27.02.2019

uzun lafın kısası

lev troçki: çölde manzara resmi yapılamaz.

esther vilar: erkeklerin profesyonel fahişeyi küçümsemesi bir çelişkidir; çünkü seks konusunda dürüst olan tek kadın odur.

konfüçyüs: insanların yanlışları, üyesi oldukları sınıfın belirgin niteliğidir.

richard sennett: bütün insanlar bir şeyi iyi yapmanın verdiği tatmini yaşamak ve yaptığı şeye inanmak ister.

mayakovski: ve insan sözcüklerde sevince yürek bir yazı takımı olup çıkıyor.

gilles deleuze: çöküşümüz yozlaşmamış her yere acıyı, yalnızlığı, suçluluğu, iletişim dramını, içselliğin olanca trajedisini sokuşturmaya çalışmamızla kanıtlanır. büyük kitaplardan şizoid kahkaha ve devrimci sevinç doğar, o sefil özseverliğimizin acıları ya da suçluluğumuzun dehşeti değil.

sigmund freud: nerede bir yasak varsa, orada buna neden olan bir arzu, itiraf edilmeyen ve bilinç dışında kalan bir tamah vardır.

ingeborg bachmann: ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.

albert caraco: bizim yaşadığımız dünya, kabul olunamaz bir düzene göre kendini düzenleyerek ve bizim nihai amaçlarımıza zarar verecek şekilde sürdürdüğümüz, giderek saçmalaşan bir dünyadır.

paul valery: varoluşun saflığı içinde evren küçük bir kusurdur.

charles bukowski: yazmak uçmaktır benim için. ateşler yakmaktır. yazmak, ölümü sol cebimden çıkarıp duvara atıp tutmaktır.

nilgün marmara: ölürken kahkahamı ona bırakacağım.

25.02.2019

dünyanın sorunu

albert caraco

giderek daha tutucu oluyoruz, en yıpranmış ve en utanç verici köhnelikteki düşünceleri sürdürmeyi başarıyoruz.

bizim devrimlerimiz yalnızca laftadır. şeyleri yeniden şekillendirdiğimiz yanılsamasını edinmemiz için sözcükleri değiştirmemiz yeter. her şeyden ve kendimizden korkuyoruz. cesaretin ötesine geçerek cesaretin içini boşaltmanın ve deliliği ifrata vardırarak delilikle uğraşmanın yolunu buluruz. hiçbir şeye karşı çıkmıyoruz ve her şeyin düşük yapmasına, başarısız kalmasına yol açıyoruz. güçsüzlüğe bağlı ölçüsüzlüğün zaferi bu.

entelektüellerimizin tek bildiği oyun oynamak, tinselcilerimizin tek bildiği de yalan söylemek. hiçbiri dünyayı yeniden düşünmek üzerine kafa yormuyor, hiçbiri bize gerçekliği ölçüp biçme imkanı vermiyor. hepsi de kariyer peşinde. görgü kurallarını asla incitmeden birbirlerinin gözlerini oyma sanatındaki ustalıkları hayranlık verici!

içinde yaşadığımız şehirler ölümün okullarıdır; çünkü gayri insanidirler. bu şehirlerin her biri uğultunun ve leş kokunun kesiştiği kavşaklar halini almıştır. her biri binalardan oluşan bir kaos olmuştur. bu şehirlerin içine milyonlarcamız yığılarak yaşama nedenimizi yitirmekteyiz.

tekrarlanıp duran işlere koşturuyor ve doruklara yükselmekle övünüyoruz. ölçüsüzlüğün elinde esiriz ve düşünüp taşınmadan sürekli binalar inşa ediyoruz. dünya bir süre sonra yalnızca bir şantiye olacak.

burada, beyaz karıncalar gibi, milyarlarca kör, uğultunun ve leş kokusunun içinde otomatlar gibi didinip duracaktır soluksuz kalana dek. günün birinde deliler gibi uyanacak ve bıkıp usanmadan birbirlerini boğazlamaya koyulacaklar.

hayalî bir görevi yerine getirdiğimiz ve zaman aşımına uğramış buyruklara uyduğumuz için sefiliz; ama görev bizi iğrenç durumumuzdan çekip çıkarmıyor ve buyruklar bizi orada sebat etmeye zorluyor. yirmi yüzyıldır üzerimizde tahakküm süren ahlak düzeni miadını doldurdu. bizse onun barbarlığını ölçüyoruz hâlâ. o ayakta kalmaya çabalıyor, biz ölüyoruz.

içinde yaşadığımız dünya serttir, soğuktur, karanlıktır, adaletsiz ve yöntemlidir. yöneticileri ya içli salaklardır ya da derinlikli haytalar. kimse bu çağa denk değildir. biz aşıldık, ister küçük olalım ister büyük, meşruiyeti aklımız almıyor. iktidar bir oldu bitti iktidarıdır yalnızca, boyun eğilen bir ehveni şer.

tüm egemen sınıfları bir uçtan ötekine ortadan kaldırsak bile hiçbir şey değişmiş olmaz. elli yüzyıl önce kurulmuş düzenin kılı bile kıpırdamaz. ölüme doğru yürüyüş tek bir gün bile durmaz ve muzaffer isyancılara kalan tek seçenek eskimiş geleneklerin ve saçma buyrukların mirasçısı olmak olur.

komedi sona erdi, trajedi başlıyor. dünya giderek daha sert, daha soğuk, daha kasvetli ve daha adaletsiz olacak. her yanı istila eden kaosa rağmen giderek daha yöntemli bir dünya olacak: hatta bana kalırsa, dünyanın en az tartışmalı niteliği, sistem ruhu ile kargaşanın ittifakıdır. asla daha fazla disiplin ve daha fazla saçmalık, daha fazla hesap ve daha fazla paradoks, sonuçta daha fazla çözülmüş sorun -ama katışıksız kayıp olarak çözülmüş sorun- görülmeyecektir.

sansürün egemen olduğu ülkelerde gerçekliği inkar etmekten helak olunuyor; sansürün kalktığı ülkelerde herkes aklına geleni söylüyor. farklılık önemsiz gelebilir; çünkü yalan söylemek ile kendini yitirmek aynı anlama geliyor ve yalan söyleyenlerin de günün birinde kendini yitirenlere katılacakları söylenebilir.

