roland barthes: kitap anlamı yaratır, anlam da yaşamı.
anthony burgess: kişiliksiz yaratıklar kişilik sahiplerini ezmeye uğraşırlar bu dünyada.
fay weldon: hayatta hiçbir şey insanın umduğu gibi çıkmaz.
henry david thoreau: öykünün uzun olması gerekmez; ama kısaltmak için uzun zaman gerekir.
buket uzuner: özel yeteneklerle doğan insanların çok şanslı olduğunu düşünenlerin hepsi, bunun bazen ne büyük bir ceza olduğunu hiç anlamayacak kadar sağlıklı ve normal insanlardır.
la rochefoucauld: dünya, nitelikli olanı değil, çoğu kez nitelikli görüntüsü vereni ödüllendirir.
alain: herkes her an bilmediği birine zulmeder ve toplum, iyi insanlara farkında olmadan zalim olma fırsatı veren mükemmel bir makinedir.
samuel beckett: önce yürümeyi öğren, sonra yüzme dersleri alırsın.
dany cohn-bendit: diktatörlüğün prensibi, toplumun bütün hücrelerinde, mikroskobik iktidar merkezlerinin çeşitliliğinde gizlidir; babalarda, kocalarda, öğretmenlerde, devlet memurlarında uyuyan bir küçük diktatör vardır hep.
paul auster: her şeyi yerli yerine oturtmak için ölümle kısa bir sohbetten daha etkili bir şey yoktur.
theodor adorno: her türlü ahlakın modeli ahlaksızlıktır ve bugüne kadar ahlak, ahlaksızlığı hep yeniden üretmiştir.
roger norman: bir atın gök mavisi gözlerinde, yaşadığı sınırsız ve zamansız dünyanın büyüklüğü karşısında düştüğü hayret vardır.
29.11.2013
27.11.2013
eşekarıları / kadınlar savaşı
aristophanes
insanı sözdür yücelere çıkaran
ne yazık ki sahte arılar da var aramızda
bunların iğneleri falan yoktur
yerlerinden kıpırdamaz, suya sabuna dokunmaz
bizim bunca zahmetle topladığımızı yerler
bir olduk mu seninle ben
dünya gelir peşimizden
kurtlara acınır da insanoğluna acınmaz
kim etmiş onların bize ettiğini
en akıllı kişiler nice bilgilerini düşmanlarına borçludurlar
düşmanı bilmek güvenlik sağlar
bir dost bize nasıl korunacağımızı öğretmez
oysa bir düşman bilgi edinmeye zorlar bizi
yüksek duvarlar örmeyi, büyük gemiler yapmayı
dostlarından değil düşmanlarından öğrenir şehirler
onlardır öğreten herkese nasıl koruyacağını
evini, malını mülkünü, çocuklarını
insanoğluna güvenilmez
kalleşlik etmeden durmaz
bir zamanlar tanrılara yemin edilmezmiş
yalnız kuşlara yemin edermiş insanlar
işlerin yolunda gitmesi insan için sağlığın ta kendisi değil mi
ey ruhum, maydanozsuz çıkacaksın yola
uslu, akıllı, atılgan ve yürekli oldun mu
beceremeyeceğin bir iş yoktur
ne kadar yalvarsan boşuna, arkadaş
yumuşamaz asla kirpinin dikenleri
kadından azgın hayvan, kadından azgın ateş yoktur
hiçbir pars, ondan daha belalı değildir
26.11.2013
sicilyalı balıkçı
orhan veli kanık
yüz sene sonra bugünkü dünyadan
bir tek insan kalmadığı gün
sicilya sahillerinde yaşayan balıkçı
bir yaz sabahı ağlarını atarken denize
her zamankinden daha geniş gökyüzüne bakıp
benden bir mısra mırıldanacak şarkı halinde
bu dünyadan mehmet ali isminde bir şairin
gelip geçtiğini bilmeksizin
bu güzel düşüncenin
olmayacağından eminim
fakat nedense bu iş
benim pek tuhafıma gidiyor
25.11.2013
boardwalk empire
ucuz avukat, hapiste daha fazla yatmak demektir.
adam eve gelir, karısını bir adamla yatakta basar. "siz ne yapıyorsunuz?" diye sorar. kadın yataktakine döner: "sana aptal olduğunu söylemiştim."
bazı kurbanlar katillerinden daha kötü olabiliyor.
sana olduğunda, asla unutamayacağını düşünüyorsun. sona erdiğindeyse, neredeyse hatırlayamıyorsun bile.
"ölmek için doğduk; nedendir bilmeyiz."
resimmiş, sanatmış, şiirmiş... siperde 2 hafta geçirdikten sonra hepsi unutuluyor. medeni dünyada güzel olan ne varsa.
kimse yalnız başına ölmeyi hak etmez.
siyasetin ilk kuralı evlat: güzel bir hikayeyi gerçeklerle bozma.
bu dünya o çocuk kitaplarındaki fantezi dünyalarına benzemez. gerçek insanların olduğu gerçek bir dünyadayız. ve bazen işlerin yürümesi için insanlara duymak istedikleri şeyleri söylemek zorunda kalırız.
ülkeleri uğruna kim ölür biliyor musun? siktiğimin avanakları ölür.
bir ülkeyi tek seferde fethedemezsin. her seferinde bir parçasını al. iyi davran, pay almak için pazarlık yap. birkaç aya işlerin genişler. sonra bir bakmışsın tüm bölgeyi kontrolün altına almışsın.
adam eve gelir, karısını bir adamla yatakta basar. "siz ne yapıyorsunuz?" diye sorar. kadın yataktakine döner: "sana aptal olduğunu söylemiştim."
bazı kurbanlar katillerinden daha kötü olabiliyor.
sana olduğunda, asla unutamayacağını düşünüyorsun. sona erdiğindeyse, neredeyse hatırlayamıyorsun bile.
"ölmek için doğduk; nedendir bilmeyiz."
resimmiş, sanatmış, şiirmiş... siperde 2 hafta geçirdikten sonra hepsi unutuluyor. medeni dünyada güzel olan ne varsa.
kimse yalnız başına ölmeyi hak etmez.
siyasetin ilk kuralı evlat: güzel bir hikayeyi gerçeklerle bozma.
bu dünya o çocuk kitaplarındaki fantezi dünyalarına benzemez. gerçek insanların olduğu gerçek bir dünyadayız. ve bazen işlerin yürümesi için insanlara duymak istedikleri şeyleri söylemek zorunda kalırız.
ülkeleri uğruna kim ölür biliyor musun? siktiğimin avanakları ölür.
bir ülkeyi tek seferde fethedemezsin. her seferinde bir parçasını al. iyi davran, pay almak için pazarlık yap. birkaç aya işlerin genişler. sonra bir bakmışsın tüm bölgeyi kontrolün altına almışsın.
24.11.2013
yalan
paul auster
hayatta altı yaşında olmaktan daha iyi bir şey yoktur; altı yaş insanın yaşayabileceği en iyi yaştır.
eğer herhangi bir şey -bilerek ya da bilmeyerek- gözden kaçıyorsa, o zaman insan bir yalanı yaşıyor demektir.
insan ancak yalnızken düşünebilir.
toplumsal devrim, metafizik bir devrimle birlikte gerçekleşmelidir. insanların fiziksel varlıklarının yanı sıra düşünceleri de özgürlüğe kavuşmalıdır; yoksa kazanılan her özgürlük sahte ve gelip geçici olur. özgürlüğü kazanmanın ve sürdürebilmenin silahları oluşturulmalıdır. bu da bilinmeyene cesur bir gözle bakmak, yaşamı değiştirip dönüştürmek demektir. sanat sonsuzluğun kapılarını var gücüyle yumruklamalıdır.
kötülüğün karşısında tanrı da en aciz insan kadar acizdir.
hukukun adaletten daha önemli olduğu bir sistemde, aldatıldığını düşünmek sadece saflık olur.
insanın sonsuzluk duygusuna en yaklaştığı an bugünü yaşamaktır.
hayatta altı yaşında olmaktan daha iyi bir şey yoktur; altı yaş insanın yaşayabileceği en iyi yaştır.
eğer herhangi bir şey -bilerek ya da bilmeyerek- gözden kaçıyorsa, o zaman insan bir yalanı yaşıyor demektir.
insan ancak yalnızken düşünebilir.
toplumsal devrim, metafizik bir devrimle birlikte gerçekleşmelidir. insanların fiziksel varlıklarının yanı sıra düşünceleri de özgürlüğe kavuşmalıdır; yoksa kazanılan her özgürlük sahte ve gelip geçici olur. özgürlüğü kazanmanın ve sürdürebilmenin silahları oluşturulmalıdır. bu da bilinmeyene cesur bir gözle bakmak, yaşamı değiştirip dönüştürmek demektir. sanat sonsuzluğun kapılarını var gücüyle yumruklamalıdır.
kötülüğün karşısında tanrı da en aciz insan kadar acizdir.
hukukun adaletten daha önemli olduğu bir sistemde, aldatıldığını düşünmek sadece saflık olur.
insanın sonsuzluk duygusuna en yaklaştığı an bugünü yaşamaktır.
23.11.2013
how i met your mother
bazen en doğru kararlarımız hiçbir mantıklı yanı olmayanlardır.
bence insanlar asla aynı yatakta yatmamalı. nasıl olduysa seks ve uyumak birleşmiş ama bunlar iki farklı şey aslında.
hepimiz aptallıklar yaparız. ama zaman tuhaf şeydir. ve bazen azıcık bir sihir aptalca bir kararı bambaşka bir şeye dönüştürebilir.
hiçbir hayalet, yoluna devam etmediği sürece huzura eremez.
erkekler önemli bir şey yapıyormuş gibi görünmek için hesabı ödemelerine kızların zorla izin vermesini isterler.
insan ağzıyla yapılabilecek pek çok harika şey varken neden konuşmaya harcayayım ki?
flört etmenin sırrı çok basittir: kendine güvenmek, kendinle barışık olmak ve kendinden emin olmak.
