31.10.2018

uzun lafın kısası

patti smith: dikkat et, ruhunu sergilerken dikkat et, neyin varsa ortalığa dökme.

jean baudrillard: çünkü farklılık güzeldir, kayıtsızlık ise soylu.

charles bukowski: tanrım, çok tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. her şeyimiz var ama hiçbir şeyimiz yok.

thomas hobbes: dinin doğal nedeni gelecek kaygısıdır. gelecek korkusu yüzünden insanlar, görünmeyen şeylerin gücünden korkarlar.

robert musil: yaşamın zevkler okyanusundan yalnızca bir tutam cinsellik zevki alan bu hayat korkunç bir şey!

comte de volney: insanı, insanın tasarladığı gibi yaratmış olan tanrı değildir. aslında kendi tasarladığı gibi tanrı'yı düşünen, insandır.


woody allen: insan özgürleşmesi, hayatın absürtlüğünün farkına varmaktan geçer.

theodore kaczynski: tarih, genelde ne istediğini bile tam olarak bilmeyen çoğunluklar tarafından değil, kararlı ve etkin azınlıklar tarafından yazılır.


erich fromm: umut etmek, insan olmanın temel koşullarından biridir. insan umut etmekten vazgeçerse cehennemin kapısından girmiş demektir, kendi insanlığını geride bırakmış demektir.

shakespeare: senin kalbinde yaşayacağım, kucağında öleceğim, gözlerine gömüleceğim.

29.10.2018

anarşist banker / şeytanın saati

fernando pessoa

iyi bir düşçü asla uyanmaz.

eğer bir insan köle olmak için doğmuşsa, onun karakterine aykırı olan özgürlük, onun için bir zorbalık olacaktır.


bilimin temeli, cehaletimizi bilmektir.

insanlık pagandır. asla hiçbir din içine işleyemedi onun. sıradan insanın ruhunda ruhun ölümsüzlüğüne inanma gücü bile yoktur. insan, ne nerede ne de niçin uyandığını bilmeden uyanan bir hayvandır.

insan tanrılara taptığında onlara fetiş gibi tapar. onun dini gözbağcılıktır. hep böyleydi, böyledir ve hep böyle olacaktır. dinler gizemlerden taşan ve dünyevi olan şeylerdir yalnızca ve dünyevi olan bunu hiç kavrayamaz; çünkü o, doğası gereği, dünyevi olamaz.

hakikat, hiçbir şeyin var olmadığıdır, ne benim ne de başka herhangi bir şeyin. az çok kusursuz ve donanımlı değişik yaratıcıları ve şeytanlarıyla tüm bu evren ve diğer evrenler boşluk içinde boşluklardır; hiçbir şeyin gereksiz yörüngesinde dönen hiçlikler, uydulardır.

adaletsizliğe karşı her yol meşrudur.

toplumsal bir kurgu ancak toplumsal devrimle, başka kurgularla birlikte burjuva toplumu çökertildiğinde yok edilebilir. elbette kavgaya girilmezse gerçekten mağlup da olunmaz. ama manevi olarak mağlup olunur; çünkü aslında gerçekten dövüşülmüş olunmaz.

hangi amaç için olursa olsun, karşılığında doğal, yani bencilce bir karşılık olmadan çalışmak doğal değildir. hangi amaç için olursa olsun, en azından bu amaca erişildiğini bilmenin karşılığı olmadan çabalarımızı buna adamak da doğal değildir.

tüm dünyadaki sermaye sahibi büyük para babalarının hepsini ortadan kaldırın; ama sermayeyi yok etmeyin. hemen ertesi gün sermaye, başka ellere geçerek, yeni mülk sahipleri kanalıyla zorbalığını uygulamaya devam edecektir. büyük para babalarını değil ama sermayenin kendisini yok edin, hiç para babası kalır mı?

28.10.2018

ecinniler

albert camus

dünyada her kuşaktan bir avuç üstün insan çıkar, iki ya da üç tane.

hemcinslerinin basitliğini bütün çıplaklığıyla görmek, aslında insana acı veren bir deneydir.

feuerbach: tanrı, insanın kendisinden başka bir şey değildir. dolayısıyla tanrı'ya yüklenen tüm nitelikler, insan doğasının nitelikleridir. gerçek tanrı insandır.

elli yaşında hayatın zirvesindedir insan. ah dostum, benim yaşımda, gururlu, özgür bir ruha sahip bir kimse için evlilik ölüm demektir. bu evlilik işi aklımı altüst edecek, bütün enerjimi tüketecek, insanlık davasında hiçbir işe yaramayacağım artık. sonra da çocuklar olacak; benden mi, tanrı bilir!

genç ve güzel bir kızla evlenmek için insan paraya bakmaz.

insanları birbiriyle kaynaştırmak için duygudan ve kamuoyu korkusundan daha güçlü bir şey vardır: namussuzluk. namussuzluğun bir hak olduğunu açık açık söylemek, vatandaşı baştan çıkararak peşinizden sürüklemek için en iyi yoldur.

sınırsız bir özgürlükten yola çıkarak, sınırsız bir zorbalığa varıyorum.

neçayev: devrimci, yerleşik toplumsal ahlaktan tiksinip ondan nefret eder; onun için, yolu devrimin zaferine açan her şey ahlaka uygundur, onun yolunun karşısına dikilen her şeyse ahlaka aykırıdır.

bütün insanlar köledir, kölelikte de bütün insanlar eşittir.

tanrıyı hiç tanımayan biri, tanrıya ilgisiz kalan birinden daha ilginçtir. eksiksiz bir inancın eşiğindedir o.

"bir çocuğa karşı günah işlemek kadar büyük bir suç olamaz."

insan bir kere şanssız olunca, bir aptallık yaptığını kendisine arkadaşlarının söylemesi kadar dayanılmaz bir şey olamaz.

aristokratlar içindir can sıkıntısı. birbiriyle eşit olan insanlar sıkılmazlar, eğlenmezler de. hepsi aynı kapıya çıkar. adalet, onun üzerinde de bilim olunca, ne sevgi kalır artık ne de can sıkıntısı.

güçlüyüm. susarak tokat yemeye, bir cinayetin üstesinden gelmeye, en düşük sapıklıklar içinde yaşamaya, kendi yıkımımı açıkça ortaya koymaya yetti gücüm. hepsinden tiksiniyorum. her şeyi yapabilirim, sonsuz bir gücüm var; ama bu gücü nereye yönelteceğimi bilemiyorum. her şey yabancı bana.

