30.04.2019

uzun lafın kısası

balzac:
güzel bir yaşam, en sağlam akıl yürütmeden daha güçlüdür.

dante: cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.

nietzsche: herhangi bir düşünce insanın insan olarak yaşamasını sağlıyorsa doğrudur.

albert camus: hemcinslerinin basitliğini bütün çıplaklığıyla görmek, aslında insana acı veren bir deneydir.

dan brown: hiçbir şey, amacı olan bir dehadan daha yaratıcı, daha yıkıcı değildir.

ahmet hamdi tanpınar: bir cemaate ruhunu veren sanatkârdır. sanatkâr ilâve eder, sanatkâr tamamlar, sanatkâr yaratır. büyük realite, fikir ve sanattır.

antoine galland: büyük teşebbüslerin çoğunu bekleyen hazin bir kader var.

cemil meriç: dinin vicdanlarda mutlak hüküm sürdüğü devirler, felsefenin sustuğu devirlerdir. felsefe şüpheden doğar, şüphe, imanın zıddı. kalabalığa tek kitap yeter.

can dündar: iktidar, her türden defoyu gizleyen parlak bir örtüdür.

hermann hesse: şu insanlar yok mu, karşılığında para gelsin yeter ki, isa'nın kendisini bile yakalayıp teslim ederler.

gogol: bir erkek gönlünü bir kıza kaptırdı mı suya basılmış pabuç köselesine benzer. istediğin gibi eğer, bükersin onu.

jack london: cennet ve cehennem, bir yobazın dini inancının temel ögelerini oluşturabilir. ama bunlar, genellikle iyi ve kötü kavramlarının birer yansımasıdır.

28.04.2019

değirmen

sabahattin ali

azlıkta kalanlar çok olanlara nedense tepeden bakarlar.

bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. vicdan azabı dedikleri şey ancak bir hafta sürer. ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.

şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?

kitaplar yeni tanıdıklarına karşı çok ketum olurlar. bir kere onlarla laubali oldunuz mu size malik oldukları her şeyi verirler ve onlar bizim isteyebileceğimiz her şeye maliktirler.

kadını hiçbir zaman inkar etmedim. hatta geceleri beni odama o kadar karışık bir halde yollayan, ekseriye bir kadın muvaffakiyetsizliğidir. kadın benim etimin, kemiğimin, kanımın ve muhayyilemin müthiş bir ihtiyacıdır. buna mağlup olmak bir hayvanlık, bunu inkâr etmek daha büyük bir hayvanlıktır.

bu tuluatçılık öyle bir şeydir ki, bir kere yakalanan yakasını kolay kolay sıyıramaz. kumar gibi, cıgara gibi bir şeydir. aç kalır, soğuk han odalarında geceler, herkesten istihfaf ve tahkir görür, lakin onu gene bırakamazlar.

arzu nesnesi

paulo coelho

erkekler, kadınlar şunu her söylediğinde korkuya kapılırlar: "sana ait olmak istiyorum."

bir erkeğin kendisine eşlik eden bir kadına hangi amaçla para ödediğini anladım: mutlu olmak istediği için. bin frangı sadece orgazma ulaşmak için vermez erkek. mutlu olmak ister.

arzu uyandırmak için arzu nesnesini hemen teslim etmemek gerekir.

fahişelik başka mesleklere benzemez. acemiler daha çok kazanır; deneyimlilerse daha az. her zaman acemi gibi davran. orgazm olurken inlemelisin. öyle yaparsan müşteri sana bağlanır. bir erkek, ufaklığın kalkmasıyla kanıtlamaz erkekliğini. erkek, ancak bir kadına zevk verebiliyorsa erkektir. hele bu kadın bir fahişeyse o zaman kendini kral gibi hisseder.

seks, kontrolsüzlüğü kontrol edebilme sanatıdır.

ister kısa, ister uzun, ister küstah, ister çekingen, sevimli ya da mesafeli olsunlar, bütün erkeklerin ortak bir özelliği var: korku içindeler. en deneyimliler korkularını yüksek sesle konuşarak saklıyor; içine kapanık olanlar oyun oynamayı beceremiyor ve bu duygunun geçeceğini umarak kendini içkiye veriyor.

en önemli karşılaşmalar, bedenler daha birbirini görmeden ruhlar tarafından hazırlanır.

derin arzu, en gerçek arzu, birine yaklaşmak için duyulandır. o noktadan itibaren tepkiler dile gelir, erkekle kadın oyuna dalar; ama onları bir araya getiren çekim söze dökülemez. bu, katıksız arzudur.

bütün uyuşturucu müptelaları bunu söyler: vakti gelince durmayı bilmek. oysa hiçbiri duramaz.

bir kadının kendisiyle yüzleşmesi, ciddi tehlikeler barındıran bir oyundur. kutsal bir dans. kendi kendimizle karşı karşıya geldiğimizde, iki tanrısal enerji, çarpışan iki evrenizdir. yüzleşmede gerektiği kadar saygı yoksa bir evren ötekini yok eder.

dünyadaki bütün dillerde vardır şu özdeyiş: "gözden ırak olan gönülden de ırak olur." ne var ki, bence son derece yanlıştır bu; boğmaya, unutmaya çalıştığımız duygulardan ne kadar uzaklaşırsak, onlar da gönlümüze o kadar yaklaşırlar. sürgündeysek memleketimizle ilgili en ufak anıları bile tutmak isteriz aklımızda; sevilmiyorsak, sokaktan her geçen bize bunu hatırlatır.

26.04.2019

erken teşhis

charles bukowski

los angeles sarı taksi şirketi üçüncü cadde'nin güneyinde bir yerdedir. güneşin altında sıra sıra sarı taksiler dizilidir. amerikan kanser cemiyeti de oralarda bir yerdeydi. bir zamanlar ziyaret etmiştim orayı, ücretsiz olduğunu söylemişlerdi. bir sürü şiş vardı vücudumda, başım dönüyor, kan kusuyordum. oraya gittiğimde üç hafta sonrasına gün verdiler. bütün amerikalı gençler gibi bana da "kanseri erken teşhis et" denmişti. erken teşhis etmek için onlara gittiğimde üç hafta sonrasına gün veriyorlardı. bize söylenenlerle gerçek arasındaki farktır bu.

uzun süre, her şey bittikten, acılar çekildikten, dertler tükendikten sonra japon bir kız hayatıma girecek ve her şey güllük gülistanlık olacak gibi bir düşüncem olmuştu. mutlu olmaktan ziyade huzurlu, anlayışlı ve paylaşılan bir ilişki. japon kadınların kemik yapıları harikuladedir. kafatası yapıları ve ciltlerinin yaşlandıkça gerilmesi çok hoştur. amerikan kadınlarının yüzleri sarkar ve dağılır sonunda. kıçları bile dağılır sonunda, iğrenç bir hal alırlar. kültürel farklar da önemliydi: japon kadınları içgüdüsel olarak dünü, bugünü ve yarını kavrar. bilge deyin isterseniz. kalıcı bir güçleri vardır. amerikan kadını sadece bugünü bilir, bir tek gün ters gitti mi darmadağın olurlar.

bir gün, evrenin dördüncü boyutuna geçmek mümkün olduğunda, şöyle bir yürüyüşe çıkıp yok olabileceksin. gömülme yok, gözyaşı yok, cennet yok, cehennem yok. insanlar otururken birden, "george'a ne oldu?" diye soracaklar ve biri, "bilmiyorum, bir paket sigara almaya gitmişti." diyecek.

