27.02.2015

uzun lafın kısası

salah birsel: her şahın işi, eninde sonunda iyi bir piyade ile biter.

andre malraux: yoksullar savaşmaya kararlı olduklarında zenginleri her zaman yenerler.

bhartrihari: kadın kalbi, aynadaki bir hayale benzer. yakalayamazsın. ruhu keçi yolları gibi eğri büğrü. nereye götüreceği bilinmez.

konfüçyüs: insanların yanlışları, sınıflarının özelliğidir.

chuck palahniuk: seks yaparken bir erkeğe annesini sorarsanız büyük patlamayı sonsuza kadar geciktirebilirsiniz.

ernest hemingway: erkek yenilgi için yaratılmamıştır. erkek mahvedilebilir ama yenilmez.

harper lee: bir avın peşinde koşarken yapılacak en iyi şey, avı kendi haline bırakmaktır. hiçbir şey söylemeyince mutlaka meraklanır ve ortaya çıkar.

melih cevdet anday: ana babalarla, çocuklar, kız erkek kardeşler arasındaki cinsel ilişki yasağı tümüyle anlamsızdır.

oscar wilde: kaba gücü bir noktaya kadar anlarım; ancak kaba mantığa katlanılamaz.

tacitus: iyilikler insana, karşılığını verebileceğini sandığı sürece hoş gelir. bu ölçüyü aştılar mı onları minnetle değil nefretle karşılarız.

george sand: şefkat ve özverili bir dostluktan başka her şey geçicidir.

wolfgang günter lerch: sahtekarlar gerçek anlamlarını asla kavrayamadıkları kurallara harfiyen uyarlar.

26.02.2015

gerçek

andrew crumey

hakikat umuttur. cehennem tüm hakikatin terk edildiği yerdir.

pek çok hakikat olduğunu kabul ediyorum: sevgililerin veya şairlerin, fizikçilerin veya gemi inşaatçılarının hakikatleri. pek çok hakikatin olduğunu söylemek hakikatin olmadığını söylemek değildir. kamp vardı, ben tanığıyım. diri diri gömülen, üzerine toprak yığılırken dudakları hala bir yardım çığlığı atma umuduyla aralanan adamın adını bilmiyorum. ama biliyorum ki düşünceleri, duyguları, hayalleri olan biriydi o; felsefi bir muamma, kolayca silinebilecek bir kurmaca değildi. onun öyle olduğuna inanabilecek tek kişi oradaki nöbetçiydi -sırf sigarasının yarısının çoktan tükendiği o anda öyle düşünmek işine geldiği için.

24.02.2015

atasözleri

en soluk mürekkep bile en iyi hafızadan iyidir. (çin)

direnç, ancak temel ögelere karşı sürekli mücadele sonunda elde edilir. (yunan)

bir suçsuz insan hapiste yatacağına 99 suçlu serbest gezsin, daha iyi. (ingiliz)

akıllı bir adam suyu geçmeden köprüleri atmaz. (ashanti)

tek bir kar tanesi, bambunun yaprağını bükebilir. (çin)

bir kadın bir erkeğe aşıksa ona kapının deliğinden bile verir. (fas)

tanrı'yı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset. (musevi)

zaman ve sabır, dut yaprağını ipeğe çevirir. (italyan)

bir ev sadece toprak üzerinde durmaz; bir kadın üzerinde yükselir. (meksika)

köleyle şakalaşırsan sana kıçını gösterir. (arap)

yaşlılığın kendisi bir hastalıktır. (latin)

aşk yüzünden evlenen, mutsuz bir hayat sürmek zorundadır. (ispanyol)

cennet, güzel bir kızın belindeki kurdelenin güneyine düşen yerdedir. (arap)

kan kanla yıkanmaz. (kürt)

akıl yürekten daha çok yürür; ama daha uzağa gidemez. (çin)

herkes aynı yöne çekseydi dünya alabora olurdu. (musevi)

ev hazır olunca kapıyı çalar ölüm. (arap)

kirpinin zarafeti

muriel barbery

tek bir dostunuz olsun; ama onu da iyi seçin.

önemli olan ölmek değil, kaç yaşında ölündüğü de değil, ölürken ne yapıldığıdır.

aristokrat kimdir? etrafı bayağılıklarla çevrili olsa bile bayağılığın erişemediği bir kadın.

politika, küçük zenginlerin kimseye ödünç vermedikleri bir oyuncak.

genç bir kadın evini ateşe verdi. neden yaptığı sorulduğunda, bir duygu hissetmek istemiştim, cevabını verdi.

evren boşlukla el birliği yapar, kayıp ruhlar güzelliğe ağlar, anlamsızlık bizi kuşatır.

"asıl yenilik, zamana rağmen yaşlanmayandır."

her şey vaktinde gelir. beklemeyi bilen için her şey vaktinde gelir.

inançlarımızın üzerinde yükseldiği kaide asla sarsılmasın diye kendi kendimizi manipüle etme yeteneğimiz ne büyüleyici!

her günü, sanki yarın tekrar doğmak zorundaymış gibi yaşıyoruz.

yoksulların nefret ettikleri bir şey varsa, o da diğer yoksullardır.

kaygılı olduğumda sığınağa girerim. yolculuk etmeye hiç ihtiyaç duymam. edebi belleğimin kürelerine erişmek yeter. edebiyattan daha soylu bir vakit geçirme, daha dinlendirici arkadaş, daha nefis kendinden geçme var mıdır?

gelecek zamanı unutursan, şimdiki zamanı yitirirsin.

yaşlıların biraz saygıya hakları var sanırım. ve bir huzurevinde olmak, saygının sonudur. bu kesin.

yarından çekinmenin nedeni şimdiki zamanı inşa etmeyi bilmemektir.

felaket geldi mi asla tek başına gelmez.

fosiller dünyasında, yardan en ufak bir çakıl taşı kayması neredeyse dizi halinde kalp krizlerine yol açabilir; peki ya biri kalkıp da dağı havaya uçursa?

bayan michel'de kirpinin zarafeti var: dışarıdan dikenlerle zırhlı, tam bir kale; ama bence içinde kirpiler kadar doğrudan bir rafinelik var. onlar haksız yere duyarsız, uyuşuk görülen, şiddetle yalnız ve korkunç bir şekilde zarif hayvanlar.

bir dekoratör pahalı kanepelerin üzerine yastıkları yerleştirip yarattığı etkiye hayran kalmak için iki adım gerileyen uçucu bir varlıktır.