23.10.2018

mutluluğun tarihi

yuval noah harari 

nietzsche'nin de söylediği gibi, yaşamak için bir sebebiniz varsa her şeyle baş edebilirsiniz. anlamlı bir hayat, zorluklar içinde geçse de son derece tatmin edici olabilir. buna karşılık anlamsız bir hayat da ne kadar konforlu olursa olsun korkunç olabilir.

her çağda ve her kültürde, insanlar aynı zevkleri ve acıları hissetse de, bu deneyimlere atfettikleri anlamlar muhtemelen büyük ölçüde farklılık gösteriyordu. eğer öyleyse, mutluluğun tarihi biyologların sandığından çok daha çalkantılı olabilir. bu çıkarım modernitenin lehine değildir. yaşamı gündeliğe göre değerlendirirsek orta çağ insanlarının daha zor zamanlar geçirdiğini söyleyebiliriz; ama öbür dünyadaki ebedi mutluluğa inandılarsa, uzun vadede mutlak ve anlamsız bir unutuluştan başka bir beklentisi olmayan modern seküler insana kıyasla hayatlarını çok daha anlamlı ve değerli görmüş olmaları muhtemeldir. orta çağ insanlarına öznel mutluluk anketleri yapılıp "hayatınızdan memnun musunuz?" diye sorulsa çok daha yüksek puanlara ulaşabilirlerdi.

yani orta çağ atalarımız, ölümden sonraki hayatla ilgili kolektif sanrılarına bir anlam yükledikleri için mi daha mutluydular? evet. kimse fantezilerine karışmadıktan sonra neden olmasınlar ki?

tamamen bilimsel bir bakış açısıyla bilebildiğimiz kadarıyla insan yaşamının hiçbir anlamı yoktur. insanlar belirli bir amacı olmayan ve körlemesine ilerleyen evrimsel süreçlerin sonucudur ve faaliyetlerimiz ilahi bir kozmik planın parçası değildir. dünya yarın patlayarak yok olsa evrende hiçbir değişiklik olmazdı; tahmin edebileceğimiz kadarıyla insanların kendilerine dair anlam arayışı ve öznelliklerinin eksikliği de pek hissedilmezdi. bu yüzden, insanların yaşamlarına atfettiği herhangi bir anlam sadece sanrıdan ibarettir.

orta çağ'daki insanların hayatlarında bulduğu öbür dünyaya ilişkin anlamlar modern hümanist, milliyetçi veya kapitalistlerin buldukları anlamdan daha gerçek dışı değildi. insanlığın bilgi birikimini artırdığı için hayatının anlamlı olduğunu söyleyen bilim insanı, ana vatanı korumak adına savaştığı için hayatının anlamlı olduğunu söyleyen asker ve anlamı yeni bir şirket kurmakta bulan girişimci, orta çağ'da yaşayan ve eski metinleri okuyup kutsal savaşlara katılan veya yeni bir tapınak yapan muadillerinden daha mantıklı değildir.

bu yüzden mutluluk belki de, bir insanın anlamla ilgili sanrılarını, hakim kolektif sanrılarla uyumlu hale getirmesidir. kişisel hikayelerimiz etrafımızdakilerin hikayeleriyle uyumlu olduğu sürece hayatın anlamlı olduğunu ileri sürebilir ve bu bilinçle mutlu olabiliriz. bu aslında oldukça üzücü bir sonuç: mutluluk gerçekten kendi kendini kandırmaya mı bağlıdır?


mutluluk anketleri mutluluğumuzu, kendi öznel değerlendirmemizle ve mutluluğun peşinden koşmayı belirli bir duygu durumunu yakalama çabasıyla ilişkilendirirler. buna karşılık budizm gibi pek çok geleneksel felsefe ve dini akımdaysa mutluluğun sırrı kendinizle ilgili gerçeği bilmektir, gerçekten kim veya ne olduğunuzu anlamaktır. çoğu insan yanlış biçimde, kendilerini duyguları, düşünceleri, sevdikleri ve sevmedikleriyle tanımlar. öfke hissettiklerinde "ben öfkeliyim, bu benim öfkem." diye düşünürler. tüm yaşamlarını bazı duygulardan kaçınmaya ve başka duyguların peşinden koşmaya harcarlar. duygularıyla aynı şey olmadıklarını, bazı duyguların peşinden durup dinlenmeden koşmanın insanı nasıl sefil hale getirdiğini görmezler.

eğer böyleyse mutluluğun tarihi konusundaki anlayışımız tamamen yanlış yönlendirilmiş demektir. belki de insanların beklentilerinin gerçekleşmesi ve keyifli duygular hissetmeleri o kadar da önemli değildir. asıl mesele insanların kendileriyle ilgili gerçeği bilip bilmemeleridir. günümüzde insanların bunu eski avcı toplayıcılardan veya orta çağ köylülerinden daha iyi anladığına dair elimizde herhangi bir kanıt var mı?

akademisyenler mutluluğun tarihini incelemeye sadece birkaç yıl önce başladı; hâlâ ilk hipotezlerimizi formüle etmekle ve uygun araştırma yöntemlerini aramakla uğraşıyoruz. daha yeni başlamış bir tartışmayla ilgili kesin sonuçlara varmak için henüz çok erken, şu aşamada önemli olan şey doğru soruları sormak ve mümkün olduğunca farklı yaklaşımlardan haberdar olmak.

tüm bu çalışmaların en önemli bulgusuysa mutluluğun zenginlik, sağlık hatta topluluk gibi ölçülebilir koşullara bağlı olmadığıdır. mutluluk daha ziyade somut durumla soyut beklentiler arasındaki ilişkiye bağlıdır. eğer bir kağnı istiyorsanız ve kağnıyı alabiliyorsanız memnunsunuzdur, ferrari isterken ancak ikinci el bir tofaş alabiliyorsanız yoksunluk hissedersiniz. bu yüzden lotoyu tutturmak uzun vadede insanların mutluluğu üzerinde çok ciddi bir araba kazasıyla aynı etkiyi yaratabiliyor. durumumuz iyileşince beklentilerimiz yükseliyor ve sonuç olarak nesnel koşullarımızdaki büyük gelişmeler bile bizi memnuniyetsiz kılabiliyor. koşullar kötüleşince beklentiler iyice azalıyor ve ciddi bir hastalık bile bizi önceki halimizden daha mutsuz etmiyor.