25.04.2019

duanın gücü

daron acemoğlu / james a. robinson

1346'da hıyarcıklı veba, kara ölüm, don nehri'nin karadeniz'e dökülen ağzındaki bir liman şehri olan tana'ya ulaştı. sıçanların üstünde yaşayan pirelerin taşıdığı veba, asya'nın büyük ticaret arteri ipek yolu boyunca seyahat eden tacirler tarafından çin'den getirilmişti. cenevizli tacirler sayesinde, sıçanlar kısa sürede pireleri ve vebayı tana'dan tüm akdeniz'e yaymaya başlamıştı.

veba, 1347 başlarında konstantinopolis'e ulaştı. 1348 baharında fransa, kuzey afrika ve italya'da yayılıyordu. görüldüğü her bölgede nüfusun yaklaşık yarısını yok etti. vebanın floransa'ya gelişine bizzat tanıklık eden italyan yazar giovanni boccaccio, daha sonra şöyle yazacaktı:

"şiddeti karşısında insanoğlunun tüm bilgeliği ve mahareti faydasızdı. veba feci sonuçlarını dehşet verici ve olağanüstü bir biçimde sergilemeye başladı. burun kanamasının kaçınılmaz ölüme ait bariz bir alamet sayıldığı doğu'daki gibi bir seyir göstermedi. aksine, ilk belirtileri kasık ve koltukaltında kimisi yumurta biçimli kimisi de yaklaşık bir elma büyüklüğündeki birtakım şişliklerin belirmesiydi. daha sonraları hastalığın belirtileri değişti ve pek çok insan kollarında, kalçalarında ve vücutlarının başka bölümlerinde koyu lekeler ve çürükler bulmaya başladı. bu illete karşı hekimlerin verdiği tavsiyeler ve ilaçların gücü fayda etmiyordu. ve çoğu durumda ölüm, tarif ettiğimiz belirtilerin görülmesini müteakip üç gün içinde vuku buluyordu."

ingiltere halkı vebanın kendilerine doğru ilerlediğini biliyordu ve yaklaşan kıyametin farkındaydı. 1348 ağustos'unun ortasında, kral iii. edward, canterbury başpiskoposu'ndan dualar tertip etmesini istedi ve pek çok piskopos, insanların yaklaşan felaketle başa çıkmalarına yardımcı olmak amacıyla papazlarına kiliselerde yüksek sesle okumaları için mektuplar yazdı. bath başpiskoposu shrewsbury'li ralph, papazlarına şunları yazıyordu:

"yüce tanrı, günahlarından arındırmak istediği evlatlarını gök gürültüsü, yıldırım ve başka musibetler kullanarak cezalandırır. doğu'dan gelen feci bir kıranın komşu krallığa varmış olması nedeniyle korkarız ki, yürekten ve biteviye dua etmediğimiz takdirde, benzer bir kıran zehirli kollarını bu krallığa da uzatacak ve halkını kırıp perişan edecektir. bu nedenle hepimiz dualar okuyarak tanrı'nın huzurunda günah çıkarmalıyız."

bu dualar hiçbir işe yaramadı. veba ingiltere'yi vurdu ve nüfusun yarısını yok etti.

24.04.2019

tiryaki sözleri

cenap şahabettin

yasak, arzu doğurur.

kırka kadar insan yaşa basar, kırktan sonra yaş insana.

ikna kolay, razı etmek güçtür. zihin kalpten çabuk kanar.

biraz araştırırsanız elmas da kömürdür.

hamal ancak yük altında güzel yürür.

çok kişi için, basın, beynin bir hazır giysi mağazasıdır. oradan hazır düşünceler alırlar.

herkes başkasına gerçekte kendi layık olduğu davranışı uygun görür.

herkes kendisini insanlık için çok gerekli sanır; oysaki insanlığın hiçbirimize gereksinimi yoktur.

söze bakılsa herkes eşitlik ister; ama insanların bir kısmını ayakları altında görmek için bir kısmını başında taşımayacak pek az kişi vardır.

öyle yaralar vardır ki hiç iyileşmesin demeliyiz; çünkü izi, kendisinden daha çirkin ve dokunaklıdır.

çarığı ne kadar sıkı olsa, gerçek köylünün topuğunda biraz toprak vardır.

tam tarafsızlık insan harcı değildir.

kimi zaman, başkalarını nezakete mecbur etmek için kaba görünmek gerekir.

içgüdü, bence aklın müsveddesidir. en değersiz hayvanda, bir insanlık başlangıcı görürüm.

kıyafet, ruhun tercümanlarından biridir.

kendisinden memnun olmayanı hiçbir şey ve hiç kimse memnun edemez.

yalnız insan değil hiçbir şey kusursuz olmaz. en saf suyun gizli bir tortusu vardır ve arayınca güneşin bile lekeleri bulunur.

muhammed

elias canetti

muhammed peygamber düşman ölülerinin oluşturduğu yığın konusunda öyle duyarlıydı ki onlara muzaffer bir hutbeyle hitap etmişti.

mekkeli düşmanlara karşı kazandığı ilk büyük zaferi olan bedir savaşı'ndan sonra, kılıçtan geçirilmiş düşmanların bir çukura atılması için emir vermişti. ölülerden yalnızca bir tanesinin üstüne toprak ve taş yığıldı; çünkü bu ölünün gövdesi o kadar şişmişti ki zırhını çıkarmak imkansızdı; bu yüzden düştüğü yerde bırakılmıştı.

diğerleri çukura atılırken, muhammed ayakta durup şöyle dedi: "ey çukurdaki insanlar! allah'ın tehdidinin gerçek olduğunu anladınız mı? çünkü ben allah'ın bana vaat ettiğinin gerçek olduğunu anladım."

müritleri dediler ki "ölülerle mi konuşuyorsun?" resul yanıt verdi: "onlar söylediklerimi işitiyorlar." daha önce onun sözlerini dinlememiş olanları çukurun içinde, bu emin yerde kitle halinde toplamıştı.

düşman ölülerinin oluşturduğu yığına, yaşamdan arta kalanları ve kitle benzeri bir niteliği bu kadar çarpıcı bir biçimde yakıştıran başka bir örnek bilmiyorum. ölüler artık tehdit edemezdi; ama tehdit edilebilirdi. cezalandırılma söz konusu olmaksızın onlara her şey yapılabilirdi. bunu duysalar da duymasalar da, muzaffer olan, zaferini yüceltmek için, duyduklarını varsayardı. ölüler çukurda öyle iç içe yatıyorlardı ki kıpırdamaları olanaksızdı. biri uyanacak olsa etrafında ölülerden başka bir şey bulamayacaktı; kendi insanları onu boğacaktı. geri döndüğü dünya ölülerin dünyası, ölüler de yaşarken ona en yakın olanlar olacaktı.

