sıranın kendilerinde olduğunu bilirler. yine de isyan etmezler. kümesten kaçmaya çalışmazlar.

bu ülkede aynı şey insanlara da yapılır.

akşamları delhi'deki yolları izleyin; er ya da geç, bisikletin arkasına eklenmiş olan arabaya bağlanmış dev bir yatak ya da masa taşıyan, bir bisikletli çekçeğin üzerinde pedal çeviren bir adama rastlayacaksınız. her gün bu -teslimatçı- adam tarafından evlere mobilyalar teslim edilir. bir yatağın ücreti 5000 rupidir, belki de 6000'dir. sandalyeleri ve sehpayı eklerseniz, 10 ya da 15 bin eder. bisikletli arabasıyla bir adam gelip size bu yatağı, sehpayı ya da sandalyeleri getirir; ayda 500 rupi kazanabilecek zavallı bir adam. sizin için tüm bu mobilyaları arabadan indirir ve siz de ona parasını peşin verirsiniz; tuğla kalınlığında şişman bir tomar. bunu alıp cebine veya gömleğinin içine ya da iç çamaşırının içine koyar ve 1 rupisine bile dokunmadan hemen gidip patronuna iletir! bir yıllık, belki iki yıllık maaşı kadar para ellerinin arasındadır ve o asla 1 rupi bile çalmaz.

her gün delhi yollarında şoförün biri, arka koltuğunda siyah bir çantanın oturduğu boş bir arabayı sürüyordur. çantanın içinde ise 1 milyon, 2 milyon rupi vardır; şoförün hayatı boyunca görebileceği paradan daha fazla bir para. eğer parayı alsa amerika'ya, avustralya'ya ya da herhangi bir yere gidip yeni bir hayata başlayabilir. hayatı boyunca hayalini kurduğu ama yalnızca dışından görebildiği o beş yıldızlı otellerden birine gidebilir. ailesini alıp goa'ya ya da ingiltere'ye gidebilir. buna rağmen siyah çantayı patronunun istediği yere götürür. olması gereken yere koyar ve asla 1 rupiye bile elini sürmez. neden?

hintliler dünyanın en dürüst insanları olduğu için mi?

hayır. yüzde 99,9'umuz tıpkı kümes pazarındaki o zavallıcıklar gibi horoz kümesi'ne yakalandığı için.

horoz kümesi cüzi miktarda paralarla her zaman işlemez. şoförünüzü 1-2 rupiyle test etmeye kalkmayın, o kadarını çalabilir. ama bir hizmetkarın önüne 1 milyon dolar bırakırsanız 1 penny bile almaz. deneyin: mumbai'de bir taksiye içinde 1 milyon dolar olan siyah bir çanta bırakın. taksi şoförü polisi arayacak ve günün sonunda parayı iade edecektir. kalıbımı basarım. (polisin parayı size geri verip vermeyeceği başka bir konu) patronlar hizmetkarlarına güvenip elmas bile verirler! gerçekten! her akşam, dünyanın en büyük elmas kesme ve cilalama işinin yürütüldüğü surat'tan yola çıkan her trende, elmas tüccarlarının hizmetkarları ellerinde mumbai'deki birine vermeleri gereken kesilmiş elmaslarla dolu çantalar taşırlar. neden o hizmetkar elmas dolu çantayı almaz? o gandi değil, sizin benim gibi bir insandır. ama o horoz kümesi'nin içindedir. bütün hint ekonomisinin temelinde hizmetkarların güvenilirliği yatar.

burada hindistan'da bizim diktatörlüğümüz yok. gizli polis yok.

çünkü bizim kümesimiz var.

insanlık tarihinde daha önce hiç bu kadar az kişinin bu kadar çok kişiye borçlu olduğu görülmemiştir. bu ülkedeki bir avuç adam, geri kalan %99,9'u -her bakımdan güçlü, yetenekli, akıllı olarak- bu kölelik içinde devamlı kalmaları için eğitmiştir. öyle bir köleliktir ki bu, bir adamın eline özgürlüğünün anahtarını verseniz küfredip anahtarı size geri atar.

her gün milyonlar gün doğarken uyanır, pis, kalabalık otobüslerde ayakta dikilip patronlarının gösterişli evlerinin önünde inerler ve sonra yerleri silerler, bulaşıkları yıkarlar, bahçedeki otları temizlerler, patronlarının çocuklarını doyururlar, ayaklarını yıkayıp durularlar; hepsi çok az bir para için. asla amerika ya da ingiltere'deki zenginleri kıskanmayacağım. onların orada hizmetkarları yok. onlar iyi bir hayatın ne olduğunu anlamaya başlayamazlar bile.

horoz kümesi neden işliyor? nasıl milyonlarca kadını ve erkeği böyle etkili bir şekilde tuzağa düşürebiliyor? tüm sevgimizin ve fedakarlığımızın kaynağı, ulusumuzun gururu ve görkemi, yani hint ailesi bizim bu kümesin içinde kapana kısılıp kalmamızın sebebidir.

bir adam kümesten kurtulabilir mi? mesela bir gün bir şoför patronunun parasını alıp kaçsa ne olur? hayatı nasıl olur? bu sorunun yanıtı, yalnızca ailesinin mahvedildiğini, yakalanıp dövüldüğünü ve patronlar tarafından diri diri yakıldığını görmeye hazır olan bir adamın kümesten kaçabileceğidir. bunu normal bir insan yapamaz; ancak bir ucube, bir manyak olmak gerekir.

