31.12.2016

uzun lafın kısası

charles bukowski: her yerde dünyanın duvarlarına tutunmaya çalışırız.

amin maalouf: kimsenin içmediği suya ne mutlu! yollardan uzaklarda çiçek açan ağaca ne mutlu!

benjamin constant: aşk, tüm duyguların en bencilce olanıdır ve bu nedenle bir kez zedelenirse de en soysuzu.

erik orsenna: farklılıkların yok olması, dünya üzerindeki en büyük tehlikedir.

james joyce: içgüdülerdir dünyaya hükmeden. yaşamda. ölümde.

william faulkner: bir adam bir fırsatını bulmayagörsün, istemeyegörsün her şeyi yapabilir ve yapacaktır.

kierkegaard: bilinç ne kadar artarsa umutsuzluk o kadar şiddetlidir.

alexandre dumas: belirsizlik tüm işkencelerin en kötüsüdür.

maureen freely: gerçekle yüzleşemeyen insanlar bir günah keçisine ihtiyaç duyarlar. en iyi günah keçileri de şahsen tanımadığın kişilerdir.

oğuz atay: milliyetçilik, modası geçmiş bir gericiliktir.

rollo may: cesaret, daha çok, umutsuzluğa rağmen ilerleyebilme yetisidir.

wilhelm stekel: olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir; olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.

30.12.2016

doğu'dan uzakta

amin maalouf

aşk dediğiniz, "dostluk", "arzu", "tutku" veya tanrı bilir başka hangi ismi taşıyan beyaz veya siyah ya da altın sarısı veya pembemsi kablolardan ayırmak gereken kırmızı bir kablo değildir.

simone weil: kaba kuvvetle ilişkiye maruz bırakılan her şey alçalır. darbeyi indiren de darbeyi yiyen de aynı kirlenmeyi yaşar.

arkadaşlarıma yaşadığım son aşk gecesini anlatabileceğim ve bunun böbürlenme veya edepsizlik sayılmayacağı bir çağda yaşamak isterdim. bizimki gibi toplumlarda utanç zorbalığın bir aracıdır. dinler boynumuza yuları geçirmek ve yaşamımıza engel olmak için suçluluk ve utancı icat etmişlerdir. eğer erkekler ve kadınlar ilişkileri, duyguları, bedenleri hakkında serbestçe konuşabilselerdi, tüm insanlık daha gelişkin, daha yaratıcı olurdu.

insan okumayı biliyorsa iki göz iki eşten daha yararlıdır.

tanrı olmak istiyorsan önce görünmez olmalısın.

insan batışı geciktirmeye çabaladıkça onu hızlandırma tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir.

vicdan yumağını çözmek de en az duygu ipliklerini çözmek kadar zordur.

hayat yolunda ilerlerken sadece ihanet ile sadakat arasında tercih yapmak zorunda kalınsaydı işler kolaylaşırdı. ama insan çoğunlukla iki bağdaşmaz sadakat veya -bu da aynı kapıya çıkar- iki ihanet arasında tercih yapmaya zorlanır. bu işler böyledir. bazen yirmi yaşında verilen taahhütler bir daha inkar edilemez, en şerefli yol yine de onları üstlenmeye devam etmektir. 

parmaklarının arasında, sevgili bir varlığın canına kıydığını haber veren bir mektup tutmak, bir insanın yaşayabileceği en kötü tecrübelerden biridir.

telefon, insanı tuzağa düşüren, aldatıcı bir haberleşme tarzıdır. konuşanların arasına sahte bir yakınlık duygusu yerleştirir; dolaysızlığı ve yüzeyselliği teşvik eder ve tarihçiler açısından en büyük sorun, geride hiçbir iz bırakılmamasıdır.

28.12.2016

satılmışlar

uğur mumcu

vatan turfanda sebze gibi sokaklarda bağıra çağıra satışa çıkarılmaz. bu bir ince zanaattir. yolu yordamı, inceliği vardır. ne satan "ben vatan satıyorum", ne de alan "benim işim budur; ben her azgelişmiş ülkeyi böyle sömürüyorum" der. uzmanlık isteyen bir iştir bu. ve yurdumuzda da böyle uzmanlara sık sık rastlanmaktadır. bakarsınız adam her yerde bas bas bağırır:

"aşırı cereyanlar aldı yürüdü. tedbir almak gerekir. mülkiyet düşmanları işi azıttılar; şereflere ve haysiyetlere tecavüz ediyorlar. hür teşebbüs baltalanıyor. atmalı hepsini içeri."

araştırırsınız. kim bu adam? ne istiyor? öğrenirsiniz ki bir yabancı şirketin türkiye temsilcisidir; on binlerce lira maaş almaktadır bir ayda. ya da ortaktır; bir imza ile milyonlar kazanır. çıkarının bozulmaması için çalışacaktır. el altından gazetelere para yollayacak, politikacıların sırtını sıvazlayacaktır. aşırı kar'ını aşırı cereyan gürültüsü ile unutturacaktır.

gazete okursunuz. adam ateşli bir yazardır; herkese söver, küfreder. savunduğunuz ilkeler adına siz utanırsınız. demokrasi devrinde demokrat, ihtilal döneminde cuntacı, yabancı sermayenin yanında komprador meddahı olur. dün sövdüklerine bugün methiyeler düzer. göklere çıkartır onları:

"işte, vatanın mimarı geldi. kaç zamandır onu bekliyorduk. kalkınmayı o yapacak. kim ona sataşırsa komünisttir. sizi gidi solcular.."

ve daha bir sürü zırva. bakarsınız bu ateşli, bu küfürbaz yazar rotatif değiştirmiş, bir yerlerden kredi almıştır. durumu düzelmiş, geliri artmıştır. cakasından geçilmez. viski bardağını elinden düşürmez.

adam profesördür. türkiye'nin koşullarını, dünyadaki çıkar dengesini herkesten iyi bilmektedir. özel konuşmalarını dinlemişsinizdir. bilgili ve bilinçlidir. bir gün bakarsınız, bir irikıyım partinin gölgesinde, büyük bankaların birinde idare meclisi üyeliği almıştır. yazdıklarını, söylediklerini unutur. altına bir araba çeker, iki tane de kat alır. gelsin yolluklar, avrupa gezileri, bir de yüksek bir koltuk vaadi.. başlar konuşmaya ve yazmaya:

"efendim, bunlar bizi ittifaklarımızdan ayırmak istiyorlar. kasıtlıdırlar. bilmem nerede de böyle olmuştur. hür teşebbüs korunmalıdır. şereflere ve haysiyetlere son zamanlarda tecavüz artmıştır. bir merkezden idare ediliyorlar."