şehirlerimiz birer kabusa döndü, şehirliler termitlere benziyor artık. her inşa edilen şey iğrenç çirkinlikte. biz artık tapınaklar, saraylar ya da mezarlar, zafer alanları ya da amfitiyatrolar inşa etmeyi bilmiyoruz. her adımda gözümüze hakaret ediliyor, kulağımız sağıra çevriliyor ve koku duyumuz umutsuzluğa kapılıyor. yakında kendimize, düzen neye yarar diye sorar hale geleceğiz.

bilginlerimiz dünyayı pahalı oyuncaklarla dolduruyorlar. onlar, doğayı bozarak, ona tecavüz ederek oyun oynayan koca oğlanlardır.

biçimler açılıyor ve içerikler kaçıyor. ağırlıklara ve ölçülere hile karıştı. en bilgili insanların bile yargısına güven olmuyor artık ve niteliksizlik zafer kazanıyor. hem de ona değer veren dalaverecilerle birlikte, hiç cezalandırılmadan.

dillerimiz yozlaşıyor, en güzel diller çirkinleşiyor, en iyi işitilenleri anlaşılmaz oluyor, şiir öldü, düzyazı kaos ile yavanlık arasında seçim yapmak durumunda. sanatlar yok olalı kaç kuşak geçti, en ünlü sanatçılarımız gelecekte küçümsenecek hokkabazlara benziyorlar. ne bir şey inşa etmeyi biliyoruz ne heykel yapmayı ne de resmi. müziğimiz bir iğrençlik, bu nedenle eski anıtları yıkmak yerine restore ediyoruz ve bu nedenle bütün üslupların koruyucusu kesiliyoruz -güçsüzlüğümüzün iki kez itirafı.

bizim yaşadığımız dünya, kabul olunamaz bir düzene göre kendini düzenleyerek ve bizim nihai amaçlarımıza zarar verecek şekilde sürdürdüğümüz, giderek saçmalaşan bir dünyadır.

çünkü insan üretmek ve tüketmek için bu dünyada değildir. üretmek ve tüketmek daima yalnızca tali olabilir. var olmak ve var olduğunu hissetmektir önemli olan. gerisi bizi karıncalar, termitler ve arılar düzeyine indirir.

şimdiden yaşayamayacak kadar kalabalığız. böcek gibi değil ama insan gibi yaşayamayacak kadar kalabalığız. toprağı tüketip çölleri büyütüyoruz. ırmaklarımız birer batak, okyanuslar can çekişiyor. ama iman, ahlak, düzen ve maddi çıkar bizi ilkel topluluklar halinde yaşamaya mahkum etmek için el birliği ediyorlar. dinlere mümin gerek, uluslara savunacak insan, sanayicilere tüketici. bu demektir ki herkese çocuk gerek, yetişkin olunca ne olacaklarının bir önemi yok.

en kötü düşmanlarımız bize umuttan söz edenler. sorunlarımızın çözüleceği ve arzularımızın karşılanacağı, neşeli, aydınlık, çalışmanın ve barışın olduğu bir gelecek vaat edenlerdir.

vaatlerini yenilemenin onlara bir bedeli yoktur; ama onlara kulak vermek bize çok pahalıya mal olur ve yalnızca yanlış fikirler ediniriz. biz ne kadar ilerlersek bu fikirler de o kadar etkili olur ve muğlaklığın sultası altında o ölçüde eziliriz.

hiçbir şey olduğundan fazla değil, her şey başka bir şey olma iddiasında, göründüğü gibi olmayı reddediyor. akıl almaz yüzlerce aldatmaca doğuyor böylelikle. yazarlar, saygınlık ve itibarla çevreli, ne yapacaklarını bilemez haldeler.

bunun sonucunda genel bir uyuşukluk yayılıyor her tarafa. ve eğer tarihin dersine kulak verseydik, uyuşukluktan sersemliğe giden yolun en kaygan yollardan biri olduğunu bilirdik.

hangi alanda olursa olsun aptallıkta birbirimizle yarışıyoruz. icatlarımız paradoksa çare bulamıyor. giderek daha zekice imkanlara sahip olurken giderek daha aptallaşıyoruz. biz bu imkanların yasasına tabi olacağız ve bu imkanlar da bize sahip olacak. biz hayal kırıklığına uğrarken devlet şeflerimiz imkanların ilk hizmetkarları olacaklar ve biz de sınırsız bir köleliğe bağlanacağız.

eserlerimizin ortasında, deliliğe ve aptallığa mahkumuz. kullandığımız imkanların ruhuna asla sahip olamıyoruz. kendi aralarında uyuşmayan planlar üzerinde yaşıyoruz. birbirlerimizin çağdaşı bile değiliz. ölçüsüzlük bizim ortak paydamız. tutarsızlıktan asla şaşmıyoruz. en hayranlık verici bahanelerle nesnelliğin içini boşaltıyoruz ve diyalektiğe başvurarak hakikatten gizleniyoruz. referans noktalarını keyfimizce çoğaltma ve ihtiyaçlarımıza göre bunları değiştirme sanatında mahiriz. sonunda bir labirent içinde dönüp durur hale geldik ve bizi sürükleyen hareket adına sentezi imkansız ilan ederek kendi müşkül durumumuzu meşrulaştırıyoruz.

hayvanlığa doğru yol alıyoruz ve vardığımız yer gayri insanilik. bıktırıcı ahlak öğütlerine ve iman bildirimlerine rağmen kendimizi haksız yere günahkar sanıyoruz. oysaki spermatik otomatlardan başka bir şey değiliz. insan dinin bize öğrettiği şey değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. hem insanı yeniden tanımlamak hem de dünyayı yeniden düşünmek gerekiyor; ama bunu hayal etmek için bile artık çok geç.

daha ne kadar aldatabiliriz kendimizi? bütün mühletler doldu, insan sayısı fırtınaların patlayacağı bir deniz gibi şişiyor, tükenmiş toprakta çabalarımız tükeniyor. her yer susuz kalacak, hava şimdiden seyrekleşti. besinlere artık daha az güveniyoruz, ökümen'i artıklar dolduruyor, her şeyi zehirliyorlar. hakikat saati aynı zamanda can çekişme saati mi olacak? ölümümüzün karşısına ne çıkartacağız? devlet şeflerimizin buyruklarını mı yoksa tinselcilerimizin vaazlarını mı? bu parazitler ve bu kargaşa tezgahçıları bizim ne işimize yarıyorlar? birileri bizi çürümeye götürüyor, ötekiler bizi yüreklendirerek onları kutsuyorlar ve bizi kutsayarak da onları yüreklendiriyorlar.

düzenli adımlarla kaosa doğru gidiyoruz. kalbimiz umut dolu, yan gelip yatılan hayal ülkesinin peşindeyiz. bilim bizim otuz milyar çocuğumuzu ve torunumuzu ödüllendirecek, yüz ulus tek bir halk olacak ve üç ırk tek olacak. imkansızın geleceğini umut ederek, gerçekliğimizi küçümseyerek daha ne kadar kandırabiliriz kendimizi? çünkü insan, ne olursa olsun, aşılmış olmayacaktır.

isyan

ihsan oktay anar

dersaadet'teki rumların isyan edeceklerinden korkulduğu için herkese silahlanması emredilmişti. bu emri derhal yerine getiren halk da birer piştov alıp hemen her yerde ve zamanda, gece yarısı cami avlusunda, gün ortasında pazarda, sabah kahvesi içerken kıraathanede, akşam namazı kılarken mescitte gerekli gereksiz silahlarını patlatmaya başladı. öyle ki, piştovu olmayanlar erkek sayılmıyordu. bu yüzden eli ayağı tutmayanlar bile baskıya dayanamayıp birer silah edindiler. dersaadet, keyif için atılan silahların velvelesiyle inlerken kimi karısını, kimi de çocuğunu kazayla vurdu: şeyhülkurra havai abbas efendi'nin naklettiğine göre kaza kurşunlarıyla tam 9.000 can telef olmuştu ki, eğer denildiği gibi rumlar isyan etselerdi bu kadar zayiat verileceği şüpheliydi.