23.01.2021

sevmek

romain gary

sevmek, yalnızca sakınmanın yolunu şaşırdığı haritasız ve pergelsiz bir serüvendir.

en güzel çığlıklar en umutsuz çığlıklardır.

her taraf su içindeyken dağılan, parçalanan bir çiftten daha zor bir şey yoktur. böyle durumlarda en iyisi bir çırpıda bitirmektir işi.

bir çifti parçalayan şey, sonunda onu daha güçlü biçimde birleştirir. uzaklaştıran güçlükler sonunda yaklaştırır ya da zaten bir çift yoktur ortada. yönleme hatası yapan iki mutsuz birbirlerini bulmuştur.

insanın, sevmiş olduğu tek kadını yitirince her şeyin bittiğini sanması bir sevgi eksikliğidir.

lamartine'in ölümsüz bir dizesi geliyor aklıma: "bir tek kişiyi yitirirsiniz ve yaşamınız dopdolu olur."

aşk her şeyi anlar, her şeyi cevaplar, her şeyi çözümler ve her şeyi ona bırakmak gerekir. ulaşım araçlarını değiştirmek için bir abonman, portakal rengi bir kart almak yeter.

sevmek aşırı bollukla büyüyen tek zenginliktir. ne kadar çok verirseniz size o kadar çok kalır.

bir başkası; ama hiç önemi yoktu bunun, başka bir yerde ve bilmem hangi gelecekte; ama demirler kırılacaktır ve geleceğin çizgisini biz avuçlarımızla kendimiz çizeceğiz.

bir kadınla yaşadım ve başka türlü nasıl yaşandığını bilmiyorum. anı mı istiyorsunuz? işte biri. yatmıştı. çok acı çekiyordu. üzerine eğilmiştim. güçlü bir el, erkek bir varlık, inandırıcı, "ben buradayım" diyen. neden ölmek. parmaklarının ucuyla yanağıma dokunmuştu. "beni o kadar çok sevdin ki bu sevgi neredeyse benim eserim oldu. gerçekten yaşantımda bir şey yapmayı başarmışım gibi. milyonlarca insan her zaman deneyebilirler; ama yalnızca bir çift başarabilir bu işi. milyonlarla ancak ikiye kadar sayılabilir."

insanı bilgeliğe yönelttiğinden çok güzel ve çok bilinen bir deyim vardır: "az zararla çok yarar sağlamak gerekir." yok, hayır, öyle değildir ve sebebi de şudur: bu zararın acısı hiç dinmeyecektir. sokakta yürürken birbirlerine destek olan, birbirlerinden ayrılmayan çiftler gördünüz mü? budur zararın acısı. her birimizden daha az kaldıkça ikimizden daha çok kalır.

anlaşılmaza karşı iki kişi olunca insanlar daha şanslı olur. gözlerinizi kapayın ve bana bakın. gerçeklerin tümü, içinde yaşanabilir türden değil. çoğu zaman ısıtmaz ve insan orada soğuktan ölür. yokluk beni ilgilendirmiyor, özellikle de var olduğu için.

bir kadın bütün gözleriyle, bütün sabahlarıyla, bütün ormanları, tarlaları, kökleri ve kuşlarıyla sevildiğinde onun henüz yeteri kadar sevilmediği anlaşılır ve dünya, sizin yapmak zorunda olduğunuz şeylerin başlangıcından başka bir şey değildir.

daha sonra yaşayacağız. şimdilik söz konusu olan şansa bir şans vermektir. bu öyle bir dönem ki herkes yalnızlığı haykırıyor ve aşkı haykırdığını bilmiyor. insan yalnızlığını haykırdığında her zaman aşkı haykırır.

anılarımı sana vermek için çok ileri yaşıma kadar yaşayacağım. her zaman vatanım, toprağım, köklerim, evim ve bahçem olacaktır: kadının pırıltısı. bir kalça hareketi, saçların uçuşması, birlikte yazacağımız bazı çizgiler ve nereli olduğumu bileceğim. her zaman ana vatanım olacaktır ve ancak bir patika kadar yalnız olacağım. yitirmiş olduğum her şey bana bir yaşama sebebi veriyor. tertemiz, mutlu, ölümsüz. kadının pırıltısı.

22.01.2021

nefret

stefan zweig

yalnız ve yalnız toplumun esenliğini amaç edinen bir ideal, geniş halk kitleleri için hiçbir zaman tümüyle yeterli olamaz; ucuz kafaların var olduğu yerde, salt sevginin yanı sıra nefret de o karanlık hakkını ileri sürer ve bireyin, ortaya atılan her düşünceden en kısa sürede kendi kişisel çıkarını sağlama eğilimini belirginleştirir. somut olan, elle tutulup gözle görülebilen, her zaman kitleye soyut olandan daha kolaylıkla nüfuz eder; onun içindir ki bir ideal yerine somut nitelik taşıyan, yöneltilebilen, başka bir sınıfa, ırka ya da dine dönük düşmanlığı dile getiren sloganlar siyaset pazarında daha çabuk benimsenir. çünkü bağnazlığın öldürücü ateşini körükleyebilecek en büyük güç nefrettir.

21.01.2021

din

osho

dünyada var olan tüm dinler -ki sayıları hiç de az değildir- ölü kayalardır. onlar akmazlar, değişmezler, çağla birlikte hareket etmezler. ve ölü olan hiçbir şey size yardım edemez; tabii eğer bir mezar yapmak istemiyorsanız.

tüm sözde dinler yaşantınızı, sevginizi, sevincinizi yıkarak ve kafalarınızı tanrı hakkında, cennet ve cehennem, reenkarnasyon ve çeşitli saçmalıklar hakkında fantezilerle, kuruntularla ve halüsinasyonlarla doldurarak size mezar kazıyorlar.

bu din mensupları size orucu öğretiyorlar. bu doğaya karşıdır. oruç da çok yemek kadar kötüdür. 

din adamının görevi, insanların kendilerini daha çok suçlu hissetmelerini sağlamaktır. bu bir iştir ve çok incelikli bir yapısı vardır: insanların her şey hakkında, her zevk hakkında suçlu hissetmelerini sağla.

