31.12.2017

uzun lafın kısası

sadık hidayet: sapık din, sapık bilim doğurur.

nazım hikmet: en kötü şey, en kötü haberi bile bilmemektir.

miguel de unamuno: gülmek trajediye hazırlanmaktan başka bir şey değildir.

mualla gülnaz: modern hayat, bütün içeriklerinden sıyırdığı kadına geriye cinselliğinden başka şey bırakmamıştır.

necib mahfuz: acı çekmek kadar insanları bir araya getiren başka hiçbir şey yoktur.

john fowles: bağırsak boşaltma ve mesane boşaltma eylemlerine gönderme yapan terimlerin kullanılmasının anlamı, kültürel bir tetikleyici sonucu ortaya çıkan cinsel suçluluk ve bastırılmış duygulardır.

robert frost: ormanda iki yol belirdi önümde ve ben, daha az yürünmüş olanı seçtim.

kay redfield jamison: hayatta önemli olan insanın eline düşen kartlar değil, onları nasıl oynadığıdır.

john greenleaf whittier: herhalde insanoğlunun yazdığı ve söylediği acı sözlerin en acısı şu olmalı: "olabilirdi!"

pauline melville: yaşam iki tarih arasında değil, iki imge arasında asılıdır.

29.12.2017

sıcak ülkelerden dönen vahşi sakatlar

tom robbins

acıma, şehvetin en azılı düşmanıdır.

her türlü depresyonun kaynağında kendine acıma vardır. insanlardaki her türlü kendine acıma da kendilerini fazlasıyla ciddiye almaktan kaynaklanır.

bilgisayar ve televizyon eğer onlara ufacık bir şans verirsen yaşamını elinden çekip alırlar.

aşk acısı kalpleri kırmaz, onları sadece olgunlaştırır. hüsrana uğrayan kalp kendini yeniler, ete döner ve acılaşır. keder kalbi genişletir ve kuvvetlendirir. öte yandan ruh kemik gibi kırılabilir ve asla tam olarak kaynamaz.

laf ü güzaf, dünyanın dönmesini sağlıyor.

tarafsız olmak adına ödleklik etmek akademisyenlerin tipik bir özelliğidir.

insanoğlunu sözde daha aşağı olan hayvanlardan ayıran şey nedir? tamı tamına altı tane önemli şey var: içgüdüsel olarak çiftleşen akılsız ateşböcekleri ve rakunlara karşılık olarak "mizah", "hayal gücü" ve "erotizm", sonra "maneviyat", "isyankarlık" ve güzelliği kendi yararı için takdir eden "estetik".

tanrıya yalan söyleyebilirsin ama şeytana asla!

her zaman her yerde var olan sömürüyü ustaca yönetmek isteyen ve üyelerini onun sembollerini, kurumlarını ve tüketim maddelerini ciddiye ve aslında daha ciddiye almalarında ısrar ederek kontrol etmeye -ve kazıklamaya- çabalayan bir toplumda hayatını kurtarmak isteyen biri için "mizahi bir hassasiyet" kesinlikle elzemdir.

fiziksel yakınlık gerçekten önemli olan şeyleri serbest bırakmak için bir araçtır: sözcükleri.

kadınlar sıcak iklimlerden dönen vahşi sakatları severler.

28.12.2017

adem'den önce

jack london

en tatlı eğlencelerden bile bıkıyor insan.

içgüdüler birer ırksal anıdır aslında.

erkeğin eşini öldürdüğü tek hayvan türü insandır.

bazen kişi düş görürken bunun farkındadır. hele gördüğü kötü bir düşse, bunun yalnızca bir düş olduğunu yineleyerek avutur kendini.

kişi düşünde, ancak daha önce, gündüzki yaşamı içinde görmüş olduğu şeyleri ya da bunların karışımlarını görür.

boşlukta kayma ya da düşme rüyaları, en yaygın düş olaylarından biridir ve hemen herkesin başından geçmiştir. ırksal bir anıymış bu. o pek uzaktan akraba olduğumuz ağaç-adamları'ndan kalmaymış. ağaçlarda yaşayan bu yarı-insanlar için yüksekten düşme tehlikesi çok büyük ve somut bir korkuymuş. birçokları böyle bir düşme sonucu can vermişler; hemen hepsinin başından da korkutucu düşme olayları geçmiş; hayatlarını ancak alçak dallara tutunarak kurtarabilmişler.

bu şekilde, son dakikada önlenen korkunç bir düşüş, büyük bir şok yaratırmış. bu şok da birtakım moleküler değişimlere yol açarmış. bu değişimler sonraki kuşakların beyin hücrelerine aktarılmış ve kısaca ırksal anılar haline gelmişler. yani, siz ya da ben, uykuda ya da tam uykuya dalacağımız sırada boşlukta düşer gibi olup da yere değmezden bir saniye önce yerimizden sıçradığımız zaman, ağaç tepelerinde yaşamış olan dedelerimizin başına gelenleri hatırlamaktan başka bir şey yapmıyoruz. beyin hücrelerinde meydana gelen değişimler bu duyguyu kalıtımsal hale getirmiş.

hepimizin pek iyi tanıdığı o boşlukta düşme olayında hiçbirimiz yere çarpmayız. yere çarpmak demek, öbür dünyayı boylamak demektir çünkü. ağaçgezen dedelerimiz arasında düşüp de yere çarpmış olanlar hemen ölmüşler elbette. bu düşüşün getirdiği şok onların da beyin hücrelerine yer etmiştir kuşkusuz; ne var ki hemen öldükleri için çoluk çocuğa karışıp da bu değişimi onlara aktaracak fırsatları olmamıştır. bizler, düşüp de yere çarpmayan ağaçgezenlerin yeni kuşaklarıyız; onun için de düşlerimizde yere çarpmadan uyanırız.

kara kız

george bernard shaw

allahın cezası bir yığın insan var ki, midelerinden başka bir şey düşünmüyorlar.

hayat, hep yana yana biten bir alevdir; ama her çocuk doğuşta yeniden tutuşur. hayat ölümden, umut da umutsuzluktan büyüktür.

biz en yüceyi gördüğümüz zaman ondan nefret ederiz; onu çarmıha gereriz, baldıran zehri içirerek öldürürüz, bir odun yığınının üstüne bağlar diri diri yakarız.