24.02.2019

reenkarnasyon

paulo coelho

insanlar reenkarnasyonu düşünürken çok zor bir soruyla karşı karşıya kalırlar: eğer başlangıçta yeryüzünde o kadar az kişi ve şimdi de bu kadar çok kişi varsa, bütün o yeni ruhlar nereden geldi? cevap basit aslında. birtakım belirli reenkarnasyonlarda ikiye bölünürüz. ruhlarımız, tıpkı kristaller ve yıldızlar gibi, hücreler ve bitkiler gibi bölünür. ruhumuz ikiye bölünür, o yeni ruhlar da sırayla ikiye bölünürler; böylece birkaç kuşak içinde yeryüzünün büyük bir bölümüne dağılmış oluruz. bizler, simyacıların "anima mundi", yani "dünyanın ruhu" dedikleri şeyin parçalarını oluşturuyoruz. işin gerçeği, anima mundi'nin bölünmeyi sürdürmesi halinde, büyümeye de devam edeceği ama aynı zamanda giderek güçsüzleşeceğidir. işte bu yüzden ikiye bölündüğümüz gibi, bazen de kendimizi buluruz. kendimizi bulma sürecine aşk denir. çünkü bir ruh bölündüğünde, her zaman bir erkek, bir de dişi parçaya bölünür.

23.02.2019

gece yarısından sonra

gülten akın


gökyüzünde bir top bulut avare
bulutlar içinde yüzün mahzun
günlerce sebepsiz içlenir, sonra
ne sevdiğin akşamüstleri ne yağmur
unutursun

bütün çocuklar sustu, şarkılar sustu
aklın alabildiği beyazlıkta
-kimse farkında değil yalnız ben
bir deli poyraza tutulacak
erişilmez şeyler üstüne bunca rüya

arsız otlar gibi büyür gider
geceyarısından sonra yalnızlık
çaresizliğine acırım ellerimin
ellerimi affedemem bir türlü
sen beni affedecek misin

ben içten içe savrulan harman
ben artık yaşamayacak olan
bırakıp gitmek gerek duyuyorum
ne varsa aşk gibi dostluk gibi
sonsuz sıcaklığına alışılan

gökyüzünde bir top bulut avare
bulutlar içinde ellerin yüzün
ıslak yollarda bir ekim sonu
içlenir sebepsiz içlenir
eski yağmurları düşünür müsün

22.02.2019

çöl

murathan mungan


çöl doğrudandır. insanın teniyle doğrudan ilişki kurar. çöle bakmayı bilmek gerek. çöle boş bakanlar, çölün boşluğundaki yoğunluğu göremezler. kendini durgunluğuyla saklayan güzelliği çölün, ağır ağır kıpırdar. çöl kendi ölümsüzlüğüyle ölümü yumuşatır. ölüm çölde gençliğini hatırlar. bu yüzden her şey sonunda çölleşir.

21.02.2019

ısırgan otu

victor hugo

bir gün, bir kısım yerli halkın harıl harıl ısırgan otu yolmaya çalıştığını gördü. kökünden çıkarılan ve daha şimdiden kuruyan bir yığın bitkiye bakıp şöyle dedi: ölmüşler. oysa nasıl kullanılacağı bilinse çok yararlıdır. ısırgan körpeyken yaprağı çok güzel bir sebzedir; kartlaşınca tıpkı kenevir gibi, keten gibi iplikleri, lifleri olur. ısırgan bezi, kenevir bezi ayarındadır. kıyılınca kümes hayvanları için, ezilince boynuzlu hayvanlar için yem olur. ısırgan tohumu yemlerine katılırsa hayvanların tüylerine parlaklık verir, kökü tuzla karıştırılırsa güzel bir sarı boya olur. kaldı ki, yılda iki defa biçilebilen mükemmel bir yemlik ottur. sonra ısırgan ne ister? sadece biraz toprak; ne bakım ne tarım. yalnız tohumu, bitki olgunlaştıkça döküldüğünden toplanması güçtür. hepsi bu işte. biraz zahmetle ısırgan otu yararlı olur. ihmal edildiği için zararlı hale geliyor. o zaman da onu öldürüyorlar. nice insan vardır ki ısırgana benzer! dostlarım, şunu aklınızdan çıkarmayın ki, ne kötü ot ne de kötü insan vardır. yalnız kötü yetiştiriciler vardır.

20.02.2019

aslı gibidir

onur caymaz


aslı'ya, bir.. bir yol ağzında

üç gün geçti yıllardır yok gibi
bir sesti oysa, günün solgun ışığından bir kesit
sessizliğe bürünmüş bir ölü dalga, kerem gibidir
anı olur, bahar gelir, kül olur yana yana
çağlanın çıktığı gündü diyelim
uzunca bir ayrılıktan sonra

basit şeyler için ödenmiş bedeller
kalbimdeki iyilikler
misal bir kitabı verdik matbaaya
başka bir kitap başladı yeniden

üç gün geçti hep o varmış gibi
şişli'deydik; ama sanki viyana'da bir akşam
bira bahçeleri, isli yanık köprüler
duvarlarına melek resimleri çizilmiş yapılar
bulmuştum teninde, hanımefendi sokaklar

ayrılık, aramızda saçları liseli bir kızın
ay ışığında geceleri varmış, veda öpücükleri
balkona çıkıp barış manço'dan şarkılar söylermiş
ne yapsam da ebrusunda gül işleri, gülümseyişleri

üç gün geçti yüzüme düşen bir yaprak rengi
ölenlerin telefonlarını saklıyorum, pardon söylemem
bir gülün açarken hatırladıkları düşüyor aklıma
fakat işte sinemalar, iş hanlarının tarihi, biralar
yeniden aşık olunur, bu ne demek, her şey güzel
sonra yine parmaklar, saçlar, başrolde kim
yani ipini kendi çeken bu hayal, pardon hayat
bana fazlaca dokunuyordu sevgilim

ayrılık aramızda yaz günleriymiş tenha
buruşuk ama tertemiz çamaşırlar
tokalara takılı kalmış saç telleri
çekilmemiş ağrılı bir diş, kıyıyı nakışlayan yosun
bitlis'te bir askerin tren düdükleri
şimdiye dek düzelttiğim, dizdiğim bütün kelimeler
ne diyeyim ki; bu aşk, bu hüzün, bu keder

basit şeyler için ödenmiş bedeller
kalbimdeki iyilikler

şimdi bir kitabı verdik matbaaya
başka bir kitap başladı yeniden
üç gün oldu bir düş gibiymiş zaman, iyiyim
biliyorum bir ağaç aslı gibidir, benzemez hüzne
bir dal, asılı kalır da sessizliğe ölmez kimse
bir pencere aslı gibidir yani, açılır uzak bir iskeleye
yakın dursan biraz daha, kendini, hayatı sevdirsen
üç gün geçti, üç yıl geçti sanki içimden

19.02.2019

evren erkektir

esther vilar

kadına karşıtlık içinde erkek bir güzellik yaratığıdır; çünkü kadından farklı olarak onun bir beyni vardır.