çıkan ilk tartışma tatlıya bağlandı mı diğerleri de tatlıya bağlanır.
bir kızı, kız arkadaşın olmaktan nasıl alıkoyarsın? basit. kızlar için olan kurallar gremlinler için olan kurallarla aynıdır. 1. kural: onları asla ıslatma. diğer bir deyişle, asla senin evinde duş almalarına izin verme. 2. kural: onları gün ışığından uzak tut. diğer bir deyişle, onlarla asla gündüz görüşme. 3. kural da şu: gece yarısından sonra onları asla besleme. yani yatıya kalmasın ve onunla asla kahvaltı etme. asla!
korkmanız, önemli bir karar verme arifesinde olduğunuzun göstergesidir. korkmuyorsanız şansınızı denemiyorsunuzdur. şansınızı denemeyince de ne için uğraşırsınız ki zaten?
bence insanlar asla aynı yatakta yatmamalı. nasıl olduysa seks ve uyumak birleşmiş ama bunlar iki farklı şey aslında.
hepimiz aptallıklar yaparız. ama zaman tuhaf şeydir. ve bazen azıcık bir sihir aptalca bir kararı bambaşka bir şeye dönüştürebilir.
hiçbir hayalet, yoluna devam etmediği sürece huzura eremez.
erkekler önemli bir şey yapıyormuş gibi görünmek için hesabı ödemelerine kızların zorla izin vermesini isterler.
insan ağzıyla yapılabilecek pek çok harika şey varken neden konuşmaya harcayayım ki?
flört etmenin sırrı çok basittir: kendine güvenmek, kendinle barışık olmak ve kendinden emin olmak.
çıkan ilk tartışma tatlıya bağlandı mı diğerleri de tatlıya bağlanır.
bir kızı, kız arkadaşın olmaktan nasıl alıkoyarsın? basit. kızlar için olan kurallar gremlinler için olan kurallarla aynıdır. 1. kural: onları asla ıslatma. diğer bir deyişle, asla senin evinde duş almalarına izin verme. 2. kural: onları gün ışığından uzak tut. diğer bir deyişle, onlarla asla gündüz görüşme. 3. kural da şu: gece yarısından sonra onları asla besleme. yani yatıya kalmasın ve onunla asla kahvaltı etme. asla!
korkmanız, önemli bir karar verme arifesinde olduğunuzun göstergesidir. korkmuyorsanız şansınızı denemiyorsunuzdur. şansınızı denemeyince de ne için uğraşırsınız ki zaten?
gölge
ivan gonçarov
yaşı ve tipi belli olmayan bir adam odaya girdi. yaşını tahmin etmek pek kolay değildi. ne çirkin, ne yakışıklı, ne uzun, ne kısa, ne sarışın, ne esmerdi. doğa ona göze çarpan ya da dikkati çeken ne güzel ne de çirkin bir özellik vermişti. bazıları ona ivan ivanich, bazıları ivan vassilyevich, bazıları da ivan mikhaylovich derlerdi. soyadı konusunda da hiç kimse kesin bir şey bilmiyordu. kimisi ivanov, kimisi vassilyev ya da andreyev kimisi de alexeyev olduğunu sanıyordu. onunla ilk karşılaşan bir yabancı sadece adını unutmakla kalmayıp suratını da unutuyor, ne söylediğini fark etmiyordu. varlığı topluma hiçbir şey kazandırmadığı gibi, yokluğu da bir şey kaybettirmiyordu. zekası, herhangi bir orijinalliği ya da bir özelliği yoktu. tip olarak da bir belirginliği yoktu. sadece gördüğü ya da duyduğu şeyleri aktararak insanları eğlendirebilirdi belki ama hiçbir yere gittiği yoktu ki. petersburg'da doğmuş ve hiç dışarı çıkmamıştı. bu yüzden de onun duyduğu ve gördüğü şeyler ötekilerin zaten bildikleri şeylerdi. böyle bir adam çekici midir? sever, nefret eder, acı çeker mi? sevmesi, nefret etmesi ya da acı çekmesi gerekir; çünkü hiç kimse bu duygulardan bağışık olamaz. ama o, her nasılsa herkesi sevmeyi başarır. ne kadar denerseniz deneyin, düşmanlık ya da öç alma duygularını uyandıramadığınız insanlar vardır. onlara ne yaparsanız yapın, onlar size sokulup durmaya devam ederler. ama şunu da söylemek gerekir ki sevgilerini derecelendirmek gerekirse onlarınki hiçbir zaman en sıcak noktada olmaz. bu insanlar herkesi sevdikleri için iyi diye düşünülseler de aslında hiç kimseyi sevmezler ve kötü olamadıkları için iyidirler. eğer böyle birinin yanında bir dilenciye sadaka verecek olursanız o da bir peni verecektir. tam tersine dilenciyi tersleyip alay ederek kovacak olursanız o da aynı şeyi yapar. pek varlıklı olduğu söylenemez; çünkü değildir ama onun için fakir de denemez; çünkü ondan daha fakir bir sürü insan vardır.
yılda 300 rublelik özel bir gelire sahiptir. ayrıca devlet dairesinde, küçük bir maaş aldığı önemsiz bir görevi vardır. yokluk içinde değildir. kimseden borç almadığı gibi kimsenin de ondan borç aldığı görülmemiştir. pek öyle önemli ya da düzenli bir işi yoktur. çünkü onun bir işe uygun olup olmadığına karar vermek oldukça zordur. ne üstleri ne de meslektaşları herhangi bir işi başkalarından daha iyi ya da daha kötü yaptığını görmüştür. ondan herhangi bir şey yapması istendiğinde onu öyle bir şekilde yapar ki amirlerinin iyi mi yoksa kötü mü yaptığını söylemeleri imkansızdır. işine şöyle bir bakar, birkaç kez okur ve "bırak, bırak, daha sonra bakalım. pek fena değil herhalde" derler.
yüzünde herhangi bir endişe ya da güçlü bir arzunun izine bile rastlanmaz. o anda düşündüğünü gösteren bir şey yoktur. herhangi bir şeye özel ilgi gösterdiğini belli etmek için bir şeyi yakından incelediğini de göremezsiniz.
yolda bir tanıdığıyla karşılaştığında nereye gittiği sorulacak olursa işe, alışverişe ya da bir arkadaşı görmeye gittiğini söyleyecektir. ama o tanıdığı kendisiyle pastaneye, terziye ya da yürüyüşe gelmesini isterse bunu hemen kabul eder ve onunla terziye, pastaneye ya da yürüyüşe gider. bu tam ters yöne gitmek olsa bile.
annesi hariç herhangi birinin doğduğunu fark etmesi imkansızdır. zaten yaşadığını da çok az kişi bilir ve ölecek olsa onu pek kimsenin özlemeyeceği de kesindir. kimse onu merak etmeyecek, öldüğüne acımayacak ya da sevinmeyecektir. dostu da, düşmanı da yoktur; ama pek çok tanıdığı vardır. sadece cenaze töreni yoldan geçen birinin dikkatini çekecek, bu kimliği belirsiz kişiye saygı göstererek eğilecek, belki de meraklı olan bazıları öne doğru koşup kim olduğuna bakacak, sonra da unutacaktır.
bu alexeyev, andreyev, vassilyev ya da adı her neyse, insan soyunun yarım, bulanık ve soluk bir hayali, bir gölgesiydi.
yaşı ve tipi belli olmayan bir adam odaya girdi. yaşını tahmin etmek pek kolay değildi. ne çirkin, ne yakışıklı, ne uzun, ne kısa, ne sarışın, ne esmerdi. doğa ona göze çarpan ya da dikkati çeken ne güzel ne de çirkin bir özellik vermişti. bazıları ona ivan ivanich, bazıları ivan vassilyevich, bazıları da ivan mikhaylovich derlerdi. soyadı konusunda da hiç kimse kesin bir şey bilmiyordu. kimisi ivanov, kimisi vassilyev ya da andreyev kimisi de alexeyev olduğunu sanıyordu. onunla ilk karşılaşan bir yabancı sadece adını unutmakla kalmayıp suratını da unutuyor, ne söylediğini fark etmiyordu. varlığı topluma hiçbir şey kazandırmadığı gibi, yokluğu da bir şey kaybettirmiyordu. zekası, herhangi bir orijinalliği ya da bir özelliği yoktu. tip olarak da bir belirginliği yoktu. sadece gördüğü ya da duyduğu şeyleri aktararak insanları eğlendirebilirdi belki ama hiçbir yere gittiği yoktu ki. petersburg'da doğmuş ve hiç dışarı çıkmamıştı. bu yüzden de onun duyduğu ve gördüğü şeyler ötekilerin zaten bildikleri şeylerdi. böyle bir adam çekici midir? sever, nefret eder, acı çeker mi? sevmesi, nefret etmesi ya da acı çekmesi gerekir; çünkü hiç kimse bu duygulardan bağışık olamaz. ama o, her nasılsa herkesi sevmeyi başarır. ne kadar denerseniz deneyin, düşmanlık ya da öç alma duygularını uyandıramadığınız insanlar vardır. onlara ne yaparsanız yapın, onlar size sokulup durmaya devam ederler. ama şunu da söylemek gerekir ki sevgilerini derecelendirmek gerekirse onlarınki hiçbir zaman en sıcak noktada olmaz. bu insanlar herkesi sevdikleri için iyi diye düşünülseler de aslında hiç kimseyi sevmezler ve kötü olamadıkları için iyidirler. eğer böyle birinin yanında bir dilenciye sadaka verecek olursanız o da bir peni verecektir. tam tersine dilenciyi tersleyip alay ederek kovacak olursanız o da aynı şeyi yapar. pek varlıklı olduğu söylenemez; çünkü değildir ama onun için fakir de denemez; çünkü ondan daha fakir bir sürü insan vardır.
yılda 300 rublelik özel bir gelire sahiptir. ayrıca devlet dairesinde, küçük bir maaş aldığı önemsiz bir görevi vardır. yokluk içinde değildir. kimseden borç almadığı gibi kimsenin de ondan borç aldığı görülmemiştir. pek öyle önemli ya da düzenli bir işi yoktur. çünkü onun bir işe uygun olup olmadığına karar vermek oldukça zordur. ne üstleri ne de meslektaşları herhangi bir işi başkalarından daha iyi ya da daha kötü yaptığını görmüştür. ondan herhangi bir şey yapması istendiğinde onu öyle bir şekilde yapar ki amirlerinin iyi mi yoksa kötü mü yaptığını söylemeleri imkansızdır. işine şöyle bir bakar, birkaç kez okur ve "bırak, bırak, daha sonra bakalım. pek fena değil herhalde" derler.
yüzünde herhangi bir endişe ya da güçlü bir arzunun izine bile rastlanmaz. o anda düşündüğünü gösteren bir şey yoktur. herhangi bir şeye özel ilgi gösterdiğini belli etmek için bir şeyi yakından incelediğini de göremezsiniz.
yolda bir tanıdığıyla karşılaştığında nereye gittiği sorulacak olursa işe, alışverişe ya da bir arkadaşı görmeye gittiğini söyleyecektir. ama o tanıdığı kendisiyle pastaneye, terziye ya da yürüyüşe gelmesini isterse bunu hemen kabul eder ve onunla terziye, pastaneye ya da yürüyüşe gider. bu tam ters yöne gitmek olsa bile.
annesi hariç herhangi birinin doğduğunu fark etmesi imkansızdır. zaten yaşadığını da çok az kişi bilir ve ölecek olsa onu pek kimsenin özlemeyeceği de kesindir. kimse onu merak etmeyecek, öldüğüne acımayacak ya da sevinmeyecektir. dostu da, düşmanı da yoktur; ama pek çok tanıdığı vardır. sadece cenaze töreni yoldan geçen birinin dikkatini çekecek, bu kimliği belirsiz kişiye saygı göstererek eğilecek, belki de meraklı olan bazıları öne doğru koşup kim olduğuna bakacak, sonra da unutacaktır.
bu alexeyev, andreyev, vassilyev ya da adı her neyse, insan soyunun yarım, bulanık ve soluk bir hayali, bir gölgesiydi.