22.04.2019

dört arketip

carl gustav jung

her zafer gelecekteki yenilginin tohumlarını taşır.

bilinçlenme yolunda atılan en küçük adım bile bir dünya yaratır.

anne kompleksinin etkileri kız ya da erkek çocuğa göre farklılık gösterir. erkek çocuktaki tipik etkileri eşcinsellik, don juanizm, bazen de iktidarsızlıktır. eşcinsellikte heteroseksüel unsur bilinçdışında anneye bağlanmıştır. don juanizmde ise anne bilinçdışı olarak her kadında aranır.

insan, kavrasın ya da kavramasın, arketiplerin dünyasının bilincinde olmak zorundadır; zira o dünyada doğanın henüz bir parçasıdır ve ona kökleriyle bağlıdır. insan ile yaşamın ilk imgeleri arasındaki bağı kopartan bir dünya görüşü ya da toplum düzeni, bir kültür olmamakla kalmaz, giderek bir hapishane ya da bir ahır haline gelir.

dünyayı yaratan ilk özgürleşme eylemi anne katlidir ve tüm yücelik ve derinliklere inip çıkmaya cesaret eden ruh, tanrıların verdiği cezayı çekmek, kafkaslarda kayalara zincirlenmek zorunda kalır.

hiçbir şey karşıtı olmadan var olamaz, başlangıçta nasıl bir idiyseler, sonunda da bir olacaklardır. nasıl ki yaşayan her şey birçok ölümden geçmek zorundaysa, bilinç de ancak bilinçdışının daima dikkate alınmasıyla var olabilir.

birini idealize etmek, kötülükten korunma isteğidir aslında. insan korktuğu şeyi savuşturmak istediğinde idealize eder. korkulan şey bilinçdışı ve onun büyülü etkisidir.

kendi varoluşunu boşu boşuna arayan ve bundan bir felsefe çıkaran insan, artık bir yabancı olamayacağı dünyaya giden yolu ancak simgesel gerçekliği yaşayarak yeniden bulabilir.

eğer bilinçdışı, bazı anlamsız düşünceleri bir saplantı haline getirmeye ya da insanın kesinlikle sorumluluğunu üstlenmek istemediği başka semptomlar yaratmaya karar verirse, bilinç acınası bir biçimde çöker.

her kim mağaraya, yani herkesin kendi içinde taşıdığı mağaraya ya da bilincin dışındaki karanlığa girerse, kendini önce bilinçdışı bir dönüşüm sürecinin içinde bulur. bilinçdışına girmesi, bilinci ile bilinçdışının içerikleri arasında bir bağ kurmasını sağlar. bunun sonucunda, kişiliğinde de olumlu ya da olumsuz anlamda kökten bir değişim olabilir.

paul radin: psikolojik açıdan bakıldığında, insan kültürünün tarihi, büyük oranda, insanın hayvandan insana dönüştüğünü unutma çabasından ibarettir.

insan dışardan bakıldığında uygar bir insan gibidir ama kendi içinde bir ilkeldir. insanın bir yönü vardır ki kökenini gerçekten ele vermeyi hiç istemez. bir başka yönü de, bütün bunları çoktan aştığına inanmasıdır.

hayat

sadık hidayet

yarın ölebilirim, kendimi tanıyamadan.

dünya dünya olalı, ben var oldum olalı, soğuk hissiz hareketsiz bir ölü, karanlık odada hep yanımdaydı benim.

gökte herkesin bir yıldızı olduğu doğruysa benimki çok uzakta, karanlık ve pek önemsiz bir şey olmalıdır. belki de benim hiç yıldızım yok!

kötü eğitiliyoruz biz. bütün sakatlıklar, daha çocuk yaşta beyinlerimize doldurulan, herkesi öbür dünyaya yönlendiren hurafelerden kaynaklanıyor. bu dünyayı bırakıp mevhum bir fikre yapışmışız. öbür dünyadan dönüp de bize haber getiren var mı acaba? anamızdan doğduk mu ölene kadar ahiretimiz için ağlıyoruz. yaşamak mı denir buna?

yaralar vardır hayatta; ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.

şimdiye kadar başımızı kavuran yakıcı güneş ile gözümüze tutya ettiğimiz toz topraktan başka bir şey geçmedi elimize. ölü kemikleri ve eski dünyaya ait çürümüş eşyalar arasında yaşamaktan içimizdeki yaşama duygusu öldü.

dünya, tüm insanlar, gözümde bir oyuncak, bir rezillik, boş ve anlamsız bir şeydir. uyumak, bir daha uyanmamak istiyorum, rüya görmek de istemiyorum. oysa bütün insanlarca intihar, çok acayip ve tuhaf bir şey olduğu için kendimi adamakıllı hasta etmek, ölecek hale gelip bitkinleşmek istiyordum. herkes esrar içtiğimi duyduktan sonra "hastalanıp öldü." desinler istiyordum.

sonunda en şiddetli cezaya çarptırılırız ve boğucu bir gün ortasında kanun adına bizi tutuklayan kişi bıçağını saplar kalbimize; köpek gibi geberir gideriz. cellat da suskundur, kurban da.