öğretmenlerin korkulu rüyası sınıfın birincisinin memnuniyetsizliğidir. özellikle de çetin cevizse.

postmodern bir düşünür olmaktansa düşünen bir keşiş olmak yeğdir.

zeka kutsal bir bağış değil, primatların tek silahı.

beden bütün giysilerden sıyrıldığında bile ruh süslerle dolu kalır.

nerede para varsa orada uyuşturucu da vardır.

hep tekrarlanan bir muammadır bu: büyük eserler, bizim içimizde zaman dışı bir uygunluğun kesinliğine erişen görsel biçimlerdir.

sonsuzluk kovalayan yalnızlık biçer.

güç ilişkisi dengedeyse diplomasi daima yenilgiye uğrar. daha güçlü birinin ötekinin diplomatik önerilerini kabul ettiği hiç görülmedi.

biz insanların bir hiçin peşinde koşmaya, gereksiz ve saçma düşünceleri birbirine katmaya büyük bir enerji adayabiliyor olmamız, buradaki fedakarlık beni her zaman büyülemiştir.

biz hayvanların türümüzü sürdürmek için bulduğumuz başka bir yordamdır sanat.

hakikat hiçbir şeyi sevmez.

belki de en büyük öfke ve en büyük yoksunluk işsizlik değildir; sefalet değildir; gelecek yokluğu değildir. en büyük öfke, en büyük yoksunluk, kültürler arasında, bağdaşmaz semboller arasında tereddüt geçirmektir; bir kültüre sahip olmama duygusudur.

canlı olmak belki de budur: ölen anların ardından koşmak.

sanat yaşamdır; ama bir başka ritimde.

güçlüler yaşar, zayıflar ölür. her biri kendi hiyerarşik yeriyle orantılı zevk ve ıstırap içinde.

bir şeylerin bitmesi gerek, bir şeylerin başlaması gerek.

22.02.2015

zorba

robert musil

akıllı insan, sonrasız doğrulara karşı kökü derinlere uzanan bir kuşku besler. gerçi onların gerekliliğini hiçbir zaman yadsımaz; ama bu idealleri harfiyen izlemeye kalkanlara da deli gözüyle bakar.

demir kapıların ardında insanın onuruyla ayakta kalabilmesi kolay değildir.

filozoflar, emirlerinde orduları bulunmayan, bu nedenle de dünyayı bir sistemin içine hapsederek onun üzerinde egemenlik kuran zorbalardır.

devlet, düşünülebilecek en aptalca ve en kötü yaratıktır.

düşünülebilecek her şeyin rastgele söylendiği, peygamberlerin ve şarlatanların aynı söylemleri kullandıkları, yazı işlerinin durmaksızın yeni dehalarla uğraşmak zorunda kaldıkları günümüzde, bir insanın ya da düşüncenin değerini anlayabilmek çok zordur.

insan denilen canlı hem yamyamlığa hem de salt aklın eleştirisine yatkındır; koşullar o doğrultuda ise eğer, aynı inançlarla ve niteliklerle bu ikisini de yapmayı başarabilir.

insanın elinde bir tenis raketini mi, yoksa halkların kaderini mi tuttuğu bir kişilik göstergesidir.

insan nerede en yüksek düzeydeki imkanlarını bulursa ve güçlerini en zengin biçimde sergilerse oraya aittir.

bir insan kader tarafından ne kadar yüksek bir noktaya taşınırsa, asıl önemli olanın az sayıda basit ilke, buna karşılık sağlam bir irade ve planlı çalışma olduğunu o kadar açık ve seçik anlar.

gerçek anlamda büyüklüğün hiçbir zaman bir gerekçeye ihtiyaç duymadığını bilen insanların sayısı çok azdır. güçlü olan ne varsa yalındır.

insanın sahip olmadığı bir kadın, ayın geceleri gittikçe yükselmesi ve yüreğini sürekli emmesi gibidir; bir defa sahip olduktan sonra ise insanın içinden o kadının yüzünü çizmesiyle ezmek gelir.

20.02.2015

evlilik

zülfü livaneli

evlilikle ilgili değişmez trajedi şudur: aşk geçici ama kavga ebedidir.

romantizm avrupa'nın icadıdır ama buralarda da taklit edilmeye çalışılır. evli kadınlar romantizme çok meraklıdır. ne demektir bu: karı koca para kavgası yapacaksınız, arada bir bağırsaklarınızın bozulduğundan şikayet edeceksiniz, hangi ilacın gaza daha iyi geldiğini konuşacaksınız; sonra bütün bunlar bir anda bitecek ve mum ışığında karşılıklı göz göze bakarak birbirinize ayılıp bayılacaksınız. bunun da adı romantizm saati olacak. hiç böyle şey olur mu?

"bu dünyada her kadının bir tek amacı vardır: ömrünün sonuna kadar dizinin dibinde oturtabileceği bir erkeğe sahip olmak." (dostoyevski)

insanoğlu, homo erectus olduğu andan itibaren kadınların vajinası daraldı. bu yüzden insanın dişisi çok zor doğurur. hamileliği ağır geçer, bebeği de diğer hayvan yavruları gibi doğar doğmaz yürüyemez. bakıma ihtiyacı vardır. eee mağarada geçen uzun hamilelik ve annelik günlerinde aileyi kim besleyecek, kim av eti getirecek? tabii ki erkek. kendisini o aileye adamış bir adam. bu sebeple mağara devrinden beri dünyanın bütün kadınları, bütün erkeklere 3 soru sorarlar: "nereye gidiyorsun? ne zaman geleceksin? beni seviyor musun?" bu iş mağara devrinde böyleydi, günümüzün new york'unda da, paris'inde de, istanbul'unda da böyle.