dinler sizi neden doğal içgüdülerinize karşı koyduruyor? tek nedenle: sizi suçlu hissettirmek için. bu "suçlu" sözcüğünü tekrarlayayım. bu onların sizi yıkma, sömürme, biçimlendirme, alçaltma, kendinize saygı duymamanızı sağlama odaklarıdır. bir kez suçluluk yaratılınca, bir kez "ben suçlu biriyim, ben günahkârım." diye hissetmeye başlayınca işleri bitmiştir. o zaman sizi kim koruyabilir? o zaman kurtarıcıya ihtiyaç vardır. ama önce hastalık yaratılır.

hristiyanlık ve müslümanlık çok ilkel dinlerdir. hinduizmin, budacılığın, taoculuğun kültürlü, incelikli tavrına sahip değillerdir. onlar nasıl tartışılacağını bilmiyorlar, sadece nasıl savaşılacağını biliyorlar. onların tek tartışmaları kılıç, kimin haklı olduğuna kılıcın ucunda karar veriliyor.

dünyadaki tüm dinler insan zihnini çocukluktan itibaren doğduğunuz dinin gerçek din olduğuna şartlandırdılar. bir hindu kendi dininin dünyadaki tek gerçek din olduğuna inanır, diğer bütün dinler sahtedir. aynısı museviler, hristiyanlar, müslümanlar, budistler için de geçerlidir. bu dinler kör insanlardan oluşan bir toplum yarattı ve sizin gözlerinize ihtiyacınız olmadığını söyleyip duruyorlar.

düşünmenize izin yok; çünkü düşünmek sizi yoldan çıkarabilir. onların sizi götürmek istediği yollardan farklı yollara çıkmanız şart; çünkü düşünmek şüphenizi, aklınızı keskinleştirmek demektir ve bu da bu sözde dinler için çok tehlikelidir. buna "inanç" diyorlar. oysa bu, aklınızı öldürmekten başka bir şey değildir.

her tarafta seyyar satıcılar var: hristiyanlar, müslümanlar, hindular, budistler, museviler.. size sırf zehir olan bir şey satmaya çalışan her tür satıcı müşteri arayışı içinde.

hiçbir din "kafanızda soru işareti yaratan şeyler vardır; ama yanıt beklemeyin. yaşam bir gizemdir." diyecek kadar cesur değildir. oysa gerçek din mistisizmdir.

dua denilen şeyler sahtedir. milyonlarca tapınak, kilise, sinagog ve milyonlarca insan dua ediyor sürekli. fakat duaları yanlış; çünkü hep bir şey istiyorlar. zaten almış olduklarına hiç teşekkür etmiyorlar. dualarında, eğer iyi bakarsanız, bir dilenciyi görürsünüz, minnettar olmayan bir dilenciyi. şeylerin olması gerektiği gibi olmadığına dair belli bir şikâyet var, başkalarının daha çok aldığına, benim o kadar almadığıma dair.

dinler insanlığı asırlardır hadım ediyor; tüm cesaretimizi, haysiyetimizi yıkıyorlar.

dinler daha iyi bir insanlık yaratmaya yardımcı olmadı. sadece insandaki güzel olan her şeyi yıktılar, onun gelişimini durdurdular, ta köklerinden kestiler.

tüm insanlığın bir üzüntü denizinde boğulduğunu görüyorum, bunun nedeni de üzgün olmaya şartlanmanızdır. dinleriniz şarkı söylemenizi, gülmenizi, dans etmenizi istemiyor; çünkü şarkı söyleyen, dans eden, gülen insanlar bağımsız bir karaktere sahiptir. kendilerine has bir eşsizlikleri ve bireysellikleri vardır. onlar köle değildir ve sonucu ne olursa olsun köle olmayı kabul etmeyeceklerdir.

tüm insanlığın mutlu olmasını, dans etmesini, şarkı söylemesini istiyoruz. o zaman tüm gezegen olgunlaşır, bilinci evrimleşir. üzgün, bedbaht birinin keskin bir bilinci olamaz; onun bilinci sönüktür, bulanıktır, ağır ve karanlıktır. ancak yürekten güldüğünüz zaman bir anda tüm karanlık kaybolur.

20.01.2021

sizin için

orhan veli kanık


sizin için, insan kardeşlerim
her şey sizin için
gece de sizin için, gündüz de
gündüz gün ışığı, gece ay ışığı
ay ışığında yapraklar
yapraklarda merak
yapraklarda akıl
gün ışığında binbir yeşil
sarılar da sizin için, pembeler de
tenin avuca değişi
sıcaklığı
yumuşaklığı
yatıştaki rahatlık
merhabalar sizin için
sizin için limanda sallanan direkler
günlerin isimleri
ayların isimleri
kayıkların boyaları sizin için
sizin için postacının ayağı
testicinin eli
alınlardan akan ter
cephelerde harcanan kurşun
sizin için mezarlar, mezar taşları
hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları
sizin için
her şey sizin için

19.01.2021

düğün

thomas bernhard

düğünler beni her zaman bunalıma sokmuştur; kısa bir süre içinde onlara katılmaktan vazgeçtim, bunlara gitmeyi hep reddettim. düğüne katılanlar hain bir budalalık içinde. neredeyse tüm yaşamımız boyunca tanıdığımız bir insanı gördüğümüze seviniyoruz; onun elini sıkıyoruz ama hemen ardından onun bir budala haline geldiğini görüyoruz. ve gençler de yaşlılardan daha budala; yaşlılar hiç değilse grotesk.