20.04.2019

seks

irvine welsh

özellikle bir erkekle bir kadın arasındaki tartışmalardan nefret ediyorum. didişiyor, tartışıyor, kendi duruşları arasında bir uçurum ortaya çıktığında bu görüşe temelde karşı olmadıklarını söylüyor ya da ikincil, detaydaki farklılıklar üzerinde şiddetli tartışmalara girişiyorlar. ve böylece devam ediyor. suratlarına karşı bağırmak istiyorum: sikişmemek için bahaneler bulup durmaktan vazgeçin!

sikinle sikersin ama vücudun ve ruhunla sevişirsin. sikin hiçbir önemi yoktur. aslında, daha ileri gideceğim: sikin senin en kötü düşmanın olabilir. neden? çünkü sikin bir deliğe ihtiyacı vardır. yani ilişki tamamen fiziksel bir düzeyde, düzüşme temelinde kaldığı sürece kontrol hatunun elinde demektir. sikin ne kadar büyük olursa olsun ya da sen onu ne kadar iyi kullanıyor olursan ol, yeri her zaman için doldurulabilir. seninkinin işgal ettiği park yerini kapmak için kuyruğa girmiş bekleyen binlerce, milyonlarca sik var ve kafası çalışan güzel bir hatun bunu çok iyi bilir. neyse ki çoğu bu bilince sahip değil. ilişkinin kontrolünü hatunun elinden almak için yapman gereken şey onun beynine girmektir.

sınırlar esnektir, öyle olmaları gerekir. öyle olmazsa nasıl büyürüz? nasıl gelişiriz? gelişme olması için bakış açıları zamanla değişmeli, sınırlar esnek olmalı.

ellemek, sikmek ve otuzbir çekmek için memelere ve götlere ihtiyacımız var. bunların bizim için ulaşılabilir ve tüketilebilir olmaları gerekiyor. erkek olduğumuz için mi? hayır. tüketici olduğumuz için. çünkü bunlar bizim sevdiğimiz şeyler; doğuştan ya da propaganda yoluyla bize değer, rahatlama ve doyum sağlayacağına inandığımız şeyler. bunlara değer veriyoruz; bu yüzden de en azından elde edilebilir oldukları yanılsamasına kapılmamız gerekiyor. memelerle götler, kokain, cips, hız motoru, arabalar, evler, bilgisayarlar, markalar, taklit tişörtler, hepsi aynı. bu yüzden reklamcılık ve pornografi birbirine bu kadar yakın; ikisinin sattığı şey de elde edilebilirlik ve tüketilebilirlik yanılsaması. her şey kapitalizmin sonuçlarının yadsınmasından ibaret.

amcıklara bir bardak şarap verip şömineyi yakarsınız ve hemen başlarlar: "ne kadar medenice!" şişko kayınpederimin yaptığı gibi, toscana'da bıçakla bir iki dilim ekmek kesilir ve bunlar hemen ötmeye başlar, "ne kadar uygarca değil mi?" ve siz bağırmak istersiniz: "hayır, seni geri zekalı amcık, tabii ki değil, amına koyayım; çünkü uygarlık şarap döküp ekmek kesmekten çok farklı bir şeydir ve senin bahsettiğin şey sadece keyif yapmaktan, hayatın tadını çıkarmaktan ibaret."

erkek dergileri otuzbirci erkekler içindir, yani aslında otuzbirci olan ama öyle değilmiş gibi davranan erkekler için. hayal gücün ve cinselliğin varken nasıl otuzbirci olmazsın ki?

gülme

henri bergson

ne zaman bir şahıs bize eşya izlenimi verecek olsa güleriz.

gülünç, kendinin bilincinde değildir.

sadece gerçek anlamda insani olan şeyler için gülünçlükten bahsedilebilir. bir manzara güzel, zarif, görkemli, silik veya çirkin olabilir fakat asla gülünç olamaz.

gülüncün doğal ortamı kayıtsızlıktır ve gülmenin en büyük düşmanı duygulardır.

gülünç, etkisini tam olarak göstermek için kalbin bir anlığına da olsa hissizleşmesini gerektirir. gülünç, saf akla hitap eder.

pascal: birbirlerine benzeyen iki yüz, kendi başlarına hiç gülünç olmadıkları halde yan yana iken benzerlikleriyle güldürürler.

kişinin manevi özellikleriyle ilgili olmasına karşın dikkatimizi onun fiziki özelliklerine çeken her vaka gülünçtür.

herbert spencer: gülme, birdenbire boşlukla karşılaşan bir çabaya delalet eder.

çekingen, bazen bedeninden sıkılmış, etrafında onu bırakacak yer arayan biri izlenimi verir. bu yüzden, tragedya yazarları, kahramanlarının fiziksel yönüne dikkat çekebilecek her şeyden özenle sakınırlar. bedenle ilgili bir düşünce uyanır uyanmaz güldürü unsurur kapıda demektir. bu nedenle tragedya kahramanları yemezler, içmezler, ısınmazlar. hatta mümkün mertebe oturmazlar bile.

gülünç söz tekrarlarında genel olarak şu iki öge mevcuttur: bir zemberek gibi boşalan baskılanmış bir duygu ve bu duyguyu tekrar baskılamaktan keyif alan bir fikir.

immanuel kant: gülme, sonu birdenbire hiçlikle biten bir beklentiden kaynaklanır.

hayat bize zamanda bir gelişme, mekanda bir karmaşıklaşma olarak takdim eder kendini.

bir olay aynı anda, birbirinden tamamen bağımsız, iki olay dizisine aitse ve yine aynı anda birbirinden tümüyle farklı iki anlamda da yorumlanabiliyorsa daima gülünçtür.

mecaz anlamıyla kullanıldığı halde, bir tabiri sözcük anlamıyla aldığımızı ima ettiğimiz her seferde bir gülünç elde ederiz.

bir fikrin doğal ifadesi bir başka tona aktarıldığında gülünç bir etki elde edilir.

sağduyu sürekli ve tekrar tekrar intibak eden, mevzu değiştiğinde ona göre fikrini de değiştiren bir zihnin çabasıdır. kendini tamı tamına nesnelerdeki değişkenliğe göre ayarlayan bir zekânın göstergesidir. hayata yönelik dikkatimizin hareketli sürekliliğidir.

her dalgınlık gülünçtür. dalgınlık ne kadar derinse güldürü de o kadar niteliklidir.

18.04.2019

ölüm

irvin yalom

hayat birbiri ardına gelen kahrolası kayıplardan oluşur.

ölümün farkına varmak bir uyanış deneyimi, büyük hayat değişiklikleri için güçlü bir katalizördür.

ölümle yüzleşmek anksiyete doğurur; ama aynı zamanda hayatı zenginleştirecek bir potansiyel de taşır.

öz farkındalık büyük bir armağan, hayat kadar değerli bir hazinedir. bizi insan yapan şeydir. ama bedeli de çok ağırdır: ölümlülük yarası. varoluşumuz, büyüyüp gelişeceğimiz ve kaçınılmaz bir şekilde ölüp yok olacağımız bilgisiyle gölgelenir.

ölüm anksiyetesini azaltmada ve kişisel değişim sağlaması için uyanma deneyimini kontrol altına almada en etkili olan şey, fikirler ve kişinin diğer insanlarla arasındaki yakın ilişkiyle yarattığı sinerjidir.

sırf orada bulunmanız bile ölümle karşı karşıya olan -veya fiziksel olarak sağlıklı olup ölüm anksiyetesi yaşayan- bir kişiye sunabileceğiniz en büyük hizmettir.

çok yaşlı biri öldüğünde onunla birlikte pek çok kişi daha ölür.

bir yakınını kaybetmenin acısını yaşamayacak kimse yoktur. evrensel nitelik taşıyan yegane psikolojik sorundur bu.