18.02.2015

meçhul

murathan mungan


bazı erkekler meçhuldür daha yaşarken
ötekilerden
adımları yollarınızdan eksilir
kıyamazsınız köprülerine
konuları dağınık suçlar
mümkünsüz tariflere çıkar
yol soramazsınız hiçbirine
avuçları sızılı tütün ve kehribar gizi
gözlerinde dalgın uzaklıklar

büyük umutsuzlardır dünyayı değiştirecek olan

17.02.2015

yağmur kaçağı

attila ilhan


elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

geceleri bir çarpıntı duyarsan
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylülse ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni

16.02.2015

korku

henry miller

korkak olduğunu kendi kendine kabul eden bir adam, korkusunu yenmek için gereken ilk adımı atmıştır; ama bunu herkese açıkça söyleyen, başkalarının da görmesini isteyen, kendisiyle ilgili ilişkilerde bu durumu kolayca kabullenen adam artık kahraman olma yolundadır. çetin deney anı gelip çattığında hiç korkmadığını gördüğü zaman, kendi de şaşar kalır çoğunlukla. kendini korkak olarak görme korkusundan kurtulduğu için korkak değildir artık; değişimini belli edecek bir olay gereklidir yalnız. sevgide de böyledir bu.

yalnızca kendi kendine değil, başkalarına, taptığı kadına bile, kadının parmağının ucunda oynayabileceğini, karşı cins söz konusu olunca güçsüz olduğunu söyleyen bir adam, çoğu zaman gerçekte güçlü olanın kendisi olduğunu görür. kadının bütün direnişlerini tam bir boyun eğişten daha çok kıran bir şey yoktur.

karşı koymaya hazırlanmıştır kadın, kuşatılmaya hazırlanmıştır, böyle davranmak üzere yetiştirilmiştir. hiçbir dirençle karşılaşmayınca tepeüstü düşer tuzağa. insanın kendini olduğu gibi vermesi, yaşamın sağlayabileceği en büyük rahatlıktır. gerçek sevgi işte bu erime noktasında başlar. kişisel yaşam bütünüyle bağımlılık üstüne kuruludur, iki yönlü bir bağımlılık. herkesin birbirine bağlı olduğu bir insan yığınıdır toplum. büyük aşık, mıknatıs ve katalizör olmak, dünyanın körleştirici odak noktası ve esin kaynağı olmak için tam bir aptal olmanın derin bilgeliğini yaşamak gerekir.

gösteri peygamberi

chuck palahniuk

cennet, açık büfe am yiyebileceğiniz bir yerdir.

kendi başınıza uçak kaçırma planı yaparken unuttuğunuz şey, işin bir aşamasında tuvalete girebilmek için rehinelerinizi ihmal etmek zorunda kalabileceğinizdir.

intihar bulaşıcıdır.

intihara karar veren birinin espri anlayışı da körelir. yanlış bir kelime ederseniz, haftaya cenazesi kalkar.

kalıp da acı çekmeye değecek kadar güzel bir dünya değil bu. buna dünya bile diyemeyiz hatta.

dışarıdaki dünyada insanlar kuşları evlerinde tutuyorlar.

inanç sistemimizin tanımı işte bu: bilinmesi gereken hiçbir şey yok ve hayatta her an her şey olabilir.

otel denilen şey, içinde bir sürü insanın barındığı, yemek yediği ve uyuduğu ama kimsenin birbirini tanımadığı büyük bir evdir.

dışarıdaki kiliseler, dev dinlerin uzaktaki fabrikalarında üretilen yalanları insanlara satan mağazalardır.

kitabı mukaddes'in tamamını akılda tutmaya imkan yoktur. insanın kafasında ismini hatırlayacak yer bile kalmaz.

pratik yapmak yapılan işi mükemmelleştirir.

tek yeteneğinizin gerçeği gizlemek olduğunu fark etmenin nasıl bir duygu olduğunu görmezlikten gelin.

ıtır asaleti simgeler. düğün çiçeği, çocuksuluğu.

iki memen sanki bir çift geyik yavrusu.

kaos dediğimiz şey aslında henüz tanımadığımız düzenlerden ibaret. tesadüfler henüz çözümleyemediğimiz düzenlerden ibaret. anlamadığımız şeye saçma diyoruz. okuyamadığımız şeye laf salatası diyoruz.

dürüst görünmek istiyorum. gerçek, parlayıp ışık saçmaz.

bunu değerli bir staj olarak düşünün. hayatınızın kötü bir şaka olduğunu düşünün.

insanlar, hiçbir yere giden yolculuğun da küçük bir adımla başladığını unutuyorlar.

kullarını ölümle şaşırtma hakkı yalnızca tanrıya aittir.

daha önce yoldan çıkmıştım, tekrar çıkabilirdim. pratik yapmak insanı mükemmelleştirir.

en son bir şey hissettiğimden beri çok zaman geçti.

insanlar sormaları gereken "varoluşun temeli nedir?" sorusunu sormuyorlar da, "bu nereden geliyor?" diye soruyorlar.

durmadan bir felaketten korkarsan, başına bir felaket gelir.

insanları iğdiş ederek köleleştirmeyen kültürler, onların beyinlerini iğdiş ederler. seksin son derece kirli, kötü ve tehlikeli olduğunu insanların beynine öyle bir kazırlar ki, kişi cinsel ilişkiye girmenin ne kadar zevkli olduğunu bilse bile, yine de yapmaz.

dış dünyadaki insanlar beynimizin nasıl yıkandığını hayal bile edemezler.