22.11.2013
voss
patrick white
bütün doğrular alacalıdır. en yüce doğrudan başka hepsi.
dürüst ve değerli kişiler, bazılarımızın zaten iyice sağlam olmayan temellerini kökünden yıkabilirler.
hakikat, namuslu bir insanın içgüdüyle bildiği şeydir.
birtakım olağandışı ya da gülünç, kaygısız ya da günahlarından arınmış bireyleri saymazsak, bütün insanların erdemleri birer masaldan başka bir şey değildir.
ancak en diplere düşmüş olanlar utanmasızdırlar.
alçak gönüllülüğün ömrü kısadır; her defa yeniden sancılar içinde doğması gerekir.
insanın midesini en çok bozan şey, ne olduğu belirsiz haberlerdir.
zaman yetişirse bir kadınla erkek birbirlerinin yaralarını ondurabilirler. gel gör ki zamanın kendisi onmayan bir yaradır.
kusursuzluğu anlayabilmeniz için önce bulmanız gerekir.
kibri gerçekten kırıldığı zaman, tanrı olmadığını öğrendiği zaman insanoğlu tanrı olmaya gerçekten yaklaşmış demektir.
düzen, eninde sonunda egemenliğini kurar.
susuzluk, ateşli hastalık, beden yorgunluğu gibi şeylerin kişilik üstündeki yıpratıcılığı, insanların yıpratıcılığının yanında hiç kalır.
önemli olan hiçbir şey kolay değildir.
tanrıya inanmayanların basit, dürüst, özel nedenleri vardır.
insan acı çekmekten kaçınabileceğini sanmamalı.
güzellik, başkalarının gafil avlamak zorunda oldukları bir şeydir.
başkalarına güvenen hiç kimse güçlü değildir.
erkekler kaç kez üst üste sevdalanırlar ama, kendi kendileridir sevdikleri.
bütün insanlar, insanların en hor görüleni bile günün birinde sırası gelince önderlik edebilirler.
insanın geceleyin ağzından kaçırdıkları, gündüzün söylediklerinden başkadır.
insanlar yiyip yutamadıkları gerçeklere başkasının kuruntusu deyip çıkarlar.
yaratıcı eylem gibi sabahların da öncesi yoktur; her sabah yeryüzünün ilk sabahıdır.
amaçlar ve bunların nitelikleri hiçbir zaman açık seçik anlaşılmaz. insan davranışı üst üste atılımlardan oluşur; bunların yönlerinin kaçınılmaz olduğunu arada sezer gibi oluruz.
erkekler kadınlarının istediği biçime girerler.
insanların arasındaki bağların eninde sonunda kesilmesi kaçınılmazdır.
dans etmek istemeyenlere hiçbir zaman şaşmam. dans etmek, her şeyden önce insanları birbirinden uzaklaştırır. insanın bir yandan hop hop hoplarken beri yandan da düşüncelerini açık açık anlatabilmesi olacak şey değildir.
insanları birbirinden en çok uzaklaştıran şey, düşüncelerin açık açık anlatılmasıdır.
hasta oldun mu yatarsın yattığın yerde. cefası başındakilere düşer. gerçekten eli kolu bağlı, acınacak durumda olanlar başındakilerdir.
bütün insanları sevmek, sevgilerin en güç olanıdır.
kuş beyinli birtakım kadınlar bir hekimin ceket kesimini beğenirlerse kendisini de beğenirler. kimi kadın damızlık boğa gördü mü bayılır. hele arkasına iyi oturmuş, siyah bir ceket giymişse.
insanoğlu öylesine bayağı, entipüften, iğrenç, açgözlü, kıskanç, inatçı, bilgisiz bir şey ki..
gerçekler bir bir ayıklanmadıkça tarih de geçerli değildir. kimi kez de gerçeklere hiçbir zaman ulaşılamaz. hepsi yalandır. insanlar var oldukça yalanlar da var olacak. ben kendi kendimin gerçeğini bile bilmiyorum; arada düşlerimde gördüğüm şeyler dışında.
ruhların yakınlığını ve beraberliğini tatmış birisi için sonradan canlılarla açıkça anlaşabilme olanağı yoktur.
hiçbir yüksek rütbeli hükümet görevlisi aşk cehenneminin ateşinde tutuşmamıştır.
bilgi hiçbir zaman bir coğrafya sorunu değildir. tersine, bilgi, dünyadaki tüm haritaların dışına taşar. belki de gerçek bilgiye erişmenin tek yolu ruh beldesinde işkenceyle ölmektir.
bütün doğrular alacalıdır. en yüce doğrudan başka hepsi.
dürüst ve değerli kişiler, bazılarımızın zaten iyice sağlam olmayan temellerini kökünden yıkabilirler.
hakikat, namuslu bir insanın içgüdüyle bildiği şeydir.
birtakım olağandışı ya da gülünç, kaygısız ya da günahlarından arınmış bireyleri saymazsak, bütün insanların erdemleri birer masaldan başka bir şey değildir.
ancak en diplere düşmüş olanlar utanmasızdırlar.
alçak gönüllülüğün ömrü kısadır; her defa yeniden sancılar içinde doğması gerekir.
insanın midesini en çok bozan şey, ne olduğu belirsiz haberlerdir.
zaman yetişirse bir kadınla erkek birbirlerinin yaralarını ondurabilirler. gel gör ki zamanın kendisi onmayan bir yaradır.
kusursuzluğu anlayabilmeniz için önce bulmanız gerekir.
kibri gerçekten kırıldığı zaman, tanrı olmadığını öğrendiği zaman insanoğlu tanrı olmaya gerçekten yaklaşmış demektir.
düzen, eninde sonunda egemenliğini kurar.
susuzluk, ateşli hastalık, beden yorgunluğu gibi şeylerin kişilik üstündeki yıpratıcılığı, insanların yıpratıcılığının yanında hiç kalır.
önemli olan hiçbir şey kolay değildir.
tanrıya inanmayanların basit, dürüst, özel nedenleri vardır.
insan acı çekmekten kaçınabileceğini sanmamalı.
güzellik, başkalarının gafil avlamak zorunda oldukları bir şeydir.
başkalarına güvenen hiç kimse güçlü değildir.
erkekler kaç kez üst üste sevdalanırlar ama, kendi kendileridir sevdikleri.
bütün insanlar, insanların en hor görüleni bile günün birinde sırası gelince önderlik edebilirler.
insanın geceleyin ağzından kaçırdıkları, gündüzün söylediklerinden başkadır.
insanlar yiyip yutamadıkları gerçeklere başkasının kuruntusu deyip çıkarlar.
yaratıcı eylem gibi sabahların da öncesi yoktur; her sabah yeryüzünün ilk sabahıdır.
amaçlar ve bunların nitelikleri hiçbir zaman açık seçik anlaşılmaz. insan davranışı üst üste atılımlardan oluşur; bunların yönlerinin kaçınılmaz olduğunu arada sezer gibi oluruz.
erkekler kadınlarının istediği biçime girerler.
insanların arasındaki bağların eninde sonunda kesilmesi kaçınılmazdır.
dans etmek istemeyenlere hiçbir zaman şaşmam. dans etmek, her şeyden önce insanları birbirinden uzaklaştırır. insanın bir yandan hop hop hoplarken beri yandan da düşüncelerini açık açık anlatabilmesi olacak şey değildir.
insanları birbirinden en çok uzaklaştıran şey, düşüncelerin açık açık anlatılmasıdır.
hasta oldun mu yatarsın yattığın yerde. cefası başındakilere düşer. gerçekten eli kolu bağlı, acınacak durumda olanlar başındakilerdir.
bütün insanları sevmek, sevgilerin en güç olanıdır.
kuş beyinli birtakım kadınlar bir hekimin ceket kesimini beğenirlerse kendisini de beğenirler. kimi kadın damızlık boğa gördü mü bayılır. hele arkasına iyi oturmuş, siyah bir ceket giymişse.
insanoğlu öylesine bayağı, entipüften, iğrenç, açgözlü, kıskanç, inatçı, bilgisiz bir şey ki..
gerçekler bir bir ayıklanmadıkça tarih de geçerli değildir. kimi kez de gerçeklere hiçbir zaman ulaşılamaz. hepsi yalandır. insanlar var oldukça yalanlar da var olacak. ben kendi kendimin gerçeğini bile bilmiyorum; arada düşlerimde gördüğüm şeyler dışında.
ruhların yakınlığını ve beraberliğini tatmış birisi için sonradan canlılarla açıkça anlaşabilme olanağı yoktur.
hiçbir yüksek rütbeli hükümet görevlisi aşk cehenneminin ateşinde tutuşmamıştır.
bilgi hiçbir zaman bir coğrafya sorunu değildir. tersine, bilgi, dünyadaki tüm haritaların dışına taşar. belki de gerçek bilgiye erişmenin tek yolu ruh beldesinde işkenceyle ölmektir.