biz her zaman, biz kendimizi nasıl geliştiriyorsak, hangi yönde olursa olsun, diğerlerinin de kendilerini geliştirdiği yanılgısı içinde yaşıyoruz ama yanılgı bu; çoğunluk duraksamış ve kendini hiç mi hiç geliştirmemiş; ne bu yöne ne de öteki yöne; ne daha iyi ne de daha kötü olmuşlar; yalnızca yaşlanmış ve bu yüzden de son derece can sıkıcı olmuşlar. uzun bir süre görmediğimiz bir insanın gelişmesinin bizi şaşırtacağınız sanıyoruz ama onu tekrar gördüğümüzde yalnızca hiç gelişmemiş olması, yalnızca 20 yıl daha yaşlanmış olması, iyi bir vücut yerine göbekli olması, tombul parmaklarında bize bir zamanlar güzel görünen büyük ve zevksiz yüzükler taşıması bizi şaşırtıyor. biriyle ya da bir başkasıyla birçok konuda konuşabileceğimizi sanıyoruz; ama hiçbiriyle hiçbir konuda konuşamayacağımızı saptıyoruz.

orada öylece duruyor ve kendimize "neden" diye soruyoruz ve havanın şöyle ya da böyle, devlet krizinin şöyle ya da böyle olduğu, sosyalizmin asıl şimdi gerçek yüzünü gösterdiği vesaire dışında söyleyecek başka bir söz bulamıyoruz. eski bir dostun bugün de dostumuz olduğunu sanıyoruz ama hemen kendi korkunç, çoğunlukla da neredeyse öldürücü olan yanılgımızı görüyoruz. şu kadınla resim üzerine konuşabilirsin, şununla şiir üzerine diye sanıyorsun ama sonra yanıldığını görmek zorunda kalıyorsun; biri resim üzerine ne kadar az şey biliyorsa, diğeri de şiir hakkında o kadar az şey biliyor; ikisi de yalnızca yemekler hakkında gevezelik etmeyi becerebiliyor. biriyle eskiden matematik üzerine ne kadar güzel konuşurdum, diye düşünüyorsun, diğeriyle mimari üzerine ama birinin matematiğinin, diğerinin mimari bilgisinin 20 yıl önceki yetişme yıllarının bataklığına saplanıp kaldığını saptıyorsun. bir dayanak noktası bulamaz oluyorsun artık ve onlar neden olduğunu anlayamadan onları incitiyorsun. sonra herkesi inciten biri olup çıkıyorsun, durmaksızın herkesi inciten biri.

18.01.2021

hikâye

a. l. kennedy

hikâyeler kusursuz olmamalı; gerçek hiçbir zaman öyle değildir.

bazı insanların radarları olduğuna yemin edebilirim; sonradan pişman olacağınız bir şeyler yapmaya niyetlendiğiniz anlarda ortaya çıkıverirler.

sevecenlik sessiz sedasız ne felaketlere yol açar; tehlikelidir ve asla umulan yerde bulunmaz.

konuşmanın kabalık olarak görüldüğü başlıca sosyal etkinlik sekstir.

tertemiz ve duygusal rüyalar görmenin kötü tarafı budur: ertesi sabah insanın üzerinde korkunç bir etki bırakırlar. yüzü olmayan bir insanla seks yapmayı, şiddeti ya da hiç rüya görmemeyi tercih ederim.

insanlar kiliseye gitmemeli; bir iyilik yapmak istiyorsanız onları deniz kenarına gönderin.

bir yazar, hayat karşısında sersemlediğinde ancak yazabilir.

bazen yalan en iyi başlangıçtır.

dünya öylesine tıka basa dolu ki, insanın karanlıkta kalma lüksü bile olmuyor.

tüm öpüşmeler aşağı yukarı aynıdır sanırım: taraflar için büyüleyici bir ihtiyaç; izleyenler içinse çirkin bir görüntüdür.

elveda "ben", merhaba "biz." bu gibi durumlarda düşmanlara karşı savunmanız gereken iki cepheye sahip olduğunuzu ve kendinizi buna hazırlamanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. bu dostça bir uyarıdır.

bayrak yarışı

oğuz atay

akşam oluyordu, sınıfa bir gariplik çökmüştü. bana yeni devredilen talebelerimin yüzlerine şöyle bir baktım. bir kütle olduklarını düşünürüm onlarım; yalnız ön sırada oturanlar biraz insana benzer; ötekiler onları saran bir yığındır. ben de ön sıraya baktım, şöyle bir baktım yani. onların bakışları, her zamanki gibi donuktu, ifadesizdi; ama gene her zamanki gibi, bilinmeyene karşı duyulan korkuyla doluydu: beni tanımak istiyorlardı.

"hocamız rahatsız" dedim onlara. "biz" diliyle konuşuyordum her zamanki gibi: "bir süre birlikte yürüteceğiz dersleri." biri, arka sıralardan biri adımı sordu. tahtaya yazdım. sonra profesör olduğumu da öğrendiler. bunları hep arka sıralardakiler sordu. ön sıradakiler daha ciddi görünmeye çalışırlardı. onlar da hangi kitapları tavsiye edeceğimi sordular.

refik bey'in kitabı yoktu: kitabın icadından önce profesör olmuştu. benim kitabım vardı. biraz ısrar etmelerini bekledikten sonra kitabımın adını da yazdım tahtaya. yılda bir iki kere yayımlanan dergilerde de bazı makalelerim çıkmıştı. uzak ülkelerde yaşayan ve matematik dünyasında bile çok az kişiyi ilgilendiren konularla uğraşan meslektaşlarımın işine yarayabilecek şeyler.. bilim denizinde sonsuz küçük birkaç nokta. başka araştırmalarda, "prof. s. gözbudak'ın aynı konudaki araştırması" şeklinde bir dip notu. bunların adlarını tahtaya yazmadım tabii. henüz o kadar kendimden geçmemiştim. başka kitap adları da yazdım: tavsiyelerime tarafsız bir görünüm vermek için.

"siz hangisini tavsiye edersiniz?" diye sordu ön sıradan biri. hep bunu sorarlardı. talebe denilen şekilsiz kütle her yıl başkalaşır; fakat içlerinden bazıları sanki yarıştaki bayrak gibi yıldan yıla hiç değişmeden aktarılırdı. bu öğrenciyi sanki yıllardır tanıyordum. sanki yıllardır aynı soruyu bıkmadan usanmadan soruyordu bana. ben de yıllardır gene bir bayrak gibi taşıdığım, "kendi kitabımı tavsiye etmem" karşılığını verecektim ve yıllardır değişmeyen biçimde gülünecekti cevabıma. ne bitmez bir bayrak yarışıydı bu, allahım!