ölüm gerçeğine uyum sağlayabilmek için, onu yadsıma ya da ondan kaçıp kurtulma yolları tasarlamakta üstümüze yoktur.

yaşamın gerçekleri arasında en açık olanı, sezgisel biçimde en kolay anlaşılanı ölümdür. erken bir yaşta, çoğu kez sanıldığından çok daha erken çağlarda, ölümün geleceğini ve ondan kurtuluş olmadığını öğreniriz.

ölüm korkusu daima, yaşamlarını dolu dolu yaşamamış olduklarını hissedenlerde en fazladır.

yaşamımız, varlığımız daima ölüme, sevgi yitirişe, özgürlük korkuya ve gelişme ayrılığa perçinlenmiştir.

kimse sonları prova etmez. sonlar yalnızca bir kez olur. bu durum hakkında kitap yazılmaz; bu yüzden her şey doğaçlama gelişir.

17.04.2019

din ve politika

jean meslier

dinler bilinçsizlik, batıl inanç ve ilahi güçlere tapmanın yanı sıra, halkın sömürücüler tarafından ezilmesinin sonucu olarak doğmaktadır. tüm bunlar kurnaz ve hokkabaz politikacılarca düşünülmüştür. aynı zamanda bu dünyanın prensleri ve zorbaları halkı baskı altına almak ve kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebilmek için bu buluşları -dinleri- kendi yasalarıyla ayakta tutmaktadırlar.

insanlar hayal hastalarıdır. ilaçlarına alıcı bulmak için, çıkarcı şarlatanlar, hep insanların deliliklerini, budalalıklarını sürdürmeye özen gösterirler.

insanları eğitmek ve yönetmekle görevli kimseler, kendileri ışığa ve erdeme sahip olsaydı, insanları ham hayaller yerine gerçeklerle yönetmeleri daha iyi olurdu. ancak kurnaz, açgözlü ve bozuk ahlaklı yasa koyucular, dünyanın her yerinde milletleri boş masallarla uyutmayı, onlara gerçekleri öğretmekten, akıl ve zihinlerini geliştirmekten, özel ve gerçek nedenlerle erdeme yöneltmekten, onları doğru bir şekilde yönetmekten daha kolay buldular.

din açık olsaydı cahiller için daha az çekici olurdu. onlar için, karanlık ve esrarlı şeyler, korkular, masallar, kerametler ve sürekli olarak beyinlerini işletecek, yoracak, akla sığmaz şeyler gereklidir. romanlar, inanılmaz cin ve cadı hikayeleri, sıradan insan ruhu için, gerçek tarihlerden daha çekicidir.

hayranlık cehaletin kızıdır. insanlar ancak anlamadıklarına hayran olur ve taparlar.

bilinmeyen, gizli, hayali, efsanevi, mucizevi, inanılmaz ve hatta korkunç olan şeyi açık, basit ve sağlıklı olana tercih etmek cehaletin özelliğindendir. "gerçek", hayal gücü üzerinde hiçbir zaman, herkesin kendisine göre düzenlemekte özgür olduğu batıl hayaller kadar şiddetli sarsıntılar yapmaz. sıradan insan masal dinlemeyi gerçeğe tercih eder. rahipler ve şeriatçılar, bu masallardan dinler icat eder ve sırlar üretirler. bunları sıradan insanların yaratılışına ve huyuna göre kullanmışlardır. sıradan insanların bu eğilimi yüzünden, rahipler, şeriat ve kanun koyucuları, kendinden geçmiş coşkunları, kadınları, cahilleri kendilerine bağlamışlardır. bu içerikteki kimseler, incelemeye yetenekli olmadıkları fikirleri kolayca kabul ederler.

saflık ve gerçek aşkı, ancak hayal gücünü araştırma ve düşünmeyle düzenleyen belirli kimselerde bulunur. bir köyün sakinleri, rahiplerinden, dini konuşmalarına çok latince karıştırdığı zaman memnun oldukları kadar hiçbir zaman memnun olmazlar. kendilerine anlamadıkları şeylerden söz eden kimseyi, cahiller, çok bilgili bir adam sanırlar. kavimlerin safdilliğinin ve onlara rehberlik iddiasında bulunanların nüfuz ve egemenliğinin esas ilkesi işte budur.

ahiret aleminin insan türü için gerçek hiçbir yararı olmasa da, insan türünü oraya göndermeyi üstlenenler (yani ilahiyatçılar) için yararı büyüktür!

16.04.2019

geriden gelen atlar

charles bukowski

bir kuşu sikmek için önce yakalamak gerekir.

deha mutlaka keşfedilir.

"zaman bütün iyileştirmeleri yaralar."

düzüşmek bisiklete binmek gibidir: seleye oturduğun anda denge ve sihir oradadır yine.

kadınlar sahtekarlara çok güzel yalan söyledikleri için vurulurlar.

bol bol düzüşen insanlar başkaları düzüşemediğinde bunu gülünç bulurlar.

kimseye güvenme. insan her zaman ihanet eder sonunda.

hayatta tahammül edemediğim bir şey varsa o da yapış yapış duygusallıktır.

herkesin mutlu olma biçimi farklıdır.

insanın talihi bozulunca ilk giden yüzü olur. diğer çürümeler daha yavaş gerçekleşir.

bir insanı mutlu etmek bile yaşamın hakkını vermeye yeter.

herkes arada sırada annesine ihtiyaç duyar.

intiharların havada asılı kaldığı ve sineklerin çamurla beslendikleri yerlerde daha uzun sürer yazlar.

bir metropol gazetesi kötü haber yazmadan önce kendi nabzını ölçer.

ahali geriden kopup gelen atları sever.

hemen hemen her insan aptallığının derecesini bilir ama şan ve şöhretin kısa ömürlü düşünde kim yaşar?

tanrım, çok tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. her şeyimiz var ama hiçbir şeyimiz yok.

aristippos

diogenes laertios

"eğitimsiz olmaktansa dilenmek daha iyidir. nitekim berikinin parası yoktur, ötekinin insanlığı."

dionysios ona "neden filozoflar zenginlerin kapısına geliyor da, zenginler filozofların kapısına hiç gitmiyorlar?" diye sorunca, "çünkü filozoflar kendilerinde neyin olmadığını bilirler, öbürleri ise bilmez." diye yanıtladı.

"hazlar arasında fark yoktur ve bir haz ötekinden daha hoş değildir. bütün canlılar hazzı arar, acıdan kaçarlar."

bir gün deniz yoluyla korinthos'a giderken fırtınaya yakalanınca korkudan allak bullak oldu. biri, "biz sıradan insanlar korkmuyoruz; ama siz filozoflar korku içindesiniz." deyince, "evet, çünkü tehlikeye attığımız canlar aynı değil." dedi.