21.11.2013
bütün şiirleri
cahit külebi
iğrendim
günlerin kepaze birbirinden
kışların soğuk, yazların sıcak
insan nerdeyse
nerdeyse
öyle güzel günlerin var olduğuna inanmayacak
neden kadınlar böyle sıcak
neden kadınlar böyle taze
yaz gelince basmalar giyerler
sade
ben yine çocukları severim
bütün kadınlardan ziyade
nasıl sevmezsin arkadaşları
türkü söylerken
nasıl sevmezsin tarlaları
yeşerirken
artık ne pencerem var seni koyacak
ne masam
sevgilim de yok bu şehirde
çiçek seni alıp ne yapsam
havalar güzel gidiyor
sen de çiçek açtın erkenden
küçük zerdali ağacım
aklın ermeden
o kadar çaldı ki yürekten
türküler aşındırdı kavalı
her gece gökte bir küçük yıldız
seninleyim diye el eder
ne onun uzaklığı azalır
ne benim içimdeki kederler
bir kurşundur umut
attığın yere gitmez
sevgi dediğimiz yalvaç olmaktır
arınmaktır bütün kötülüklerden
yıldız ırmakları akan gözlerden
toprak bir testiyi doldurmaktır
istanbul'dan bir yar sevdim
adamı günaha sokar
sevdamız kayboldu zamanlarda
dişi ceylanla erkek ceylan
ayrı yönlere koşar gider
bir sevişmek kaldı romanlarda
yakınçağ siyasal düşünceler tarihi
george sabine
yaşam düşünceden daha özgündür.
schiller: dünya tarihi, dünya mahkemesidir.
iktisadi toplum bireylerden çok sınıflardan kuruludur.
david ricardo: toprak sahibinin çıkarı, toplumdaki bütün öbür sınıfların çıkarına hep karşıttır.
hükümetin temeli sözleşme değil, insan gereksinimidir. ve insan gereksinimlerinin giderilmesi hükümetin varlığını haklı kılan tek husustur.
jeremy bentham: doğru ve yanlışın ölçüsü, en büyük sayının en büyük mutluluğudur.
bireysel çıkar uğrundaki çabalar, bütün evrensel çıkarla hayran olunacak biçimde ilişkilidir.
chateaubriand: devrimin ürünü olan siyasal yapıtı korumalıyız; ama devrimi bu yapıttan söküp atmalıyız.
bilimin görevi gerçeğe ulaşmaktan çok, yararlı olmaktır.
david ricardo: bireysel çıkar uğrundaki çabalar, bütün evrensel çıkarla hayran olunacak biçimde ilişkilidir.
en büyük zevkini sağlamak arzusu bireyin tek güdüsüdür ve herkesin en büyük mutluluğu da hem toplumun iyiliğinin ölçüsü hem de bütün manevi eylemlerin ereğidir.
jeremy bentham: doğa insanı iki egemen efendinin yönetimi altına koymuştur: acı ve zevk. ne yapamayacağımızı olduğu gibi, ne yapmak zorunda olduğumuzu da belirleyenler, yalnız onlardır. bir yandan doğru ve yanlışın ölçüsü, öte yandan da neden ve sonuç zincirleri onların egemenliği altında bulunmaktadır.
yaşam düşünceden daha özgündür.
schiller: dünya tarihi, dünya mahkemesidir.
iktisadi toplum bireylerden çok sınıflardan kuruludur.
david ricardo: toprak sahibinin çıkarı, toplumdaki bütün öbür sınıfların çıkarına hep karşıttır.
hükümetin temeli sözleşme değil, insan gereksinimidir. ve insan gereksinimlerinin giderilmesi hükümetin varlığını haklı kılan tek husustur.
jeremy bentham: doğru ve yanlışın ölçüsü, en büyük sayının en büyük mutluluğudur.
bireysel çıkar uğrundaki çabalar, bütün evrensel çıkarla hayran olunacak biçimde ilişkilidir.
chateaubriand: devrimin ürünü olan siyasal yapıtı korumalıyız; ama devrimi bu yapıttan söküp atmalıyız.
bilimin görevi gerçeğe ulaşmaktan çok, yararlı olmaktır.
david ricardo: bireysel çıkar uğrundaki çabalar, bütün evrensel çıkarla hayran olunacak biçimde ilişkilidir.
en büyük zevkini sağlamak arzusu bireyin tek güdüsüdür ve herkesin en büyük mutluluğu da hem toplumun iyiliğinin ölçüsü hem de bütün manevi eylemlerin ereğidir.
jeremy bentham: doğa insanı iki egemen efendinin yönetimi altına koymuştur: acı ve zevk. ne yapamayacağımızı olduğu gibi, ne yapmak zorunda olduğumuzu da belirleyenler, yalnız onlardır. bir yandan doğru ve yanlışın ölçüsü, öte yandan da neden ve sonuç zincirleri onların egemenliği altında bulunmaktadır.
20.11.2013
can ateşi
joyce carol oates
bizi birbirimize bağlayan en derindeki şeyleri hissedemeyiz; o şeyler bizden kopartılıp alınmadıkları sürece.
eğer tanrının gözünde bütün insanlar eşitse, o zaman bütün bu karın ağrısı niye?
kimse kimsenin kafasına bir şey satın alması için silah dayamaz. bu, kapitalizmin kabul etmemiz gereken kahrolası ilkelerinden biridir.
insan hayatının derin kederlerinden biri de et oluşumuzdur. ve hayatlarımız boyunca ete bağımlı oluşumuz.
bazı şeyleri yerine getirmenin bir doğru, bir de yanlış yolu vardır. hayır, yalnızca bir tek doğru yol vardır; ama milyonlarca yanlış yol vardır; her şeyin sürekli bombok olmasının nedeni de budur.
hiçbir şey otorite kadar değerli değildir.
iki çeşit ahlak vardır, iki çeşit varoluş biçimi: masum olsa da, insanların ödeyecekleri bedeli hesaba katmadan, sırf elinde güç var diye, yaptıkların ve yaptığını kabul ettiklerin.
unutulmaya mahkum şeyler deposundan başka nedir ki bellek; bu yüzden bir tarihçeniz olmalı. tarihi kurgulamak için çalışmalısınız. sizin için önemi olan her şeye karşı sadık olmalısınız; günleri, tarihleri, olayları, isimleri, gördüklerinizi kaydetmeli, yalnızca belleğinize güvenmemelisiniz; tıpkı geriye kaçan zaman gibi anılarınızın gözünüzün önünde kaybolup gittiği, polaroid baskıya benzeyen belleğinize.
insanlara istediğiniz bir şeyi yaptırmanın çeşitli yolları her zaman bulunur.
bir şeyi ters anlamak, hiç anlamamaktan daha iyidir.
sürpriz, yerini doldurabileceğinize inandığınız bir şeyin yerini nasıl dolduracağınızı bilmediğiniz şey değil midir; tatsız sürpriz de yalnızca yerini nasıl dolduracağınızı bilmediğiniz şey değil; aynı zamanda sizi hiç beklemediğiniz bir şekilde etkileyen şey?
hakikat her zaman elinizin altında bulunmazsa, tam olarak hatırlanmaz; hatta bilinmezse, bu da yalan söylemenin özel bir türü değil midir?
hiçbir birey adaletsizliğin çaresini bulamaz; üzerinde yürüdüğümüz toprak, yalnızca acı çekenlerin değil, sessizce acı çekenlerin ince ince öğütülmüş kemiklerinden oluşuyor; insanların da hayvanların da çektiği acıyı düşünmeye güçlükle dayansak da düşünmek zorundayız. ama biz ne yapabiliriz? toplumdan, kapitalizmden, birbirlerini meta olarak gören insanların üzerindeki lanetten daha trajik olan şey, sadece erkeklerin ve kadınların birbirlerini eşya gibi görmeleri değil; aynı zamanda kendilerini kullanmaları, sunmaları ve satmaları.. tıpkı eşya gibi.
seçeneğiniz olmadığı zaman bazı yenilgilerin önemli olmadığını bilerek yenilgiyi kabul edersiniz.
kronolojinin çelişkisi, yerine uymayan şeylerin yine de gerçekleşmesi demek. onlardan söz etmeniz gerektiğini bilirsiniz; çünkü onlar olmuşlardır; onlar tarihin bir parçasıdır; ama bulundukları yere bir türlü oturmazlar. bu, duvar boyamak gibi bir şey; her yerde boyanın kapatması gereken çatlaklar, tümsekler, delikler vardır; ama boya bunları kapatamaz.
şans yalnızca yazgı ve arzunun bir birleşimi. eğer bir şeyi çok istersen o sana kendiliğinden gelecektir.
ilerlemek için tek yol bu: kendi kendinin patronu olmak.
bir kere bir yerden ayrıldıktan, bir kere oradan sürüldükten sonra, yapmış olduğunuz bütün ziyaretler dağılır, bir tek ziyarete dönüşür ve o da, zamanla, bulanık bir rüya gibi zor anımsanır.
ne yaparsanız yapın, o şeyi kiminle yaparsanız yapın ya da yalnız yapın ve ne zaman ve nasıl ve neden yaparsanız yapın, hangi bilinmez sonuca giderse gitsin; yaptığınız şey hiçliğe denktir. ölüme ve unutmaya. siz unutulmaya denksiniz.
bizi birbirimize bağlayan en derindeki şeyleri hissedemeyiz; o şeyler bizden kopartılıp alınmadıkları sürece.
eğer tanrının gözünde bütün insanlar eşitse, o zaman bütün bu karın ağrısı niye?
kimse kimsenin kafasına bir şey satın alması için silah dayamaz. bu, kapitalizmin kabul etmemiz gereken kahrolası ilkelerinden biridir.
insan hayatının derin kederlerinden biri de et oluşumuzdur. ve hayatlarımız boyunca ete bağımlı oluşumuz.
bazı şeyleri yerine getirmenin bir doğru, bir de yanlış yolu vardır. hayır, yalnızca bir tek doğru yol vardır; ama milyonlarca yanlış yol vardır; her şeyin sürekli bombok olmasının nedeni de budur.
hiçbir şey otorite kadar değerli değildir.
iki çeşit ahlak vardır, iki çeşit varoluş biçimi: masum olsa da, insanların ödeyecekleri bedeli hesaba katmadan, sırf elinde güç var diye, yaptıkların ve yaptığını kabul ettiklerin.
unutulmaya mahkum şeyler deposundan başka nedir ki bellek; bu yüzden bir tarihçeniz olmalı. tarihi kurgulamak için çalışmalısınız. sizin için önemi olan her şeye karşı sadık olmalısınız; günleri, tarihleri, olayları, isimleri, gördüklerinizi kaydetmeli, yalnızca belleğinize güvenmemelisiniz; tıpkı geriye kaçan zaman gibi anılarınızın gözünüzün önünde kaybolup gittiği, polaroid baskıya benzeyen belleğinize.
insanlara istediğiniz bir şeyi yaptırmanın çeşitli yolları her zaman bulunur.
bir şeyi ters anlamak, hiç anlamamaktan daha iyidir.