erkek, bilgi kazanmayı arzular. çevresindeki dünyayı gözlemek ve nasıl işlediğini bulmak ister. erkek düşünür. kendisine sunulan verilerden sonuçlar çıkarır. erkek yaratıcıdır. istisna ölçüsünde geniş, çok boyutlu duygusal kapasitesinden ötürü, sadece açık veya geleneksel olanı kavramakla kalmaz, yeni duygusal değerler de keşfedip yaratır ve anlamlı tanımlama yoluyla genele erişilebilir kılar ya da bir sanatçı olarak bu duygusal değerleri görsel veya işitsel şekilde yeniden yaratır.

bir kadın sadece kişisel bir anlamı olduğu ve kendi amaçları için kullanabileceği bir konuya gerçek bir ilgi duyar. erkeğin merakı daha farklıdır. bilgi kazanma arzusu kişisel sonuçların da ötesindedir, tamamen nesneldir ve uzun vadede kadının tutumundan çok daha pratiktir.

bir erkeğin merakını uyandırmayacak hemen hiçbir şey yoktur. politika, botanik, nükleer fizik ya da adını koyabileceğiniz her şey olabilir. meyve konservesi yapma, kek hazırlama ya da bebek bakıcılığı yapma gibi alanının gerçekten dışında olan konular bile onun ilgisini çeker.

erkekler, çevrelerindeki dünyayı gözlemlemekle kalmazlar. kıyaslamalar yapmak ve başka bir yerde kazandıkları bilgileri, bu yeni bilgiyi yeni bir şeye dönüştürmeye yönelik nihai amaçla uygulamak doğalarında vardır. sadece elektrik, aerodinamik, jinekoloji, sibernetik, mekanik, kuantum mekaniği, hidrolik ve yer çekimi alanlarında değil, diğer alanlarda da bütün buluşların ve keşiflerin her zaman için erkekler tarafından yapıldığını belirtmeye gerek bile yok.

kadının, zaten pek gelişmemiş olan damak zevki, mutfakta her gün pişirilen birbirinin aynı, monoton, tatsız tuzsuz yemeklerle daha da körelir. hiç kadın çeşnici göremezsiniz. aslında kadınlar her alanda yararsızdır.

birçok yeteneği sayesinde erkek, hem zihinsel hem de fiziksel açıdan doyurucu ve özgür yaşama ideal bir uyum sağlama kapasitesine sahip gibidir. bunun yerine, onca buluşunu, yaratma becerisinden yoksun olanların hizmetine vererek bir köle gibi yaşamayı tercih etmektedir. olabildiğince kusursuz bir yaşam sürme kapasitesine sahip bu cinsin, bundan vazgeçip her şeyi böyle bir kusursuzluğa ilgi duymayan kadın cinsine teslim etmesi ne kadar çelişkili!

insanların asalakça bir grup tarafından tek taraflı olarak sömürülmesi yönündeki açık mekanizmaya öylesine alıştık ki, bütün ahlak değerlerimiz tamamen kokuştu.

genç bir erkek evlenip bir yuva kurduğu ve yaşamının geri kalanını insanın ruhunu öldüren bir işte çalışarak harcadığı zaman, erdemin ve sorumluluğun bir örneği olarak gösterilir. diğer erkek tipi, yani sadece kendisi için yaşayan, sadece kendisi için çalışan, hoşuna gittiği için iş değiştiren ve sadece kendine bakmak zorunda olan, istediği yerde yatan ve tanıştığı kadınlarla milyonlarca köleden birisiymiş gibi değil de eşitlik temelinde etkileşen bir erkek toplum tarafından reddedilir. bu ikisinin arasında özgür, kelepçesiz erkeğe yer yoktur.

erkeklerin her yıl varoluş gerekçelerine ihanet ettiğini görmek ne kadar can sıkıcıdır! sadece bir erkek beyniyle, gücü ve zekasıyla açılabilecek hayal etmesi bile zor olan yeni dünyalar keşfedilebilirdi. yaşamı -yani, kadınların farkında bile olmadığı erkeğin yaşamını- daha dolu, zengin ve değerli kılacak keşifler yapılabilirdi. bütün bunlar erkekler tarafından yapılabilirdi. bunun yerine, bütün bu muhteşem potansiyellerden vazgeçer ve kadınların itici ölçüde ilkel ihtiyaçlarına hizmet etmek için kafasının ve bedeninin sapaya girmesine göz yumar. erkek, evrendeki her türlü gizemi aralayacak anahtara sahiptir; ama bunu görmezlikten gelir ve kendini kadının seviyesine indirir ve onun hizmetine girer.

erkeklerin, kadının "gizemli" (gizemli; çünkü arkasında hiçbir şey yok) ruhunun derinliklerini incelemek yerine, kendi ruhlarının, hatta diğer gezegenlerde olabilecek yaratıkların ruhunu araştırmaları ve onlarla temas kurmanın yeni yollarını aramaları gerekir.

kadınlar hayal gücünden öylesine yoksundur ki, yeni buluşlara yönelik hiçbir ihtiyaç duymazlar. ihtiyaç duysalardı bir kerecik de olsa kendileri yaratırdı.

machiavelli

cemil meriç

gündüzleri ardıç kuşlarına tuzak kuruyordu. hana uğruyor, yolcularla çene çalıyordu. değirmenciyle, kasapla, kireç fırınının işçileriyle tavla oynuyordu. sık sık kavga çıkıyordu aralarında, ana avrat küfrediyorlardı. ama gece dekor değişiyordu. çalışma odasına çekiliyordu machiavelli. kitaplarının arasına, o kadim eserlerle dolu mabedine. kendisini dinleyelim:

"her gün giydiğim çamurlu elbiseleri eşikte bırakırım. saraylara girecek, krallarla konuşacakmışım gibi giyinirim. büyükler dostça karşılar beni, onların sözleriyle beslenirim. benim biricik gıdam bu. ben bu gıdayla beslenmek için dünyaya gelmişim. hiçbir sorumu yanıtsız bırakmazlar. saatler geçer. acılarımı unuturum: yoksulluk yıldırmaz artık, ölümden korkmaz olurum, onların hayatını yaşarım."

18.02.2019

düş

rabindranath tagore


düşüncenin her korkudan azat olduğu bir ülke
bir ülke ki insanları dimdik
dünya duvarlarla bölünmemiş
kelimeler gönlün derinliklerinden fışkırır
emek kemale uzatır kollarını
aklın ırmağı alışkanlıkların karanlık çölünde kuruyup gitmemiş
ne olurdu tanrım, benim yurdum da böyle bir ülke olsa

17.02.2019

hikâye

yusuf ziya ortaç

hikâye isteyen gazete-dergi sahibi, misak efendi'ye gider, zarflara bakar, bir tanesinin adını beğenir, alırdı. fiyatı 5 liraydı her hikâyenin.

bir gün o yılların en güzel, en sürümlü gazetesi vakit'te ömer'in (seyfettin) bir hikâyesi çıktı. hoştu, sürprizliydi. yalnız kısa kısa konuşmalar can sıkacak kadar uzatılmıştı. okurken gözlerini yüzümüzden ayırmayan ömer: "ne yaparsın cancağızım" dedi, "hakkı tarık, hikâye başına değil, satır başına para veriyor!"

bu denemeden sonra hakkı tarık, ömer'in hikâyelerini satır hesabı almaktan vazgeçti.