"minnet, dostluk ve iyilik diye bir şey yoktur; çünkü bunları kendileri için değil, gereksinim duyduğumuz için isteriz. gereksinim yoksa bunlar da yoktur."

bir hetaira ile yaşadığı için onu suçlayana, "bir zaman içinde birçok kişinin yaşadığı evle hiç kimsenin yaşamadığı bir ev almak arasında ne fark var?" diye sordu. beriki, "hiç fark etmez." dedi. "peki, bir zaman içinde binlerce kişinin yolculuk yaptığı gemiyle hiç kimsenin binmediği bir gemide yolculuk yapmak arasında ne fark var?" "hiç." "o halde, birçok kişinin yararlandığı ya da hiç kimsenin yararlanmadığı bir kadınla yaşamak da fark etmez."

aristippos'un yaşayışına bağlı kalanlar ve kyreneliler diye anılanlar, şu görüşleri savunuyorlardı:

"bilgeler her şeyi kendisi için yapar; çünkü hiç kimseyi kendisiyle aynı değerde görmez."

"aptallarda gereksinim ortadan kalktı mı dostluk da yok olur gider; bilgeler de kendilerine yettikleri için dosta gerek duymazlar."

bedel

ömer hayyam


şarap içip şen olmak benim ayinimdir
aldırmamak ne küfre ne dine, dinimdir
başlık parası sordum dünya gelinine
"senin şen gönlün" dedi, "benim bedelimdir"

15.04.2019

ufo

carl gustav jung

dünyanın önemli bir dönüm noktasına geldiğini birçok insan sezinliyor ama bu büyük değişikliği nükleer parçalanmaya ve roketlere bağlıyorlar ve bu arada insan ruhunda neler olup bittiği sorunsalı görmezden geliniyor.

tanrı imgesinin, psikolojik bağlamda, ruhun özünün bir göstergesi olduğu ve bu imgede, dünya politikasında bile ciddi bir ikiye bölünmüşlük yaratan bir çatlağın bulunduğu artık insanoğlunun farkına vardığı bir gerçektir ve bu nedenle, yerine başka bir şey koyma gereksinimi ortaya çıkmış ve bu gereksinim kendini, ruhtaki karşıtların bir sentezi olarak bütünlüğü dairesel simgelerle göstermek olarak ortaya çıkmıştır.

1945 yılından beri ortada dolaşan ufo söylentilerini kastediyorum. bu söylentiler ya hayal ürünü ya da gerçek. ufo'ların başka gezegenlerden ya da dördüncü bir boyuttan geldikleri savunuluyor.

bu söylentilerin başlamasından aşağı yukarı yirmi yıl önce, 1918'de, ortak bilinçdışı üzerinde yaptığım araştırmalarda buna benzer bir evrensel simgenin varlığını ortaya çıkarmıştım. buluşumu açıklamadan önce, emin olabilmek için on yıl boyunca bilgi topladım.

mandala, çağlar boyunca varlığı kabul edilmiş bir arketip imgesidir ve benliğin bütünlüğü anlamına gelir. bu dairesel imge ruhsal özün bütünlüğünü ya da mitsel bağlamda, insanda var olan tanrısallığı simgeler. boehme'nin mandalasının tersine, yeni mandalalar bütünleşmeyi, ruhsal bölünmeyi telafi etmeyi ya da bu çatlağın üstesinden gelebilmeyi umut ediyorlar. bu işlem ortak bilinçdışının bir ürünü olduğu için kendini her yerde gösteriyor. ufo olaylarının dünyayı sarmış olması bunun kanıtıdır ve ufo'lar dünyanın bugün içinde bulunduğu ruhsal durumun belirtileridir.

onuncu ay

osho

önce hindu zihninin bütün dünyayı yönettiği bir dünya vardı. ne zaman hindistan'da sabah olursa tarih o zaman değişirdi. ingiltere'de gece yarısı olurdu, onlar da takvim tarihini o zaman değiştirirdi. bu böyle devam etti.

ingiltere'de parlamentonun üç yüz yıl önce, yılı 1 ocak'ta başlatmak için özel bir yasa çıkardığını duyunca şaşıracaksın. ondan önce yıl 25 mart'ta bitiyordu. yılı 25 mart'ta bitirmek ne demektir? bunun bir anlamı yoktur. ama bu hint yılının bittiği gündü. mart 25'te hint yılı bitiyordu ve bu bütün bir yıl sürüyordu. bunu değiştirmek için özel bir yasa yapmaları gerekmişti.

ingilizcede aralık (december) onuncu ay demektir ama on ikincidir. aralık'ın ingilizcesi dush (sanskritçede on) kelimesinden gelir. ama o neden on ikinci aydır? hint yılında onuncudur. eski gelenek devanı etmiştir, takvimleri hindistan'dan alınmıştır.

aralıkın son haftası tüm dünyada xmas olarak bilinir. x romen rakamlarında ondur ve mas sanskritçe'de ay demektir. xmas onuncu ay demektir, aralık demektir. ama neden? aralık onuncu ay olmamalıdır. ama mahabharata'dan önce, yaklaşık beş bin yıl önce hint takvimi'nde onuncu aydı.

14.04.2019

nevrotik insan

alfred adler

bütün nevrozlular başkalarına söz geçirebilecekleri kadar kendilerini güçlü hissedebilecekleri yerde bulunmak ister, yaşamın öteki taraflarında oyalanmaktan kaçarlar.

çok sayıda nevrozlu, kendilerini yetersiz hissedip hissetmedikleri sorusuna "hayır" karşılığını verecektir. hatta bazıları şöyle yanıtlayacaktır soruyu: "tam tersi. çevremdeki insanlardan üstün olduğumu pekala görmekteyim."

nevrozlu kimseye böyle bir soru yöneltmemizin bir gereği yoktur; onun yalnızca davranışını gözlemlemek bize yetecek, söz konusu kişinin önem ve değerine kendini inandırmak için ne gibi numaralara başvurduğunu davranışı bize gösterecektir.