17.01.2021

din ve ahlak

marquis de sade

insanın bütün ahlakı yalnızca şu ifadede kayıtlıdır: kendin ne kadar mutlu olmak istiyorsan başkalarını da o kadar mutlu kıl ve maruz kalmak istemediğin kötülüğü onlara yapma. uymamız gereken tek ilke budur. bu ilkeyi tanımak ve kabul etmek için ne dine ne de tanrı'ya ihtiyaç vardır, yalnızca iyi bir kalp yeterlidir.

ahlak vaazı veren adam! ön yargılarını terk et, insan ol, insancıl ol, korkusuz ve umutsuz ol; tanrılarını ve dinlerini bırak gitsin. bütün bunlar insanların ellerine zincir vurmaya yarar. bütün bu dehşetlerin adı bile yeryüzünde tüm diğer felaketlerden ve savaşlardan daha fazla kan döktürdü. öteki dünya fikrinden vazgeç, yok öyle bir şey; ama bu dünyada mutlu olmaktan ve mutlu etmekten vazgeçme. işte, doğanın yaşamını iki misline çıkarman ya da geliştirmen için sana sunduğu tek tarz bu.

dostum, şehvet daima benim varlıklarımın en değerlisi oldu, yaşamım boyunca onu övüp durdum ve ömrümü şehvetin kollarında tamamlamak isterim: sonum yaklaşıyor, gün ışığı kadar güzel altı kadın şu yandaki odada, onları bu an için sakladım; sen de payını al, batıl inancın tüm nafile safsatalarını ve ikiyüzlülüğün bütün aptalca yanılgılarını benim gibi sen de onların göğsünde unutmaya çalış.

insan aydınlandığı ölçüde, hareketin maddeye içkin olduğunu kavradığı ölçüde, bu hareketi yaratacak bir failin gerekliliğinin yanıltıcı bir varlık olduğunu anladı. ve var olan her şey özü gereği hareket halinde olduğundan, devindirici gücün gereksizliğini hissetti; ilk yasa koyucuların özenle icat ettikleri kuruntuların ürünü olan bu tanrı'nın, onların ellerinde, bizi zincirleyecek yeni bir araçtan başka bir şey olmadığı anlaşıldı ve bu hayaleti konuşturma hakkını yalnız kendilerine saklayarak, bizi köleleştirmek için başvuracakları gülünç yasalara destek olacak şeyi bu tanrı'ya söyletmeyi iyi bildikleri de ortaya çıktı.

lycurgue, numa, musa, isa, muhammet, tüm bu büyük hinoğluhinler, bizim fikirlerimizin tüm bu büyük despotları, kendi ölçüsüz tutkuları için yarattıkları ilahları bir araya getirmeyi bildiler ve bazıları bu tanrıların yaptırımları aracılığıyla halkları esir edeceklerine emindiler. bilindiği gibi onlar ya kendilerine uygun sorular sorulmasına ya da kendilerine hizmet edebileceğine inandıkları şeye cevap vermeye özen gösterdiler.

bugün, hem dalaverecilerin vaaz ettikleri bir işe yaramaz bu tanrı'yı hem de onun gülünççe benimsenmesinden kaynaklanan tüm dini kurnazlıkları aynı şekilde aşağılayalım artık!

16.01.2021

bir soru

turan dursun

hoca okumaya başlayacaktı ki, birinin bir sorusu oldu:

"hoca efendi benim bir derdim var."

"seninki nedir?"

"elhamdulillah hepimiz şeriat evindeyiz, 'şeriatta ar olmaz' değil mi?"

"hee."

"şimdi ben avradımın memelerini ememem mi?"

"emersen ola ki süt gaçar."

"gaçarsa ne lazım gelir?"

"avradın haram olur."

"ey hele dur hoca, gurban olduğum hoca, avrat benim değil mi, hem emerim, hem gömerim?"

"gömersin, ona şeriat izin verir; ama, emmeye gelince, işte orada şeriat 'dur' diyir."

cemaattekilerin konuşmalarına göre "emme de gömme de olur" görüşü yaygındı. ne ki hocanın fetvası kesindi, kimse karşı çıkmadı artık.

15.01.2021

politikacı

forrest carter

tarihteki bütün cinayetlerden politikacılar sorumludur.

paylarından fazlasını depolayan ve kendilerini besleyen insanlar, ellerindekini de kaptırırlar. bu konuda savaşlar olur. uzun konuşmalar yaparak paylarından fazlasını ellerinde tutmaya çalışırlar. bir bayrağın onlara bunu yapma hakkını verdiğini söylerler. erkekler, sözler ve bıçaklar yüzünden ölürler ama gidişatın kurallarını değiştiremezler.

insanlar gevşek davranırlarsa, politikacılar kontrolü ele alabileceklerini görürler. gevşek insanlar üzerinde kontrol kurarlar ve çok geçmeden bir diktatörün olur.

spor için bir şeyi öldürmeye gitmek, dünyadaki en aptalca kahrolası şeydir. aptallar bunu üzerinde bir an bile düşünmeden kabul etmişlerdir; ama araştırırsan, bunu da politikacıların başlattığını görürsün.

bir bıçak alıp da politikacının midesini açsan, orada tek bir gerçek kırıntısı bulamazsın.

hükümet bürokratları dağ insanlarını anlamazlar, anlamak da istemezler. orospu çocuklarının hiçbir şeyi anladıklarını sanmam.