1960'lardaki kargaşanın sebebi vietnam savaşı değildi. uyuşturucular da değildi. doğum kontrol hapıydı. tarihte ilk kez insanlar istedikleri kadar seks yapabiliyorlardı. herkesin böyle bir gücü vardı.

ancak sona kadar dayanan, kurtulacak odur.

tarih boyunca yaşamış en güçlü diktatörlerin çoğu seks manyağıydı. sekse olan açlıkları ellerindeki güçten mi kaynaklanıyordu, yoksa güç tutkularının nedeni sekse olan düşkünlükleri miydi?

ağırbaşlı, sıkıcı ve cinsel açıdan bastırılmış başkanlar seçeceğimize, belki de en azgın adayları seçmeliyiz. belki iyi iş çıkarırlar.

her şey bitti. artık her şey bir hikayeden ibaret.

gökyüzü her yöne doğru masmavi uzanıyor. güneş yusyuvarlak, tam karşımızda yanıyor. bulutların üzerindeyiz ve bugün sonsuza kadar sürecek çok güzel bir gün.

kelt rüyası

mario vargas llosa

kadınlar yatmak içindir.

saygı uyandırmak için arada bir dövüşmek gerek; yoksa hayat boyu ezilirsin.

paul nizan: yirmi yaşındayım. kimse bana hayatın en güzel dönemi olduğunu söylemesin.

orduda öğrenilen ilk şey budur: bir erkek davranışlarının sorumluluğunu üstlenmeyi bilmelidir. 

bir çocuğu mahvetmede kadınların üstüne yoktur. 

eğer kız hoşuna gidiyorsa, kabul edene kadar yakasını bırakmamalı. sonra da canından bezdirmeli.

aşktan daha kötü bir şey yoktur. insan gerçekten aptala döner ve kendini kaybeder. her şey altüst olur, insan her türlü çılgınlığı yapabilir, bir anda hayatını mahvedebilecek bir şey yapabilir.

düzen ve disiplin adaletin unsurlarıdır ve akılcı bir toplu yaşayışın vazgeçilmez araçlarıdır.

.. ve her kuşakta
çürüme yağmasını sürdürüyor (carlos german belli)

jean-paul sartre: korkak olduğumuz için kahramanı oynarız, kötü olduğumuz için de ermişi; yakınlarımızı öldürme isteğiyle yanıp tutuştuğumuz için katili oynarız, doğuştan yalancı olduğumuz için oynarız.

kadınlar böyledir, hiçbir zaman ne istediklerini bilmezler.

düşman silahsızsa ve teslim olmuşsa asker ateş edemez. bunun nedeni yalnız ahlaki değil, ekonomikliktir de. savaşta bile gereksiz ölülere yer yoktur.

kadınlar uyanıktır; ancak işlerine gelirse aşık olurlar. adamın biri kendileriyle ilgilenmedi mi sırtlarını dönüp bir başkasını ararlar. hiçbir şey olmamış gibi.

tanrı söz konusu oldu mu inanmak gerekir, akıl yürütmek değil. akıl yürütecek olursan, tanrı tıpkı bir nefes duman gibi buhar olup uçar.

samuel johnson: vatanseverlik alçakların son sığınağıdır.

öğrendiğim bir şey varsa, o da insanoğlundan daha kan dökücü bir canavarın var olmadığıdır.

toplum

balzac

toplum, insanlardan beklediği erdemlerin hiçbirine uyma gereğini duymaz. her an cinayet işler ama sözle işler. nasıl güzeli gülünçleştirerek küçültürse alay yoluyla da kötülüklerin yolunu açar. babalarının ölümüne fazla ağlayan oğulları alaya alır, yeterince ağlamayanları aforoz eder; sonra da kendisi, henüz soğumamış ölülerle uğraşarak eğlenir.

toplum yüze vuran şeylerle yetinir; aslı var mı yok mu düşünmez, gördüğüne bakar yalnızca. gerçek acı bir gösteridir onun için, bir tür eğlencedir ve bu yüzden her şeyi, bir caniyi bile bağışlayabilir. heyecana bayıldığı için hiç fark gözetmeden kendini ağlatana da, güldürene de -nasıl ağlattığına, nasıl güldürdüğüne bakmadan- aynı biçimde davranır.

15.02.2015

altın defter

doris lessing

bu dünyada hiçbir şey yeni değildir.

yalnızca uykumuzda döktüğümüz gözyaşları içtendir. uyanıkken, kendimize acıdığımız için ağlarız.

organı kocaman olmuş bir adama direnmek güçtür.

sırf zevk olsun diye bir şeyle ilgilenen insanlar için tarih olanaksızlıklardan oluşan bir silsiledir.

kırık kalpler ancak modası geçmiş romanlarda bulunur; yaşadığımız zamana uygun değildirler.

zamanımızda daha önce hiç olmadığı kadar çok kırık kalp var. çevremize şöyle bir baksak, kalplerin paramparça olduğunu, yaralandıkları için bir et yığınına dönüştüklerini görebiliriz.

insan ruhu, insan yalnızca mutfakta otururken, hatta çift kişilik bir yataktayken bile yeterince karmaşıktır.

yeryüzünde hiçbir kadın aşksız yaşayamaz.

aklı başında olan herhangi bir kadın, bunca asır sonra bile, erkekler seks konusunda konuşmaya başlayınca onların sözünü kesmemek gerektiğini bilir.

edebiyat, olayın sonradan çözümlenmesidir.

kendini daha yakından tanımak, kendinle ilgili bildiğin bir şeyi daha derinlemesine öğrenmektir.

bütün kadınlar evlenmek ister.

bir kadın bir erkeğe kayıtsız davranıyorsa, erkekte biraz sağduyu varsa kadından ayrılma zamanının geldiğini anlar.