insanlar birbirlerini gittikçe daha büyük sayılarda öldürmenin yollarından başka bir şey öğrenmiyorlar.

azimli ve kararlı bir adam beş para etmez bir viskinin satışını yaparak, başak hasadını bir şekilde engelleyip kendi buğdayını üç dört katı yüksek fiyata satışa çıkararak veya insanların beynini yıkayan reklamlarla dolu ahmakça gazeteler ve dergiler yayımlayarak üç dört milyon kazanabilir ve köşeyi dönebilir. bütün bunlar olup biterken soylu yeteneklerini hayata geçirmenin peşinde koşan ya da insanlığın gelişimi için kendi hayatını tehlikeye atan insanlar bir kenarda fakirlik içinde sürünüyor olurlar.

en ani ölüm bile, imgelemin ve örneğin bin yıllık deneyimin şimşek gibi çalışmasıyla karşılaştırıldığında çok uzun bir süreçtir.

çocukluktan beri bize aşılanan şu yanılsamadan, tepemizdeki kurumların, tıpkı bizi saran hava gibi doğal olduğu yanılsamasından akıllarımızı temizlememiz gerekiyor. tepemizdeki kurumlar doğal değildir. küçük dünyamızda onlarla burun buruna yaşadığımızdan, ezeli ve ebedi oldukları düşüncesine kapılıyoruz. bu, tehlikeli bir hatadır.

insanlar, hatta en sevimlileri bile öyle kafasız, öyle beyinsiz budalalar ki..

evlilik kesinliği olan şeylerden değildir. kesinlik diye bir şey var mı zaten? her şey göçüp gider, her şey kırılır, her şeyden bıkarız. evlilikler de buna dahildir.

evli kişilerin, kendileri için dünyada yalnız bir erkek ya da yalnız bir kadın varmış gibi numara yaparak evlilik ilişkilerini koparana kadar zorlamaları öyle acıklı ki, ağlamamak için ister istemez gülüyoruz buna.

her erkek sevdiği şeyi öldürür. kadın dediğin de budur zaten: en iyi kemiği kapmak için birbirleriyle dalaşan köpekler.

kendilerini lider diye öne süren adamlar -grevleri örgütleyen, oy simsarlığına çıkıp seçim kazananlar- hep haindirler; hepsi de fırsatçıdır onların. başarısız denilen adamlar, sosyalist hareketin şehitleri -halk için herkese karşı çıkanlar- işte onlar var ya, onlar.. gerçek adamlar onlardır; halkın davasına kendilerini gerçekten adamış olanlar, devrimin yüzünü ağartanlar onlardır.

26.12.2017

mikrop

jared diamond

hayatta insanın düşmanını öldürmek için yine de onu anlaması gerekir; bu, tıp için özellikle doğrudur.

bağışıklığı olmayan insanlara önemli derecede bağışıklığı olan istilacılardan bulaşan hastalıklar: çiçek, kabakulak, grip, tifüs, hıyarcıklı veba gibi avrupa'da her zaman görülen bulaşıcı hastalıklar başka kıtalarda pek çok insanın ölümüne yol açarak avrupalıların fetihlerinde önemli rol oynadılar.

çiçek hastalığının yol açtığı deri yaraları doğrudan ya da dolaylı temas yoluyla mikrop yayarlar (bazen de, "savaşkan" amerikan yerlilerinin köküne kibrit suyu dökmeye kararlı amerikalı beyazların daha önce çiçek hastalarının kullandıkları battaniyeleri yerlilere armağan olarak gönderdikleri zaman olduğu gibi, çok dolaylı olarak).

mikrop aldığımızda gösterdiğimiz en yaygın tepki ateşlenmektir. yine biz ateşlenmeyi bir "hastalık belirtisi" olarak görmeye alışmışızdır; sanki hiçbir işlevi olmadan, kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyormuş gibi. ama vücut sıcaklığımızın düzenlenmesi genlerimizin denetimindedir, rastgele olan bir şey değildir. birkaç mikrop vardır, onlar ısıya vücudumuzdan daha duyarlıdır. biz vücut sıcaklığımızı yükselterek kendimiz yanıp kül olmadan önce mikropları yakıp kül etmeye çalışırız.

25.12.2017

şarkını söylediğin zaman

inci aral

insanı kendinden koruyacak hiçbir şey yoktur.

böcek gibi yaşayıp insan kılığında dolaşıyoruz ortalıkta.

zaman, içinde yaşadığımız bir akarsudur; bizi alıp ya ileriye doğru götürür ya da boğup öldürür.

yaşandığı süreçte insana tuhaf ve korkunç gelen şeyler bile, güvenli bir uzaklıktan bakıldığında yabansı bir dekor gibi görünüyor.

şarkılar, duyguları ifade etmenin en kolay yoludur. kimseyi incitmezler. istemeyen üstüne alınmaz.

aşk ölçülü, sabırlı bir şey olamaz. aşk delirmektir. azgın bir su gibi bentleri, duvarları yıkar geçer. sınır tanımaz.

sevgi söylendiği zaman yapaylaşıyor, karşı tarafa hak sahipliği veriyor ve beklentiye dönüşüyor.

ilk aşkın üzerinden zaman geçmez. geçip giden sevgilidir. ama aşk peri masalı gibi zamanın içinde bir yerlerde durur ve hep seni bekler. masalın iyi ya da kötü bitmesi önemli değildir. masal masaldır.

her aşk kendine özgüdür. hiçbiri ötekine benzemez.

her şey bittikten sonra insan kendi aşkının gölgesine ya da kendi hikayesine daha fazla sadık kalıyor. o iz, gölge hiçbir zaman silinmiyor.

aşk çoğunlukla hayal kırıklığıyla biter.

yoksulluğun ne olduğunu yakından görünce anlıyor insan.

başka bir dünya hayal edip de yenilgiye uğramak insana kendini aciz ve kötü hissettiriyor. kimi bunu kabullenip uzlaşıyor kimi de sürekli bir haksızlığa isyan duygusu içinde oluyor.

çocuk yapmamalı insanlar. sevgisiz, yalnız çocuklar yaratmamalı.

aşkın gerçeği yalanı olmaz. yaşanır ve biter. bir arayış, bir kendini olumlama, hepsi bu.