öğrencileri merak edip kendisine sorarlar:

"hocam, şu şu hareketler anayasaya aykırı mıdır? siz daha önce böyle söylemiştiniz."

cevap verir:

"siz dersinize bakın. siyasetle uğraşmayın. bunlar tehlikeli işler!"

bakarsınız bir gürültü, bir çalım, toz duman.. ne o? adam milliyetçiliğini ispat edecek. beğenmediği herkesi komünist ilan edecek. konuşma yapar, yazı yazar. kendisine bir kahraman süsü verir. bilinmez kavramlara karşı "don kişotluk" ilan eder:

"kanımın son damlasına kadar solcularla mücadele edeceğim. şu tarihte şunu yaptım. ben olmasam kızıllar türkiye'ye girecekti. ne eziyetler çektim. o var ya, işte o komünisttir. öbürüne hiç güven olmaz."

araştırır öğrenirsiniz; bu milliyetçi zatın bir zamanlar tabiiyet değiştirmek için yabancı makamlara başvurduğunu, kızının amerikan çavuşları ile yaşadığını söylerler. her zaman sermayeden, her zaman yabancılardan yanadır. parası pulu yerindedir. giyimi kuşamı, yaşamı lükstür.

bu ve benzerleri konuşurlar, yazarlar, çizerler. öcüler, tabular yaratırlar. bu gürültü içinde köy enstitüleri kapanır, namuslu aydınlara kelepçe takılır. yabancı şirketler vurgunlarına devam ederler.

kitaplar vardır. 500 sayfa. arkasında "fiyatı 1 lira" yazar. onu da almazlar. en uzak köy muhtarlığına kadar yollanır. içini açarsınız; ismet paşa'nın, yazarların, gençlerin komünistlikle, rus casusluğu ile suçlandığını görürsünüz. bu değirmenin suyu nereden gelir bilinmez. bakarsınız kitapçılarda 12 buçuk liraya satılan kitapların yüzlercesi fakülte kantinlerinde parasız dağıtılır.

petrol meselesi çıkar bu arada. işte gerçek turnusol kağıdı. kimin milliyetçi olduğunu, kimin yabancı çıkarlarını savunduğunu anlayacaksınız. asit bu. gerçek milliyetçiler kükrerler:

"doğal kaynaklar türk devletinin hüküm ve tasarrufu altındadır. bu petroller bizimdir. onu biz işletmeliyiz. yabancılar petrolü bize pahalı satıyorlar. petrol kanunu değişmeli, yabancı şirketler kontrol edilmelidir."

yabancı petrol şirketlerinin takviyeli korosu başlar teraneye:

"kanunla verilen haklar alınamaz. onlar olmazsa biz petrol çıkaramayız. elbette onlar bizden daha iyi bilirler. bizi ruslara mı satmak istiyorsunuz. biz aşiret devleti miyiz?"

evet, değiliz. değiliz ama, bunu mahkeme kararlarını çiğnerken, parti toplantılarını basarken, gece yarıları meclis'i aratırken; kitapları, tiyatroları yasaklarken hatırlamazlar da, yabancı şirketlerin çıkarlarını savunurken akıllarına getirirler. bir de bunun adı milliyetçilik olur.

"kızıllar, komünistler, mülkiyet düşmanları, rus ajanları, ortanın solu moskova yolu.."

ne o? beyler vatan kurtarıyorlar. kime karşı? başta saçlarını bu mücadele için ağartmış ismet paşa'ya ve tüm milliyetçilere karşı.

evet garip bir ülkedir türkiye. milli çıkarları savunanlar komünist ve dinsiz, yabancı hristiyan şirketlerini savunanlar milliyetçi ve müslüman. her yurttaşın toprak sahibi olmasını isteyenler mülkiyet düşmanı, uçsuz bucaksız toprakları ağalara verenler mülkiyetçi. yabancı şirketlere milyonlar kazandıranlar özel teşebbüsçü, milli sanayinin kurulmasını isteyenler özel teşebbüs düşmanı. milli kahramanlar korkak, hain, amerikan firması müteahhitleri vatansever.

kötü paranın sağlam parayı kovması gibi, "sahne-i siyasette" bu bezirganlar at oynatıyor. şimdi onların astığı astık, kestiği kestik.

27.12.2016

mountolive

lawrence durrell

yazar, insan denen hayvanların en yalnızıdır.

insan deneyimlerinin en zengini anlatım olanakları bakımından en sınırlısıdır da. sözcükler her şeyi öldürdükleri gibi aşkı da öldürür.

bütün büyük kitaplar acıma duygusunun içinde yapılmış bir gezintidir.

bir sanatçı öteki insan kardeşleriyle tek doyurucu ilişkiyi yapıtı aracılığıyla kurabilir; çünkü o gerçek dostlarını ölüler ve doğmamış olanlar arasında bulmaya çalışır. işte bu yüzden politikayla uğraşmaz, politika onun işi değildir. dikkatini siyasetlerden çok değerlere çevirmelidir.

gerçek aşkın tuhaflıkları bitmek bilmez.

mutluluk etkimeyle uyandırılabilecek bir şey değildir. bir bıldırcını ya da yorgun kanatlı bir kızı bekler gibi onu bekler, pusuya düşürürsün. sanatla ustalık arasında değişmez bir uçurum vardır.