sanat bir sabır işidir.

yazmak aslında kişisel bir şey değildir. kişisel olmadığı için sıradandır. bu yüzden yirminci yüzyılda yeni bir anonim sanatçı üretime geçmiş gibi birbirinin tıpkısı eserler üretiliyor.

hepimiz yaşadığımız deneyimlerin bir ürünüyüz.

eğitimimiz her şeyden önce bizi, yaşamın upuzun hiçliğine hazırladı. başka neye hazırlayacak ki?

yazar, ruh mutfağının machiavelli'idir ve öyle olmalıdır.

bir yazar, dünyanın vicdanıdır.

ah, muz ağacının köklerinde sürünen, ruhumun kafesli penceresinde şişerek büyüyen kırmızı nefret yılanının karanlık kıvrımları.

dürüstlük fakirin ayıplarını örter.

en çirkin kadının bile her zaman güzel bir yönü vardır. bir kulak söz gelimi. ya da el.

kadınlar korkaktır; çünkü uzun zamandır birer köle gibi yaşamaktadırlar. sevdiği adamla birlikteyken düşüncelerini, duygularını ve deneyimlerini savunmaya hazır kadın sayısı hâlâ çok azdır. 

frijit kadın yoktur; yalnızca yetersiz erkek vardır.

insanlar bize bir şey yapmazlar. her şeyi kendimize biz yaparız.

yaşamın temelinde adaletsizlik ve acımasızlık vardır.

dünya öyle karışık ki, sanat artık anlamsız.

14.02.2015

din

stendhal: tüm dinler birçok insanın korkusu ve az sayıdaki kişinin akıllılığı üzerine inşa edilmiştir.

mark twain: din, sıradan insanın inandığını düşündüğü ve emin olmayı dilediği şeylerin bir toplamıdır.

frank zappa: bir kült ve bir din arasındaki tek fark, sahip oldukları gayrimenkullerin sayısıdır.

voltaire: din konusunda, çoğu insan yanlış mantık yürütmeye, diğerleri hiç mantık yürütmemeye, bir kısmı ise mantık yürütenlere zulmetmeye mahkumdur.

l. ron hubbard: bir cent karşılığında bir kelime yazmak mantıksız. eğer bir adam gerçekten milyonlarca dolar kazanmak istiyorsa, bunu yapabilmesi için izleyebileceği en iyi yöntem kendi dinini kurmaktır.

bernard katz: teşkilatlanmış din, dünyanın en büyük saadet zinciridir.

stephen king: din manyaklığının güzelliği, her şeyi açıklama gücüne sahip olmasıdır. hiçbir şey şansa bırakılmamıştır. mantık memnuniyetle camdan dışarıya fırlatılabilir.

john burroughs: inanmak her zaman reddetmekten daha kolaydır. zihinlerimizin yapısı doğrulamaya meyillidir.

albert camus: tarih boyunca var olmuş tek din vardır: sonsuzluğa duyulan inanç. bu inanç, bir yanılsamadır.

12.02.2015

zeitgeist: addendum

peter joseph

"borç" toplumları fethetmek ve köleleştirmek için kullanılan silahtır. "faiz" ise onun en önemli cephanesidir.

insanlar kanunları, oluşan sorunları çözmek için değil, bunları nasıl çözeceklerini bilmedikleri için yaparlar.

bence çok şey bilen insanları, alıp savaşa götüremezsiniz.

vatanseverlik, silahlar, ordular, donanmalar, bunlar hala uygarlaşamadığımızın göstergeleridir.

bizler tarih yazamayacak kadar berbat ve hastalıklı bir toplumuz.

bizlere iş sahibi olup çalışmanın saygınlık getirdiği fikri verildi. bakıyorum da, bu maaşlı kölelik!

hemen hemen bütün suç çeşitleri parasal sistemin sonucudur, ya direkt alakalıdır ya da ekonomik bunalımın yarattığı ruh halindendir.

zaman, değişim zamanıdır.

gerçek şu ki bugün toplum, yaratıcılık, birleşme ve ilerleme yerine sürekli savunma ve güvenlikten bahseden politikacılar sebebiyle geri kalmıştır.

sistemi desteklemeyi bırakmalıyız. bu düzenin değişmesinin tek yolu, süregelen yozlaşmışlığın farkına varıp bunun parçası olmayı reddetmemizdir.

propaganda güçleri, bizi savaşın doğallığına ve ordunun onurlu bir kurum olduğuna inandırmaya çalışıyor.

politik düzeni reddedin. demokrasi aldatmacası zekamıza hakarettir. parasal sistem içinde asla gerçek bir demokrasi olmamıştır, olmayacaktır.

gerçek devrim, bilinçte olacak devrimdir.

bin dokuz yüz

alessandro baricco

insanlar böyledir, kaybedenleri sevmezler.

bir kenarda güzel bir hikâyen ve onu anlatacak birisi olduğu sürece gerçekten aldatılman zordur.

hayal ve anılarla yaşıyordum, bazen ayakta kalmak için başka yapacak bir şeyin yoktur. umut yoksulun ekmeğidir ve her zaman iyi gelir.

deli değilim ben, kardeşim. kendimizi kurtarmak için bir yöntem bulduğumuz zaman deli değilizdir. aç hayvanlar gibi kurnazızdır. bunun delilikle ilgisi yoktur. dahice bir şeydir o. geometridir. kusursuzluktur. isteklerim ruhumu altüst etmek üzereydi. bu istekleri gerçekleştirebilirdim ama başaramadım.