sürpriz, yerini doldurabileceğinize inandığınız bir şeyin yerini nasıl dolduracağınızı bilmediğiniz şey değil midir; tatsız sürpriz de yalnızca yerini nasıl dolduracağınızı bilmediğiniz şey değil; aynı zamanda sizi hiç beklemediğiniz bir şekilde etkileyen şey?
hakikat her zaman elinizin altında bulunmazsa, tam olarak hatırlanmaz; hatta bilinmezse, bu da yalan söylemenin özel bir türü değil midir?
hiçbir birey adaletsizliğin çaresini bulamaz; üzerinde yürüdüğümüz toprak, yalnızca acı çekenlerin değil, sessizce acı çekenlerin ince ince öğütülmüş kemiklerinden oluşuyor; insanların da hayvanların da çektiği acıyı düşünmeye güçlükle dayansak da düşünmek zorundayız. ama biz ne yapabiliriz? toplumdan, kapitalizmden, birbirlerini meta olarak gören insanların üzerindeki lanetten daha trajik olan şey, sadece erkeklerin ve kadınların birbirlerini eşya gibi görmeleri değil; aynı zamanda kendilerini kullanmaları, sunmaları ve satmaları.. tıpkı eşya gibi.
seçeneğiniz olmadığı zaman bazı yenilgilerin önemli olmadığını bilerek yenilgiyi kabul edersiniz.
kronolojinin çelişkisi, yerine uymayan şeylerin yine de gerçekleşmesi demek. onlardan söz etmeniz gerektiğini bilirsiniz; çünkü onlar olmuşlardır; onlar tarihin bir parçasıdır; ama bulundukları yere bir türlü oturmazlar. bu, duvar boyamak gibi bir şey; her yerde boyanın kapatması gereken çatlaklar, tümsekler, delikler vardır; ama boya bunları kapatamaz.
şans yalnızca yazgı ve arzunun bir birleşimi. eğer bir şeyi çok istersen o sana kendiliğinden gelecektir.
ilerlemek için tek yol bu: kendi kendinin patronu olmak.
bir kere bir yerden ayrıldıktan, bir kere oradan sürüldükten sonra, yapmış olduğunuz bütün ziyaretler dağılır, bir tek ziyarete dönüşür ve o da, zamanla, bulanık bir rüya gibi zor anımsanır.
ne yaparsanız yapın, o şeyi kiminle yaparsanız yapın ya da yalnız yapın ve ne zaman ve nasıl ve neden yaparsanız yapın, hangi bilinmez sonuca giderse gitsin; yaptığınız şey hiçliğe denktir. ölüme ve unutmaya. siz unutulmaya denksiniz.
18.11.2013
yıldızların efendisi: hayyam
harold lamb
yanlışı doğrudan sadece bir saç kılı ayırsa bile, yanlış yine de doğru değildir.
matematik bir köprüdür. onunla bilinmeyenden bilinene geçebilirsiniz. buna benzer bir köprü daha yoktur.
seven insanın yıldızlar batarken yalnız olması zulümdür.
hiçbir ölümlü, ay'dan daha iyi bir zaman ölçme cihazı geliştiremez.
taşı taşların arasında, kum tanesini de çölde gizlemek gerek.
kainatın gerçek düzeni budur: eğer ışığın varsa, gölgen de olmalı. erkeğe eş olarak kadın var. ikizler aynı yazgıyı paylaşırlar.
kılıçlı insanların önünde sadece bir aptal yolculuk eder.
insan bir ayıyla çuvala girdiği zaman, sonu pek iyi olmaz.
bir insanın görmek için sadece gözleri vardır ve onlar da sahibini sık sık yanıltırlar.
bir çocuk bizim göremeyecek kadar kör olduğumuz şeyleri görebilir.
yanlışı doğrudan sadece bir saç kılı ayırsa bile, yanlış yine de doğru değildir.
matematik bir köprüdür. onunla bilinmeyenden bilinene geçebilirsiniz. buna benzer bir köprü daha yoktur.
seven insanın yıldızlar batarken yalnız olması zulümdür.
hiçbir ölümlü, ay'dan daha iyi bir zaman ölçme cihazı geliştiremez.
taşı taşların arasında, kum tanesini de çölde gizlemek gerek.
kainatın gerçek düzeni budur: eğer ışığın varsa, gölgen de olmalı. erkeğe eş olarak kadın var. ikizler aynı yazgıyı paylaşırlar.
kılıçlı insanların önünde sadece bir aptal yolculuk eder.
insan bir ayıyla çuvala girdiği zaman, sonu pek iyi olmaz.
bir insanın görmek için sadece gözleri vardır ve onlar da sahibini sık sık yanıltırlar.
bir çocuk bizim göremeyecek kadar kör olduğumuz şeyleri görebilir.
17.11.2013
laiklik
server tanilli
laiklikte devlet dinin ne düşmanı ne de dostudur; kurum olarak dinin dışında, uzağındadır. demokratik bir devlet, aynı zamanda dinle bağlarını kesmiş bir devlettir; ancak böyle bir devletten laiklik beklenir ve dinsel gericiliğe karşı mücadele istenebilir.
türkiye'nin somut gerçeklikleri göz önünde tutulduğunda, böylesi bir devlete ulaştıracak önlemlerden ilk akla gelenler şunlardır: diyanet işleri başkanlığı kaldırılmalıdır. üniversitelerdeki ilahiyat öğrenimi dışında devlete bağlı bütün okullarda dinsel eğitime son verilmelidir. devletin mali yönden desteklediği tüm imam-hatip okulları, her türlü dinsel okul ve kurslar devletin görev alanından çıkarılıp ilgilenen kimselere bırakılmalıdır. imam, vaiz, hoca vb. her türlü din görevlisinin devlet memurluğuna son verilmelidir. vakıflar idaresi dine ve dinciliğe hizmet eden bir kurum olmaktan çıkarılmalı, elindeki olanaklar sosyal yardım çerçevesinde değerlendirilmeli, tarihi eser niteliği taşıyan camilerin bakım ve onarımı dışında devlet dine, dinsel kurumlara, cami ve benzeri kuruluşlara bir kuruş bile harcamamalı ve bu yoldan elde edilecek büyük meblağlar sanayileşme yatırımlarına ayrılmalıdır. islamcıların salt dincilik amacıyla devlet kurumlarına soktukları, üstelik işinin ehli olmayan şişirme kadrolar ayıklanmalı, böylece dinin ve dincilerin kayrılmasına son verilmelidir.
"güçlenen dinsel fanatik akımlar, terörlerini giderek artan bir biçimde üniversitelere de sokmuşlardır. van'da, yüzüncü yıl üniversitesi'nden bir öğrencinin, oruç tutmadığı gerekçesiyle 'islam'ın bekçileri' tarafından bıçak ve taşlarla öldürülmesi, bu 'dindarların' neler yapabileceğini, laik bir toplumun hangi tehlikelerin tehdidi altında olduğunu göstermektedir. yasaklar ve yönetimsel önlemlerle bu aydınlanma düşmanı güçlerin önüne geçilemeyecek, onların gizli düşmanlığı daha da artacaktır." (gerhard bauer)
laikliğin geçerli olmadığı bir islam toplumunda demokrasi rafta kalır; laik öğretimin bulunmadığı bir eğitim düzeninde de inanç özgürlüğü yoktur.
laiklikte devlet dinin ne düşmanı ne de dostudur; kurum olarak dinin dışında, uzağındadır. demokratik bir devlet, aynı zamanda dinle bağlarını kesmiş bir devlettir; ancak böyle bir devletten laiklik beklenir ve dinsel gericiliğe karşı mücadele istenebilir.
türkiye'nin somut gerçeklikleri göz önünde tutulduğunda, böylesi bir devlete ulaştıracak önlemlerden ilk akla gelenler şunlardır: diyanet işleri başkanlığı kaldırılmalıdır. üniversitelerdeki ilahiyat öğrenimi dışında devlete bağlı bütün okullarda dinsel eğitime son verilmelidir. devletin mali yönden desteklediği tüm imam-hatip okulları, her türlü dinsel okul ve kurslar devletin görev alanından çıkarılıp ilgilenen kimselere bırakılmalıdır. imam, vaiz, hoca vb. her türlü din görevlisinin devlet memurluğuna son verilmelidir. vakıflar idaresi dine ve dinciliğe hizmet eden bir kurum olmaktan çıkarılmalı, elindeki olanaklar sosyal yardım çerçevesinde değerlendirilmeli, tarihi eser niteliği taşıyan camilerin bakım ve onarımı dışında devlet dine, dinsel kurumlara, cami ve benzeri kuruluşlara bir kuruş bile harcamamalı ve bu yoldan elde edilecek büyük meblağlar sanayileşme yatırımlarına ayrılmalıdır. islamcıların salt dincilik amacıyla devlet kurumlarına soktukları, üstelik işinin ehli olmayan şişirme kadrolar ayıklanmalı, böylece dinin ve dincilerin kayrılmasına son verilmelidir.
"güçlenen dinsel fanatik akımlar, terörlerini giderek artan bir biçimde üniversitelere de sokmuşlardır. van'da, yüzüncü yıl üniversitesi'nden bir öğrencinin, oruç tutmadığı gerekçesiyle 'islam'ın bekçileri' tarafından bıçak ve taşlarla öldürülmesi, bu 'dindarların' neler yapabileceğini, laik bir toplumun hangi tehlikelerin tehdidi altında olduğunu göstermektedir. yasaklar ve yönetimsel önlemlerle bu aydınlanma düşmanı güçlerin önüne geçilemeyecek, onların gizli düşmanlığı daha da artacaktır." (gerhard bauer)
laikliğin geçerli olmadığı bir islam toplumunda demokrasi rafta kalır; laik öğretimin bulunmadığı bir eğitim düzeninde de inanç özgürlüğü yoktur.
15.11.2013
devlet
vasili grossman
tartışmaksızın gerçek dostluk olmaz.
eğer siz devlet için gerekli değilseniz, devlet sizi bütün düşüncelerinizle, planlarınızla ve yapıtlarınızla birlikte eritip bitirir, canınızı çıkarır; ama eğer sizin düşünceniz devletin çıkarlarına uygun düşüyorsa sizi uçan halıya bindirip uçurur.