26.12.2016

mevsimler

roni margulies


"bir kışı da devirdik" derdi
şubatta bir gün güneş açacak olsa
"saçmalama" derdim, "kar bile yağar haftaya"
"olsun, ne önemi var, ne kaldı ki
şunun şurasında ilkbahara?"
telefona sarılırdım kar yağdığında sonra
"hani" derdim, "hani bahar, dışarı baksana"
"say bak" derdi, "kaç günü kalmış şubatın"
tartışırken biz böyle, bahar geliverirdi

daha kötüsü, ağustos başlarında
yeni dönmüşken londra'dan ben
"bu yaz da bitti" derdi birden, "ağustosun
kıştır zaten yarısı. dönüşün yaklaştı"
"hayır" derdim, "dışarısı kırk derece
dört haftası var bu ayın daha
buna bir de pastırma yazını ekle"
"ne eklersen ekle" derdi, "geliyor işte kış yine"

aceleye getirmeyi sevmem ben mevsimleri
zaten geçiyorlar. zaten geçiyor yıllar
beş kış devirmişim işte fikret gideli

solak kadın

peter handke

insan başkaları hakkında yeni her ne biliyorsa, o arada geçerliliğini kaybetmiş şeylerdir bildikleri.

yalnızlık en buz gibi, en iğrenç acıyı doğurur: gerçeklikten kopmuşluğun acısı. insanın o zaman birilerine ihtiyacı olur, bize durumun henüz o kadar da kötü olmadığını gösterecek birilerine.

benim düşlediğim adam bendeki, ona olan bağımlılığını koparmış kadını sevecek adamdır.

ah siz kadınlar, sizin bu zavallı aklıbaşındalığınız! her şeye, herkese gösterdiğiniz o gaddarca anlayış! hiç de canınız sıkılmaz, aylak yaratıklar! keyifli keyifli oturur durur, zaman geçirirsiniz. biliyor musunuz, niçin asla bir yere varamazsınız siz? hiç yalnız başınıza sarhoş olmazsınız da ondan! kendi kendinizin çıtkırıldım fotoğrafıymışınız gibi yayılır durursunuz derli toplu evlerinizde. yoktan yere sırlarınız varmış gibi yaparsınız; o kuru gürültünüz sizin, o harika dostluklarınız, o budalaca insancıllıkla karşısına çıkanı boğan dostluklarınız, canlı ne varsa vesayetinize alma makinalarısınız siz. yeri koklaya koklaya sürünür durursunuz, ölüm çenenizi düşürünceye kadar.

24.12.2016

psikoterapi

lidia yuknavitch

insanlar kitaplara ve filmlere benzer. on yüz bin milyon tane farklı yorumları vardır.

psikoterapistler, zaten en derin ve de en karanlık sırlarınızı duymaya can attıkları için ne kadar yalan söylerseniz o kadar mutlu olurlar. böylece kazı yapma şansını elde ederler. penetre etme. acayip el hareketleri yapma. salak saçma notlar alma. ayrıca bu hasta-doktor ilişkisi boku tam anlamıyla pornodur. siz içinizi döküp salak gibi ağlarken onlar da size "gel babanın kollarına" derler. tanrım. bayan k'nin babamın çalışma odasında götünü havaya dikmesinden ne farkı var bunun? evet. bunun adına tahakküm kurma dendiğinden eminim. marlene öğretmişti.

söylemek istediğim, bu gibi durumlarda ya üstünlüğü siz kurarsınız ya da sıçtığınızın resmidir.

kent ve tuz

gore vidal

herkes tabiat olarak biseksüeldir.

vücut insanlarına bayılırım; tötonik ve ilkeldirler; bizim anlayamayacağımız kadar karmaşıklaşmış bir toplumun yasakları altında bunalmış değildirler.

hepiniz aynısınız; ileri, ileri, hep daha yukarı. dünyanın bütün orospuları, birleşiniz.

ilkel insanlar, eğlenceli olduğu sürece ne olursa olsun yaparlar.

gözler kapalıyken gerçek dünya başlar.

bu ülkedeki her şey iki cinsi de mahvetmek üzere düzenlenmiş. erkeklere arzularının kirli ve istenmeyen şeyler olduğu söyleniyor. kadınlara ise birer tanrıça oldukları, erkeklerin onlara uzaktan bile olsa tapınmak için ölüp bittikleri. en azından erkekler kim ya da ne olduklarını biliyorlar ki bu da sağduyunun başlangıcıdır.

hayatta bir arkadaşa hava atmaktan daha büyük zevk veren çok az şey vardır.

insanın kendisi gibi kalabilmesi önemlidir.

aşk her zaman trajik bir şey, herkes için, her zaman. ama hayatı ilginç kılan da bu. bir şeyin değerini, o elimizden gitmeden anlayabilir miyiz?

güne dolu mideyle başlamak gibisi yoktur.

gizli homoseksüeller berbat aşıklardır.

sadece var olmak yoluyla birbirimizi yeterince etkiliyoruz. yıldızlar çakıştığında, yoksa kuyruklu yıldızlar mıydı, kısa bir süre için birinden ötekine parçalar sıçrar. çok ender olarak yüzde yüz çarpışmalar olur; ama çoğu kere bu iki yıldız herhangi bir olay olmaksızın, kendilerinden çok bir şey eksilmeksizin yollarına devam ederler.

23.12.2016

devlet

raoul vaneigem: faşizmin bildiği tek üstün insan vardır: devlet.

platon: devletlerin yönetimi namussuzların ve utanmazların eline bırakılırsa, bunlar iyilerin başına bela ve yıkım getirir.

marquis de condorcet: filozofların aydınlatmadığı toplumu şarlatanlar aldatır.

goethe: herhangi bir devletin niteliği hakkında en doğru bilgiyi veren, oradaki mahkeme ve ordunun niteliğidir.

mihail bakunin: en küçük, en zararsız devlet bile düşlerinde suçludur.

francis bacon: kurnazların bilge diye geçindiği bir devletten daha zararlı bir şey yoktur.

charles fourier: medeniyet üçkağıtçılara saraylar yaptırır, dahilere kümes.

server tanilli: devlet, egemen sınıfın kendi ayrıcalıklı durumunu sürdürebilmek için çoğunluğa karşı verdiği mücadelede bir araçtır.

francesco sorti / rita monaldi: büyük sahtekarlıklar büyük olanaklara ihtiyaç duyar ve bunlara sadece devlet sahiptir. her tuhaf ve açıklanamayan ölüm, devletin ya da onun gizli güçlerinin bir komplosunu işaret eder.

dany cohn-bendit: diktatörlüğün prensibi, toplumun bütün hücrelerinde, mikroskobik iktidar merkezlerinin çeşitliliğinde gizlidir; babalarda, kocalarda, öğretmenlerde, devlet memurlarında uyuyan bir küçük diktatör vardır hep.

edwin fuller torrey: kendi özgürlüklerinden vazgeçmeye istekli insanların bulunmadığı yerde faşizm de olmayacaktır.