24.12.2017

eskici ve oğulları

orhan kemal

"itlerin ardında da enikleri var. marifet sürüyle enik peydahlamak değil, onları alınteriyle çalışıp kazanıp yetiştirmek! insan sırtını rahat ekmeğe dayadı mı çocuk yapmaktan kolay ne var? boyacının küpü; sok sok çıkar, sok sok çıkar!"

kahveden çıktılar. bindiler kamyona, tarlanın yolunu tuttular. kamyon büyük çiftçilerden birinindi. boncuk aylıklı şoförü. şehirden ağasının tarlalarına toplama ırgatı getiriyor, tarlalardan da toplanmış kütlü götürüyordu. arkadaş, arkadaştan da ileri meslektaştılar. böyle şeylerin lafı olmazdı. ay başında maaşını tring aldığından başka, gidip gelirken yolda "ördek" (yoldan alınan yolcu) de düşüyordu. şaka maka, ördekten iyi para geçiyordu eline. maaşa bakan kimdi!

"demek kayınbabanla eskicilik yapacaksınız!"

"allah izin verirse.."

"iyi oğlum ünal, rahata kavuştun demektir."

"ne diyorsun boncuk.. kir, pas, yorgunluk. taşçıkan (adana genelevi) avratları. allahım şaştı yahu. hiç olmazsa insan dünyaevine girer, işin gücün belli, yattığın kalktığın, yediğin içtiğin.. ha?"

"aynen kardeş. sana lazımdı zaten.."

"allahım şaştıydı serserilikten be.. neydi o han köşelerindeki rezilliğimiz!"

"lakin alemimiz kıyaktı be ünal. nerde akşam orda sabah. bütün gün ne iş olursa tut, akşam gel hana, kur sofrayı, aç şişeleri, vur bağlamanın kasnağına kasnağına.."

kamyon, köy yolunda kocaman bir toz bulutu kaldırarak ilerliyordu. boncuk, alışkanlıktan, boyuna dikiz aynasını ayarlayıp taralı saçlarına bakıyordu.

bir ara sordu:

"baldızın maldızın yok mu?"

ünal gülerek baktı:

"belle ki var. n'olacak?"

saçlarına yeniden baktı dikiz aynasında.

"n'olacağı var mı deftersiz? sülük gibi delikanlı değil miyim?"

ünal'ın aklından hızla ayşe geçti.

"yok" dedi, "büyük kaynımın kızı var ya, ufak daha.."

"kaç yaşında?"

"bu yakınlarda on bire girecek."

boncuk saçlarını yeniden kontrol etti.

"iyi ya" dedi. "tam bana göre!"

"oşt!"

"niye lan?"

"sübyancı mısın nesin?"

"yavru kuşun ağzı büyük olur oğlum.. arabistan'da nasılmış?"

"bakma arabistan'a.."

"bakma ne kelime? tekmil peygamberler oradan çıkmamış mı? fesini vuracan, yıkılmadı mı korkma. şeriatta böyle yazar!"

"şeriat kim sen kim lan, it!"

"it sözüne kızmam ki ben.."

23.12.2017

derviş ve ölüm

meša selimović

yalnız kendine sadıktır insan.

her türlü kuraldan daha geniştir yaşam. ahlak yalnızca bir imgelem, yaşam ise olup biten şeylerdir. insan yaşamına günahtan çok, günah işlememek için alınan önlemler zarar getirmiştir.

düşünen değil, eyleme geçen insandır.

aylak insan, her zaman iyi insanlar ve sevimli yerler arayabilir; onun duru ruhu, geniş gökyüzüne, özgür yollara açıktır; bu yollar insanı hem hiçbir yere götürmez hem de her yere götürür.

gerçek yaşlılığın başlangıcı yerleşmektir.

felaket ve kötülükleri her zaman herkes bilir, gizli kalan yalnız iyiliklerdir.

insan denen yaratık korktuğu için güçlü olmak ister, onun eski bir özelliğidir bu. gerçek şu ki büyük bir zorbadır insan. gerçeğe en uzak kalanlar ise zorbalardır. 

mum bitmek üzereyken daha iyi yanar. 

adaletsizliklerin hepsi aynıdır; oysa insan kendisine yapılan adaletsizliğin en büyük olduğunu sanır.

suçsuz bir insanı öldüren, bütün insanları öldürmüş gibi olur.

ölüme aracılık eden umut, nefretten daha büyük bir can alıcıdır. o, arzuladığı şeyleri kulağına fısıldayarak insanı yatıştırır, inandırır ve bıçağın altına gönderir.

22.12.2017

leke

gülten akın


çağın en karmaşık yerinde durduk
biri bizi yazsın, kendimiz değilse
kim yazacak
sustukça köreldi
kaba günü yonttuğumuz ince bıçak

nerde onlar, her kımıldayışta
çakan tansık, ışıldatan büyü
bir gün daha görülmedi
bir gün daha geçti otları soldurarak

öğrendik de körmüş, sanki yokmuş
ne yol ne bir geçip giden
ne kaydını tutan geçip gidenin
dediler ki
onları kilitle, anahtarı eski yerine bırak
oysa
utanılacak bir şeymiş, öyle diyor camus
tek başına mutlu olmak
sesler ve öteki sesler, nerde dünyanın sesleri
leke dokuya işledi
susarak susarak

21.12.2017

bölünen ruhun öyküsü

henry miller

bazen yaşam iksiri öyle bir dolup taşar ki görkemle, ruh dört bir yana saçılır böyle anlarda. ruhun canı sel gibi kapladığı görülür madonna'ların meleksi gülümseyişlerinde. dolgunlaşır yüzün ayı, denklem kusursuzdur. bir dakika, yarım dakika, bir saniye sonra geçmiştir mucize. anlaşılamayan, açıklanamayan bir şey verilmiştir dışa ve bir şey alınmıştır.

bir insanın yaşamında ay hiç dolun olmayabilir. bazı insanların yaşamlarında da gözlemlenebilen tek gizemsel doğa olayı, sürekli bir ay tutulmasıdır. dehaya tutulanlarda görülür bu durum, ne biçime girerse girsin, ayın sürekli olarak parlatılıp sararmasından başka bir şey olmadığını görmek ürkütür bizi. sayıları daha da az olanlar kural dışında kalanlardır, dolgunlaştıktan sonra bu mucizeden dehşete kapılarak, kendilerini doğurup can veren şeyi söndürmeye çalışırlar artık yaşadıkları sürece.