şu tablo meselesi beni her zaman çok şaşırtmıştır. yıllarca yerlerinde asılı dururlar, sonra hiçbir şey olmaksızın, hiç hiçbir şey diyorum, küt! diye yere düşerler. çiviye asılı dururlar, kimse bir şey yapmaz, yine de ansızın taş gibi küt diye düşerler. en hafif bir ses bile çıkmazken, çevrede hiçbir hareket yokken, sinek bile uçmazken küt düşüverirler. nedensiz. acaba neden tam o anda? bilinmez. küt. bir çivi o tabloya artık dayanamadığına nasıl karar verir? o zavallıcığın da bir ruhu vardır mıdır? karar alır mı? uzun süre bu konuda tabloyla tartışmıştır belki, ikisi de ne yapacaklarını bilememişlerdir. yıllarca her akşam konuşmuşlar, sonra bir tarih, bir saat, bir an belirlemişlerdir, onun için de küt! belki ikisi de bunu baştan bilirlerdi, önceden anlaşırlardı, yedi sene sonra ben bu işi bırakacağım, benim için uygun, tamam o zaman 13 mayıs diyelim, tamam, saat altıya doğru, altıya çeyrek kala olsun, tamam, iyi geceler o zaman, iyi geceler. yedi yıl sonra, 13 mayıs'ta, altıya çeyrek kala: küt. anlaşılmaz. en iyisi düşünmemek, yoksa delirmek işten bile değildir. bir tablo düştüğü zaman. bir sabah uyanıp onu sevmediğini anladığın zaman. gazeteyi açıp savaş çıktığını okuduğun zaman. bir tren görüp ben buradan gitmeliyim dediğin zaman. aynaya bakıp yaşlandığını fark ettiğin zaman. okyanus un ortasında bin dokuz yüz gözlerini tabağından kaldırıp, "üç gün sonra new york'ta bu gemiden ineceğim." dediği zaman.

10.02.2015

kayboluş

georges perec

sınırsız, sonsuzluğa uzanan, gıdasını muazzam bir kurgu yığınından, durmadan artan bir sürpriz duygusundan alan bir düş gücünün yaratıcılığına sahip olmak için, bir sözcüğün dahi kazara yazılmaması, bir sözcüğün dahi varlığını rastlantıya, sözümona samimi bir üsluba, alışkanlığa borçlu olmaması, bilakis bütün kurmacanın mutlak bir yasanın kısıtlayıcılığı altında, sıkı bir yazınsal kalbur kullanarak yazılması, kafi olmasa dahi şarttır.

marquis de sade: büyük eylemler ancak yasaların suskun kaldığı anlarda patlak verir.

nasıl kalbin mantıktan daha güçlü bir öz mantığı varsa, bir anlatının da yazarının arzularından daha güçlü, daha buyurucu öz arzuları, tatminini arayan gizli ihtiyaçları vardır.

e. baron: papualılarda dil son derece yoksuldur. her kabilenin kendi dili vardır ve sözcük sayısı sürekli azalır. bunun nedeni, her defasında, kabilede birisinin ölümünün ardından, yas tutmak amacıyla birkaç sözcüğün silinmesidir.

"karnını bozar, yağlı aşına kattığı soğan, kötü çıkarsa
başını yakar, yanı başına aldığın insan, kötü çıkarsa"

islamda zahir inancı osmanlı imparatorluğu'yla avusturya-macaristan arasındaki çatışmaların sonlarına doğru doğdu. bir arap sözcüğü olarak zahir, "açık", "olumlu" anlamındadır: allahın onuruna takılan yirmi dokuz addan biri "zahir"dir.

bir zahir ilk başta, olağan, hatta sıradan bir vasıf taşır. silik bir kişi ya da adi bir çakıl taşı, bir altın lira, bir yabanarısı ya da bir daktilo tuşudur söz konusu olan. ama bu sıradan görünüşün ardında korkunç bir güç yatar: bir zahir görmüş olan bir kişi, onu asla aklından çıkaramaz, bir daha iflah olmaz.

yasaya uymalı mı, yasa gerekli bulunmalı mı
ne umudun ne de aklın desteği var arkamda
yalnızca yasa var ve işte havva'nınki var, kopardığım, tuttuğum, elimde çevirdiğim
baştan sona oku bir daha, ben değil yenecek şey hafif olan (lord holland)

delilik pınarı

orhan pamuk

aklı başında genç bir köylü rastlantıyla karşılaştığı bir bilgeden kehanet gibi gözüken bir gerçeği öğrenir. yaşadığı köyün suyuna bir çeşit zehir karışmıştır. bu sudan içen herkes aklını kaçıracak, delirecek, ipe sapa gelmez laflar etmeye başlayacaktır. genç köylü bilgeden öğrendiklerini köye yayıp kardeşlerini, dostlarını uyarmaya çalışırsa da kimseyi inandıramaz. kendi başının ve aklının çaresine bakmak zorunda olduğunu anlayınca köyünü terk eder. bir süre sonra meraktan köyüne geri döndüğü vakit, bilgenin öngördüğü gibi, bütün köyün sudan içip aklını kaybettiğini görür. herkesin ipe sapa gelmez bir dille konuştuğu köy hayatına genelde alışmaya çalışır. ama kahredici olan, şimdi bütün köylülerin kendi dilini ipe sapa gelmez bulması, ona deli muamelesi yapmalarıdır. bir süre sonra bu öyle dayanılmaz gelir ki, köyün aklını ve dilini bozan pınardan kendisi de kana kana içer.

9.02.2015

şiirde dün yok mu *

tomris uyar

"meselemiz bir şiir meselesi değildir. yaşama meselesidir. hayatımızda olmayan mesele şiirimizde de olamaz."

mayakovski: genç şairlerin bitmemiş şiiri azdır.

"şiir yazmaya yeltenmek, geleneksel ve umarsız bir aptallıktır. dünyada hiç şiir olmamıştır, gök gürültüsünden ve yalnız adalardan başka. üstelik gereği de yoktur, olmayacak mutluluklar ve olağan umutsuzluklardan başka, hayvansal saflığı aramaktan başka."

"şiir üstüne bütün çözümlemeler, bütün kurallar hep ama hep ortalama şairler için."