22.12.2016

gerçek

henry miller

gerçek yetmez. gerçek hiç bitmeyen bütünlüğün yalnızca bir çekirdeğidir.

savaş bile böylesi bir yıkıntı yaratmış değildir. savaş bir kenti kül yığınına indirgeyebilir, tüm insanları yok edebilir. ama yeniden ortaya çıkan her şey eskilerine benzer. ölüm, toprak için de ruh için de besleyicidir. yeniden doğuş diye bir şey olamaz. tek göreceğiniz, her biri bir öncekinden daha çirkin olan zehirli katların birbiri üstüne kanser gibi çökmesidir.

her şey belirli bir biçimde, belirli bir yerde. tıpkı aklımızın, tanrı'ya göre bir yerde olması gibi. elle tutulan, görülen dünya, sevgimizin bir haritası. tanrı değil, yaşam sevgidir.

olup biten her şey bir mucizedir. bir şeyler ya olur ya da olmaz, bunun ötesi yok. hiçbir şey cefayla, terle elde edilmez. yaşamın bir parçası olarak gördüğümüz şeylerin büyük bölümü, gözü açık bir uyku, bir can çekişmedir. çünkü bizler uyuma alışkanlığını yitirdik. biz bir yayın ucundaki zemberekli kuklalarız. ne denli çok çabalarsak kutuya dönmemiz o denli güçleşiyor.

cömert olmak biri daha ağzını açmadan evet demektir.

"delilik mantığı yitirmektir. gerçeği değil, mantığı. çünkü öteki insanlar suskun kaldığında gerçekleri söyleyen kanıtlar vardır."

genç bir romancının itirafları

umberto eco

iki türlü şair vardır: şiirlerini on sekiz yaşındayken yakan iyi şairler ve ömür boyu şiir yazmaya devam eden kötü şairler.

ilham, sanatsal açıdan saygın görünebilmek için hilebaz yazarların başvurduğu kötü bir kelimedir. eski bir söz vardır, "dehanın yüzde onu ilham, yüzde doksanı terdir." der. fransız şair lamartine'in en iyi şiirlerinden birini nasıl yazdığından sıkça söz ettiği söylenir: bir gece ormanda gezinirken şiirin ani bir ilhamla, aklına eksiksiz geldiğini öne sürermiş. ölümünden sonra çalışma odasında o şiirin pek çok versiyonunu bulmuşlar, yıllar boyu yazıp yazıp düzeltmiş şiirini.

birçok üniversite profesörünün çalışma masasının çekmecesi yayımlanmamış berbat romanlarla doludur.

iyi bir listenin tek gerçek amacı, sonsuzluk fikrini ve vesairenin baş döndürücülüğünü iletmesidir.

sadece kendileri için yazdıklarını söyleyen kötü yazarlar ordusuna dahil değilim. yazarların kendileri için yazdıkları tek şey, ne alacaklarını hatırlamalarına yardım eden, işi bitince de atılan alışveriş listesidir. çamaşırhane listesi de dahil, geri kalan her şey bir başkasına yazılmış mesajlardır.

eğer ortada çok sayıda yaratıcı fikir varsa bu onların yaratıcı olmadığını gösterir.

1860'ta, garibaldi'nin sicilya'ya yaptığı keşif yolculuğunun peşinden gitmek için akdeniz'den geçmek üzereyken, alexandre dumas sr. marsilya'da mola vermiş ve kahramanı edmond dantes'nin monte cristo kontu olmadan önce 14 yıl hapis yattığı ve hapishane arkadaşı papaz faria'dan hücresinde ders aldığı if şatosu'nu ziyaret etmiş. dumas oradayken, ziyaretçilere hep monte cristo'nun "gerçek" hücresi denilen yerin gösterildiğini ve rehberlerin, dantes, faria ve romandaki diğer karakterlerden sahiden yaşamış kişilermiş gibi söz ettiklerini keşfetmiş. oysa aynı rehberler, if şatosu'nda mirabeau kontu gibi önemli tarihi kişiliklerin gerçekten hapis yattığını asla ağızlarına almıyorlarmış. dumas anılarında şöyle der: "romancıların bir ayrıcalığı vardır, tarihçilerin karakterlerini öldürecek karakterler yaratırlar. bunun nedeni, tarihçilerin anlattıkları kişilerin hayalet, romancıların yarattıklarının ise kanlı canlı insanlar olmasıdır."

20.12.2016

seni

ahmed arif


genç bayraklar vardır
barış düşünür
kuyularda işçi, mavilikleri
ben hepsini düşünürüm
yirmi dört saat
ve seni düşünürüm
karanlık, hırslı
seni, cihanların aziz meyvası
ilanı aşk makamından bir mısra
yeşerip kımıldar içimde
düşer aklıma gözlerin

19.12.2016

yaratıcı hayat

clarissa pinkola estes

hayat-ölüm-hayat döngüsü; yazgının, ilişkinin, sevginin, yaratıcılığın ve tüm diğer unsurların çok geniş ve vahşi örüntüler şeklinde hareket etmesini sağlar. bu örüntüler birbirlerini şu düzen içinde izler: yaratma, çoğalma, güç, çözülme, ölüm, kuluçka, yaratma, vesaire. fikirlerin, düşüncelerin, duyguların çalınması ya da yokluğu, akıntının bozulmasının bir sonucudur. aşağıda, nehri geri almanın yolunu bulacaksınız.

besin alın. nehrin temizliğine başlamak için bu gereklidir. bir kadın, yaratıcı hayatıyla ilgili samimi iltifatları geri çevirdiği zaman, nehirdeki rahatsızlık verici pislikler de belirginleşir. "ah, bana böyle bir iltifatta bulunmakla ne kadar nazik olduğunuzu gösterdiniz." dediğimizde pek fazla kirlenme görülmezken, "ah, şu eski lakırdılar!" ya da "aklınız başınızda değil galiba." dediğinizde kirlenme nehir için yaygın bir sorun haline gelebilir. yine savunma amacıyla "elbette mükemmelim, bunu nasıl fark edemezsiniz?" dediğinizde de kirlenme yaşanır. bunların hepsi yaralı animusun işaretleridir. kadının içine iyi şeyler akar; ama bunlar bir çırpıda zehirlenir.

tepki verin. nehri temizlemenin en etkili yolu budur. kurtlar çok yaratıcı hayatlar sürdürür. her gün düzinelerce seçim yapar, şu ya da bu yolu izlemeye karar verir, ne kadar uzak olduğunu kestirir, avlarına yoğunlaşır, olasılıkları hesaplar, fırsatı yakalar, hedeflerine ulaşmak için güçlü bir şekilde tepki gösterirler. onların gizlenmiş olan şeyleri bulma, niyetleri birleştirme, istenen sonuca odaklanma ve bunu elde etmek için kendi çıkarlarına uygun davranma yetenekleri, tam olarak insanlarda da işleri yaratıcılık ve sebatla yapmak için gereken niteliklerdir.