bölünen ruhun öyküsüdür usun savaşı. ay dolunayken, küçülerek solup gitmeyi, küçültülerek anlayışsız bir ölümle ölmeyi kabul edemeyenler vardı; kendi cennetlerinin doruğunda pırıl pırıl asılı kalmaya uğraşıyorlardı. yaşamın işleyişini tutuklamaya uğraşıyorlardı.

yaşamın işleyişini tutuklamaya çalıştılar, kendilerini, kendi doğum ve ölümlerini, başarılarını ve değişimlerini etkileyen, varlığını böylece saptayan işleyişi. gelgite yakalanıp parçalandılar. gövdeden ayrıldı ruh, bunun savaşını zihinde sürdürmeyi, bölünmüş bir benliğin gerçeğe benzemeyen görüntüsüne bırakarak. kendi saçtıkları ışıkla kavrulmuş, hiç bitmeyen boş bir arayışla güzeli, doğruyu, uyumu arayarak yaşarlar. kendi parlaklıkları ellerinden gitmiş; onları kendilerine çekenlerin ruhlarını ele geçirmeye uğraşırlar. yakalarlar her bir ışını, yansıtırlar aç varlıklarının her bir yüzeyiyle. ışırlar hemen, ışık onlara yöneltildiğinde, aynı hızla da sönerler. üstlerine vuran ışık ne kadar yoğun olursa o kadar parlak -ve göz kamaştırıcı- olurlar. özellikle ışık saçanlar için tehlikelidirler; bu parlak ve tükenmez ışık kaynaklarının çekimine kapılırlar en çok, tutkulu bir kaptırışla.

fransız teğmenin kadını

john fowles

insan tarihi boyunca seçkin kitle seçilmiş olma özrüne sığınmıştır hep. ama zaman tek bir özür tanır.

planlanmış bir dünya ölü bir dünyadır.

hepimiz gerçeklikten kaçarız. bu, homo sapiens'in temel tanımıdır.

ölüm nesnelerin doğasında değildir, onların doğasıdır. ama ölen biçimdir. madde ölümsüzdür. varoluş dediğimiz birbirinin yerine geçen bu biçimler silsilesinin içinden bir tür yeniden doğuş geçer.

kapısındaki mutlu hizmetçi mutlu bir evin en iyi göstergesidir.

yabancı biri, hem de karşı cinstense, genellikle en az önyargılı olan yargıçtır.

hepimiz şiir yazarız; ama şairler bunu kelimelere dökerler.

insanları, daha onlara yürümeyi öğretmeden koşturmakla mutlu edemezsiniz.

tekvin büyük bir yalan; ama aynı zamanda muazzam bir şiir; ve altı bin yıllık bir rahim milyonlarca yıllık bir rahimden çok daha sıcaktır.

tıbbın yarısı hastanın doktora olan güvenidir.

fakirleri hiçbir şey havadan gelen para kadar sarsmaz.

vermek yapılabilecek en iyi şeydir.

zamirler insanların uydurduğu korkunç maskelerdir.

unvan taşıyan cüzdan taşımaz.

bebek bekleyen annelerin o ağır, telaşsız yürüyüşünde bir şeyler vardır; dünyanın en yumuşak kibri olsa bile bir kibir.

talih zorlu bir işverendir; hayal gücüne, iyiliğiyle bağlantılı olarak neler kaybedeceğini gösterir.

20.12.2017

üç şey

madam du deffand: asla kendimden memnun olmadım. kendimden ölesiye nefret ediyorum.

oscar wilde: arkadaşlık aşktan daha trajiktir; çünkü daha uzun sürer.

william faulkner: bir kadının bilmesi gereken üç şey vardır sadece: gerçeği söylemek, ata binmek ve çek imzalamak.

vladimir nabokov: nitelikli sanat ve saf bilim için ayrıntı her şeydir.

isak dinesen: sanatta gizem yoktur. görebildiğin şeyleri yap; onlar sana göremediklerini gösterecekler.

r.l. stevenson: insan bir kez evlendi mi, artık hiçbir şeyi kalmaz, intihar hakkı bile; tek yapabileceği şey iyi olmaktır.

madam du deffand: melekten istiridyeye kadar tüm türler, tüm varoluş koşulları bana aynı derecede talihsiz görünüyor. can sıkıcı olan, doğmuş olmaktır.

vernon lee: insanları onlar için her şeyi yapabilecek kadar sevmek bana dayanılmaz geliyor. derimi yüzmeleri pahasına kimseyi sevemem ben. insanlar olmadan da idare edebilirim. hatta kimsenin olmaması çok daha rahat.

19.12.2017

deha

marcel proust

deha, hatta büyük bir yetenek, zihinsel ögeler ve sosyal gelişme bakımından başkalarına üstünlükten ziyade bunları dönüştürme, aktarma melekesinden kaynaklanır. bir sıvıyı bir elektrik lambasıyla ısıtabilmek için gereken şey en güçlü lamba değil, akımı değiştirilip ışık yerine ısı verebilen bir lambadır. havalarda gezebilmek için en güçlü otomobile sahip olmak gerekmez; yerde ilerlemesini durdurup izlediği hatta dik bir çizgide, yatay hızını dikey kuvvete dönüştürebilecek bir otomobile ihtiyaç vardır. aynı şekilde, dahice eserler üreten kişiler, en seçkin çevrede yaşayan, en parlak konuşma biçimine, en geniş kültüre sahip kişiler değil, birdenbire kendileri için yaşamayı keserek kişiliklerini bir aynaya, sosyal ve hatta bir bakıma zihinsel açıdan sıradan bir hayat da olsa, hayatlarını yansıtacak bir aynaya dönüştürecek güce sahip olanlardır; çünkü deha yansıtılan görünümün özündeki değere değil, yansıtma gücüne bağlıdır.