16.02.2019

tanrı

paul henri d'holbach

insanoğlu tanrı hakkındaki düşüncelerinin gerçekçi bir muhasebesini yapacak olursa, tanık olduğu olayların bilinmeyen, gizli kalan nedenlerini dile getirmek için çoğu zaman "tanrı" sözcüğünü kullandığını itiraf etmek zorunda kalır. bu sözcüğü, nedenlerin kaynağını bulamadığı, doğal olanın kaynağı anlaşılır olmaktan çıktığı zaman kullanmaktadır. ya da nedenleri birbirine bağlayan zincirin halkalarını kaybettiği anda sonucu tanrı'ya bağlayarak sorunu çözer ve araştırmasına son verir. bu yüzden, bir şeyin oluşunu tanrılara bağladığında, aslında zihnindeki karanlığın yerini, hayret duygusuyla önünde eğildiği alışılmış bir sese terk etmekten başka bir şey mi yapıyor?

15.02.2019

deadpool

tim miller

en iyi aşk hikayelerinden bazıları bir cinayetle başlar.

hayat, sonu gelmeyen tren kazaları gibidir; sadece kısa reklam aralarında mutluluk molası yaşanır.

kanserin en kötü yanı, size ne yaptığı değildir; sevdiğiniz insanlara ne yaptığıdır.

işte dibe vurmak budur: hayatının nefesini kesecek kadar yarağı yediği dönemde büyük ve çok boktan bir karar aldığını hatırlarsın. seni bok yoluna götüren karar yani.

birinin fikrini değiştirmek kadar kalbimi ısıtan bir şey daha yoktur.

ölmeden önce yapılması gerekenler listem olsaydı her şey umumi çıplaklık içerirdi.

gece gündüz işkence yapmandaki sorun şu: bundan daha ilerisine gidemiyorsun.

doktor dedi ki: çok vaktiniz kalmadı. hasta dedi ki: ne kadar vaktim var? doktor dedi ki: beş. hasta dedi ki: beş ne? doktor dedi ki: dört, üç, iki..

iş yaralarına merhem sürmeye gelince ev gibisi yoktur.

aşk çok güzel bir şeydir. aşkı bulduğunda bütün dünya sana nergis çiçeği gibi kokar. o yüzden aşka tutunmalısın. sıkıca! ve asla bırakma! yoksa bütün dünya sana yoga yapmış terli mama june gibi kokar.

görünüş her şeydir! david beckham'ın konuştuğunu duydun mu hiç?

sanırım hepimiz işlerin en devasa şekilde boka sardığı konusunda hemfikirizdir.

dört veya beş an. kahraman olmak için tek gereken bu. herkes bunun tam zamanlı bir iş olduğunu zannediyor. kahraman olarak uyan. kahraman olarak dişlerini fırçala. kahraman olarak işe git. doğru değil. hayatın boyunca dört ya da beş defa karşına kahramanlık sergileyecek bir an çıkar. sana tercih hakkı verilmiş anlar. fedakarlık yapmak, bir ayıbı örtmek, bir arkadaşı korumak, bir düşmanı bağışlamak.. böyle anlarda diğer her şey geride kalır. dünyanın bize bakışı değişir.

kızı kapmak için süper kahraman olmana gerek yok. doğru kız seni kahraman yapar zaten.

14.02.2019

insan

ihsan oktay anar

insanlar bir bakıma, güçlü veya güçsüzdü; ama değişen bir şey yoktu. çünkü güçlü insanlar düelloyla mertçe dövüşüp adam öldürürler, güçsüzler ise korkakça pusu kurup cinayet işlerlerdi. kadın cinsinin daha nazik, daha şefkatli olduğu da palavraydı: onlar adam öldürmekten değil, kandan çekinirlerdi. bu yüzden kurbanlarının başına tabanca sıkıp ortalığı kan revan içinde bırakmaktansa, daha temiz bir yolu, mesela zehiri tercih ederlerdi. insanların akıllı ya da cahil olmaları da onları zalimlikten alıkoyamazdı. zeki olanlar menfaatlerini bildikleri için para uğruna cinayet işlerlerken, cahiller ise cahil oldukları, yani düşünsel bir macera yaşamaya güçleri yetmediğinden, zihinlerindeki boşluğu, ne olduğunu bile tam olarak bilmedikleri bir dava ile kapatırlardı. böylece onlar, akıllılar gibi para uğruna değil, inandıkları dava için kan dökerlerdi.

13.02.2019

bir ödül olarak seks

esther vilar

tutsak bir yunus balığı kendisine öğretilen numarayı iyi yaptığı zaman terbiyecisi ona balık atar. yunus balık yemek istediği için istenen her şeyi yapacaktır. ama para kazanan erkek, kendi yemeğini temin etme becerisine sahiptir. ona bu şekilde rüşvet vermek imkansız olacaktır.

her ekonominin temeli bir takas sistemine dayanır. bu nedenle bir hizmet talep eden kişinin, bunun karşılığı olarak buna eşdeğerde bir şey önerebilmesi gerekir. ama erkek, cinsel arzularını doyurma ihtiyacı duyduğu ve bir vajina üzerinde tek yetkili hak sahibi olmak istediği için, bunun fiyatı olağan dışı bir düzeye çıkmıştır. bu da kadınların, en kapitalist sistemi bile gölgede bırakacak bir sömürü sistemi kurmalarını mümkün kılmıştır. ve hiçbir erkek bu sistemden muaf değildir.

kadın, tıpkı derin duygular beslemeyi reddetmesi gibi, cinsel iştahı da reddeder. başka nasıl genç bir kız erkek arkadaşına onu sevdiğini söylerken vücudunu ondan mahrum edebilirdi ki? annesinin öğütleri sayesinde genç kız, daha sonra kazanacağı sermaye için ergenlikte bile arzularını bastırır. eski toplumlarda gelinin değer kazanmak için bakire olması gerekiyordu. bugün bile daha az cinsel deneyimi olan bir kız, birçok aşığı olan bir kızdan daha yüksek bir itibari değere sahip olacaktır.

erkek, hiçbir zaman karşı cinste cinsel arzu uyandıracak şekilde giyinmez; ama kadında durum tam tersidir. kız çocuğu, on iki yaşına gelinceye kadar, tuzağa konan yem gibi süslenip püslenir. sıkı giysilerle göğüslerin kıvrımı ve meme uçları abartılır, şeffaf çoraplarla bacakların uzunluğu, baldırların ve ayak bileklerinin şekli zenginleştirilir. makyajla nemlendirilen dudakları, gözleri, parlak renklerle boyanan saçları davetkardır. eğer bunun tek amacı erkekteki bitmek tükenmek bilmez cinsel arzuyu daha da uyarmak, artırmak değilse nedir? kadın, mallarını, vitrindeki mallar gibi sunar (görünürde çok yakın, kolayca alınabilen bir fiyata). o zaman elbette erkekler, böylesine iç gıcıklayan bir malı alacak parayı kazanmaktan daha büyük mutluluk olmadığını düşünecektir.