yaratmak için, tepki verebilmek gerekir. yaratıcılık, çevremizde olup biten her şeye duyarlı olma, içimizde doğan yüzlerce düşünce, duygu, eylem ve yanıt olasılığı arasından seçim yapma ve bunları önem, tutku ve anlam taşıyan tek bir yanıt, ifade ya da iletide bir araya getirme yeteneğidir. bu anlamda, yaratıcı ortamın yitirilmesi, kendimizi tek bir seçenekle sınırlanmış, yoksun, duygu ve düşünceleri baskılanmış ya da sansürlenmiş, hareket etmeyen, konuşmayan, yapmayan veya olmayan biri gibi hissetmemiz demektir.

vahşi olun. nehri temizlemenin yolu budur. ilk başta nehir kirli akmaz, buna biz neden oluruz. nehir kurumaz, onu biz tıkarız. eğer onu özgürleştirmek istiyorsak kendi düşünsel hayatlarımızın özgürce akmasına, daha işin başında hiçbir şeyi sansürlemeden her şeyin ortaya çıkmasına izin vermemiz gerekir. işte yaratıcı hayat budur. kutsal paradokstan yapılmıştır. tamamen içsel bir süreçtir. yaratmak için taş gibi duygusuz olmaya, bir eşeğin üstündeki tahtta oturup ağzından yakutlar tükürmeye istekli olmak gerekir. o zaman nehir akar, o zaman onun aşağıya doğru inen akıntısında ayakta durabiliriz. taşıyabileceğimiz kadar çok şey yakalamak için etek ve gömleklerimizi açabiliriz.

başlayın. kirlenmiş nehri temizlemenin yolu budur. eğer korkuyorsanız, başarısız olmaktan korkuyorsanız, size hemen başlayın derim. gerekirse başarısız olun, toparlanın, yeniden başlayın. tekrar başarısız olursanız, başarısız olursunuz. ne fark eder? tekrar başlayın. yeniden başlamaya duyduğumuz isteksizlik, durağanlaşmamıza neden olur. yoksa olduğumuz yerde saymamıza yol açan şey, başarısızlığın kendisi değildir. korkuyorsanız, ne fark eder? bir şeyin ortaya fırlayıp sizi ısıracağından korkuyorsanız, tanrı aşkına, hemen o işi yapıp kurtulun. bırakın korkunuz ortaya fırlasın ve sizi ısırsın ki, işi bitirip devam edebilesiniz. ondan kurtulacaksınız. korku geçecek. bu durumda onunla yüz yüze gelmeniz, onu hissetmeniz ve işi bitirip kurtulmanız, nehri temizlemekten kaçınmak için onu kullanmayı sürdürmenizden daha iyidir.

zamanınızı koruyun. kirleticileri kovmanın yolu budur. kayalık dağları'ndan tanıdığım öfkeli bir ressam resim yapma ya da düşünme havasında olduğunda evine giden yolu kapatan zincirin üstüne şu levhayı asar: "bugün çalışıyorum ve ziyaretçi kabul etmiyorum. biliyorum; benim bankacım, temsilcim, en iyi dostum olduğunuz için bunun sizi içermediğini düşünüyorsunuz. ama içeriyor."

tanıdığım bir heykeltıraş ise giriş kapısına şu levhayı asar: "piyangoyu kazanmadığım ya da isa, old taos otoyolunda görülmediği sürece rahatsız etmeyin." görebileceğiniz gibi, iyi gelişmiş animusun mükemmel sınırları vardır.

onunla kalın. bu kirlilik daha fazla nasıl uzaklaştırılabilir? kendimizi ister güçlü ya da güçsüz, isterse de hazırlıklı ya da hazırlıksız hissedelim, ruh eğirme, kanat yapma girişimlerimize, sanatımıza, psişik onarımımıza ve dikişimize devam ederek, herhangi bir şeyin bizi sağlıklı ve bütünleşmiş animus üzerinde çalışmaktan alıkoymasına karşı direnerek bu kirliliği azaltabiliriz. gerektiğinde kendimizi gemi direğine, sandalyeye, sıraya, ağaca, kaktüse -yarattığımız her yere- bağlarız. genellikle acı verici olsa da, ustalık kazanma mücadelesinin doğasında bulunan zor görevler için gerekli zamanı ayırmak ve bu görevlerden kaytarmamak esastır. hakiki bir yaratıcı hayat, birden fazla şekilde yanar.

ayak direyip ilk ve son defa olmak üzere, "kendi bastırılmamı onaylayıp bunun bir parçası olmaktansa, yaratıcı hayatımı tercih ederim." demekle, yol boyunca ortaya çıkan olumsuz kompleksleri uzaklaştırabilir ya da dönüştürebiliriz. düşlerimiz de yolun sonraki kısmında bize rehberlik eder.

eğer çocuklarımızı istismar etseydik, sosyal hizmetler görevlileri kapımızda beliriverirdi. eğer evdeki hayvanlarımızı istismar etseydik, hayvanseverler derneği gelir ve bizi alıp götürürdü. ama kendi ruhlarımızı aç bırakmakta ısrar etmemiz halinde bize müdahale edecek ne bir yaratıcılık devriyesi ne de ruh polisi vardır. sadece biz varız. ruhsal benlik'i ve gözüpek animusu gözetecek olan yalnızca bizleriz. onları haftada bir, ayda bir ya da hatta yılda bir sulamak ne büyük acımasızlıktır! her birinin kendi günlük ritimleri vardır. her gün bize ve yeteneklerimizin suyuna ihtiyaç duyarlar.

yaratıcı hayatınızı koruyun. eğer aç kalmış ruhtan kaçınacaksanız, problemin adını koyun ve onu düzeltin. her gün işlerinizin alıştırmasını yapın. ondan sonra da hiçbir düşüncenin, hiçbir adamın, hiçbir kadının, hiçbir eşin, hiçbir arkadaşın, hiçbir işin ve hiçbir ters sesin sizi kıtlığın pençesine düşürmesine izin vermeyin. gerektiğinde dişlerinizi gösterin.