insan

balzac

insan bir ecza kabına benzer. budala, fosfor ya da herhangi bir elektromanyetik madde açısından beyni en yoksul olan insandır. beyninde gereğinden fazla bu maddelerden bulunan kişilere de deli deriz. ortalama insanda bu maddeler azdır, kafası uygun miktarlarıyla doymuş kişiyse dâhidir. durmadan sevdalanan insanlar, hamallar, dans meraklıları, oburlar elektrik aygıtlarının gücünü yerinde kullanmayan kişilerdir.

ozanı ozan yapan görüş gücüyle bilgini bilgin yapan çıkarsama gücü, sıradan insanın ruhsal olaylar sınırına soktuğu ama aslında fiziksel olaylardan başka bir şey olmayan, gözle görülmez, elle tutulmaz, ölçüye tartıya gelmez birtakım yakınlıklara ve benzerliklere dayanır. kâhin görür ve sonuç çıkarır. ne yazık ki bu tür yakınlıklara çok ender rastlanır, çözümleme ya da gözleme gelmeyecek kadar da belirsizdirler.

tanrı'nın enkazı

scott adams

en basit açıklama genellikle doğrudur.

deneyimlerim bana, bu karmaşık dünyada en basit açıklamanın genellikle büsbütün yanlış olduğunu söyler. fakat fark ettiğim şey, en basit açıklamanın genellikle kulağa doğru geldiği ve herhangi karmaşık bir açıklamadan çok daha ikna edici olduğuydu.

bilinçaltımızın belirli bir seviyesinde, kendi türümüzden korunma ihtiyacı duyduğumuza inanmıyoruz.

yaşlılar, gençlik hallerinin yansımasına düştüklerinde ürkütücü olurlar. dilbilgisel açıdan mantıklı gelen fakat gerçeklikle her zaman bağlantı kurmayan şeyler söylerler.

tüm diğer soruların "neden?"e verecek bir yanıtı vardır. sadece olasılık açıklanamaz.

eğer bir sihirbaz bir kaplanı yok ederse ve sen de bu numaranın gerçek sihir olmadan nasıl yapıldığını bilmiyorsan, bu durum onu gerçek sihir mi yapar?

mutlak güç, göründüğünden daha aldatıcıdır.

fiziksel biçimi olmayan bir şeyin, nasıl olur da fiziksel şeyler üzerinde bir etkisi olur?

çevremizdeki her şeyi derecelendirebileceğimize duyduğumuz inanç, eşit ölçüde kibir ve içgüdüden oluşan insani bir dürtüdür.

önem, evrenin özünde olan bir nitelik değildir. o sadece bizim ilüzyon dolu akıllarımızda vardır.

insanlar, hiç bir şekilde kayalardan veya direksiyonlardan veya motorlardan daha önemli değildir.

her şey bir başka şeyden oluşmuştur ve bu şeyler de karşılık olarak diğer şeylerden.

18.12.2017

yazmak

georges perec

gerçeğini arayan yazı serüvenini satır aralarında belli eden şu nafile arayışın izidir kitap: kuralları son derece basit ama oynanışı fena halde umutsuzca karmaşık bir oyun.

sınırsız, sonsuzluğa uzanan, gıdasını muazzam bir kurgu yığınından, durmadan artan bir sürpriz duygusundan alan bir düş gücünün yaratıcılığına sahip olmak için, bir sözcüğün dahi kazara yazılmaması, bir sözcüğün dahi varlığını rastlantıya, sözümona samimi bir üsluba, alışkanlığa borçlu olmaması, bilakis bütün kurmacanın mutlak bir yasanın kısıtlayıcılığı altında, sıkı bir yazınsal kalbur kullanarak yazılması, kafi olmasa dahi şarttır.

varlığı üzerine yazılar döktürmek, kendi çelişkiler bulamacına yapışıp kalmak edebiyatçının mayasında var: bilinçli ve umutsuz, yalnız ve sorumlu, suçluluk duygusunu okkalı sözlere döken geveze vs.

nasıl kalbin mantıktan daha güçlü bir öz mantığı varsa, bir anlatının da yazarının arzularından daha güçlü, daha buyurucu öz arzuları, tatminini arayan gizli ihtiyaçları vardır.

felsefenin görevi

max horkheimer

zamanımızın gerçek bireyleri, kitle kültürünün kof, şişkin kişilikleri değil, ele geçmemek ve ezilmemek için direnirken, acının ve alçalışın cehennemlerinden geçmiş fedailerdir. bu şarkısı söylenmemiş kahramanlar, başkalarının toplumsal süreç içinde bilinçsiz olarak hedef olduğu terörist imhaya bilinçli olarak hedef kılmışlardır kendi varlıklarını. toplama kamplarının adsız kurbanları, doğmaya çabalayan insanlığın simgeleridir. bu insanların kendi sesleri zorbalığın darbeleriyle susturulmuş da olsa, felsefenin görevi, onların yaptıklarını işitilebilecek sözlere dönüştürmektir.

16.12.2017

yazı

gordon childe

yazının gerçek önemi, insan bilgisinin aktarılmasında yepyeni bir devrim yaratmasıdır. yazı aracılığıyla insan, deneylerini ölümsüzleştirebilir, çok uzaktaki kişilere, henüz doğmamış yeni kuşaklara aktarabilir; yazı, bilimi yer ve zaman sınırının üstüne yücelten araçtır.

ilk yazıların bu yüce görevdeki payı abartılmamalıdır. yazı, yayın aracı olarak değil, yönetimin pratik gerekleri için bulunmuştur. ilk sümer ve mısır yazıları, düşünleri anlatamayacak kadar kaba saba işaretlerdi. tam 2000 yıl süren basitleştirme sürecinden sonra bile, çivi yazısında 600 ile 1000 arasında harf vardı. okuryazar olmak için en önce bu sayısız işaretleri ezberlemek ve bileşimleri için hayli çetrefil kuralları bellemek gerekirdi. mısır hiyeroglif ve hiyeratif yazılarına gelince, bunlarda alfabe niteliği de bulunmakla beraber, öylesine çok ideogram ve saptama simgeleri içerirdi ki, harflerin sayısı 500'ü bulurdu.