"yargılamayın; o zaman siz de yargılanmazsınız."
tüm yaşamı boyunca seninle düşman olan kişi, ister istemez senin yaşamının da bir parçası olur.
kuşkucular ve karamsarlar gerçekçi insanlardır; acı bir deneyden geçmiş, kanları pahasına, çektikleri ıstıraplar pahasına savaş kavramıyla zenginleşmiş insanlardır. onların bıyığı terlememiş acemilerden üstünlüğü budur.
yaşıyorsan işler yolunda demektir.
bir insanın yaşamı bir başkasının yaşamıyla dostça yakınlaştığı zaman, bu iki insanın darıldıkları ve tartışmada haksız oldukları durumlar olur ve yine de karşılıklı dargınlıklar iz bırakmadan geçip gider. ama eğer insanlar arasında bir iç ayrılma ortaya çıkmaya başlıyorsa ve bu insanlar henüz bu iç ayrılmayı anlamıyorlarsa rastgele bir sözcük, ilişkilerdeki küçük bir dikkatsizlik dostluk açısından öldürücü bir bıçak ucuna dönüşür.
gerçeği bilmek her zaman daha iyidir.
gerçek bir tanedir. iki gerçek yoktur. gerçek olmadan ya da gerçeğin kırıntılarıyla, küçücük bir parçasıyla, budanmış bir gerçekle yaşamak zordur. bir parça gerçek, gerçek değildir.
insanlar, büyük buluşları da, büyük kitapları da kararsız ve kuşkucu kişilere borçludurlar; bu kararsızların ve kuşkucuların yaptıkları, dümdüz düşünen insanların yaptıklarından daha az değildir. onlar da gerektiğinde en az sağlam iradeli ve kararlı insanlar kadar ateşin üstüne, merminin altına yürürler.
iyi insanlara bu dünyada rahat, huzur yoktur.
tartışmaksızın gerçek dostluk olmaz.
eğer siz devlet için gerekli değilseniz, devlet sizi bütün düşüncelerinizle, planlarınızla ve yapıtlarınızla birlikte eritip bitirir, canınızı çıkarır; ama eğer sizin düşünceniz devletin çıkarlarına uygun düşüyorsa sizi uçan halıya bindirip uçurur.
"yargılamayın; o zaman siz de yargılanmazsınız."
tüm yaşamı boyunca seninle düşman olan kişi, ister istemez senin yaşamının da bir parçası olur.
kuşkucular ve karamsarlar gerçekçi insanlardır; acı bir deneyden geçmiş, kanları pahasına, çektikleri ıstıraplar pahasına savaş kavramıyla zenginleşmiş insanlardır. onların bıyığı terlememiş acemilerden üstünlüğü budur.
yaşıyorsan işler yolunda demektir.
bir insanın yaşamı bir başkasının yaşamıyla dostça yakınlaştığı zaman, bu iki insanın darıldıkları ve tartışmada haksız oldukları durumlar olur ve yine de karşılıklı dargınlıklar iz bırakmadan geçip gider. ama eğer insanlar arasında bir iç ayrılma ortaya çıkmaya başlıyorsa ve bu insanlar henüz bu iç ayrılmayı anlamıyorlarsa rastgele bir sözcük, ilişkilerdeki küçük bir dikkatsizlik dostluk açısından öldürücü bir bıçak ucuna dönüşür.
gerçeği bilmek her zaman daha iyidir.
gerçek bir tanedir. iki gerçek yoktur. gerçek olmadan ya da gerçeğin kırıntılarıyla, küçücük bir parçasıyla, budanmış bir gerçekle yaşamak zordur. bir parça gerçek, gerçek değildir.
insanlar, büyük buluşları da, büyük kitapları da kararsız ve kuşkucu kişilere borçludurlar; bu kararsızların ve kuşkucuların yaptıkları, dümdüz düşünen insanların yaptıklarından daha az değildir. onlar da gerektiğinde en az sağlam iradeli ve kararlı insanlar kadar ateşin üstüne, merminin altına yürürler.
iyi insanlara bu dünyada rahat, huzur yoktur.
cehalet
william shakespeare
cehaletten başka karanlık yoktur.
insan ne kadar hastaysa o kadar rahatsızdır; parası, malı ve keyfi olmayan üç iyi dosttan yoksun olur; yağmur ıslatmak, ateş yakmak içindir; otlağın iyisi koyunları semirtir; gece karanlığının en büyük sebebi güneşin olmayışıdır; doğadan bir şeyler öğrenmeyen ve çevreden bilgi edinmeyen insan ya iyi yetişmediğinden şikayet eder ya da çok budala bir soydan geliyordur.
iyi biten her şey iyidir.
ne harika şey şu insanoğlu; dışarı çıkarken cepkeniyle pantolonunu giyiyor; ama aklını evde bırakıyor. o zaman da maymun azmanından farkı olmuyor; ama maymun bile böyle birinin yanında bilgin kalır.
unutma; gençlik, dayanıksız bir kumaştır.
ölçülü bir matem ölülerin hakkıdır; ama aşırı keder yaşayanların düşmanıdır.
kendi başı dönen adam dünya dönüyor sanır.
yiğitçe alınmış bir yara, soylu bir yara, onurun ve soyluluğun nişanıdır.
yaşamımızın dokusu karmakarışık bir masal, iyiyle kötü yan yana; eğer yanlışlarımız onları kırbaçlamasaydı erdemlerimiz gurur duyardı ve eğer erdemlerimiz onları bağrına basmasaydı suçlarımız umutsuzluğa kapılırdı.
maskaralık, tıpkı güneş gibi dünyanın çevresinde döner, her yerde parıldar.
tasa insanın en büyük düşmanıdır.
bazıları büyük doğar, bazıları büyük işler yapar; bazılarına ise büyüklük kendiliğinden gelir.
onarılmış herhangi bir şey yamalıdır; yoldan çıkan erdem günahla yamanır; yola giren günahsa erdemle yamanır.
zamanın çarkı döndükçe bedelini de birlikte getirir.
adamakıllı asılmış bir insanın bu dünyada hiçbir şeyden korkusu kalmaz.
akıllı bir kaçık, kaçık bir akıllıdan yeğdir.
geç vakte kadar ayaktaysanız, geç vakte kadar ayaktasınız demektir.
başkasını iyi bilen kendini de iyi biliyor demektir.
kendini övüp de akıllı olan kişi yirmide bir çıkmaz.
cehaletten başka karanlık yoktur.
insan ne kadar hastaysa o kadar rahatsızdır; parası, malı ve keyfi olmayan üç iyi dosttan yoksun olur; yağmur ıslatmak, ateş yakmak içindir; otlağın iyisi koyunları semirtir; gece karanlığının en büyük sebebi güneşin olmayışıdır; doğadan bir şeyler öğrenmeyen ve çevreden bilgi edinmeyen insan ya iyi yetişmediğinden şikayet eder ya da çok budala bir soydan geliyordur.
iyi biten her şey iyidir.
ne harika şey şu insanoğlu; dışarı çıkarken cepkeniyle pantolonunu giyiyor; ama aklını evde bırakıyor. o zaman da maymun azmanından farkı olmuyor; ama maymun bile böyle birinin yanında bilgin kalır.
unutma; gençlik, dayanıksız bir kumaştır.
ölçülü bir matem ölülerin hakkıdır; ama aşırı keder yaşayanların düşmanıdır.
kendi başı dönen adam dünya dönüyor sanır.
yiğitçe alınmış bir yara, soylu bir yara, onurun ve soyluluğun nişanıdır.
yaşamımızın dokusu karmakarışık bir masal, iyiyle kötü yan yana; eğer yanlışlarımız onları kırbaçlamasaydı erdemlerimiz gurur duyardı ve eğer erdemlerimiz onları bağrına basmasaydı suçlarımız umutsuzluğa kapılırdı.
maskaralık, tıpkı güneş gibi dünyanın çevresinde döner, her yerde parıldar.
tasa insanın en büyük düşmanıdır.
bazıları büyük doğar, bazıları büyük işler yapar; bazılarına ise büyüklük kendiliğinden gelir.
onarılmış herhangi bir şey yamalıdır; yoldan çıkan erdem günahla yamanır; yola giren günahsa erdemle yamanır.
zamanın çarkı döndükçe bedelini de birlikte getirir.
adamakıllı asılmış bir insanın bu dünyada hiçbir şeyden korkusu kalmaz.
akıllı bir kaçık, kaçık bir akıllıdan yeğdir.
geç vakte kadar ayaktaysanız, geç vakte kadar ayaktasınız demektir.
başkasını iyi bilen kendini de iyi biliyor demektir.
kendini övüp de akıllı olan kişi yirmide bir çıkmaz.
14.11.2013
kabil
jose saramago
insanların tarihi, tanrıyla anlaşmazlıklarının tarihidir; o bizi anlamaz, biz de onu anlamayız.
erkeklerin tersine, bir kadın asla unutmaz; çünkü kadınlarda her şey tenlerinin altına işler.
katırlar bilge birer dağ tırmanıcısıdırlar.
belirsizliğin yolu başlangıçta dardır; ama onu genişletmeye hazır biri elbette olacaktır. belirsizlik yemek yemek ya da kaşınmak gibidir; önemli olan başlamaktır.
tanrılar dipsiz kuyu gibidir; üzerlerine eğilsen kendi görüntünü bile fark edemezsin.
insan varlıklarının, bilinen bütün zamanlar boyunca davranış tarzları dikkate alındığında, yaşamı, karanlık yanlarına rağmen, ki bunlar da çoktur, güzel, büyük, muhteşem yanlarıyla birlikte hak etmedikleri söylenebilir.
"gemin büyükse fırtınan da büyük olur."
insanların tarihi, tanrıyla anlaşmazlıklarının tarihidir; o bizi anlamaz, biz de onu anlamayız.
erkeklerin tersine, bir kadın asla unutmaz; çünkü kadınlarda her şey tenlerinin altına işler.
katırlar bilge birer dağ tırmanıcısıdırlar.
belirsizliğin yolu başlangıçta dardır; ama onu genişletmeye hazır biri elbette olacaktır. belirsizlik yemek yemek ya da kaşınmak gibidir; önemli olan başlamaktır.
tanrılar dipsiz kuyu gibidir; üzerlerine eğilsen kendi görüntünü bile fark edemezsin.
insan varlıklarının, bilinen bütün zamanlar boyunca davranış tarzları dikkate alındığında, yaşamı, karanlık yanlarına rağmen, ki bunlar da çoktur, güzel, büyük, muhteşem yanlarıyla birlikte hak etmedikleri söylenebilir.
"gemin büyükse fırtınan da büyük olur."