gerçek işinizin zanaatkarlığını yapın. sıcaklığın ve bilgeliğin kulübesini inşa edin. enerjinizi oradan buraya çekin. sıradan ve gündelik sorumluluklar ile kişisel esrime arasında bir dengede ısrar edin. ruhu koruyun. nitelikli yaratıcı hayatta ısrarlı olun. ne kendi komplekslerinizin, kültürünüzün, entelektüel atıklarınızın ne de yüksek sesli, aristokratik, pedagojik ya da politik laf ebeliğinin onu sizden çalmasına izin verin.

yaratıcı hayat için besin hazırlayın. birçok şey ruh için yararlı ve besleyici olmakla birlikte, bu gıdaların çoğu vahşi kadın'ın dört temel besininden birine girer: zaman, aidiyet, tutku ve egemenlik. biriktirin. bunlar nehri temiz tutar.

nehir yeniden temizlendiğinde özgürce akmaya başlar. kadının yaratıcı verimi artar ve bundan sonra doğal yükseliş, iniş ve yükseliş döngüleri devam eder. hiçbir şey uzun süre alıp götürülmez ya da pisletilmez. doğal olarak ortaya çıkan tüm pislikler, etkili bir şekilde zararsız hale getirilir. nehir beslenme sistemimiz olarak geri döner; böylece korkusuzca ona girebilir, kaygısızca suyundan içebilir, çocuklarını sağlıklarına kavuşturup ona geri vererek la llorona'nın eziyet çekmiş ruhunu sakinleştirebiliriz. imalathanenin kirletme sürecini etkisiz kılabiliriz, yeni bir animusa yer bulabiliriz. hayatlarımızı, istediğimiz ve uygun gördüğümüz gibi nehrin yanı başında, kollarımızda bir sürü bebek tutarak, onlara tertemiz sudaki yansımalarını göstererek yaşayabiliriz.

18.12.2016

quo vadis?

henryk sienkiewicz

güzelliğin huzurunda küçüldüklerini duyabilenler yalnızca en yüce sanatçılardır.

aşk bizi tanrıların katına bile yükseltebilir.

ünlü bir adam eninde sonunda daha büyük bir ünün gölgesinde kalmaya mahkumdur.

öteki dünyada kral olmaktansa bu dünyada en basit bir çoban olmak yeğdir.

iyi şarapları ağır ağır, yudum yudum içmek gerekir.

gerçek bir düşünür, ruhunu şarapla ısıtmak zorundadır.

bugünlerde insan her sokak köşesinde bir şaire rastlıyor.

umut veren ve zaman öldüren her şey iyidir.

bir düşünür ne denli olgunsa, aptal ve kaba insanların sorularına cevap verebilmesi o denli güçleşir.

bu dünyada yalan kadar tiksindiğim hiçbir günah yoktur.

dünya güzel bir yerse de, insanlar genellikle öyle alçak yaratıklar ki, hayat dört elle sarılmaya değmez.

bizim yaşantımız sonu gelmeyen bir korkudan başka nedir ki?

17.12.2016

meneksenos

platon

savaşta ölmenin gerçekte birçok faydaları var, meneksenos. öldüğü zaman ne kadar fakir olursa olsun insanın güzel ve muhteşem bir mezarı oluyor.

insanları yetiştiren devlettir. devlet iyi olursa insan da iyi olur; kötü olursa, aksi olur. onun için, babalarımızın ve aralarına önümüzdeki ölüleri de katacağımız bugünkü yurttaşlarımızın, düzenli bir devlet idaresi altında, kendilerini erdemli kılan bir devlet idaresi altında yetiştiklerini göstermek gerekir.

soyunu alçaltan bir kimse için hayat boş bir şeydir. böyle birini ne tanrılar arasında, ne yeryüzünde ne de ölümünden sonra yerlerin altında sevecek kimse bulunmaz.

hayatta göreceğiniz iş ne olursa olsun, erdem olmayınca, elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin sonunda utanç ve kötülük vardır.

ne zenginlik, zengin olan alçak bir kimseyse, ona şeref getirir; çünkü böyle bir halde, zenginlik onun değil başkasınındır; ne de beden güzelliği ve kuvveti, kötü ve alçak bir kimsede bulunursa, yerini bulmuş olur, uygun düşer; çünkü o kimseyi daha belirli bir şekilde ortaya koyar, alçaklığını daha açık olarak gösterir.

doğruluk ve erdem dışında kalan her bilgi de düzmecedir, bilgelik değildir. onun için, hiç şaşmadan güdeceğiniz ilk ve son gaye, bizi ve bizden önce gelenleri erdem yolunda geçmek için bütün gayretinizle çalışmak olacaktır. erdemden yana, biz sizden üstün kalırsak, bilin ki bu zafer bizim için bir utanç olacak; yenilir, alt olursak, bu bize saadet getirecektir.

ataların kazandığı şeref, evlatları için güzel ve yüce bir hazinedir; ama böyle zenginlik ve şeref hazinesinden faydalanmak ve ne malınız, ne mülkünüz, ne de şerefiniz olmadığı için, onu torunlarına geçirmemek utançtır, alçaklıktır.

"hiçbir şeyde aşırı olma!" eski sözü güzel bir söz sayılırdı; gerçekten de öyledir. kendini saadete götüren veya yaklaştıran şartları kendi içinde arayan, bunları başkalarına bağlayarak, onların başarı veya başarısızlıklarına göre bahtını tesadüfe bırakmayan bir kimse, hayatını iyi düzenlemiş demektir. böyle bir adam bilgedir, merttir, akıllıdır. böyle bir adam, servet veya çocuk edinsin, servetini veya çocuklarını kaybetsin, her türlü halde, o özdeyişi yerine getirecek; sevinçte de kederde de aşırılıktan kaçınacaktır; çünkü bütün güveni kendinedir.