14.12.2017

yaşam sanatı

zygmunt bauman

"eğer bir lamba ya da ev sanat yapıtı olabiliyorsa insan yaşamı neden olmasın?" (michel foucault)

belirsizlik, ahlaklı insanın asıl zemini ve ahlakın filizlenip serpilebileceği tek topraktır.

lawrence grossberg: bir şeye yeterince özen göstermenin, önemseyecek kadar inanmanın mümkün olduğu ve böylece de kişinin bu şeye bağlanıp bütün benliğini hasredeceği yerleri tespit etmek gitgide zorlaşıyor.

eldeki bir şeyin nicelik olarak artışı hiçbir şekilde başka bir nitelikteki ve değerdeki şeyin yokluğunu tam anlamıyla telafi etmez.

seneca: yaygın kabul gören şeyin en iyi olduğunu düşünerek söylentiye boyun eğmemiz ve birçoğumuzun izinden gidebileceği pek çok iyi şey bulunmasından ötürü akıldan ziyade öykünme ilkesiyle yaşamamız kadar başımıza bela getiren başka bir şey yoktur.

umutları çökeldikleri gerçeklikler içerisinde fark etmek çoğu zaman zordur.

insanlık durumu olarak bilinen muğlak, çelişki dolu çıkmaza basit, dolaysız, tek hamleli çözümler bulmak mümkün değildir.

akışkan modern dünyada hiçbir değerli etkinlik değerini çok uzun süre koruyamaz.

hepimiz kendi yaşamlarımızın sanatçılarıyız. sanatçı olmak, aksi halde biçimsiz ve şekilsiz olacak şeye biçim ve şekil vermek demektir. ihtimalleri manipüle etmek demektir. aksi halde "kaos" olacak şeye bir "düzen" dayatmak demektir: belirli olayları diğerlerinden daha olası hale getirerek, aksi halde kaotik -gelişigüzel, rastgele ve dolayısıyla önceden kestirilemez- olacak bir grup şeyi "organize etmek" demektir.

marcus aurelius'un nasihati, gündelik koşuşturmacadan, aşağılık her şeyden uzak durmaktır; çünkü bunlar geçici, ucuz ve adidir: "dünyevi şeyleri çok yüksek bir noktadan aşağı bakıyormuşçasına görün."

13.12.2017

esrar üzerine

walter benjamin

esrar etkisindeyken eskisi gibi, yine aynı düşünce patikalarını izlersiniz; ama bu kez bu patikalara güller saçılmıştır.

lunaparklar, sanatoryumların bir ön biçimidir.

sarhoşluk halinde, yeniye, el sürülmemişe ulaşmak için büyük bir umudun, hevesin, arzunun kanatlandığı pek görülmez; bunun yerine, bunlara sadece bitkin, dalgın, miskin, atıl bir yokuş aşağı gezintide ulaşılır.

canlı olan, yok oluşun cinnetini sadece üremenin coşkun sarhoşluğunda yener.

insanlığın körleşmiş ve hayvani yanından kaynaklanan şeylere sahip olmaları bir yana, en derin gerçekler, körleşmiş ve bayağı olana uyum sağlayabilmek, ve hatta, kendilerini kendi tarzlarıyla sorumsuz düşçülerde yansıtmak gibi büyük bir güce sahiplerdir.

karl kraus: bir sözcüğe ne kadar yakından bakarsanız o da size o kadar uzaktan bakar.

önemli düşünceler uzun süre uykuya yatırılmalıdır.

keder, kımıldamadan sarkan peçedir ve kendisini kaldıracak hafif bir rüzgarın özlemiyle yanıp tutuşur.

yaramazlık, sihirbazlık yapamayan çocuğun can sıkıntısı demektir. onun dünyaya ilişkin ilk deneyimi, yetişkinlerin daha güçlü olmaları değil, kendisinin sihirbazlık yapamamasıdır.

yalnızken aldığımız en korkunç uyuşturucu kendi benliğimizdir.

yalnızca çocukluk hüznün kaynaklarını arayıp bulabilir ve neşe saçan ünlü şehirlerin kederli yüzünü anlayabilmek için, içinde bir çocuk olarak yaşamış olmak gerekir.

dünyanın örgüsü içinde, düş, bireyselliği çürük bir diş gibi yerinden oynatır.

12.12.2017

günlük yaşamdan sanata

umberto eco

iktidar hiçbir zaman tepedeki bir gücün keyfi bir kararından kaynaklanmaz; iktidarın dayanağı toplum içindeki sayısız küçük ya da "moleküler" uzlaşımlardır.

mutlak sahte, yaşadığı anın yüzeyselliğinden mutsuzluk duyan bilincin çocuğudur.

cinayet işlemiş bir kişiyi öteki insanlardan daha az insan olarak görmeye hazır bazı kişiler, bir yandan da kürtaja karşı çıkıyor ve ekliyorlar: "cenin halindeki bir insan da herkes kadar insandır."

iktidar, törenlerin önemini yitirmesinden ve kurumlara gösterilen biçimsel saygının yok olmasından korkar ve bunu bir geleneksel düzeni sabote etme, topluma yeni töreler sokma girişimi olarak görür.

louis marin: yozlaşmış bir ütopya, mitos kılığına bürünmüş bir ideolojidir.

"dünyanın tam bu noktada yıkılmakta olduğunu söyleseler, tek yapacağım bir adım yana çekilmektir."

devletten kendisini benim yerime koymasını asla isteyemem; çünkü devletin gerçekleştirmeyi arzuladığı hırsları yoktur; devlet yalnızca adam öldürmenin her durumda kötü bir şey olduğunu vurgulamakla yükümlüdür. bu yüzden de, adam öldürmenin kötü bir şey olduğunu öğretmek için adam öldüremez devlet.

devlet, adalet terazisini büyük bir ciddiyetle kullanmak ve bu yolla yurttaşlarının can güvenliğini teminat altına almak durumundadır. devletin kısası intikam değil, geometridir.

düşünce, zırhtan nefret eder.