"evet, şiir her çağda yenilenir. ama şiiri toplumdan, toplumsal değişmelerden önce bir ozan yeniler. şunu demek istiyorum: belki başka hiçbir sanat ürünü şiir kadar sanatçısına, sanatçısının kişiliğine bağlı değildir. yani bir bakıma şiirin tanımı ozanın tanımıdır denebilir."

"ben hep sıkıntılıyım. yani bir adamın canı sıkılır, o benim. çünkü bana en yaraşan durumdur sıkıntılı olmak. ne söylenmişse ve söylenmemişse, ne yapılmışsa ve ne yapılmamışsa, ne düzeltilmişse ve ne düzeltilmemişse ondan sıkılan biri. belki, söylenmemişin, yapılmamışın ve düzeltilmemişin telaşı içinde biraz. o kadar. ve sıkıntılı. ve sıkıntılı."

"abdülhak hamit, birtakım özentilerin adamıdır. monokl'ü, lüsyen hanım'ı ile, tarık'ı ve makber'i ile. hamit'in kötü değil, sadece kötü değil, üstelik gülünç bir şair olmadığı söylenemez. mehmet emin hiçbir ölçü ile şair sayılamaz. mehmet emin hiçbir yoruma imkan bırakmayacak kadar ilkel bir şairdir."

"necip fazıl yalnızlığın, büyük ve duyulmuş, tadılmış bir yalnızlığın, kendisinin seçmediği, onaylamadığı şartların farkına varmadan içine üflediği bir yalnızlığın adamıdır; hatta ölüsüdür."

"nazım hikmet'in şiiri ve kişiliği konusunda bir tek şiirle düşünmek zor, hatta imkansız. çok sağlam bir gövde, çok sağlam bir ruh yapısı, çok iyi bilinen sorunlar, çok iyi çıkarılan bir izdüşüm ve çok derinden bir insanilik, ödünsüzlük. ve mutlaka, mutlaka türkçe imgelerle, türkçe duygulanmalarla hasretlenir. terhis özlemi çeken bir kura neferidir sanki."

memet fuat: turgut uyar'ın soluklu, uzun dizeli, düzyazı görünümlü şiiri, din kitaplarını çağrıştıran havasıyla, öyküsünü anlatışıyla yücelik duygusu veren bir şiirdi. anlamsızlık bir yana, kapalı olmayan bu şiir, anlatım özellikleri, şiirleştirme yöntemleri nedeniyle ikinci yeni akımı içinde düşünüldü. aynı yücelik duygusu, sonraki imgeye dayanan kapalı şiirlerinde de sürdü. giderek, değişik aşamalardan geçen turgut uyar şiirinin değişmeyen yanı, bu yücelik duygusu oldu. hep büyük bir şiirin karşısında sarsıldı okurları.

"şiir bir sanat olayı değildir. bir yaşama çabasıdır önce. yaşadığımıza tanıklık eder."

"bir ozanı, daha genel olarak bir şiiri başka bir şiirden ayıran temel nitelik, ilkin durmaksızın değişen toplum şartlarının hazırladığı ortam, bu ortamın şiire getirdiği özel yaşama görüşüdür."

"şiir çıkmazdadır. çünkü insan çıkmazdadır. toplum değişiyor, insan değişiyor, insanın yeri değişiyor. çıkmaz, bilince, bilgiye, uygunluğa, çağdaş şiire ve insana yeni bir imkandır."

"bugün yazılan şiirde hiçbir çağdaş sözcük yok. şiir dilimiz 1930'ların anıştırmalarında kalmış, imge dağarcığı zenginleşmemiş, gene denize bakılıp içleniliyor. dilde yeniliği 'aşk'ı 'sevi' yapmakla bir tuttuk. oysa önemli olan, aşk kavramını çeşitlemek, zenginleştirmek olmalıydı. galiba bugünkü kısırlık biraz da bundan. dile yaşayışla birlikte giren şeyleri yok saymamalıyız. hayatımızı zenginleştiren şeyler yok şiirde. sözü galiba şurada toparlayacağız: yaşadığı günün farkına varmak."

cemal süreya: turgut uyar özellikle son yıllarda büyük bir şiirin ortasını yazıyor. büyük bir gövdedir onun şiiri. kımıldadıkça kendine benzer yeni gövdeler hazırlar, çoğaltır. bir anıttan çok bir dirim belirtisidir. şiirsel işlevini bütünüyle ve sürekli bir şekilde hareket ederek sürdürür. tek tek şiirleri yok, şiiri vardır. 

"niçin umutlu olayım? çünkü umutsuzluğun insanı, umuttan daha güçlü, bir şey yapmaya zorlayan bir duygu olduğuna inanıyorum. asıl olan mutsuzluktur. her şeyi bitmiş insanın bağımsızlığından daha kutsal, daha insani ne var? şiir bir bakıma bu saçmalığın mantığıdır." 

"şiir mutluluğa değil direnmeyedir. şiir bir şeyi korumaz. tersine bir korumayı dağıtır. insan doğasına en uygun sanat olması her şeye aykırılığından gelir."

"hayvanları seviyorum. kedi huzur veriyor bana. yalnızlığımı paylaşıyor. dokunmalıyım hayvana. bu yüzden akvaryum balıklarını sevmiyorum. kafesteki kuşları da."

ünsal oskay: kitle kültürü, mutsuz insan ile onu mutsuz kılan toplumsal realiteyi özdeş kılan bir yanılsama yaratma işleviyle üretilir. kitle kültürünün tüketicisi olduğumuz anlarsa realitenin gerçek yüzünü görmekten kaçmak istediğimiz anlardır. bize acı veren toplumsal realite karşısında unutmaya, amneziye sığındığımız anlardır.

edip cansever: anlaşılması güç olanı kolay anlaşılana yakınlaştırması, şiirindeki özelliklerden biridir sadece. dize bireşimlerindeki anlam katmanlarını öylesine üst üste getirir ki, bu yarı saydam dizilişi soyarak çekirdeğe ulaşmakta hiçbir güçlükle karşılaşmayız.