örneğin, üstünlük taslayan biriyle karşılaştık mı, bu davranışıyla onun şöyle demek istediğini tahmin edebiliriz: "başkaları beni görmezden geliyor. ben de onlara kendimi kanıtlamak istiyorum." konuşurken var gücüyle ellerini kollarını oynatan birine rastladık mı, davranışından içinde şöyle bir duygunun yaşadığı sonucunu çıkarabiliriz: "elimi kolumu oynatarak vurgulamazsam sözlerimin hiçbir ağırlığı olmaz."

başkalarından üstünmüş gibi davranan kişilerde bir aşağılık kompleksinin olabileceğini ve kompleksin pek büyük çabalarla gizli tutulmaya çalışıldığını düşünebiliriz. boyunun fazla küçük olduğu tasası içinde yaşayan biri, boyunu büyük göstermek için parmaklarının ucuna basarak yürür adeta. özellikle bu davranışı, boylarını birbirleriyle karşılaştıran çocuklarda bazen izleyebiliriz. ötekilerden daha kısa olduğunu düşünen çocuk uzanıp gerinir, vücudunu dimdik tutmaya çalışır, boyunu olduğundan daha uzun göstermeye çaba harcar. "boyunun yeterince uzun olmadığına inanıyor musun?" sorusunu yönelteceğimiz böyle bir çocuktan, boyunun kısalığını kabullenip bunu açıkça söylemesini pek bekleyemeyiz. dolayısıyla, güçlü bir aşağılık kompleksini içlerinde barındıran kimselerin mazlum, sakin, çekingen ve yumuşak başlı kimselermiş gibi bir görünüm sergileyeceği hiç de doğru değildir.

nevrozlular karşı cinsten olanlara pek yakınlık göstermez ya da bu yolda hatalı girişimlerde bulunurlar. dostları ve ahbapları yoktur, başka insanları hiç umursamaz, gece gündüz iş güçleriyle uğraşmaktan başlarını kaldıramazlar. akılları fikirleri işlerindedir; hatta gece düşlerine girer işleri. kendilerini bir gerilim durumuna sokar, böyle bir durumda nevroz belirtileri doğup ortaya çıkar, mide yakınmaları ya da benzeri rahatsızlıklar kendilerini açığa vurur.

nevrozlular mide yakınmalarının, sevgi ve toplumsal sorunlarla gereği gibi ilgilenememelerini bağışlatacağını düşünürler. bazen de sürekli meslek değiştirir, kendilerine sözde daha uygun uğraşlar arayıp durarak vakit geçirirler. sonunda görülür ki yapıp ettikleri hiçbir iş yoktur, değişik uğraşlar arasında kararsız yalpalayıp durmaktadırlar.

bir akıl hastasından normal bir insan gibi davranmasını beklemek hataların en büyüğüdür. akıl hastalarının normal insanlar gibi davranmadıklarına neredeyse herkes kızıp içerler. bu hastalar yemek yemeye yanaşmaz, giysilerini yırtıp paralar ve bunun gibi daha pek çok işe kalkışır. bırakalım yapsınlar istediklerini. onlara yardım elini uzatmanın bir başka yolu yoktur.

coole'un yaban kuğuları

william butler yeats



ağaçlar güz güzelliğinde
korunun yolları kuru
ekim'in alaca karanlığında
duru bir göğü yansıtıyor sular
taşların üzerinden akan sularda
elli dokuz kuğu

bu geçirdiğim on dokuzuncu güz
hesabını tuttuğumdan bu yana
daha saymayı bitirmeden baktım
birden havalanıyorlar
ve döne döne dağılıyorlar
gürültülü kanatlarıyla

öyle baktım da o parlak yaratıklara
şimdi yüreğim yaralı
her şey değişmiş, alaca karanlıkta
duyduğumdan beri, ilk kez bu kıyıda
kösnüyle çırparken kanatlarını başımın üstünde
daha yumuşaktı uçuşları

hâlâ bıkmadan sevgililer birer birer
ya soğuk dost derelerde yüzüyor
ya da havalanıyorlar
gönülleri yaşlanmamış
tutku ya da elde etme isteği
nereye giderlerse gitsinler, hâlâ yüreklerinde

hâlâ yüzüyorlar işte durgun sularda
gizem içinde, güzel
kim bilir hangi sazlıkta
yapacaklar yuvalarını, hangi gölün
kıyısında ya da havuzda güzellik sunacaklar
uyanıp onların gittiğini anladığımda

polis

irvine welsh

polisler kendilerini sonradan keşfeden dolandırıcılardır.

insanlar suçu sonradan öğrenir; çünkü bir suç kültürü içinde yetişirler. çoğu aynasız işe suç karşıtı olarak başlar; bu yüzden diğerlerine yetişmeleri zaman alır. ama bu suç kültürüne dibine kadar balıklamasına daldıkları için, meslekleri dolayısıyla, herkesten daha hızlı kaparlar.

bugünlerde kötü adamların girebileceği en iyi yer güvenlik kuvvetleri. piyasada neler olup bittiğini anlayabilmek için.

12.04.2019

yeniden doğum

clarissa pinkola estes

uyku yeniden doğumun simgesidir. yaratılış mitlerinde, bir süreliğine bir dönüşüm meydana gelirken ruhlar uyumaya giderler; çünkü uykuda yeniden yaratılırız, yenileniriz. en katılaşmış, yaşayan en zalim ve acımasız kişilere bile, uyurken ve kalktığı sırada bakışlarınızı yöneltirseniz, onlarda bir an için bozulmamış çocuk tinini, saf masumiyeti görürsünüz. uykuda yeniden bir şirinlik haline gireriz. uykuda yeniden yaratılırız. içeriden dışarıya doğru, masumlar kadar taze ve yeni olarak yeniden bütünleniriz.

bir kuvveti, yaratığı, kişiyi ya da şeyi adlandırmanın pek çok anlamı vardır. adların büyülü ya da uğurlu anlamlarından ötürü dikkatle seçildikleri kültürlerde bir kimsenin gerçek adını bilmek, o kişinin hayat yolunu ve ruhsal özelliklerini bilmek demektir. gerçek adın genellikle gizli tutulmasının nedeni, o kişinin adın gücüyle birlikte büyüyebilmesi, kimsenin hakaret etmemesi ya da zihninin çelinmemesi ve tinsel otoritesinin tam olarak gelişebilmesi için adın sahibini korumaktır. insan çok isteyebilir ve hatta bunun için gücünü de kullanabilir; ama hiç kimse karşısındakinin adını bilmeden, derinlemesine bir ilişki kuramaz. adlara sıkı sıkıya sarılın; adlar her şeydir.

psişik olarak en olumsuz anlamıyla kış, dokunduğu her şeye ölümün öpücüğünü getirir. soğukluk, herhangi bir ilişkinin bitişini ifade eder. eğer bir şeyi öldürmek isterseniz, ona karşı soğuk durmanız yeterlidir. insan, duygu, düşünce ya da eylem bakımından donuklaştığında, ilişkinin var olması da olanaksızlaşır. insanlar kendilerindeki bir şeyi terk etmek ya da birini soğukta dışarıda bırakmak istediklerinde onu görmezden gelirler, davet etmezler, dışarıda tutarlar, seslerini duymamak ya da görmemek için yollarını bile değiştirirler.