11.12.2017

aslan ve unicorn

george orwell

yüz bin pound yıllık geliri olan bir insanla bir pound haftalık geliri olan bir insan arasında ortak bir şeyler olduğunu kim söyleyebilir?

yurtseverliğin ve ulusal bağlılığın karşı konulmaz gücü tanınmaksızın modern dünya kavranamaz. o belirli çevrelerde yok olabilir, uygarlığın belirli düzeylerinde var olmamış olabilir; fakat pozitif bir güç olarak onun yanında yer alabilecek hiçbir şey yoktur.

en fazla yetenek içeren bir sanat dalı edebiyattır. ama o da sınırları geçemeyen tek sanattır.

edebiyat, özellikle şiir ve dahası lirik şiir bir çeşit aile şakasıdır ve kendi dil grubunun dışında ya çok az ya da hiç değeri yoktur.

shakespeare dışında en iyi ingiliz şairleri salt isimleri ile bile nadiren tanınır avrupa'da. yaygın bir şekilde okunanlar yalnızca yanlış nedenlerden ötürü hayranlık duyulan byron ve ingiliz ikiyüzlülüğünün bir kurbanı olarak acınan oscar wilde'dır. ve bununla bağlantılı olarak, çok açık olmamasına rağmen, hemen hemen her ingiliz'de düzenli bir düşünce sistemine hatta mantık kullanımına karşı felsefi yetenek azlığı vardır.

"aydın" olarak tanımlanabilecek herkes var olan düzenle sürekli bir uyuşmazlık halinde yaşamıştır.

eğer t.s. eliot'un şiirlerini ya da karl marx'ın teorilerini anlayabilecek cinsten bir beyne sahipseniz, otoriteler bundan, sizin herhangi bir önemli işin dışında tutulmanız gerektiğini çıkaracaklardır. aydınlar, kendileri için bir işlevi sadece edebi dergilerde ve sol kanat partilerde buldular.

göze çarpan başka bir özellikleri de düşünceler dünyasında yaşayan ve fiziksel gerçeklikle çok az ilişkisi olan insanların duygusal sığlığıdır.

churchill hükümeti, süreci bir anlamda durdurana kadar yanılmaz bir güdüyle 1931'den beri hep yanlış şeyler yaptılar. aptal olmayan herkes faşist bir ispanya'nın ingiltere'nin düşmanı olacağını onlara söyleyebilirdi; buna rağmen ispanya hükümetini devirmesi için franco'ya yardım ettiler. 1939-40 boyunca, italya'yı, bütün dünyanın baharda saldırıya geçeceklerini bilmesine rağmen savaş malzemesiyle beslediler. birkaç yüz bin hisse senedi sahibinin hatırı için bir müttefik olan hindistan'ı bir düşmana dönüştürdüler.

sadece doğum rastlantısı, yetenekli bir çocuğun hak ettiği eğitimi alıp alamayacağına karar verirken bizim demokrasiyi savunmak üzerine bütün konuşmalarımız anlamsızdır.

hazcı düşünmeye eğitilmiş bir ulus, köleler gibi çalışan tavşanlar gibi üreyen ve temel ulusal endüstrileri savaş olan halklar arasında hayatta kalamaz.

mucize

osho

arzular her zaman vaat eder ama hiçbir zaman vermez. arzular her zaman mutluluk, coşku vadeder ama son asla gelmez ve her arzu sadece daha fazla arzu ile sonuçlanır. her arzu kendi yerine daha fazla, daha büyük arzular yaratır ve tabii ki sonunda da daha fazla hayal kırıklığı gelir.

mucize budur: dünyanın hüsran olduğunu, dünyanın ıstırap olduğunu bir kere anladığında artık hüsrana uğramazsın. düş kırıklığı, dünyanın düş kırıklıklarıyla dolu olduğunu görmezsen gelir. umutsuz olduğunu bilsen bile umut ettiğin için ıstırap gelir. bu umut saçmadır. bunu anladığında artık hiç de umutsuz hissetmezsin. o zaman böyle hissetmeye gerek kalmaz.

bekleyiş sadece karamsarlık yaratır. bekleyiş olmadığında ıstırap içinde olmaya gerek de yoktur. bir kere hayatın ıstırap olduğunu anladığında, hiçbir zaman ıstırap içinde olmazsın, onun dışında olursun.

bu dönen tekerleğin -bu dünyanın, bu sözümona hayatın, tekrarlayan bu bozuk döngünün- doğasını bir kez anladığında, sessiz ve mutlu bir insan haline gelirsin.

artık umut etmediğin için umutsuzluk duygusu yoktur. rahatsındır, sakinsindir. ne kadar rahat olursan o kadar sakin olursun. ne kadar anın içinde olursan o kadar durgun, o kadar hareketsizsindir.

10.12.2017

kır atlı

theodor storm

büyük bir adam yetişti miydi, ciddi olsun şaka olsun, ondan öncekilerce yapılan her şeyi ona mal etmek isterler.

insanın ancak iki gözü var, ama görmek için yüz tane gerek.

günlük işini doğru yapmışsan uyku kendiliğinden gelir.

güzel bir kızın dudaklarından özdeyişler duymak, her zaman hoş bir şeydir.

bir zamanlar jewe manners'in, seddi yapan için, torunları konusunda söylediği sözler, gördüğünüz gibi gerçekleşmemiştir; böyledir işte bey: sokrates'e zehir içirdiler ve efendimiz hazreti isa'yı çarmıha gerdiler! bu gibi şeyler artık son zamanlarda kolay kolay olmuyor; ama ensesi kalın bir zorba ya da kötü bir kimsenin azizlerden sayılması ya da kendimizden bir derece yüksek olan becerikli birinin hayaletler arasında yer alması; bunlar her zaman olabilen şeylerdir.

8.12.2017

orhan hançerlioğlu

ahmet oktay

kierkegaard'ın "korku ve titreme" adlı ibrahim'in oğlunu kurban etme öyküsü çerçevesinde oluşturulmuş kitabını okuyordum. kierkegaard gibi bir inanmış değilim; bu yüzden tanrı karşısında olmak türünden sorunlarım da yok. yine de yazdıkları, "imanın başladığı yer, düşünmenin terk ettiği yerdir." türünden yargıları tersine dönüşebilir yargılar olarak da görülerek okunduğu zaman, insanı değişik sorun alanlarına götürüyor.

kitabı okurken bazı yan bilgiler bulabilirim umuduyla orhan hançerlioğlu'nun felsefe ansiklopedisi-düşünürler bölümü başlıklı yapıtına el attım. okuyalım:

"kierkegaard, sören aabye (1813-1855) danimarkalı düşünür. çağımızın metafizik ve düşüncesi mızmız öğretilerini geniş çapta etkileyen ve varoluşçuluk adı verilen bilim dışı akımın kurucusu sayılan bir gizemci (mistik)tir. (...) kierkegaard gençliğinde züppe bir kılıkla kahvelerde, tiyatrolarda, meyhanelerde bir hayli para yemiş ve sonunda kendinde 'büyük deprem' adını verdiği bir sarsıntı duyarak, kendi deyişiyle '18 mayıs 1838'de yepyeni bir kişilik kazanmıştır."

bu hasmane girişten sonra hançerlioğlu filozofun düşüncesini kendince özetliyor ve geliyor maddenin sonuna: "görüldüğü gibi kierkegaard, felsefe niyetine, kendisi gibi zengin doğmuş, sıradan bir adamın yaşamını anlatıyor: önce vur patlasın çal oynasın, sonra orta yaş durgunluğu, en sonunda da yaşlılık dindarlığı. işte heidegger'leri, jaspers'ları, sartre'ları, camus'ları çalakalem bilim dışı zırvalar döktürmeye iten, bu bayağı yaşamdan ibarettir. kılavuzu kierkegaard olanın başı bu sonuçtan kurtulamaz elbet."

kimin çalakalem yazdığını dikkatli okur hemen ayırt edecektir elbet. ama burada asıl şaşılması gereken nokta, hançerlioğlu'nun partizanlığından kaynaklandığı kesin olan pervasızlığıdır. düşüncelerine katılalım ya da katılmayalım, çağımız felsefesini derinlemesine etkilemiş, yeni tartışma soruları getirmiş dört yazarı tek cümlede mahkum etmek olacak iş değil. ne var ki, insan bu satırları okuduktan sonra aynı sayfada kore halk cumhuriyeti'nin ilk başbakanı kim il sung'un düşünür sayılmasına şaşmıyor. aynı şekilde lenin'in karısı kurpskaya'nın yine düşünür diye nitelenmesine; buna karşılık bilim felsefesi alanında büyük tartışmalar yaratmış olan thomas kuhn ve paul feyerabend'e tek satır yer verilmemiş olmasına da.

sözlükler, ansiklopediler alındıkları anda başından sonuna okunan yapıtlar değil. bu yüzden içindekileri ancak zamanla fark ediyor insan. hançerlioğlu'nun 1985'te yayımlanan çalışmasını, kierkegaard'la ilgili maddeyi okuduktan sonra şöyle bir karıştırmak gereğini duydum ve bir insanın siyasal inancını kierkegaard'dan farksız bir yargılayıcı imana dönüştürmesi karşısında şaşırdım.

hançerlioğlu lukacs'a (yapıtları dışında) 10 satır yer veriyor. adı tarihe sovyet bilimine indirdiği darbe dolayısıyla geçmiş bulunan lisenko da 10 satırla yer alıyor kitapta. bazı düşünürleri yerin dibine batıran hançerlioğlu, lisenko olayı hakkında bilgi vermek gereğini bile duymuyor ve "klasik genetiğe karşı çıkması birçok eleştirileri üstüne çekmiştir. nitekim bu savında tümüyle haklı olmadığı kesindir." demekle yetiniyor. marcuse hakkındaki kanısı ise şudur hançerlioğlu'nun:

"marksçılıkla freud'un ruhçözümcülüğünü (psikanalizini) uzlaştırmak gibi olmayacak işlere kalkışmış bulanık kafalardan biridir. toplumbilimci de geçinir. (...) yüzyılımızın büyük çoğunluğunun hangi kültür düzeyinde olduğunu iyice saptamak için bu zırvaların amerika ve avrupa'nın birçok üniversite kürsülerinde genç beyinlere ders olarak okutulduğunu söylemek yeter."

hançerlioğlu'nun marx'la freud arasında ilişki kurma girişimlerine alerjisi olduğu anlaşılıyor. horkheimer için de şöyle diyor çünkü: "toplumbilime ruhçözümünü uygulamak gibi saçma sapan çalışmalar yapmakla ünlenmiştir." jung maddesinde onu da "ruhçözümü denilen bilim dışı çıkmaz yolun izleyicisi" diye niteliyor. hançerlioğlu'nun çalışması daha dikkatle taranmak istiyor ama bunu bir başka zamana bırakıyorum.

genius.

düşüncesiz davranan adamlar şantaja açık olur.

artık bütün dünya ikiye bölündü. bir yarısında kadın var ve orası hep neşe, umut ve ışık dolu. diğer yarısındaysa kadın yok ve orası kasvet ve karanlık dolu.

kötülüğe karşı barış yanlısı olamazsın.

bir parçacığın hızını ne kadar kesin şekilde ölçerseniz konumunu o kadar az kesin şekilde bilirsiniz. yani belki de fikrimi ne kadar kesin öğrenmeye çalışırsanız duruşumu o kadar az kesin şekilde bilirsiniz.

doğum günleri insana ne kadar az şey başardığını düşündürüyor.

hepimiz kendimiz için mazeretler uydururuz. öyleyse başkaları için de uyduracak kadar iyi olmalıyız. insanlar karmaşıktır. hepimiz aynı düzgün insanlığı, aynı merakı paylaşıyoruz. umutları, hayalleri. aynı tanrı'yı.

doğanın derinliklerine bak. o zaman her şeyi daha iyi anlarsın.

kendi çalışmalarımda gözüpek bir sorunla karşılaştığımda cevabın genellikle gözüpek bir çözüm olduğunu görüyorum.

insanın itibarını oluşturması bir ömür sürer ama onu bozması sadece bir an.

mirasınızı çok fazla umursuyorsunuz. dünyanın sizi nasıl hatırlayacağını. ama dünya kendi ailenizle başlar ve biter.

insanlığın temel varlığına bir tehditle karşı karşıyayız. belki de nihayetinde bizi kurtaracak olan şey, birbirini tamamen yok etme kabiliyeti olan iki süper güçtür. atom bombası kullanımı atomla misillemeye yol açar. o misilleme de daha çok misillemeye yol açar ve karşılıklı yok oluşla sonumuz gelir. o yüzden iki taraf da tek bir silah bile kullanmaya cesaret edemez. delilik olur bu.

ama yanlışlıkla, aptallık sonucu veya bir tiranın isteğiyle de olsa bu silahlar kullanılacak. kullanıldığı zaman bize tanrı bile yardım edemez.