erkeğin parası yoksa ya da para kazanma ihtimali yoksa kadınsız -ve sonuçta sekssiz- yaşamak zorunda kalacaktır.

bir erkek için, evliliğe balıklama atlamak yerine cinsel ihtiyaçlarını bir fahişeyle gidermek çok daha ekonomik olacaktır. burada "fahişeliği" alışılmış anlamında kullanıyorum; çünkü kadınların çoğu yapısı gereği bu gruba aittir.

ama erkeğin eğitimi yine ona engel olur. rekabetçi bir toplumun bir üyesi olarak koşullandırıldığı için ucuz seksin değersiz olduğuna inanır. kadının maliyeti ne kadar yüksekse alacağı cinsel haz da o kadar yüksek olacaktır. ve istediği kadını başka türlü alamıyorsa verilen en yüksek fiyatı teklif edecektir. onu tescil dairesine götürecektir.

erkeklerin profesyonel fahişeyi küçümsemesi bir çelişkidir; çünkü seks konusunda dürüst olan tek kadın odur.

kadınlar da profesyonel fahişeyi küçümser; ama onların nedeni daha farklıdır. onlar fahişeyi, vücudunu bu kadar ucuza satacak kadar aptal olduğu için küçümserler; çünkü kadının zeka standartlarına göre onlar tartışma götürmeyecek kadar aptaldır.

"bir ödül olarak seksin" temel kuralı kadından kadına değişmez. hepsi de kendini bir erkeğe sunar, kendi güzelliklerini vurgular ve erkeğin bazı "trikleri" başarıyla geçmesi durumunda onu ödüllendirir. ve erkeği kesintisiz bir cinsel heyecan durumunda tutmaktan kesinlikle vazgeçmedikleri için erkek tekrar tekrar ödüllendirilmek ister. sadece cinsel gücü azalan bir erkek düzenli ödüllendirilme ihtiyacı duymaksızın yıllarca bir hippi yaşamı sürebilir.

ne olursa olsun, bir kadın bulabildiği her fırsatta anatomik özgünlüklerinden kârlı çıkar; buna karşın erkek kendi anatomisinin sonsuz kölesidir.

erkek, seksin her türlü hazzın timsali olduğunu düşünmeye yönlendirilmiştir. ama elbette yanılıyor. kadın, orgazma ulaştığı zaman elbette mutluluk duyacaktır; ama bu onun tanıdığı en yoğun haz değildir. bir kokteyl partisi veya yeni bir çift patlıcan renkli deri çizme almak ona çok daha büyük bir haz verir.

erkeğin cinsel gücünün sadece bir yanı kadını ilgilendirir: çocuklarına babalık yapabilmesi. çocuklar, kadının planlarında başarılı olması için temel bir önem taşır.

hemen her dinin dogmasında mutlaka bulunan ortak bir günah vardır: üreme amacı gütmeyen cinsel hazza kapılmak. dini inançlarla ilgili her şey mantığın kurallarına ters düşer ve bu nedenle mantık duygusunun gelişmediği erken bir yaşta beyinlere aşılanması gerekir.

haşşaşin örgütü

amin maalouf

hiyerarşinin en tepesinde şeyh, imam, her türlü sırrın sahibi hasan sabbah vardı. yakın çevresinde bir avuç propagandacı derviş, yani "dai"ler bulunuyordu, bunlardan üçü şeyhin yardımcılarıydı. biri doğu iran, horasan, kuhistan ve maveraünnehir'den sorumluydu; diğeri batı iran ve ırak'tan; üçüncüsü de suriye'den sorumluydu. onların bir basamak altında hareketin kadroları, yani "refik"ler bulunuyordu. gerekli eğitimi aldıkları için bir kaleye komuta etme, bir kent veya eyalet örgütünü yönetme yetkileri vardı. en yeteneklileri zamanı geldiğinde dai yapılıyordu.

hiyerarşinin daha aşağısında ise "lesik"ler, yani örgüte bağlı olanlar yer alıyordu. bunlar ilme veya şiddet eylemlerine özel bir yeteneği olmayan, tabandaki müritlerdi. aralarında alamut civarından pek çok çoban, ayrıca çok sayıda kadın ve ihtiyar vardı.

daha sonra sıra "mücib"lere, "icabet edenler"e, "teklif verenler"e yani örgüt üyeliğine aday olanlara geliyordu. bunlar aldıkları ilk eğitimin ardından yeteneklerine göre ya refik olmak üzere daha ileri eğitim aşamalarına, ya müritler kitlesine ya da o dönemde yaşayan müslümanlarn gözünde hasan sabbah'ın gerçek gücünü oluşturan kategoriye, "fedai"ler sınıfına doğru yönlendirilirdi. şeyh onları imanı çok sağlam, çok becerikli ve dayanıklı; ama ilme, eğitime fazla yeteneği olmayan müritlerin arasından seçerdi. dai olabilecek çapta birini asla fedai yapmazdı.

fedainin eğitimi, hasan'ın tutkuyla ve incelikle uğraştığı hassas bir görevdi. hançerini gizlemeyi, hiç belli etmeden çıkarmayı, kurbanın tam kalbine veya göğüs bir zırhla korunuyorsa boynuna saplamayı öğrenmek; alamut'la hızlı ve gizli haberleşmenin araçları olan posta güvercinlerine alışmak, şifreli alfabeleri ezberlemek; kimi zaman yerel bir lehçeyi, bir ağzı öğrenmek, yabancı ve düşman bir ortama sızmayı becermek, orada haftalarca, aylarca kendini belli etmeden yaşamak, infaz için en uygun anı kollarken her türlü kuşkuyu yatıştırmayı bilmek; avını bir avcı gibi izlemek, nasıl yürüdüğünü, neler giydiğini, alışkanlıklarını, dışarıya hangi saatlerde çıktığını inceden inceye araştırmak; bazen, çok iyi korunan biri söz konusuysa, yanına kapılanmanın, ona yaklaşmanın, bazı yakınlarıyla dostluk kurmanın yolunu bulmak. iki fedainin, kurbanlardan birinin canını alabilmek için, iki ay boyunca bir hristiyan manastırında keşiş kılığında yaşadıkları rivayet edilir. afyon, esrar kullanan birinden böyle çarpıcı bir bukalemunluk yeteneği sergilemesi beklenemez. ama hepsinden önemlisi, müridin ölüme meydan okuyabilmek için gerekli inancı kazanması; taşkın kalabalık tarafından canı alındığı anda şehitlik mertebesi sayesinde önünde kapıların derhal ve anında açılacağı bir cennete iman etmesidir.

erdem

konfüçyüs

insanların yetenek ve erdemi tepecikler gibidir, üstünden aşılır.

iyilikseverlik bütün insanları sevmektir. bilgi, insanları tanımaktır. kişi bilgi sahibi olmadan nasıl erdem sahibi olabilir?

sebat etmeyen bir insan ne büyücü ne de doktor olabilir. erdemde süreklilik olmazsa o kişi saygınlığını yitirir.

ikiyüzlülük erdemi sarsar. zekice konuşma erdemi engeller. küçük şeylere karşı sabırsız olmak büyük planları bozar.