13.11.2013
din
marvin minsky: evreni yaratan nedir ve bunu neden yapmıştır? yaşamın amacı nedir? hangi inançların doğru olduğuna nasıl karar verebiliriz? neyin iyi olduğunu nasıl söyleyebiliriz? bu sorular yüzeysel olarak birbirlerinden farklı görünüyor; fakat hepsi yanıtlanmalarını imkansız kılan ortak bir özelliği paylaşıyor: hepsi döngüsel! asla nihai bir yaratıcıya ulaşamazsınız; çünkü her zaman bir soru daha sormanız gerekir: "bu yaratıcıyı yaratan nedir?" asla mutlak bir amaca ulaşamazsınız; çünkü her zaman şunu sormak zorunda kalırsınız: "o halde, bu ne amaca hizmet ediyor?"
woolsey teller: evrenin insanlar için yaratıldığı söylemi gerçekten zavallıcadır. sadece bizim galaksimizde 300 bin milyondan fazla yıldız vardır ve hepsinin toplam ağırlığı bizimkinin ölçülerinde 270 bin güneşe eşittir. bu, bizim dünya sistemimizin ortaya çıktığı hammadde, muhteşem kozmik hamurdur. bu sadece bir ekmek kırıntısını fırına vermek için güneş kadar büyük bir hamur yoğurmak gibidir. bu kadar fazla malzemeyi boşuna kullanan bir fırıncıya ancak budala denilebilir. zeka seviyesi bir idiyotunkinden daha yüksek olan hiç kimse, eğlence için milyarlarca küreyi döndürmek ya da onları zeki olduğunu kanıtlamak için amaçsızca etrafa fırlatmak gibi çılgınca "projeler" tasarlamaz.
david brooks: eğer ezelden beri var olan bir "ilk neden" olduğunu varsaymak mantığa uygunsa, evreni oluşturan maddelerin ezelden beri var olduklarını varsaymak neden mantıksız kabul edilir? bilinmeyeni bilinen sayesinde açıklamak mantıksal bir süreçtir. bilineni bilinmeyen yoluyla açıklamak ise teolojik deliliğin bir çeşididir.
john burroughs: geceleri gökyüzüne baktığımda, karşımda bir tanrının eserini görmüyorum. üzerine herhangi bir şey söylemenin yersiz kaldığı bir güçle karşı karşıya kalıyorum. herhangi bir kişiliğin izine rastlamıyorum. evren insani olmaktan çok uzak. görüşlerimizi keşfedilen olguların insan için şekillendirildiğine değil, insanın bu olgulara göre şekillendiği yönünde değiştirmeliyiz. hava onun akciğerleri için yaratılmamıştır; fakat hava var olduğu için onun da akciğerleri vardır. ışık onun gözleri için yaratılmamıştır; fakat ışık var olduğu için onun da gözleri vardır. doğanın tüm güçleri kendi yollarında ilerlemekte ve insanlık onlardan kazanç sağlamakta ya da elinden geldiğince faydalanmaktadır. ürpertiye alışmalıyız ve de alışacağız. kozmik ürpertiye. dini içgüdülerimiz bunu daha da zor kılacaktır.
woolsey teller: evrenin insanlar için yaratıldığı söylemi gerçekten zavallıcadır. sadece bizim galaksimizde 300 bin milyondan fazla yıldız vardır ve hepsinin toplam ağırlığı bizimkinin ölçülerinde 270 bin güneşe eşittir. bu, bizim dünya sistemimizin ortaya çıktığı hammadde, muhteşem kozmik hamurdur. bu sadece bir ekmek kırıntısını fırına vermek için güneş kadar büyük bir hamur yoğurmak gibidir. bu kadar fazla malzemeyi boşuna kullanan bir fırıncıya ancak budala denilebilir. zeka seviyesi bir idiyotunkinden daha yüksek olan hiç kimse, eğlence için milyarlarca küreyi döndürmek ya da onları zeki olduğunu kanıtlamak için amaçsızca etrafa fırlatmak gibi çılgınca "projeler" tasarlamaz.
david brooks: eğer ezelden beri var olan bir "ilk neden" olduğunu varsaymak mantığa uygunsa, evreni oluşturan maddelerin ezelden beri var olduklarını varsaymak neden mantıksız kabul edilir? bilinmeyeni bilinen sayesinde açıklamak mantıksal bir süreçtir. bilineni bilinmeyen yoluyla açıklamak ise teolojik deliliğin bir çeşididir.
john burroughs: geceleri gökyüzüne baktığımda, karşımda bir tanrının eserini görmüyorum. üzerine herhangi bir şey söylemenin yersiz kaldığı bir güçle karşı karşıya kalıyorum. herhangi bir kişiliğin izine rastlamıyorum. evren insani olmaktan çok uzak. görüşlerimizi keşfedilen olguların insan için şekillendirildiğine değil, insanın bu olgulara göre şekillendiği yönünde değiştirmeliyiz. hava onun akciğerleri için yaratılmamıştır; fakat hava var olduğu için onun da akciğerleri vardır. ışık onun gözleri için yaratılmamıştır; fakat ışık var olduğu için onun da gözleri vardır. doğanın tüm güçleri kendi yollarında ilerlemekte ve insanlık onlardan kazanç sağlamakta ya da elinden geldiğince faydalanmaktadır. ürpertiye alışmalıyız ve de alışacağız. kozmik ürpertiye. dini içgüdülerimiz bunu daha da zor kılacaktır.
aşk
milan kundera
insan dediğin yalnızlıktan ibarettir. yalnızlıklarla çevrili bir yalnızlık.
aşk, bir zamanlar, bireysel, benzersiz olanın şöleniydi, biricik olanın, hiçbir tekrara katlanamayanın ihtişamıydı. oysa göbek deliği tekrara başkaldırmamakla kalmıyor, o bizzat tekrara bir davet. ve biz de, bu bin yılda, göbek deliği burcunun altında yaşayacağız. bu burcun altında her birimiz, sevdiği kadına değil; tek bir anlamı, tek bir amacı, her cinsel arzunun tek geleceğini ifade eden, karnın ortasındaki aynı küçük deliğe sabitlenip bakan seks askerleriyiz.
insan dediğin yalnızlıktan ibarettir. yalnızlıklarla çevrili bir yalnızlık.
aşk, bir zamanlar, bireysel, benzersiz olanın şöleniydi, biricik olanın, hiçbir tekrara katlanamayanın ihtişamıydı. oysa göbek deliği tekrara başkaldırmamakla kalmıyor, o bizzat tekrara bir davet. ve biz de, bu bin yılda, göbek deliği burcunun altında yaşayacağız. bu burcun altında her birimiz, sevdiği kadına değil; tek bir anlamı, tek bir amacı, her cinsel arzunun tek geleceğini ifade eden, karnın ortasındaki aynı küçük deliğe sabitlenip bakan seks askerleriyiz.
12.11.2013
bakkhalar
euripides
türlü türlü gösterirler kudretlerini
türlü hallere sokarlar bizi hiç beklenmedik
umduğumuz şeyler olmaz
ummadığımız hallere getirirler bizi
işte bu dram da böyle bitti
"sarhoşluk insanın ruhunu çocukluğundaki haline koyar. insanları tanımak, karakter farklarını görmek ve onları daha iyi yapmanın yollarını bulmak için sarhoşluktan daha ucuz, daha emin ve daha kısa bir yol yoktur."
(platon)
(platon)
bir deliden delice işler beklenir.
"insanları kötü hale sokan ne şarap ne de bakkhos'tur; bunu yapan içkinin ifradı, şarabın ölçüsüz ve hayasızca kullanılmasıdır. ölçüyle içen insan tersine daha neşeli ve daha sevimli olur."
(zeus)
(zeus)
aptallara manalı söz manasız gelir.
kendi doğalarında olmayana göz dikenler
hadlerini aşanlar bilgelikten uzaktır
ömür kısadır, istekleri engin olanlar
varamazlar tadına yaşadıkları günlerin
sağduyusu olmayan bir insan ne kadar cesur, ne kadar kudretli olursa olsun, ne kadar güzel konuşursa konuşsun, işe yaramaz ve aptal bir yurttaştır.
11.11.2013
sözde inananlar
scott adams
"bilim adamları, kavrayışlarındaki boşlukları doldurmak için sık sık kelimeler icat ederler. bu kelimeler, gerçek kavrayış elde edilene dek kolaylık sağlar. bazen kavrayış elde edilir ve geçici kelimeler daha anlamlı olanlarla yer değiştirir. daha sıklıkla, her nasılsa, yamalanmış bu kelimeler, kendilerine ait bir yaşam elde edecektir ve kimse onların geçici olarak tasarlandığını hatırlamayacaktır."
gerçek inancı takviyeye ihtiyaç duydum. "bakın" dedim, "dört milyar insan bir tür tanrı'ya ve özgür iradeye inanıyor. hepsi de yanılıyor olamaz."
"çok az insan tanrı'ya inanıyor." diye yanıtladı.
apaçık ortada olan bir şeyi nasıl inkâr edebildiğini anlamadım. "tabii ki inanıyorlar. milyarlarca insan tanrı'ya inanıyor."
ihtiyar, battaniyeye sarılı dirseğini, sallanan sandalyesinin koluna dayayarak bana doğru döndü. "dört milyar insan tanrı'ya inandığını söylüyor; fakat çok azı gerçekten inanıyor. insanlar tanrı'ya inansalardı, hayatlarının her dakikasını bu inancın izinde yaşarlardı. zenginler servetlerini ihtiyacı olanlara verirlerdi. herkes, doğru dinin hangisi olduğunu belirlemek için zıvanadan çıkardı. hiç kimse, yanlış dini seçmiş olabileceği ve sonsuz lanetlenme, kötü reenkarnasyon ya da tasavvur edilemeyen başka sonuçları seçmiş olabileceği düşüncesiyle rahat yaşayamazdı. insanlar hayatlarını, başkalarını da kendi dinlerine geçirmeye adarlardı."
"tanrı'ya inanç, dünya üzerindeki şu kısa yaşamın uyanık geçirilen her anını etkileyecek, yüzde yüz takıntılı bir adanmışlık gerektirir. fakat şu senin dört milyar sözde inanan, küçük bir kısım dışında, hayatını bu şekilde yaşamıyor. çoğunluk, dünyevi ve pratik bir fayda olarak, inançlarının yararlılığına inanıyor; fakat altta yatan gerçekliğe inanmıyorlar."
duyduklarıma inanamıyordum. "onlara soracak olsanız, inandıklarını söylerlerdi."