bunu anlamak için psikologlara ve birtakım anketlere gerek olmadığını düşünebilirsiniz. binlerce yıl önce yaşayan peygamberler, şairler ve filozoflar zaten elinizdekilerden memnun olmanın, daha fazlasını elde etmekten çok daha önemli olduğunu söylemişlerdi. belki de öyle; ama bu kadar çok sayıyla ve tabloyla desteklenen modern araştırmaların eskilerin vardığı sonuca varmaları yine de güzel.

gün ortasında karanlık

arthur koestler

kaos dünyaya egemen olduğu sürece tanrı tarihsel bir yanlıştır ve insanın kendi vicdanıyla uzlaşmalarının hepsi yalandır. içinden gelen o lanet olası ses her ne zaman yükselirse kulaklarını tıka.

yükseklerde oksijen azdır, başı dönen yitip gider.

hikâyenin sonu iyi bağlandığında çekilen çileler unutulur.

mutlak gerçek, hemen öncesinde bakıldığında her zaman yalandır. sonunda haklı olduğu ortaya çıkan kişi, o sona varılmadan önce haksız ve zararlı görülür.

peşine takıldığımız her yanlış fikir, ileriki kuşaklara karşı işlenmiş bir suçtur.

her alkol şişesinin içinde ölçülebilir miktarda duygusal taşkınlık bulunur.

saint-just: kimse suç işlemeden ülke yönetemez.

machiavelli: kimi kez sözcükler gerçekleri gizlemek amacıyla kullanılmalıdır. ancak bunu öyle bir biçimde yapmalı ki, ya kimse farkına varmasın ya da mutlaka birinin dikkatini çekecek olsun.

hapisteki insan için en korkunç şey birinin suçsuz olduğunu bilmektir. çevreye uyum sağlamasını engeller, moralini yerle bir eder.

dünya öyle bir hale geldi ki, zeka ile ahlak birbirine ters düşer oldu. hangi taraftaysan ötekinden vazgeçmek zorunda kalıyorsun. insanın kafasını fazla çalıştırması iyi değildir.

veda divanı

ahmet telli



filler mezarlığında fil ölüleri
ve belki birkaç da şiir bulursunuz
ki o şiirler kendi ölümlerini sezen
birer kuğuydular kuytu sularda

zaman kekemeydi ve tarihe sızan
soytarılar gördük gencömrümüzde

keder de onarır hayatı bazen

ikide bir kaçırma gözlerini herkes bilir
kalbi kırılanın kalp kırmadaki hünerini

bıçakla kesilecek kadar koyuydu karanlık
şehri çakallar basmış pus tutmuş hafızalar
çıplak elleriyle eşeliyor toprağı bir kadın
bir çocuk çığlık çığlığa haykırıyor ıssızlığı

söz çakmak taşından sıçrayan kıvılcım olsa nafiledir
hükmü hengamedir artık kalbim dediğim muallakta
geyiğini yitirmiş dağ, şiirini unutmuş dil neye yarar
hepsi acı bir eyvah olmuştur, sitemkâr bir nida

sözlerin eksilip eskidiği bu gri atlas
karanlık bir vadiye akıyor, bütün
ışıkları söndürülürken belleğimin
ve sen kurtarabilirsin beni ancak
unutmanın bu vahşi saldırısından

eprimiş anılar kalıyor geride
bir de ceylanların ürkek
sıçrayışları tetik boşluğunda

insan yorulur bazen insan olmaktan

hiçbir şey daha kötü olamaz
kötü biten bir aşk sonrasından

hutbeni bitir artık, hırkanı as, asanı al
bir veda sesi ol kendine hoşçakal diyerek

sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna
tenhaydı düşlerim, geceydi, çıkıp geldim işte
su ve ateş bir de gülünç yalnızlığım var sana
getirebildiğim, kokularını yitirmişti çünkü güller

şairler vurulmalıdır, hayat yakışmıyor onlara

ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
kirletilmemiş bir bulut bile yok artık

"gülüşünden vurdular kardeşimi!"
(hacı birlik'in ağabeyi)

kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada

saçlarını gittikçe kısalttığın günlerde
sen söylemiştin bu sözleri unutmadım
-her aşk bir ayrılık gizler, ayrılıklarsa
bir merhabanın sıcaklığını taşır kendisinde

hiçbir anını tanımlamaya kalkmadan
kısacık ömürler biçiyoruz kendimize
sonra yolculuklara çıkıyoruz, bir kentten
ötekine giderken özlüyoruz bir başkasını

özlediğimiz birileri olmalı diyordun
yanındayken bile özlediğimiz birileri

tarih mi, yollara düşmenin
kedere benzeyen yeridir tarih

tüm yalnızlıkları mümkün kılan
birileri olmalı ya da kalbini
kederle onaran bir göçebe

ölümsüz olmak kadar ürkünç bir şey
bu dünyaya alışmak duygusu

kalbim, bağışlanmayacak bir şey yap
katlanma kendine ve bu dünyaya

aşklar mı diyordun, anladım
senin incindiğin benimse
yollara düştüğümdür yeniden

10.10.10/101 ankara gar önü (mahşer)
kardeşler kardeşler kardeşler
ne tanrı duyuyor çığlığı ne devlet
ölüm de kaybediyor haysiyetini

biten bir aşk için
söylenecek söz şu olmalı:
- güzeldi yine de

hiç kimse bir aşkı onarmaya kalkmasın
kaybedilmeye değer
en güzel anında bitirilmişse eğer

aşkı ve çılgınlıkları nasıl da unutmuşuz
oysa sevmeyi, gülümsemeyi bilmiyorsa insan
öfkelenemez bile artık ve kent öfkesiz
insanlara yenilmemiştir hiçbir zaman

ey, dinle hayatın son sözü şudur ki sana
- her mecnun yine de bir çöl bulur kendine

bir tetik düşer soluk soluğa kalır geyik
dağ taş ürperir, sular kirlenir büsbütün
ey acıyı ödünç alan, o artık sende kalsın
sonsuza kadar senin olsun o çığlık