12.02.2019

test

~house m.d.

bir yeşil bereli, bir sat komandosu ve bir de brooklynli rahibe vardır. general her birinin eline birer silah verir ve:

"eşleriniz yan odada sandalyede oturuyor. testi geçmek için, içeri girip onu öldürmelisiniz." der.

yeşil bereli, direkt olarak "hayır efendim, karımı asla öldüremem. yapamam." der.

general ona bakıp "bak ne diyeceğim?" der. "gerekli niteliklere sahip değilsin. karını al ve evine git."

sat komandosu içeri girer. beş dakika sonra gözlerinden yaşlar akarak dışarı çıkar:

"denedim, denedim, denedim! bir türlü yapamadım. sandalyede çok güzel görünüyordu. yapamadım." der.

general ona bakıp:

"bak ne diyeceğim?" der. "gerekli niteliklere sahip değilsin. karını al ve evine git."

son olarak, brooklynli rahibe kasıla kasıla yürür. silah sesleri, çığlıklar ve bağırış çağırış sesleri gelir. derken her yer aniden derin bir sessizliğe gömülür. rahibe odadan çıkar.

general,

"içeride neler oldu?" der.

rahibe yüksek sesle:

"lanet silah kurusıkıymış! bu yüzden döverek öldürdüm." der.

11.02.2019

schopenhauer'a göre dünya

milan kundera

büyük bir masanın başında, yoldaşlarla çevrelenmiş olarak oturan stalin, kalinin'e döndü: "inan bana dostum, ünlü immanuel kant'ın şehrinin isminin sonsuza dek kaliningrad kalacağına benim de hiç şüphem yok. doğduğu şehrin isim babası olarak, kant'ın en önemli görüşünün ne olduğunu anlatabilir misin bize?"

kalinin'in hiçbir fikri yoktu. yoldaşlarının cehaletinden usanan stalin soruya kendi cevap verdi.

"yoldaşlar, kant'ın en önemli görüşü, 'kendinde şey'dir, buna almancada 'ding an sich' denir. kant, görünüşlerimizin ardında nesnel, bununla birlikte gerçek bir şey, bir 'ding' olduğunu düşünüyordu. ama bu görüş yanlıştır. görünüşlerimizin ardında gerçek hiçbir şey, hiçbir 'kendinde şey', hiçbir 'ding an sich' yoktur."

hepsi kendinden geçmiş, onu dinliyordu; stalin devam etti: "hakikate en yakın olan schopenhauer'dı. schopenhauer'ın en önemli görüşü neydi yoldaşlar?"

hepsi mümeyyizin alaycı bakışlarından kaçıyordu, meşhur alışkanlığı gereği stalin soruya kendisi cevap verdi:

"schopenhauer'ın en önemli görüşü, yoldaşlar, dünyanın, görünüş ve iradeden ibaret olduğuydu. bu da, gördüğümüz haliyle dünyanın ardında nesnel hiçbir şey, hiçbir 'ding an sich' olmadığı, bu görünüşü var etmek, onu gerçek kılmak için bir iradenin, onu dayatacak çok büyük bir iradenin olması gerektiği anlamına gelir."

jdanov çekinerek itiraz etti: "bir görünüş olarak dünya mı josef? bizi hayatın boyunca, bunun burjuva sınıfının idealist felsefesinin bir yalanı olduğunu ileri sürmeye zorladın!"

stalin: "bir iradenin temel özelliği nedir yoldaş jdanov?"

jdanov sustu, stalin cevap verdi: "özgürlüğü. istediğini ileri sürebilir. geç bunu. doğru soru şu: dünyanın gezegendeki insan sayısı kadar görünüşü var, bu da kaçınılmaz olarak kaosa yol açıyor; bu kaos nasıl düzene sokulur? cevap açık: herkese tek bir görünüş dayatarak. bu da ancak, bir tek büyük iradenin, bütün iradelerin üzerindeki bir iradenin dayatmasıyla olur. ben de, gücüm yettiğince bunu yaptım işte. ve sizi temin ederim, büyük bir iradenin etkisi altında, insanlar sonunda neye olsa inanırlar! neye olsa, yoldaşlar!"

stalin, sesinde bir mutlulukla güldü.

10.02.2019

ölüm

sadık hidayet

yalnızca ölüm yalan söylemez. ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. hayatın derinliklerinden seslenir, yanına çağırır bizi. ve biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız yaşlarda, ara sıra oyunlarımızı yarıda kesiyorsak, bunun nedeni, ölümün seslenişini duymuş olmamızdır. ömrümüz boyunca ölüm bize el eder, çağırır bizi. her birimiz ansızın, sebepsiz, düşüncelere dalmıyor muyuz; bu hayaller bizi öylesine sarıyor ki zamanı, mekanı fark etmez olmuyor muyuz? insan bilmez bile ne düşündüğünü; ama sonra kendini ve dış dünyayı hatırlamak, düşünmek için toparlanmak zorundadır. bu da bir sesidir ölümün. ölüm ki geçer gider, bütün düşünceleri paramparça eder, en ufak bir dönüş ümidi bile bırakmaz geride.

ölüm ki geçer gider, bütün düşünceleri paramparça eder, en ufak bir dönüş ümidi bile bırakmaz geride.

9.02.2019

emek ve özgürlük

andre breton

insanlar, ya öteki sefaletlerle birlikte ya da onlarsız, işe, emeğe tahammül edebildikleri ölçüde ilginç olmayı bilirler ancak. başkaldırı, onların içinde daha ağır basmasa, emek nasıl yüceltebilirdi onları? o anda görebilirsiniz onları, onlar ise zaten göremezler sizi.

ben tüm gücümle, bana değer biçilmek istenen bu köleliği yadsıyorum, nefret ediyorum ondan. buna mahkum olduğu için insana acıyorum, genelde ondan yakasını sıyıramadığı için de acıyorum ona; ne var ki beni onun safına çeken, çabasının şiddeti, acımasızlığı değil; beni onun yanına çeken, güçlü başkaldırısından başkası değil ve olamaz da. bilirim ki tanrının her günü, birkaç saniye arayla, aynı hareketi tekrarlamaya zorlayan bir fabrika fırınında ya da şu acımasız makinelerin önünde veya başka her yerde, en az kabullenilebilir, sineye çekilebilir emirler karşısında ya da hücrede veya bir idam mangası karşısında bile özgür hissedebilir kendisini insan; ama çekilen işkence değildir bu özgürlüğü yaratan. bir diyeceğim yok buna.

özgürlük, o, binbir türlü ve en zorlu özverilerle şu dünyada elde ettiğimiz özgürlük, bir kez de ele geçti mi, ondan yararlanılsın ister; hiçbir sınır konulmadan, hiçbir yararcı düşünceye kapılmaksızın yararlanılsın ister; çünkü en yalın devrimci biçimi altında anlaşılan insanın kurtuluşu olgusu, hizmet edilmeye değer tek davadır. bu herkese göre bir kurtuluş da değildir; demek istiyorum ki, her kişinin elindeki yöntemlere göre bir kurtuluş da değildir bu.