10.04.2019

din ve bilim

antonio lopez campillo / juan ignacio ferreras

tanrılar meçhulden duyulan korkudan doğmuştur.

iç huzurunun en önemli bileşenlerinden biri, güvende olduğunu bilmektir. var olmaya devam edeceğinden emin olamamak, korku ve bunalıma yol açar. güçlü ve iyi bir varlık tarafından korunduğunu, esirgendiğini bilmek insanı sakinleştirir. üzerlerine titreyen bir baba olmayınca yoksullar ancak kadir ve affedici, aynı zamanda adil, kıskanç ve kindar bir tanrıya güvenebilir.

bilimin ise işleyiş biçimi, özü farklıdır. bilimsel bilgi, eleştirel düşüncenin uç biçimlerinden biridir. bilim adamları gözlerinin önündekine bile şüpheyle yaklaşarak sürdürür çalışmalarını. bu "imansızlar"ın öyleyse başka türden inançları vardır. birtakım varsayımlardan yola çıkarak çevrelerini anlayabileceklerine inanır onlar.

işte o varsayımlardan bazıları: dışarıda bizim algıladığımızdan farklı bir dünya vardır. dünya akılla kavranabilir. başka bir yerde olup bitenler bir yana bırakılarak dünya küçük parçalar halinde, yerel olarak incelenebilir. dünya matematiğin yardımıyla betimlenebilir. ve bütün bu varsayımlar evrenseldir.

söz konusu varsayımlar felsefi öncüllere dayanmaz. gayet kabul edilebilir bir dünya tassavuruna yol açan, ayrıca hepi topu parçası olduğu bir doğal ortamda yaşayan insanın durumunu anlamaya olanak veren uzun -binlerce yıllık- ve zor -kanlı- bir deneyimin ürünüdür.

bilim, insanın farkına vardığı sorunlar ve ihtiyaçlara daima doğrulanmış, kontrol edilmiş cevaplar getirmeye çalışmıştır. dinse, cevaplar önerdiğinde bile, hiçbir zaman en küçüğünü dahi doğrulayamamıştır.

ideoloji

noam chomsky

size bir zamanlar harvard hukuk fakültesi'ne gelen ve bir süre burada kalan siyahi hakları savunucusundan duyduğum bir hikâyeyi anlatayım. bir keresinde bir konuşma yapmış ve gençlerin uzun saçları, sırt çantaları, toplumsal idealleri, kamu hizmetleri ve adalet alanında çalışarak dünyayı değiştirmek yolundaki fikirleri ile harvard hukuk fakültesi'ne geldiklerini söylemişti. bu ilk sene. nisan ayında yaz stajları için wall street şirketlerinden personel alım memurlarının geldiğini söylemişti. rahat bir yaz işi bul ve bir sürü para kazan. dolayısıyla öğrenci şöyle düşünür: "ne olur ki? bir günlüğüne tıraş olurum, bir ceket giyerim bir de kravat takarım. bu paraya ihtiyacım var, öyleyse neden almayayım?" bir günlüğüne bir ceket giyerler, bir de kravat takarlar ve yaz işine girerler. yazın giderler, sonbaharda geldiklerinde ceket ve kravat kalmıştır, itaatkârlık gelişmiş ve ideolojide kayma olmuştur.

9.04.2019

boş umut

john milton


mutluluk ve son acı, tutku ve duygusuzluk, şan ve utanç
boş zeka, anlayış ve sahte felsefe -ama hoşa giden büyüyle
bir süre için acı ya da keder cezbedilir ve boş umut çekilir
ya da inatçı göğse çelik zırh takılabilir, bir başka yerde
kalabalıklar yerleşebilecekleri yumuşak iklimli yerler ararlar

henüz 17 yaşında

ahmet mithat efendi

dünyada en doğru bir şey varsa o da paradan ibarettir.

eğer halkın arzu ve isteklerine göre bir hüküm verecek olursan pek çok durumda halk kadar gülünç olursun.

benim için tiyatro oyuncusu denen mahluk, bir edebiyatçınıhn en ulvi duygularını tiyatro sahnesinde hakkıyla canlandıran sanatkârdır.

her şeyin, her halin insanda uyandıracağı hisler, daima o insanın önceden sahip olduğu yatkınlıklarıyla uyumlu olur.

biri fikir beyan ederken onda özel bir tavır, bir ifade, bir eda vardır ki insan biraz detaycı olup da güzelce dikkat edecek olursa, konuşanın söylediği sözün, vicdanına uygun olup olmadığını bayağı iyi anlar.

bir başkasını memnun ve mutlu ederek zevk aramaya şaşılacak bir manasızlık gözüyle mi bakarsınız? halbuki bu durum insanlar için genel bir şeydir. bu da insan yaradılığının büyük bir gerekliliğidir ki tesiri her şeyden kıymetli olsa da birçok konuda insan farkına varamaz.

çok vakitler olur ki bizim en çok hoşlandığımız, sevdiğimiz adamlar, bizi en çok sevenler değildir. bizi en çok sevenleriyse biz sevmeyiz.

sevgi iki taraftan olur. hem de kuru kuruya sevgi de karın doyurmaz. insanın sırtı giysi ister. boğazı yemek ister.

insanda yaradılışın hükmünden ziyade karakterin hükmünü kabul etmek kaçınılmazdır.

bir derde ortak olanlar ne kadar çoğalırsa asıl dert sahibi o kadar teselli bulur.

sevgiden emin olamayan bir kadının, bari merhametten olsun emin olabilmesi yine bir mutluluk sayılır.

aşkta bir çeşit cinnet de bulunmasına, âşığın hareketlerinin hiçbirinde adeta deliden fark olmamasına karşılık, merhamet ve şefkate mağlup olarak bir harekette bulunan insan, o kadar akıllıca davranır ki akıl bile hayran kalır.

ben diyorum ki türklükte, islamiyet'te ve osmanlılıkta bu iğrenç şey yoktur. ancak frenklikten gelmiştir. o şapkalar yok mu o şapkalar? işte onlar hangi memlekete girmişlerse orada bu pislik türemiştir. henüz şapkaların girmemiş olduğu yerlere gidiniz de haydi bakalım bir kerhane bulunuz!

sonradan hakikat olan şeylerin hepsi başlangıcında birer hayalden ibaretti. bir adamın düşüncesi doğru bile olsa ona "hayal" demek mümkündür. o düşünce, birçok adamlara yayılınca smi "genel kanı" olur. genel kanıların hükmettiği bir şey ise pek az bir zaman içinde ve kolaylıkla mutlak gerçeğin suretini almakta gecikmez.

şu kızlardaki bu rezil ve taşkın hal de bir hastalıktır. hem de yalnız kızların kendi beden ve ruhlarındaki hastalık değil, medeniyetin şimdiki cemiyetinin beden ve ruhundaki bir bulaşıcı hastalıktır.

keder ve ümitsizliğin son noktasında olan insan dünyaya baktıkça âlemi de kendisi gibi kan ağlıyor zanneder.