gül diye kokla güz dalgınlıklarını
umut tacirlerine yüz verme sakın
yenilirsen dövüşerek yenilmelisin
hiç kimseye vereceğin hesap kalmamalı

yanında götüreceğin hiçbir şey kalmadı
ellerindeki keder çizgilerinden başka
ey, dinle, hayatın son sözü şudur ki sana
- her mecnun yine de bir çöl bulur kendine

bir şiir yaz ozansan eğer, diyor
ekleyeyim mektubuma ağlasın anam
diyorum ki mahpus arkadaşıma
şiirimiz analar ağlamasın diyedir

umuda bağlanmak umutsuzluktur ancak

ey tarih, aç solgun yapraklı defterini
ve kaydet dövüşenlerin hikâyesini

ey tarih, aç solgun yapraklı defterini
ve oku hayatımızın parçalanmış hikâyesini

yolları büsbütün kesse de zulüm
esip dursa da acının çöl ayazı
hangi dağ efkarlıysa ordayız
perişan edilen her şey bizimdir
yağmur oluyoruz hangi ırmak kurusa
gülüşümüz çocuk
adımız eşkıyaya çıkmıştır bizim

zulmün bir engerek yılanı gibi
ağulayarak acılaştırdığı hayat
her sabah harmanisini güneşe asıp
göğsünü bir ana gibi verdi dünyaya
ve biz her sabah her akşam onun
biberli okşayışlarıyla yatırıldık
solgun kundağına umudun

çeliğine öfkenin şahini nakışlanan
bir aşiret hançeridir dadaloğlu
binboğa'dan kıl çadırı sökünce ferman
saplanır bağrına kaltak osmanlının

yitirilince güneş
esmer bir bulutun gölgesinde
düşmesin yüreğine
hüznün bakır çalığına dönen sancısı
güneşi sen çekeceksin buluttan
hayatı sen yeşerteceksin
unutma

21.10.2018

açlık sanatçısı

franz kafka

en sevdiğimiz müzik huzurdur.

insan kararlarla birlikte ortaya çıkan tempoyu fazlasıyla abartmaya eğilimlidir, özellikle gençken.

kadınlar sık sık kendilerini zayıf hissederler.

aslında işler daima bu şekilde yürür; köşede bekleyen insanlar hep vardır.

bizim yaşamımız öyle bir yaşamdır ki bir çocuk hafiften yürümeye ve çevresini az buçuk ayırt etmeye başlar başlamaz tıpkı bir yetişkin gibi kendi başının çaresine bakmak zorundadır.

sayıca fazla olan her bir neslin, diğeri üzerinde büyük baskısı var; çocukların çocuk olmaya vakitleri yok.

eğer diğer toplulukların çocukları özenle büyütülüyor, küçükler için okullar açılıyor, halkın geleceği olan çocuklar uzun bir zaman boyunca, her gün bu okullardan sel gibi akıyorsa, bir günden diğerine ortaya çıkan yine aynı çocuk olacaktır.

çocuklarımızı var olma savaşının içinden çekip alamayız, eğer bunu yapsaydık onların vakitsiz ölümlerini hazırlamış olurduk.

dünyadaki bütün ciddi yöntemler tam anlamıyla başarısızlığa mahkumdurlar.

belki de, tüm bunlara rağmen özlemini çekeceğimiz çok fazla şey yoktur; fakat dünyevi acılardan kurtulmuş olan josephine -ki ona göre bu seçilmişlere özgü bir durum- büyük bir neşeyle, halkımızın kahramanlarından oluşan geniş bir kalabalığın içinde kayıplara karışacak ve tarihimizi kaydetmek gibi bir meselemiz olmadığı için bütün kardeşleri gibi kısa bir sürede yüksek bir kurtuluş içinde unutulup gidecek.

19.10.2018

değişen kafalar

thomas mann

gündüzleri baykuş kördür, geceleyin karga; oysa âşık olanın gözü ne gece görür ne de gündüz.

insan bazen ayaktayken gerçek göğü görür.

hazla elem arasında bir fark bulunabileceği halde, birisini onaylamak, ötekini yadsımak yalnızca kendi kendini aldatmaktır.

kadın mutlulukların en üstünü ve şarkıların kaynağıdır.

her varlığın iki türlü yaşamı vardır. biri kendine göre olan yaşamı, diğeri başka insanların gözündeki yaşayışıdır.

yalnızca gösterişten ibaret olmayan her varlığın, tanınmak hakkıdır. çünkü onun bir ruhu ve varlığı vardır.

tek tek durumlar hiçbir zaman sıradan değildir. insanın düşleyebileceği ve öyküleyebileceği en sıradan şey, ölüm ve doğumdur. ama hele bir doğumda ya da ölümde bulunun, kendi kendinize, çevrenizdekilere ya da ölene sorun bakalım bu sıradan bir şey miymiş.

18.10.2018

uçurum insanları

jack london

erdemli olmanın ödülü sadece erdemdir.

daha fazla yaşam, fiziksel ve ruhsal enerji için yapılmış her şey iyidir; daha az yaşam için yapılmış, inciten, gelişimi kısıtlayan, hayatı tahrif eden her şey kötüdür.

hayat standardı daha yüksek olan kişi, hayat standardı düşük olan kişiden her zaman daha çok ve daha iyi iş çıkarır.

avrupa'ya gelmiş, karun gibi zengin olmayan amerikalı gezgin, sabahın köründen gecenin bir yarısına kadar ayağına dolanıp, cüzdanını bileşik faize taş çıkartacak şekilde boşaltan yaltakçı soyguncular sürüsü yüzünden, kendisini süreğen bir açgözlülük ortamına düşüvermiş gibi hisseder.

insan ruhen pek yalnızdır; ama bir odada üç yatak bulunduğu ve gelip geçici insanlara da kapılar açık olduğunda, söz konusu yalnızlık katmerlenir.

thomas carlyle: irfan sahibi olabilecek ama olamamış kişinin durumu, bir trajedidir.

bu kadının ölümüyle ilgili en ürkütücü şey, resmi görevlilerin olaya bakış ve hükme varış şeklindeki kendini beğenmiş vurdumduymazlıktır. yetmiş yedi yaşındaki bir kadının kendini ihmal sonucunda öldüğünü söylemek, meseleye mümkün olan en iyimser şekilde bakmaktır. kadın kendi hatası yüzünden ölmüştür ve mesuliyeti ona yıkan toplum, halinden memnun şekilde kendi işine bakmaya devam eder.

bir kadının dokunuşu her şeyi telafi eder, yumuşatır.

erkek erkeğe karşı adaletsizdir çoğu zaman, bir kadına karşıysa her zaman.

yasa bir yalandır ve insanlar yasa aracılığıyla en utanmazca yalanları söylemektedir.