16.12.2016

ninni

chuck palahniuk

günümüz insanları ekşi kremalı patates cipsi reklamı duyar duymaz onu satın almak için hemen sokağa fırlıyorlar ama buna özgür irade diyorlar.

güç insanı bozar. mutlak güç insanı mutlaka bozar.

hiç kimse müzik bağımlısı olduğumuzu itiraf etmek istemiyor. bu asla mümkün değil. hiç kimse müzik, televizyon veya radyoya bağımlı değil. sadece daha fazlasına ihtiyacımız var; daha fazla kanala, daha büyük bir ekrana, daha yüksek sese. onsuz olmaya dayanamıyoruz ama hayır, kimse bağımlı değil.

taşlar ve sopalar kemiklerini kırabilir ama kelimeler canını öyle bir yakar ki şaşarsın.

hiçbir detay not edilmeyecek kadar önemsiz değildir.

hikayelerin sorunu, olayın kendisinden sonra anlatılıyor olmalarıdır.

nazi kamplarından kurtulan musevilerin çoğunun neden vegan olduğunu biliyor musun? çünkü onlar hayvan gibi davranılmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorlar.

tablonun bütününü unutmanın sırrı, her şeye yakından bakmaktır.

hayatta karınızla çocuğunuzun ölüsünü bulmaktan daha kötü şeyler de vardır.

hayatınızı mahvetmenin en iyi yolu not tutmaktır. yaşamaktan kaçınmanın en iyi yolu sadece durup izlemektir. olaya dahil olmayın. bırakın da büyük birader sizin yerinize şarkılar söyleyip dans etsin. muhabir olun. iyi bir şahit olun. seyircilerin makbul bir üyesi olun.

hepimiz birbirimizden nefret ediyoruz. hepimiz birbirimizden korkuyoruz.

yabancı bir şey her zaman sizin sayenizde kendi hayatını yaşar. tüm hayatınız dünyaya gelecek bir şeye vesile olur.

herkesin hayal gücü köreldiğinde, artık hiç kimse dünya için bir tehdit olmayacak.

14.12.2016

ay ve şenlik ateşleri

cesare pavese

hiç serenat yapmadım. eğer kız hoşsa onun aradığı şey müzik değildir. o, öteki kızların önünde poz kesmek ister. bir erkektir onun aradığı. müzikten anlayan bir kız görmedim ömrümce.

herkesin başına bir şeyler gelir hayatta.

her zaman anlamışımdır, eğer zaman tanırsanız insanlar her şeyi anlatırlar size.

bazen bir tek sözcük yetiyor insanın gözünü açmaya, daha çocukken duyduğum bir tek sözcük, yaşlı bir adamın, babam gibi yoksul ve yaşlı bir adamın söylediği bir söz.

sineklerin insanlardan daha iyi yiyip içtiği köyler vardır.

belki de bir zamanlar, canelli'deki küçük tepeleri, aşağıda, koskoca dünyada para kazanan, rahat rahat yaşayan, denizaşırı giden insanları nasıl düşünüyorsam, beni de öyle düşünen bir çocuk, bir zamanlar benim olduğum gibi bir ırgat, çekilmiş perdelerin gerisinde ömür çürüten bir kadın vardır.

olması zorunlu olan şey herkesi ilgilendirir. ve dünya kötü kurulmuş, yeniden yapılması gerekir.

bir sürü aptalca hata yaptım. herkes yapar hayatta. yaşlılığın asıl kötü yanı pişmanlıktır.

parayla yapılan kötülükler vardır. paradır bunu yapan, hep para; paran ister olsun ister olmasın, o var olduğu sürece hiç kimse için kurtuluş yolu yoktur.

bir şeyi yaparak öğrenir insan. bir şey yapmak istiyorsan, bu yeter. okuyabildiğin kadar oku. kitap okumazsan hiçbir şey olamazsın.

bir türlü ölmek bilmeyen yaşlı insanlar vardır dünyada.

senin kadar güzel çalabilseydim amerika'ya gitmezdim. o yaşta bunun nasıl bir şey olduğunu bilirsin. daha yeni yeni başlamışsındır bir kızı görmeye ya da birisiyle kavga çıkarmaya ya da gecenin geç saatlerinde eve dönmeye. insan bir şey yapmak ister, bir yere gitmek ister, kendi kendine karar vermek ister. daha önceki gibi yaşamaya dayanamaz artık. boyuna hareket halinde olmak daha kolay gelir. bir sürü konuşmalar işitir. o yaşta böyle bir köy meydanı tüm dünyaymış gibi gelir ona. dünyanın da böyle olacağını sanır.

iyi yetiştirilmişlerse kadınlar evlenmek istedikleri adamın ne tür biri olacağını bilirler.

neden bazılarının her şeyi var da bazılarının hiçbir şeyi yok?

cenova'da vapurdan inip de kendimi savaşın yıktığı evler arasında bulduğumda ilk söylediğim şey, her evin, her avlunun, her terasın herhangi bir kimse için bir anlamı olduğu; geçmişteki o kadar yılın, o kadar anının bir iz bile bırakmadan gecenin boşluğunda kaybolup gittiği düşüncesinin, maddi kayıptan ya da ölen insan sayısından daha hüzün verici olduğuydu. yoksa yanılıyor muyum? belki böylesi daha iyidir, her şeyin kuru otların alevinde uçup gitmesi ve insanların her şeye yeniden başlaması daha iyidir.

geceleyin kütüphane

alberto manguel

on altıncı yüzyılda, daha çok latifi adıyla bilinen osmanlı şairi abdüllatif çelebi kütüphanesindeki her bir kitap için şöyle demişti: "bütün dertleri def eden hakiki ve müşfik dost."

bilgi biriktirmek bilmek değildir.

jorge luis borges: bir romanın temasını hayal etmek neşeli bir iştir; oturup onu gerçekten kaleme almaksa abartıdan başka bir şey değil.

her okur belli bir kitaba bir miktar ölümsüzlük getirmek için vardır. okuma bir bakıma yeniden doğum ritüelidir.

joseph brodsky: bellekle sanatın ortak yanı, seçme becerisi ve ayrıntıdan tat almaktır.

her kütüphane hem kucaklar hem reddeder. her kütüphane tanımı gereği tercih sonucudur ve alanını sınırlaması gerekir. her tercih de bir başkasını dışlar, yapılmayan tercih olur. okuma eylemi sonsuz bir sansür eylemiyle koşut gider.