14.01.2021

good will hunting

gus van sant

"önceki gün resmim hakkında söylediklerini düşündüm. bütün gece bunu düşündüm. sonra anladım. ondan sonra güzel bir uykuya dalıp, seni hiç düşünmedim. ne anladım biliyor musun? sen sadece bir çocuksun. ne konuştuğunu bile bilmiyorsun.

boston'dan hiç çıkmadın. sana sanat soracak olsam, bana okuduğun kitapları satmaya kalkacaksın. michelangelo. hakkında çok şey biliyor musun? çalışmalarını, politik etkilerini, papayla ilişkilerini, cinsel tercihini, bütün çalışmalarını söylersin. ama sistine şapeli'nin kokusunu söyleyemezsin. çünkü oraya gerçekten gidip o güzel tavana bakmadın. görmedin. sana kadınları sorsam, neleri sevdiğin hakkında bir sürü şey sayarsın. belki bir iki kere yatmışsındır da. ama bir kadının yanında uyanmanın ve mutlu olmanın ne olduğunu söyleyemezsin.

zorlu bir çocuksun. sana savaşı sorsam shakespeare'den bahsedersin, değil mi? bir kere daha yaklaşıyoruz dostlar. ama hiç savaş görmedin. en yakın dostunun, kafası kucağında son nefesini verirken sana nasıl baktığını görmedin. sana aşkı sorsam sonelerden alıntı yapacaksın. ama bir kadının karşısında hiç tamamen savunmasız kalmadın. sana gözleriyle hükmedecek birini görmedin. tanrının seni cehennemden kurtarması için indirdiği melek olduğunu düşünmedin. onun meleği olmak nasıl bir şey bunu da bilmiyorsun. bir aşkı sonsuza dek paylaşmayı. her şeye rağmen. kansere rağmen. bir hastane odasında iki ay boyunca elini tutarak sabahlamak ne demek bilmiyorsun. doktorun gözlerine baktığında "ziyaret saatleri" kuralının anlamsız olduğunu görmesi ne demek bilmiyorsun. gerçek kayıp ne bilmiyorsun. çünkü hiçbir şeyi kendinden daha fazla sevmedin. birini bu kadar sevmeye bile cesaret edememişsindir.

sana bakınca kendine güvenen bir entelektüel görmüyorum. ürkek bir velet görüyorum. ama sen bir dahisin. bunu kimse inkar edemez. kimse senin derinliklerini anlayamaz. 

sırf bir resmimi gördün diye hakkımda her şeyi bildiğini sanıyorsun. hayatımı yorumladın. yetimsin değil mi? sırf oliver twist'i okudum diye hayatının ilk dönemlerinde neler hissettiğini anlayabilir miyim? bu seni anlatır mı? şahsen umurumda bile değilsin. senden bir şey öğrenemem. sen kim olduğunu anlatmak istemezsen, sırf kitap okudum diye seni anlayamam. anlatırsan ben varım. ama sen istiyor musun? söyleyebileceklerimden korkuyorsun."

yolculuk

balzac

karşılaşacağın insanları yargılayabilecek kadar yaşam deneyimin yoksa, yolcu arabalarında konuşmak kadar tehlikeli bir şey yoktur.

yolculuk etmiş olan herkes bilir ki rastlantıyla bir arabada bir araya gelmiş kişiler hemen ilişkiye geçmezler birbirleriyle. ender durumlar bir yana, ancak biraz yol gittikten sonra konuşurlar. bu sessizlik dönemi, bulunulan yere yerleşme kadar karşılıklı incelemeyle de doldurulur. beden kadar ruhlar da dengeli duruma gelme gereksinimindedir.

herkes yol arkadaşlarının gerçek yaşını, mesleğini, kişiliğini kavramış olduğu kanısına vardıktan sonra, en konuşkanı başlar, herkes yolculuğu güzelleştirmek, sıkıntılarını hafifletmek gereksinimini duymuş olduğu için de konuşmaya daha bir sıcaklıkla girişilir.

13.01.2021

aşk

gregory dart

çoğu kez aşkın peşine düştüğümüzde ruh halimiz, satın alınacak bir meta aradığımız zamanki ruh halinin tıpatıp aynısıdır; yani bir tüketici gibi davranırız.

âşık olmadığımız için bir neden göstermek zorunda değiliz; ama nedense hep yaparız bunu. bu, başkalarının bize zorla kabul ettirdiği, bizim de kendimizden beklediğimiz, bizi reddetmek zorunda kaldıkları zaman bizden uzaklaşan sevgililerimizden de beklediğimiz bir şeydir. bu gibi konuların açıklaması olmaz; çünkü aşk da dini inanç gibi ne rasyoneldir ne de isteğe tabi. yapabileceğimiz tek şey, bize sunulan mazeretleri kabul etmek ya da etmemektir.

aşk esasen düşsel bir deneyimdir; arzuların tatmin edilmesinden ziyade genişletilmesini, yayılmasını hedef alan bir deneyim.

stendhal'ın bir arkadaşı bir zamanlar ona şöyle demiş: "bir kadına âşık olduğun zaman kendine şunu sormalısın: bu kadınla ne yapmak istiyorsun?" bu sorunun yanıtı, asla sandığınız kadar aşikâr olmayabilir.

12.01.2021

perspektif

ece ayhan

nereye dönersem kıçım arkamdadır.

"sevgi, yalnız mutlu yüzüyle vardır."

en bozulduğum şey; aciz bir adamın, sessiz ve konuşamayan adamın tepesine binmeleridir kimilerinin.

"tahmin edilememek insanın temel niteliğidir."

her uzaklık, her uzaktan bakma belli bir yalın perspektif sağlar, sağlıyor. gündelik yaşayışta ise derin ve gerçek perspektifi bulmak işte bu yüzden zor.

metin kaçan, ağır roman adlı bir dolapdere romanında "şakur şukur sevişmek" diyordu. cezmi ersöz de bir yazısında böyle diyor. ikisinden biri ya da her ikisi de, çeyrek sait faik olur mu ki?

bu toplumda hiçbir şey, bir yazınsal süreç dahi, sonuna dek götürülemiyor nedense. belki de doğuda süreç diye bir şey yok. düşüncenin, düşünmenin bir parçası değil mi süreç? filmlerde de oluyor bu: hemen hemen bütün türk sinemasında öykülü bir film yoktur.