17.10.2018

her şey ayartabilir beni

william butler yeats


ey tutkunun, saygının ve sevginin bildiği
ve gökteki yüceliği simgeleyen varlıklar
ey doğuştan alaycıları insan çabalarının

ağaçlar güz güzelliğinde
korunun yolları kuru
ekimin alacakaranlığında
duru bir göğü yansıtıyor sular
taşların üzerinden akan sularda
elli dokuz kuğu

düşlerle yıpranmışım ben
havanın aşındırdığı mermer
bir salyangoz kabuğu derelerde
ve bütün gün sabahtan akşama
gözlerim bu kadının güzelliğine takılı

sanki bir kitabı açıp
orada resmini bulmuşum
bakanların gözlerine şölen
ya da dinlemeyi bilen kulaklar
duyduğu için sevinen ve bilgeliğe
aldırmayan bir güzelin

ah keşke karşılaşsaydık
gençliğimin ateşi sönmeden
oysa düşler içinde kocuyorum ben
havanın aşındırdığı mermer
bir salyangoz kabuğu derelerde

masumların ve güzellerin
tek düşmanıdır zaman

yaşlanıp saçların ağardığında, uyuklarken
ocağın başında, eline al bu kitabı
ve oku yavaş yavaş düşleyerek bir zamanki
yumuşak bakışlarını ve gölgelerinin tatlılığını

şimdi eğil de korlaşmış kütüklere
mırıldan biraz üzgün bir sesle
aşk nasıl alıp başını dağlara gitti
ve gizledi yüzünü sayısız yıldızlarla diye

bir yoksul bedevinin çadırındaymışız gibi
bir zamanlar en olmadık düşlerin yaşanarak
artık tarihe karıştığı bir yerde dolaşıyoruz şimdi

emek çiçek açmış ya da dans ediyor
bedenin ruhu sevindirmek için incinmediği
güzelliğin kendi umarsızlığından, uykulu bilgeliğin
gece yarısı kandilinin yağından doğmadığı bir yerde

bozkırda

maksim gorki

insanlar iğrençtir.

insan acıyı tattıkça şefkati daha çok arar. ama köhnemiş erdemlerimizin duvarları arasına sıkışan, birbirimize tepeden bakan bizler bunu anlayamıyoruz. çok ahmakça, çok acı sonuçlar doğuruyor bu anlayışsızlığımız.

diyoruz ki, düşkün insanlar! ne demektir bu? onlar da bizler gibi aynı kemikten, aynı kandan, aynı etten ve sinirden yapılmışlardır. her şeyden önce insandırlar. yüzyıllardır işitip dururuz bu "düşkün insanlar" sözünü. ne saçma şey! asıl düşkünler bizleriz! hem de adamakıllı düşkün! kendini beğenmişliğin, mutsuz insanlara tepeden bakmanın uçurumuna düşmüşüz. o insanlar ki tek eksikleri bizden daha az kurnaz olmaları ve kendilerine iyi insan süsü vermeyi daha az becerebilmeleridir.

ölümden de, kadından da kurtulmanın yolu yok!

kadınların hayatı her yerde aynıdır. ışık her yerde aynı ışıktır, güneş bir tanedir.

köylü karısı istese de istemese de kocaya varmak zorundadır. ha kocalı karı olmuşsun, ha yatıp ölmüşsün, ne fark eder? ekin biç, yün eğir, hayvan güt, çocuk doğur. peki sana kalan nedir? kocanın dayağıyla küfürü.

sizi gidi toprak solcanları sizi! bi boka aklınız ermez. kadının kalçasıyla göbeği yerindeyse mesele yok, gerisi umurunuzda değildir. insan, karakter demektir oysa. karaktersiz kadın tuzsuz ekmek gibidir. telsiz balalaykadan zevk alabilir misin, köpek!.

aşağılık bir ruhu varmış! sizi gidi toprak solcanları sizi! bi boka aklınız ermez. kadının kalçasıyla göbeği yerindeyse mesele yok, gerisi umurunuzda değildir. insan, karakter demektir oysa. karaktersiz kadın tuzsuz ekmek gibidir. telsiz balalaykadan zevk alabilir misin, köpek!.

ıssız bozkır, sabah güneşiyle pırıl pırıl, dört bir yana uzayıp gidiyor, ufukta gökyüzünün saydam, okşayıcı aydınlığıyla birleşiyordu. bu özgür toprağın üzerinde, mavi gökkubbeyle örtülü bu engin genişlikte, haksız bir şey olabileceğini düşünemezdi insan.

ne hissedebilirim? siz nasıl benim başıma gelen şeyden sorumlu değilseniz, ben de onun başına gelenden sorumlu değilim. hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil, çünkü hepimiz aynıyız, hayvanız.

mağrurlar

lawrence sanders

en iyi asker, hayal gücünden yoksun olan askerdir.

insana zevk veren alışkanlıkların hepsi kirlidir.

hayatımı yeniden yaşamak olanağı doğsaydı, çırılçıplak güneşe uzanıp kadınların vücutlarını yağlamalarını seyretmek isterdim.

ben kadınların bağımsızlık hareketlerinden yana olan biri değilim pek; ama erkeklerin, tanınması ve çözümlenmesi çok güç bir şartlandırmanın kurbanı olduklarını kabul ediyorum.

kan, sudan daha yoğundur, er suyu da kandan.

seri katillerin hemen hepsi sakin, tutucu, temiz insanlardır. marifetleri anlaşılıncaya kadar kimsenin dikkatini çekmezler. çok defa, günlerce aynı elbiseyi, aynı renk kumaştan giysileri giyerler.

düzenli bir dünyada sorumluluğa yer yoktur.

hapishanelerdeki mahkumların yüzde sekseni, hiç olmazsa bir defa, önceden hapse düşmüş kimselerdir. bir insan eğer bir kere ırza geçmişse, adam soymuşsa, birini öldürmüşse, biliyoruz ki yine ırza geçecek, adam soyacak ya da birini öldürecektir.