"geometri bilmeyeni içeri almayın." (atina akademisi'nin platon kapısındaki yazı)

her kütüphane başlı başına bir özyaşamöyküsüdür.

nazizmin yükselişinden kısa bir süre sonra walter benjamin, "homeros'un devrinde olimpos tanrıları için düşünme nesnesi olan insanlık şimdi kendi için öyle olmuştur. kendine yabancılaşması öyle bir noktaya ulaşmıştır ki kendi yıkımını birinci dereceden estetik zevk olarak yaşayabilir." demiştir.

akşamın suları serçeli

ali püsküllüoğlu


çocuğu akşama benzetmeli
akşamı güneşe
güneşi soğuk serçelere
ve yakalamalı güneşi
iyice tutmalı bağlamalı bir yerlere
salkımsöğütlere örneğin

ağzımı dayadığım yerlerde
ezik bir su çıkmalı fincanlardan
iyice korkutmalı serçeleri ürküten ay'ı
bulutun serçeleri bulutun
elleri ıslanmasın diye
sıcağı üşütmeli

ölmeye çocuk olmalı en iyisi
ağlasın diye serçeler
serçe olmalı sevilmeye
yaşamaya dersen solgun çiçekler
benim yağmurlarım çalgılı dünya
çocuğun serçeleri ay'a benzer
ay'ın gözleri çocuğa

12.12.2016

47'liler

füruzan

insanı insan kılan en önemli şey adalet duygusudur.

bebelerin çocukluk bilmediği, taze gelinlerin, eceldir başa çıkılması yok deyip toprağı avuçladığı, er kişilerin ezilmekten kaypaklığa dönüştüğü, bunu başaramayanınsa katil, hırsız olduğu bir baharın içindeyiz.

derdi çeken, ağuyu içen bilir.

geri bıraktırılmış ülkelerin en büyük özelliği, kendi egemen güçlerince istilaya uğramışlığıdır. yerli işbirlikçilerinin, vurucu güçlerinin elindedir halk yığınları.

mutluluk benzeri bir şeydir acı da. ne anlatılsa eksik, az kalır.

her sınıf kendi güzelliğini yaratır. bizim çabamız, aslolan güzelliği savunmak, emeğin getirdiği, getireceği güzellik için çalışmaktır.

güzellik kalıcı değil; değerini zamanında vermeli.

"kadrin bilmeyenler alır eline
onun için eğri biter menevşe"

insan, aklıyla arınıp yücelir. çevresiyle paylaştığı mutluluğu hak eder ancak.

ezici kaba güç birden gelmez. bunlar gerçek insanlığa geçiş yolunun ayıklanması gereken kötü tohumlarıdır. bizler bile, arınmış olmayı yeğleyen bizler bile ilerinin toplumcu adaletçi insanının henüz kaba birer taslağıyız.

çağımızın gerçek aydını, dünyayı değiştirmeyi amaçlayan kişidir.

civan canı ipe vermekten çok civan canın alınmışlığını bilip de ardından ömür sürmek nafiledir, adamı çürütür.

yazınsal yaşamlar

javier marias

insanların çoğu hazzı elde ettikleri zaman nasıl keyfini süreceklerini bilemezler.

r.l. stevenson: şarap ve tütünün olmadığı bir yaşamda yapılabilecek tek şey ulumak, tepinmek ve kaçıp gitmektir.

oscar wilde: bu sabah bir virgülü sildim, akşamüzeri yeniden koydum.

isak dinesen: yaşlandıkça maskeler takıyoruz, yaşımıza göre maskeler ve gençler göründüğümüz gibi olduğumuzu sanıyorlar ama bu doğru değil.

her gerçek şövalye hayatında en az bir defa ödleklik etmiştir.

madam du deffand: hepimiz kusursuz aptallarız ama kendimize göre bir tarzımız var.

thomas mann: soyut ve yapıtı önceleyen hırstan, yapıttan bağımsız hırsın kendisinden, ben'in solgun hırsından daha yanlış bir şey yoktur. bu duygularla hareket eden birisi hasta bir kartalı andırır.

başkalarının istediğiniz şeye inanmalarını sağlamak için, ona önce sizin tüm yüreğinizle inanmış olmanız gerekir.

vladimir nabokov: ben bir dahi gibi düşünüyor, saygıdeğer bir yazar gibi yazıyor ve bir çocuk gibi konuşuyorum.

madam du deffand: yaşamı sevmeden yaşamak sonunun gelmesini arzulamak anlamına gelmemeli; ayrıca bu durum onu kaybetme korkusunu da azaltmıyor.

oscar wilde: hayat her şeyi fena halde pahalıya satıyor; bizler de en uğursuz, ruhsuz sırlarına korkunç ve sonsuz bir bedel ödüyoruz.

her erken ürün veren yazar, arthur rimbaud'ya kıyasla yine de gecikmiş sayılır.

madam du deffand: bana kalırsa herkes nefretlik. çevremiz düşmanlarla ve silahlarla sarılı, arkadaş dediklerimizse bizi öldürmelerinden korkmadıklarımız; bu işi katillere yaptırırlar.

10.12.2016

hüzün şarkısı

ali çapan


-bu şiir
bir hüzün şarkısıdır
ve kurşunla
duvarlara yazılmıştır-

şarkılarım
aniden kanadı kırılmış bir kuş gibi
birdenbire vurulmuş gibi düştü yere
birdenbire bir yağmur başladı
gurbetçiler köyünde
ıslandı yüzüm
ellerim ıslandı
ıslandı gözlerim

işte şimdi ben oturmuşum bir başıma
en çok ağlarım -sensizliğime-
kimin suratına tüküreyim ki
dağılsın hüznüm

her şey birdenbire sustu evrende
su toprak
ve oksijen karışımı yaşamak
kahkahasız
aydınlıksız

şarkı söylemesini bellettiğim martılar
beni unuttu
neden
istanbulca çoğalan sesimdeki hüzünle
galata köprüsüne yağan yağmur
el ele
ve iğde dalına konan şu serçe bana
çocukluğumun en ağlamaklı
şarkılarını anımsatır da ondan

nerede şimdi benim
köşe kapmaca oynadığım /çocukluğum/
ve söğüt dalındandı
sularda koşturduğum atım

sen en çok iyisin ya
barut ve çiçek bildiğin gibi değil
ben şimdi gurbetçiler köyündeyim
bir başıma /sensiz ve susuk/
benliğimde sensizliği damıtırım
her gün yeniden

elime bir tüfek tutuşturdular
-öldürmesini öğren ilk- dediler
en çok insancıl düşlerim yıkıldı

sözlüğümdeki ilk sözcük sevgiydi
ikincisi mutluluk
sevinç
ve insanca yaşamak
sen bunların tümünü bilirsin
her insanı kendime
kardeş bilmiştim
adı ne olursa olsun
rengi
dili
dini

şimdi
özgürlükle el ele
gözlerimiz