özgürlük sürekli bir zincirlerden arınmadır; doğru da, bu arınmanın sürekli olabilmesi, devamlı mümkün olabilmesi için zincirlerin bizi altında ezmemesi gerekmez mi, sizin sözünü ettiğiniz insanların çoğunu ezdikleri gibi? ama özgürlük insan açısından daha fazlasıdır belki de, daha uzun ya da daha kısa adımların, en çok, bu zincirlerin koparışı için insana vaat edilen en görkemli adımların zinciridir de.

bu adımları atmaya güçlerinin yeteceğini varsayabiliyor musunuz? bir defa zamanları var mı buna? yürekleri var mı? mert insanlar diyordunuz demin, evet kendini savaşta öldürtenler gibi mert, yürekli değil mi? hadi adını koyalım, kahramanlar. birçok bedbaht, birkaç tane de zavallı budala.. itiraf edeyim ki, bu adımlar, her şey benim için.

adımlar nereye doğru gidiyor, işte gerçek sorun burada. ama er veya geç kendilerine bir yol çizmeyi bilecekler. bu yolun üzerinde, yolu izleyememiş olanları, zincirlerinden arındırmaya yardım etmenin yollarının da görünmeyeceğini kim bilir? işte ancak o zaman biraz duraklamak gerekecek belki; ama geri dönülmeksizin tabii.

8.02.2019

savaş sanatı

eduardo galeano

günümüzden yirmi beş asır önce, çinli general sun tzu ilk askeri taktik ve strateji incelemesini kaleme aldı. onun bilgece tavsiyeleri savaş alanlarında ve daha çok kanın aktığı iş dünyasında bugün hala uygulanıyor.

general diğer birçok şeyin yanı sıra şunları söylüyordu:

"eğer hünerliysen, beceriksizi oyna.
eğer güçlüysen, zayıfmış gibi görün.
eğer yakındaysan, uzaktaymış gibi yap.
asla düşmanın güçlü olduğu taraftan saldırma.
kazanamama ihtimalinin olduğu çatışmadan daima kaçın.
eğer koşullar aleyhineyse geri çekil.
eğer düşman toplu haldeyse onu böl.
düşmanın seni beklemediği anda ilerle ve seni en az beklediği yerden saldır.
düşmanı tanımak için önce kendini tanı."

7.02.2019

defterler

nilgün marmara

akıl hastanesinde gidişat üzerine sorgulamada, hastalardan biri "hepiniz bir gün buraya geleceksiniz, gelecek, geleceksin, geleceksiniz, gelecekler." demiş.

sylvia plath: every woman adores a fascist, the boot in the face.

ne yazık ki "insan" yok, bir şeyler iletilebilir. sessizliğin bölüşülebileceği insanlar yok burada. kalık, geleneksel, geçerli, çağa uygun yüzeysel amaçlar var ve tüm bunların alegorik temsilcileri gelip bu çölü yurt edinenler.

kentlerin havaalanlarından çok düşalanlarına gereksinimi var.

oyun yazma ya da yapma dışında acıklı bir aynılık her gün her gece. bellek ve imgelem olmasa katlanılmaz bir çoraklık.

"çingeneye bayrak vermişler, önce babasını asmış."

kişilik ve bireysellik nasıl da aykırı geliyor bu insanlara; aramaktan, düşlemekten vazgeçmeyenleri nasıl da kuşkuyla karşılıyorlar, biriciklik özlemini nasıl tiksinç buluyorlar, yaşamla ölümün birbirini tamamlayışını nasıl da görmezden geliyorlar; nasıl bu kadar korkaklar, bu iç açılarının toplamı sonsuz darbe derecesi göt-beyin-phallus üçgenindeki yer değiştirmelerle böyle neyi koruyorlar savunuyorlar?

bir hayatın yaşanılarak anlaşılmasından önce pek çok başka hayatın yaşanması gerekiyor.

ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız; ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız..

merkezden uzak olunca bile onun çevresinde sızıp uyumak, ölmek, uyanmak istememek, uyanınca yine insanlara kendine sonsuzca birbirine dönüşen kendi-başkası-kendine saldırmak, merkezi unutamamak, başkasından arınamamak, vazgeçememek, öfke, umarsızlık.. çembere katılamamak, merkezle donanamamak, değirmi dilin sözcükleriyle sarınamamak.. sonra yine, yakın, içinde ve göbeğinde olmasa bile, yakın çevresinde unutmak.

kafka insan vücudundaki karanlığı görmüştü yalnızca; ışığı, aydınlığı gözden kaçırmıştı.

6.02.2019

yitirilen

ernst fischer

bu toplumda, musil'in hep vurguladığı gibi, odak noktası, birlik duygusu, birlikte büyük bir davaya katkıda bulunma bilinci yitirilmiştir. büyük bir toplumsal düşüncenin aracılığıyla belli bir bağlam ve bütünlük kazanamayan, uç noktadaki bir toplumsal iş bölümü, yalnızlaşmanın, parçalanmanın, yalıtılmışlığın egemen olmasına yol açmaktadır. "bizi kuşatan yaşam" der musil, "düzenleyici kavramlardan yoksun. geçmişin olguları, tek tek bilimlerin olguları, yaşamın olguları bizi düzensizce örtmekte. bu durum da doğal olarak bugüne kadar hiç işitilmedik bir kılı kırk yarma tutkusundan yansıyor. çağımız, bireycilik ve topluluk duygusu, aristokrasi ve sosyalizm, pasifizm ve materyalizm, kültüre hayranlık ve uygarlık düşkünlüğü, ulusçuluk ve evrensellik, din ve doğa bilimleri, sezgicilik ve akılcılık ve daha sayısız birçokları gibi karşıtlıkları, yan yana ve hiçbir dengeye oturtulmamış olarak barındırmakta. bu, bir babil tımarhanesinden farksız; bin pencereden bin ayrı ses, düşünce ve müzik gezgincinin üstüne yağmakta; böyle bir konumda bireyin anarşist motiflerin volta attığı bir alana dönüştüğü ve ahlakın da ruhla birlikte çöküp gittiği açıktır."

"fakat bu tımarhanenin bodrumunda hephaistos'u çağrıştıran bir yaratma iradesinin çekiç darbeleri duyuluyor, insanlığın uçmak, çok hızlı yolculuk etmek, katı cisimlerin içinden ötesini görebilmek gibi en eski düşleri ve geçen yüzyıllarda en büyük mutlulukların kaynağı olan sihirli düşler niteliğindeki daha işitilmedik kadar çok sayıda nice fantezi gerçekleştiriliyor; çağımız bu mucizeleri yaratıyor; fakat onları artık hissetmiyor. çağımız, gerçekleşmelerin çağı ve gerçekleşmeler her zaman düş kırıklıklarıdır; çağımızda henüz yapamadığı bir şey eksik; ama yapamadığı bu şey, çağımızın yüreğini kemirmekte." (robert musil)