"inandıklarını söylerlerdi; çünkü inanıyormuş gibi davranmak, dinden faydalanmak için gerekli. diğer insanlara inandıklarını söylüyorlar ve inananların yaptıklarına benzer şeyler yapıyorlar; dua etmek, kutsal kitaplar okumak gibi. fakat gerçek bir inananın yapacağı, gerçek bir inananın yapması gereken şeyleri yapmıyorlar. eğer bir kamyonun sana doğru geldiğine inanıyorsan, yoldan çekilirsin. bu, kamyonun gerçekliğine olan inançtır, insanlara kamyondan korktuğunu söylüyorsan fakat yoldan çekilmek için hiçbir şey yapmıyorsan, bu kamyona duyulan inanç değildir. benzer biçimde, tanrı'nın var olduğunu söylemek ve sonra günah işlemeye devam etmek, masum insanlar açlıktan ölüyorken servetini arttırmak inanç değildir. inanç, en önemli kararlarını kontrol etmediğinde, bu, altta yatan gerçekliğe duyulan inanç değildir. onlar inanmanın yararına inanıyorlar."
"bilim adamları, kavrayışlarındaki boşlukları doldurmak için sık sık kelimeler icat ederler. bu kelimeler, gerçek kavrayış elde edilene dek kolaylık sağlar. bazen kavrayış elde edilir ve geçici kelimeler daha anlamlı olanlarla yer değiştirir. daha sıklıkla, her nasılsa, yamalanmış bu kelimeler, kendilerine ait bir yaşam elde edecektir ve kimse onların geçici olarak tasarlandığını hatırlamayacaktır."
gerçek inancı takviyeye ihtiyaç duydum. "bakın" dedim, "dört milyar insan bir tür tanrı'ya ve özgür iradeye inanıyor. hepsi de yanılıyor olamaz."
"çok az insan tanrı'ya inanıyor." diye yanıtladı.
apaçık ortada olan bir şeyi nasıl inkâr edebildiğini anlamadım. "tabii ki inanıyorlar. milyarlarca insan tanrı'ya inanıyor."
ihtiyar, battaniyeye sarılı dirseğini, sallanan sandalyesinin koluna dayayarak bana doğru döndü. "dört milyar insan tanrı'ya inandığını söylüyor; fakat çok azı gerçekten inanıyor. insanlar tanrı'ya inansalardı, hayatlarının her dakikasını bu inancın izinde yaşarlardı. zenginler servetlerini ihtiyacı olanlara verirlerdi. herkes, doğru dinin hangisi olduğunu belirlemek için zıvanadan çıkardı. hiç kimse, yanlış dini seçmiş olabileceği ve sonsuz lanetlenme, kötü reenkarnasyon ya da tasavvur edilemeyen başka sonuçları seçmiş olabileceği düşüncesiyle rahat yaşayamazdı. insanlar hayatlarını, başkalarını da kendi dinlerine geçirmeye adarlardı."
"tanrı'ya inanç, dünya üzerindeki şu kısa yaşamın uyanık geçirilen her anını etkileyecek, yüzde yüz takıntılı bir adanmışlık gerektirir. fakat şu senin dört milyar sözde inanan, küçük bir kısım dışında, hayatını bu şekilde yaşamıyor. çoğunluk, dünyevi ve pratik bir fayda olarak, inançlarının yararlılığına inanıyor; fakat altta yatan gerçekliğe inanmıyorlar."
duyduklarıma inanamıyordum. "onlara soracak olsanız, inandıklarını söylerlerdi."
"inandıklarını söylerlerdi; çünkü inanıyormuş gibi davranmak, dinden faydalanmak için gerekli. diğer insanlara inandıklarını söylüyorlar ve inananların yaptıklarına benzer şeyler yapıyorlar; dua etmek, kutsal kitaplar okumak gibi. fakat gerçek bir inananın yapacağı, gerçek bir inananın yapması gereken şeyleri yapmıyorlar. eğer bir kamyonun sana doğru geldiğine inanıyorsan, yoldan çekilirsin. bu, kamyonun gerçekliğine olan inançtır, insanlara kamyondan korktuğunu söylüyorsan fakat yoldan çekilmek için hiçbir şey yapmıyorsan, bu kamyona duyulan inanç değildir. benzer biçimde, tanrı'nın var olduğunu söylemek ve sonra günah işlemeye devam etmek, masum insanlar açlıktan ölüyorken servetini arttırmak inanç değildir. inanç, en önemli kararlarını kontrol etmediğinde, bu, altta yatan gerçekliğe duyulan inanç değildir. onlar inanmanın yararına inanıyorlar."
metal yorgunluğu
tomris uyar
çocuğa rastladığında akşam çöküyordu.
yedi sekiz yaşlarında, çırpı bacaklı, kızıl saçlı, belki çilli bir oğlandı. yüzü görünmüyordu ki; iki sitenin arasında -bir bölümü otoparka ayrılmış bahçedeki sırada- sırtı herkese dönük oturuyordu. ailelerinin "sevimli afacanlar" dediği öbür çocukları tanımadığı, tanısa da onların eninde sonunda itişmeyle sonuçlanacak -şimdilik yalnızca sevinç böğürtüleriyle dolu- oyunlarına katılmayacağı açıktı. yukardan bakan, bilgiç bir havası yoktu ama hiçbir yarışmada yer almak istemediği belliydi. bedenine bol gelen şortunun üstüne giydirilmiş tişörtündeki yazı da okunamıyordu: bir ihtiyarınki kadar çökük omuzlarının arasında kırıştığından. galiba bir amerikan basketbol takımının amblemi vardı sırtında. tişört, şort kadar çarpıcıydı da çocuğa yakışmıyordu: bir iğretilik.
acaba sitem dolu bu dışlama -çünkü yalnızca uzaklara, belirsiz bir noktaya, ağaçların kıpırtısız dallarına dikmişti gözlerini- sporsever bir ailenin oğlu olmasından mı kaynaklanıyordu?
ortaya bir soru atmak şarttı:
"sence yarın da hava böyle mi olacak? baksana, gökteki kızıllık sürüyor."
çocuk, soruyu üstüne almakta gecikmedi, döndü. evet, çilliydi.
sonra yabancıya yüz verdiğini düşünerek ekledi:
"kimbilir, belki.."
"sen yeni mi taşındın buraya? (taşındınız dememeye özen gösterdi.)
"evet."
"ben de öyle."
"ama ben seni daha önce hiç görmedim."
"ona bakarsan ben de seni görmedim."
"ben bahçeye sık çıkmam. niyazi abi'nin oğluyla ilgilenmem gerekiyor. kardeşimle."
"senin babana herkes 'niyazi abi' mi der?"
çocuk kahkahasını tutamadı:
"nerden çıkardın? niyazi abi başka, babam başka.."
"salak bir soruydu, kusura bakma."
"o kadar da değil. ben iyi anlatamadım."
çocuğun yüzünün kızarması, attığı geri adım, yüreklendiriciydi.
"büyüklerin salakça sorularını çok duymuşsundur."
"ama kabul etmezler ki.."
o anda gözü, çocuğun bağcıkları çözük spor pabuçlarına takıldı.
"pabuçlarını bağlamana yardım etmemi istemezsin herhalde.."
"hayır. kendim öğrenmeliymişim."
"bak, bu akşamlık ben bağlayayım. ama düğüm sen bağlamışsın gibi biraz beceriksizce olsun. yarın akşam birlikte deneriz, öğrenirsin."
"yarın akşam gelebilirim; çünkü niyazi abi'nin oğlu annesine gidiyor."
"yarın akşam, aynı saatte, burada. söz mü?"
"söz. bak ben şu karşıki pencerede oturuyorum."
çocuğa rastladığında akşam çöküyordu.
yedi sekiz yaşlarında, çırpı bacaklı, kızıl saçlı, belki çilli bir oğlandı. yüzü görünmüyordu ki; iki sitenin arasında -bir bölümü otoparka ayrılmış bahçedeki sırada- sırtı herkese dönük oturuyordu. ailelerinin "sevimli afacanlar" dediği öbür çocukları tanımadığı, tanısa da onların eninde sonunda itişmeyle sonuçlanacak -şimdilik yalnızca sevinç böğürtüleriyle dolu- oyunlarına katılmayacağı açıktı. yukardan bakan, bilgiç bir havası yoktu ama hiçbir yarışmada yer almak istemediği belliydi. bedenine bol gelen şortunun üstüne giydirilmiş tişörtündeki yazı da okunamıyordu: bir ihtiyarınki kadar çökük omuzlarının arasında kırıştığından. galiba bir amerikan basketbol takımının amblemi vardı sırtında. tişört, şort kadar çarpıcıydı da çocuğa yakışmıyordu: bir iğretilik.
acaba sitem dolu bu dışlama -çünkü yalnızca uzaklara, belirsiz bir noktaya, ağaçların kıpırtısız dallarına dikmişti gözlerini- sporsever bir ailenin oğlu olmasından mı kaynaklanıyordu?
ortaya bir soru atmak şarttı:
"sence yarın da hava böyle mi olacak? baksana, gökteki kızıllık sürüyor."
çocuk, soruyu üstüne almakta gecikmedi, döndü. evet, çilliydi.
sonra yabancıya yüz verdiğini düşünerek ekledi:
"kimbilir, belki.."
"sen yeni mi taşındın buraya? (taşındınız dememeye özen gösterdi.)
"evet."
"ben de öyle."
"ama ben seni daha önce hiç görmedim."
"ona bakarsan ben de seni görmedim."
"ben bahçeye sık çıkmam. niyazi abi'nin oğluyla ilgilenmem gerekiyor. kardeşimle."
"senin babana herkes 'niyazi abi' mi der?"
çocuk kahkahasını tutamadı:
"nerden çıkardın? niyazi abi başka, babam başka.."
"salak bir soruydu, kusura bakma."
"o kadar da değil. ben iyi anlatamadım."
çocuğun yüzünün kızarması, attığı geri adım, yüreklendiriciydi.
"büyüklerin salakça sorularını çok duymuşsundur."
"ama kabul etmezler ki.."
o anda gözü, çocuğun bağcıkları çözük spor pabuçlarına takıldı.
"pabuçlarını bağlamana yardım etmemi istemezsin herhalde.."
"hayır. kendim öğrenmeliymişim."
"bak, bu akşamlık ben bağlayayım. ama düğüm sen bağlamışsın gibi biraz beceriksizce olsun. yarın akşam birlikte deneriz, öğrenirsin."
"yarın akşam gelebilirim; çünkü niyazi abi'nin oğlu annesine gidiyor."
"yarın akşam, aynı saatte, burada. söz mü?"
"söz. bak ben şu karşıki pencerede oturuyorum."