"insan birbiriyle çelişen iki dünyada yaşamak zorundadır."

"tanrı bir insan biçiminde görünecektir bir gün ya da varlığın bir bölümünü bir insanda gösterecektir."

"devletin, doğu'da, otoritesini sınırlayacak ara kurumlar yok."

sezai karakoç ile ismet özel insan haklarıyla ilgilenmezler.

11.01.2021

kitaplar üzerine

carl sagan

kitaplar kaderimizi değiştirdi. düşük fiyatlara alınabilen kitaplar geçmişi yüksek kesinlikle sorgulamamızı, türümüzün bilgeliğini damıtmamızı, yalnız güç sahibi olanların değil herkesin bakış açısını anlamamızı, tüm tarihimiz boyunca yetişmiş en büyük zekaların acı dolu deneyimlerle doğadan ve tüm gezegenden edindikleri anlayışı kavramamızı sağlar. çoktan ölmüş kişilerin kafamızın içinde konuşmalarına izin verir. kitaplar bize her yerde eşlik edebilir. yavaş anladığımız yerlerde bize sabır gösterir, zor kısımları dilediğimiz kadar tekrar etmemize izin verir ve hatalarımızı asla yüzümüze vurmaz. kitaplar dünyayı anlamanın ve demokratik toplumda yerimizi almanın anahtarıdır.

zorbalar ve otokratlar, okuryazarlığın, öğrenme, kitap ve gazetelerin potansiyel tehlike taşıdığının hep farkında olmuşlardır. çünkü bunlar tebaalarına bağımsız, hatta isyankâr görüşler aşılayabilir. virginia kolonisi ingiliz kraliyet valisi 1671'de şöyle yazmış:

"tanrı'ya özgür eğitim ve basın olmadığı için şükrediyor, önümüzdeki birkaç yüzyıl boyunca da olmaması için yakarıyorum. çünkü öğrenim dünyaya asilik, dinsizlik ve yoldan çıkmış mezhepler getirdi; basın da onlara gerekli sırları vererek en iyi hükümetlere ihanet etti. tanrı bizleri ikisinden de korusun!"

10.01.2021

cascando

samuel beckett


neden sadece halinden
ümit kesilsin
sözcük barınaklarının
düşük yapmak kısır olmaktan daha iyi değil mi

sen gittikten sonra saatler öyle ağır ki
hemen hep sürüklemeye başlayacak
arzunun yatağını kör gibi tırmalayan pençeler
eski aşklar büyütünce kemikleri
seninkiler gibi gözlerle dolmayagörsün yuvalar
hemen olması hiç olmamasından daha iyi değil mi
yüzlerine sıçrayan karanlık arzu tekrar söylüyor
dokuz gün asla yüzdüremedi batan aşkı
ne de dokuz ay
ne de dokuz ömür

tekrar söylüyorum
öğretmezsen öğrenemem
tekrar söylüyorum bir son var
son defanın bile sonu
yalvarmanın son seferi
sevmenin son seferi
rol yapmayı bilmemeyi bilmenin
söylemenin son seferinin bile bir sonu var
beni sevmezsen sevilemem
seni sevmezsem sevemem

bayat sözlerin yayığı gene kalpte
eski lavabo pompasından aşk aşk aşk diye fışkıran ses
dövüle dövüle kesilmiş sütün suyu
değiştirilmesi imkansız sözcükler

korkutuyor gene
sevmemek
sevmek ve seni değil
seviliyor olmak ve senin tarafından değil
rol yapmayı
rol yapmayı bilmemeyi bilmek

ben ve seni sevecek olan diğerleri
severlerse seni

sevmezlerse seni

9.01.2021

seneca

alain de botton

"bilge kişinin kaybedeceği hiçbir şey yoktur. o, sahip olduğu her şeyi kendinde taşır." (seneca)

1773 yılında 25 yaşındaki jacques-louis david tarafından yapılan "seneca'nın ölümü" adlı tablo, stoacı filozofun, i.s.65 yılının nisan ayında roma'nın dışındaki bir villada yaşama nasıl veda ettiğini konu alıyordu. birkaç saat önce imparatorun habercisi, elinde imparatorun emriyle kapıda belirmişti. emre göre seneca, hemen oracıkta kendi hayatına son verecekti.

o zamanlar 28 yaşında olan neron'u tahtından indirmek için bir komplo düzenlendiği ortaya çıkmıştı; öfkeden gözü dönen çılgın imparator, suçlu suçsuz ayırt etmeksizin önüne çıkan herkesten intikam almak istiyordu. seneca'nın söz konusu komploya karıştığına ilişkin bir kanıt yoktu. üstelik seneca 5 yıldır imparator neron'un öğretmeniydi; 10 yılı aşkın bir süredir de onun sadık yaveri olarak görev yapıyordu. tüm bunlara karşın neron, seneca'nın ölmesini buyurmuştu. neron, o zamana kadar karısı oktavia'yı, üvey annesi agrippina'yı ve üvey kardeşi britannikus'u çoktan öldürtmüş, çok sayıda senatörü ve şövalyeyi de aslanlarla timsahlara yem etmişti. 64 yılındaki büyük yangın sırasında roma yanıp kül olurken deli neron şarkılar söylüyordu.

seneca'nın yanındakiler neron'un emrini duyunca korkudan bembeyaz kesilip ağlamaya başladılar; ama filozof, tacitus'un bize aktardığına göre, sükunetini kaybetmedi ve çevresindekileri sakinleştirmeye, cesaretlendirmeye çalıştı:

"felsefeleri nereye gitti?" diye sordu; "hani yıllardır, yaşanabilecek talihsizliklere karşı birbirlerini cesaretlendiriyorlardı? neron'un zalim biri olduğunu hepsi biliyordu." diye ekledi. "annesini ve kardeşini öldürdükten sonra sıra tabii öğretmenine gelecekti."

filozof, karısı polina'ya dönüp onu şefkatle kucakladı. "bu davranışı, felsefe alanındaki soğukkanlı tavrından çok farklıydı." (tacitus) güzel bir yaşam sürmüştü; karısı bunu düşünerek teselli bulmaya çalışacaktı. fakat polina onsuz bir yaşam düşünemediğini söyleyip bileklerini kesmek için filozoftan izin istedi. seneca onun bu arzusunu reddetmedi. ancak imparator kötü ününün daha fazla yayılmasını istemiyordu; bu yüzden adamları, polina'nın bıçağı bileğine dayadığını görür görmez, onu yakalayıp bileklerini sardılar.

kocasının intihar girişimi de hızlı sonuç vermiyordu. ayak bileklerindeki hatta dizinin arkasındaki damarları kesmiş olmasına karşın, filozofun yaşlı bedeninden yeterince kan akmıyordu. bu yüzden, tam 464 yıl önce atina'da gerçekleşen ölümün yankılarını zihninde duyan seneca, doktoruna bir tas baldıran hazırlamasını söyledi. eskiden beri sokrates'i, insanın felsefe sayesinde nasıl kendisi dışında gelişen olaylardan sıyrılıp bunların üstüne çıkabileceğini gösteren bir örnek olarak değerlendirmişti.

ancak seneca'nın atinalı meslektaşının gittiği yoldan gitme çabaları da bir sonuç vermedi. içtiği baldıran onu etkilememişti. intihar girişimlerinin ikisi de sonuçsuz kalınca, kendisine buhar banyosu yaptırmalarını istedi. yavaş yavaş, boğularak ölecek, işkenceye metanetle katlanacak, kaderin oyunu karşısında sükunetini kaybetmeyecekti.

seneca hayatı boyunca inanılmaz felaketler yaşamış ya da bunlara tanık olmuştu. pompeii deprem yüzünden yerle bir olmuş, roma ve lugdunum yanıp kül olmuş, roma halkı ve imparatorluk neron'a ve ondan önce de caligula'ya -suetonius'un daha güzel ifadesiyle "canavar"a- boyun eğmek zorunda kalmıştı. "canavar bir gün şöyle bağırmıştı öfkeyle: keşke bütün romalıların boyunları tek bir boyun olsaydı!"

seneca kişisel kayıplar da vermişti. aslında o, politikada kariyer yapmak üzere eğitim almıştı ama yirmili yaşlarında verem olduğundan şüphelenilmiş, seneca hastalığın geçmesi için 6 yıl beklemek zorunda kalmış, bu sırada intiharın eşiğine gelmişti. sonraki yıllarda politikaya atıldığında, ne yazık ki caligula tahta geçmiş bulunuyordu. 41 yılında canavar'ın öldürülmesinden sonra bile iyi bir mevkiye gelemedi. imparatoriçe messalina'nın bir entrikası sonucu, hiç suçu olmadığı halde, korsika adası'na sürgüne yollandı. nihayet roma'ya çağrıldığında, hiç istememesine karşın, imparatorluk yönetimindeki en önemli görevlerden birini üstlenmek zorunda bırakıldı: agrippina'nın 12 yaşındaki oğluna, yani 15 yıl sonra karısının ve dostlarının gözleri önünde hayatına son vermesini emredecek olan lucius domitius ahenobarbus'a öğretmenlik yapacaktı.

seneca bu düş kırıklıklarına göğüs germesini sağlayan şeyin ne olduğunu biliyordu:

"hayatımı felsefeye borçluyum; üstelik düş kırıklıkları karşısında sağlam durmak felsefeye karşı taşıdığım sorumlulukların en küçüğü."

seneca deneyimlerinden yola çıkarak bir sözlük hazırlamış, bu sözlükte düş kırıklığına uğradığımızda nasıl davranabileceğimize ilişkin yanıtlar aramıştı. felsefeyle geçen onca yıldan sonra, neron'un habercisi kapıyı vurduğunda kendisini bekleyen korkunç sona çoktan hazırdı.

8.01.2021

yıkıntı

theodor adorno

en bireysel olan, en genel olandır.

yakın geçmiş her zaman felaketlerden arta kalmış bir yıkıntı olarak görünür bize.

karşılıklı şapka çıkarmak yerine bir "meraba"nın aşina kayıtsızlığıyla selamlaşmak, mektup yazmak yerine hitapsız ve imzasız ofis içi yazışmalar göndermek, insani temasta baş göstermiş bir hastalığın rastgele belirtileridir sadece.

cinsel ahlakın ilk ve tek ilkesi: suçlayan her zaman suçludur.

sahte zenginlikleri ve pahalı üretimi reddetmeyen, renkli filmleri ve televizyonu, milyoner dergilerini ve toscanini'yi geri çevirmeyen hiçbir sanat yapıtının, hiçbir düşüncenin sağ kalma şansı yoktur.

gelenekten nefret edebilmek için ona sahip olmak gerekir.

şudur nerdeyse imkansız olan görev: başkalarının iktidarının da kendi iktidarsızlığımızın da bizi aptallaştırmasına izin vermemek.

her yerde benzerlikler görmek, her şeyi aynı kılmak, zayıf gözlerin işaretidir.

düşünce, bir sabah kaçırılmış olanın anısıyla uyandırılmayı bekler ve böylece öğretiye dönüşmeyi.

hiçbir düzeltme, denenmeye değmeyecek kadar küçük veya önemsiz değildir.

"bu dünyada mutlu olmanın tek yolu vardır: başkalarını olabildiğince mutlu kılmaya çalışmak."