en iyi tecrübe, ateş hattında olmakla öğrenilir.

büsbütün özerk bir kuruluş olmamalıdır emniyet. bir çeşit sivil denetim ehvenişerdir.

polis enseler, yargıç takdir eder.

eğer siz de polisseniz herhangi bir polisin öldürülmesi sizi küçültür. dayanamazsınız acısına.

bütün durumlar ille de fedakârlık gerektirmez. bazıları mantıklı bir cevap bekler, bazıları da kendini bırakış. her adamın kendi yetenekleri, kendi sınırları vardır.

bireyin ölümlülüğü bütünün ölümsüzlüğüdür. her şeyin, canlı cansız her şeyin, vızıldayan bir beyazlık içinde birleşmesidir. işte bu birliği bilmenin, en sonunda çamurun ve yıldızların bir parçası olduğunu anlamanın coşkusuydu içindeki. var olan yalnızca yaşamın sürekliliğiydi ve bu süreklilik içinde insanlar ve kayalar, çamurlar ve yıldızlar, birer tohum taneciği gibi görünüyor, bir süre boy atıp gelişiyor, sonra zamanın ötesindeki bir âleme geri dönüp sürekli yeniden başlıyor, sürekli sona eriyorlardı.

her şey o kadar adaletsiz ki..

hepimiz dünyaya, elimize tutuşturulan bir elle geliriz ve becerebildiğimiz kadar ustaca oynamaya çalışır, bir floş yerine per geldi diye yakınıp dövünecek zaman bulamayız. en yaman oyuncu, eli zayıf olduğu halde -belki de gerektiği kadar blöf yaparak- iyi bir oyun çıkarmayı becerebilendir; böylece ortadaki paranın hepsini toparlayan ya da elindekini tutabilendir.

fındık sekiz

metin kaçan

bir yelkenli gemide giden kader yolcularıydık.

aşk zaman şaşırmaz, an daha önceden belirlenir.

o tasarlanmış bir özgürlükten yana değildi; kuş gibi, böcek gibi, çilek gibi yaşamadan yanaydı. milyonlarca insanın gereksiz tüketim çılgınlığının yanında kendine böyle mütevazı bir yaşam seçmesinin tek nedeni vardı: aşk.

insanlar kişiliklerinin içine sakladıkları duyguları bir çıkartsalar dünya o zaman güzel olacak, o zaman tüm yürekler sevgiyle atacak.

ışık, enerji, ateş ve aşk dediğimiz o nur'a o zaman ulaşılacak.

vicdan, yazılı sözlü hukuk, adalet sisteminin tam karşısında yer alır; ondan daha bağımsız çalışan bir duygumuz yoktur.

kendimizle baş başa kaldığımız anlarda ya tatlı tatlı gülümser, göz kırpar ya da sert bir bakış fırlatır. o duygunun karşısında ya ezilir ya da gururlanırız. üçüncü bir şık yoktur. insan olduğumuzu o küçük anlarda, vicdan dediğimiz o elleri öpülesi efendimiz sayesinde hissederiz.

aşık olmak evrende yeryüzüne uzanan eli öpmek gibidir, cesaret ister, yürek ister, inanç ister.

yeryüzünde öyle sırlar vardır ki, insanoğlu bu sırlar karşısında geçirmiş olduğu zamana mahcup olur.

"aşk meğerse hülya imiş
bütün aşklar senin aşkına hayran imiş."

sırlar hayatın en somut resimleridir. gerçekler, kullandığımız yaşamlara yayılmış bilgilerin gölgeleridir.

aşktan kaçanlar yeryüzünün en sefil hastalığına yakalanırlar.

şüpheci olmak zararlıdır, beynimizin temiz kanallarım tıkar, aşk duygumuzu hüsrana uğratır.

putperestin putunda tecelli eden güzellik de, tanrı'nın güzelliğidir; o bunu bilemez, şaşı gözler gerçekleri göremez; görse ne kadar güzel olduğunu, putundan vazgeçer.

eski bir aşkı yeniden alevlendirmek ancak acemilere, hayat küstahlarına yakışır.

bir unutuş değil, sürekli hatırlayış olmalıdır aşk.

asıl hikâye aşktan sonra gelir, minimum karakterden maksimuma geçilir. sayfalara yayılan muammalı sözcükler, aşk tek hayatsa o zaman seçilir.

gece hayatının emip bitirdiği bedenler, her sokağa çıkışta yeniden revizyona girmek zorundadır.

15.10.2018

yan etkiler

woody allen

insan özgürleşmesi, hayatın absürtlüğünün farkına varmaktan geçer.

yakılmayı, toprağa gömülmeye bin kere; her ikisini de karımla bir hafta sonu geçirmeye sonsuz kere tercih ederim.

dünyanın en gelişkin bilgisayarının, bir karıncanın beynine dahi sahip olamadığını biliyoruz. aynı şeyi birçok akrabamız için de söyleyebiliriz ama en azından onları sadece düğünlerde ve özel günlerde görmek zorunda kalıyoruz.

insanın kendi varlığını gözlemlemesi için, önce onunla hiç ilgilenmiyormuş gibi yapması, ardından bulunduğu mekanın diğer köşesine seğirtivermesi ve oradan kendisine bakmaya çalışması gerekir.

siyasi edimler herhangi bir ahlaki sonuç doğurmaz ve hakiki varlığın aleminin dışında yer alır.

bir adam çok güzel bir şarkı söylerse mest olursun. hiç aralıksız söylerse başına ağrılar girer. hele de susmamaya kararlıysa, sonunda adamı gırtlaklamak istersin. zaten kötülük dediğin, aşırıya kaçmış iyilik değil de nedir?

bir klasiği klasik yapan, bin kez okusan da hep yeni bir şeyler bulabilmendir.

insan eleştirmenleri çok ciddiye almamalı. yazar olabilmek için insan risk alabilmeli ve aptal durumuna düşmekten korkmamalı. "insan esaretine dair"e başlarken aklımda sadece "ve" bağlacı vardı. içinde "ve" geçen bir öykünün çok başarılı olabileceğini biliyordum. gerisi kendiliğinden geldi.

soru cümlelerinin sonuna soru işareti koymayı unutma. nasıl etkili olduğunu tahmin edemezsin.