"tek haklıyı her zaman halk olarak düşündüm. insanın haklılığına, direncine, değerlerine ve sevme yeteneğine inancımı söyledim."

"belki de asıl ustalık budur: her zaman acemi olmayı bilmek."

* not: alıntılarda tırnak işareti (" ") içindeki sözler turgut uyar'a aittir.

8.02.2015

saka

fakir baykurt

çok eskiden, saka diye bir kuş vardı. bu kuş aşık kemiği yutardı. gıdası kemikti onun. günde iki kemik.. öğünleri böyle savar giderdi. yalnız bu saka, bulduğu kemikleri yutmadan önce, aşağı yanına bir kez sokar çıkarır, ondan sonra yutardı. komşusu olan sığırcık şaşıp kalarak sordu saka kuşuna: "kemikleri neye sokup çıkarıyorsun?" saka kuşu ki, başından çok deneme geçmişti. şunu dedi sığırcığa: "yuttuğum kemikleri yarın çıkarmak gerekecek. sokup çıkarıp sınama yapıyorum, çıkabilir mi, çıkamaz mı?"

7.02.2015

aşk vesaire

julian barnes

telefon eden kişi her zaman telefon edilen kişiyi daha fazla düşünüyor demektir.

iki klişeyi birbirine sürtün, bir beylik düşünce bile elde edemezsiniz. antolojisi yapılabilecek bir düzine özlü deyişi bir yığın halinde bağlayın, bir ateş bile yakamazsınız.

hayatımızın hikayesi hiçbir zaman bir otobiyografi değil, her zaman bir romandır.

su katılmamış bir egomanyağı, kendisinden üçüncü tekil şahısta söz etmesinden anlayabilirsiniz.

gerçek ihanet dostlar arasında, sevdiklerimiz arasında olur.

yaşam önce can sıkıntısı, sonra korkudur.

erdemin kendi kendisinin ödülü olduğu görüşünde her zaman mastürbasyona benzer bir içerik vardır.

tarihlerini unutanlar onu yinelemeye mahkumdurlar.

tanrı mükemmeldir. dünyadaki hiçbir şey mükemmel değildir; dolayısıyla dünyadaki hiçbir şey tanrı tarafından yaratılmamıştır.

hayat, en zayıf noktalarınızın kaçınılmaz olarak keşfedildiği bir süreçtir. daha önceki eylemleriniz ve arzularınız için cezalandırıldığınız bir süreç.

hayat, felsefene bağlıdır; ya büyük bir yanılsamadır ya da var olan tek gerçek ve hakiki şeydir.

sanatçının sadaka toplayıcısı olarak ebedi rolünü oynamaktan utanmayacağı zamanlar vardır. sanatla ıstırap çekme arasındaki bağ insanı biraz fazla sıkabilen altın sırmalı bir iptir. her günün kederi kendine yeter.

6.02.2015

başka

baki ayhan t.


hayatta ben en çok kendimi sevdim
mutsuzluğa eklenen bir gülüş gibi
uzatmaya çalıştım gölgesini günün
eğildim derin sandığım sığ sulara: başkaları
mora çalan yalancı şafakların izinde
arayıp durdum morötesi şafakları

5.02.2015

koridor

vladimir makanin

dünyanın bütün erkekleri, ben de dahil olmak üzere, koridorlarda kaybolmuşlar, koşturmuşlar, yollarını şaşırmışlardır; sonsuza kadar sevecekleri bir kadın bulmaya güçleri yetmeyerek. koridorlar kuşatıyor etrafı, koridorlar orada ve burada.

kendisi ne derse desin, bir erkek, ona daha gençliğinde yutturulmuş olan rastlantısal bir deneyimle yaşar. erkek, heyhat, yeni bir şey almaz. erkek, kendisinden öncekinin imgesini giymektedir. oyunun da kendince bir ikiliği, bir koridor benzerliği vardır, tüm kapılar dışarıdan bakıldığında benzeşirler. ve hiçbir şeyden hoşnut kalmaz erkek, zavallıcık.

kadınlar, bilindiği üzere solar, gündelikleşir ve hayal kırıklığına uğratırlar. metresler yalan söylerler. ihtiyar kadınlar ölümü anımsatırlar. çocuklar da gerçekte yoktur; çocuklar ölür, istasyonlarda kaybolarak, vagon dilencilerinin ellerine düşüp düşüp ya da öylesine yetişkinleşip yabancılaşarak, koparak -onlar alacalı bir kitle, miting kitlesidir. erkek ise kendi başınadır ve bundan ötürü daha güçlü bir şekilde kavrar, sürüp giden kurt arayışı içinde hiç mi hiç değişmediğini. ne yapsın erkek de, yürür ve yürür gece koridorunda, daire numaralarına bakarak, donuk pirinç parıltılı rakamlara -kapıların yanıltıcı kilitliliğine. savaşlar da olmasa neye yararız ki biz, sormak gerek.

erkeğin hoşnut olduğuna seyrek rastlanır. kapı kapıdır sonuçta; oysa o sinirlenir, asabileşir, köpürür. körün göz lekesi gibidir adeta, öfkeyle dolmuş ve görmekte kararlı. kapıyı çaldığında, zile bastığında, omuz attığında ya da hatta hiddetle tekmelediğinde, yanıt olarak "uyuyoruuuuuz!"u işiteceğine hiç inanmak istemez. dünyanın basitliğini ve kendisi için başka bir kapı daha bulunmadığını, öyle bir kapının var olmadığını, bir gerçek olarak kabullenmeye cesaret edemez, istemez bunu. bütün bu kapı aralıklarının içinde o kapının bulunmadığını ve donuk pirinç rakamlar arasında da numarasının..