kadınların yumuşak ve sarmalayıcı bir varlığı vardır.

acı bu ikileme, sevgili okuyucu! benim yaşımdaki adamların büyük bölümünü pençesine alan bir felakettir bu. karşı cinsten tüm beklediğinizi tek bir kişide asla bulamamak nedir, bilir misiniz? bir tarafta, ödün vermenin insanı ürküten boşluğu; diğer tarafta, yasak aşkın ayıplanan ve sinirleri allak bullak eden varlığı. fransızlar haklı mıydı acaba? insanın bir karısı bir de metresi olmalı, böylece farklı ihtiyaçlar için iki taraf arasında iş bölümü mü yapılmalıydı?

modern astronomlara göre uzay bitimlidir. bu çok rahatlatıcı bir bilgidir. özellikle de sürekli bir şeylerini kaybedenler için. evreni düşünürken gözetilmesi gereken önemli bir nokta, genişlemekte olduğu ve günün birinde parçalanıp yok olacağıdır. işte bu yüzden, karşıdaki işyerinde çalışan kız, tüm beklentilerinizi karşılamamasına rağmen bazı iyi özelliklere sahipse, işi daha fazla uzatmayın.

insanın kaderini tayin etmekte özgür olduğu ve ölümün hayatın bir parçası olduğu idrak edilene kadar varlığın tam olarak anlaşılması mümkün değildir.

dünya iyi ve kötü insanlara ayrılmış gibi. iyiler daha huzurlu uyuyorlar, kötülerse uyanık oldukları saatlerin tadını daha iyi çıkarıyorlar.

erdemin ardından git

konfüçyüs

halkın adaleti için çalışan ve ruhlara saygılı olan ama gene de onlardan uzak kalan bir kimseye akıllı denir.

akıllı insanlar sudan hoşlanır. erdemli kişiler dağlardan tat alır. bilgililer hareketlidir, erdemliler sakindir. bilgililer neşelidir, erdemliler uzun ömürlüdür.

içimizde olan şeyleri başkalarına vermek. işte buna iyilikseverliğin sanatı denir.

yiyecek pirincim, içecek suyum ve kolumu dayayacak bir yastığım var. bunlarla ben mutluyum. adaletsiz bir yoldan elde edilen zenginlik ve mevki benim gözümde uçuşan bulutlar gibidir.

gayretli ama dürüst olmayan, doğru sözlü ama güvenilir olmayan, safdil ama içten olmayan insanlarla hiçbir işim olmaz.

yaşama ilişkin bir bilginiz yokken ölümü nasıl bilebilirsiniz?

büyüklerle küçükler arasındaki ilişki, rüzgârla otlar arasındaki ilişkiye benzer; rüzgâr esince otlar eğilir.

çalışkan olanlar ilerler ve gerçeği elde eder. ihtiyatlı olanlar kendilerini yanlışlardan korur.

değerli kimi insanlar yalnızlığa çekiliyor. bazı kötü bakışlardan uzaklaşıyorlar. bazıları da anlamsız sözlerden kaçıyorlar.

kendisinden çok, başkalarından az isteyen bir insan, özünü kötülüklerden uzak tutar.

bir insanın çok ama pek çok bilgisi olup da onu tutacak erdemden yoksunsa, ne kadar kazanırsa kazansın sonunda her şeyi yitirir.

yolları ayrı olan insanlar birbirine danışmaz.

kendimi on beş yaşında öğrenmeye verdim. irademe otuz yaşında sahip olabildim. kuşkulardan kırk yaşında kurtuldum. göğün düzenini elli yaşında öğrendim. sezgilerim yoluyla her şeyi altmış yaşında kavradım. kalbimin isteklerini, doğru olan şeylere zarar vermeden yetmiş yaşında gerçekleştirebildim.

insanlar yaratılışta aynıdır; ancak yaşam deneyimiyle birbirinden uzaklaşır.

kızlara karşı doğru davranışı belirlemek çok zordur. eğer onlara yakınlık gösterecek olursanız alçak gönüllülüklerini yitirirler. uzak duracak olursanız kızarlar.

iyi bir insan başkalarının ayak izlerine basmaz.

kafanda yer eden iftiralar ve insanı tedirgin eden iğnelemelerden kendini uzak tutabiliyor ve onlardan etkilenmiyorsan akıllı ve uzak görüşlüsündür.

13.10.2018

din

thomas hobbes

dinin doğal nedeni gelecek kaygısıdır. gelecek korkusu yüzünden insanlar, görünmeyen şeylerin gücünden korkarlar.

şu dört şey dinin doğal kökenini oluşturur: hayaletlere inanmak, ikincil nedenleri bilmemek, korkulan şeylere bağlılık ve geçici şeyleri haberci olarak kabul etmek. bunlar, insanların çeşitli hayal güçleri, muhakeme yetenekleri ve duyguları nedeniyle, o kadar farklı törenlere yol açmışlardır ki bir insan tarafından kullanılanlar bir başka insan için genellikle gülünç olmaktadır.

görünmez güçlerin doğası hakkındaki inançlardan oluşan dinlerde, şurada veya burada paganlar tarafından bir tanrı veya şeytan olarak adlandırılmamış veya şairleri tarafından şu veya bu ruhun harekete geçirdiği, mekan tuttuğu veya tutsak aldığı olarak hayal edilmemiş hiçbir şey yoktur.

şimdiye kadar olmuş veya bundan sonra olacak şeylerin nedenleri olduğundan emin olunduğu için, korktuğu kötülüklerden kendini sakınmak ve arzu ettiği iyilikleri elde etmek için devamlı çabalayan insanoğlu, mutlaka sürekli bir gelecek endişesi içindedir.

böylece her insan, özellikle aşırı ihtiyatlı olanlar, prometheus'unkine benzer bir durumdadırlar. çünkü, kelime anlamı olarak dilimize çevrildiğinde "basiretli, geleceği gören adam" demek olan prometheus, görüş alanı büyük bir yer alan kafkas tepesine bağlanmıştı ve burada, onun karaciğeri ile beslenen bir kartal, onun geceleyin yenilenen karaciğerini gündüz yiyordu. yani gelecekten kaygı duyduğu için çok ileriye bakan bir insanın kalbi, bütün gün, ölüm, yoksulluk veya başka bir felaketin korkusuyla tükenip durur. ve sadece uykuda iken bu insan huzura kavuşabilir veya kaygı dolu kalbi dinlenebilir.

işte bu yolladır ki, insanların hayal gücünün sayısız çeşitlemelerinden, bu dünyada sayısız türde tanrılar yaratmışlardır. işte görülemeyen şeylerden duyulan bu korku, herkesin din dediği şeyin ve başkalarından farklı biçimde o güce tapanlar veya ondan korkanlarda bulunan batıl inancın doğal kökenidir.

şeylerin doğal nedenlerini pek az araştıran veya hiç araştırmayanlar, onlara bu kadar çok iyilik veya kötülük yapma gücüne sahip olan şeyin ne olduğunu bilmemekten gelen korkuyla, çeşitli türden görünmez güçler varsaymaya ve kendilerini bunlara inandırmaya ve kendi tahayyüllerinin önünde huşu içinde durup zor durumlarda bunların yardımına sığınmaya; ve ayrıca, başarılı oldukları vakit, onlara şükranlarını sunmaya eğilimlidirler. böylece, kendi hayallerinin ürünlerini kendi tanrılarına dönüştürürler.

dinin bu başlangıcını tespit etmiş olanlardan bazıları, bunu beslemiş, süslemiş ve yasa haline getirmişler ve ona, gelecekteki olayların nedenlerine ilişkin kendi uydurdukları görüşleri eklemişler, böylece başkalarına hükmedebileceklerini ve kudretlerinden en büyük faydayı elde edebileceklerini ummuşlardır.

merak veya nedenleri bilme isteği, insanı, sonuçların düşünülmesinden nedenleri aramaya götürür ve ayrıca, nedenlerin de nedenlerini. insan, böylece, zorunlu olarak, daha önceki başka bir nedene dayalı olmayan ezeli bir nedene varır. insanlar buna tanrı derler. dolayısıyla başı ve sonu olmayan bir tanrı'nın var olduğu inancına yönelmeksizin, doğal nedenlerin derin bir araştırmasını yapmak mümkün değildir.

ancak insanlar, kafalarında, onun doğasına uygun bir tanrı fikrine sahip olamazlar. çünkü, söz gelimi, insanların kendilerini ateşle ısıttıklarını söylemelerini işiten ve kendisi de ateşle ısınan, doğuştan kör bir adamın, insanların ateş dedikleri bir şeyin var olduğunu ve hissettiği şeyin nedeni olduğunu kolayca kavrayabilmesi ve bundan emin olabilmesi fakat onun nasıl bir şey olduğunu tasarlayamaması; veya onu gözleriyle görenler gibi, kafasında ona ilişkin bir fikre sahip olamaması gibi; insanlar da, bu dünyadaki gördükleri şeylere ve onların hayranlık verici düzenine dayanarak, bütün bunların tanrı denilen bir nedeni olduğunu kavrayabilir. fakat kafasında ona ilişkin bir fikir veya imaj oluşturamazlar.

bu nedenle, tek amaçları halkı itaat ve barış içinde tutmak olan pagan devletlerinin ilk kurucuları ve yasa koyucuları, her yerde ilkin, insanlarda, dinle ilgili olarak koydukları hükümlerin kendi icatlarından değil, bir tanrının veya başka bir ruhun buyruklarından kaynaklandığı; veya kendilerinin ölümlülerin üzerinde bir nitelikte oldukları inancını oluşturmaya gayret etmişlerdir. ki böylece koydukları yasaların daha kolayca kabul edilebilmesini amaçlamışlardır.

yine bu yüzden, numa pompilius, romalılar arasında ihdas ettiği ayinleri egeria adlı nemften aldığını iddia etmiştir. ve peru krallığının ilk hükümdarı ve kurucusu, kendisi ve karısının güneş'in çocukları olduğunu iddia etmiş ve muhammed ise, yeni dinini kurmak için, güvercin kılığındaki kutsal ruh ile konuştuğunu iddia etmiştir.

ikinci olarak, yasalarca yasaklanan şeylerin tanrıların da hoşuna gitmediğine inanılması için uğraştılar. üçüncü olarak, törenler, yakarışlar, kurbanlar ve şenlikler düzenleyerek, bunlarla tanrıların öfkesinin yatıştırılabileceği inancını ve askeri yenilgilerin, büyük salgın hastalıkların, depremlerin ve bireysel sefaletlerin tanrıların öfkesinden ve bunun da, ibadetin ihmal edilmesinden veya gerekli törenlerin unutulması veya yanlış yapılmasından kaynaklandığı inancını oluşturmaya çalıştılar.

bunlar ve bu gibi diğer kurumlar sayesinde, toplumun asayişi demek olan amaçlarına varmak için, sıradan insanların, ters giden işlerini, ayinleri ihmal etmelerine veya ayinleri yanlış yapmalarına veya yasalara uymamalarına bağlayarak, yöneticilerine karşı isyan etmeye daha az eğilimli olmalarını; ve tanrıların onuruna yapılan şenlikler ve spor şölenlerinin şatafatı ve eğlencesiyle hoşnut edilerek, onları devlete karşı muhalefetten, fısıldaşmadan ve hareketlilikten alıkoymak için ekmekten başka bir şeye gerek olmamasını sağlamışlardır.

bu nedenle, o zaman bilinen dünyanın büyük kısmını fethetmiş olan romalılar, roma şehrinde herhangi bir dine müsamaha göstermekten geri durmamışlardır; meğerki o dinde, devlet yönetimlerine aykırı bir şey olsun. ayrıca, tanrı'nın has krallığı oldukları için, ölümlü krallara veya devletlere biat edilmesini gayrimeşru kabul eden yahudiler'in dini dışında, roma'da herhangi bir dinin yasaklandığını da tarih kitapları yazmaz. işte böylece görülmektedir ki paganların dini, onların devlet düzeninin bir parçası idi.

saçma veya yanlış beyanların, evrensel olmaları halinde, anlaşılma imkanı yoktur; yine de pek çok insan, sözcükleri usulca tekrarladıkları yahut iyice kafalarına yerleştirdikleri vakit onları anladıklarını sanırlar.

insanların, güvendikleri kişiler tarafından suhulet ve marifetle, korkuları ve cehaletleri istismar edilerek, herhangi bir şeye inandırılması bu kadar kolaydır.