31.10.2021

uzun lafın kısası

octavio paz:
insan ancak devrimci bir toplumda kendini gerçekleştirebilir ve kişiliğini bulabilir. 

oğuz atay: senin aynadan gördüğünü ben duvardan görürüm.

pascal mercier: geçmiş şeylerin izleri beni neden üzüyor, bunlar sevinçli bir şeyin izleri olsalar bile?

paulo coelho: yapman gereken sadece dikkat etmek; dersler daima sen hazır olduğunda gelir ve sen işaretleri çözebilirsen bir sonraki adımı atman için bilmen gereken her şeyi öğrenebilirsin.

hakan günday: medeniyetten daha kötü bir şey varsa o da medeni olmaya çalışan bir medeniyetsizliktir.

julio cortazar: seni unutacağım. çok yakında seni unutacağım, mecburum, biliyorsun. senin bana dediğin gibi "görüşürüz" diyeceğim ben de sana ve ikimiz de yalan söylemiş olacağız. ama biraz daha kal, zamanımız bol. bazen bu da şiirdir.

marquis de sade: şehvet, yaşamak için gereken bir yaşam iksiridir. taşakları olmayan erkeğin tutkuları da olmaz.

mario puzo: hayattaki tek hakikati söyleyeyim mi sana? kadın. her şeyin başlayıp her şeyin bittiği yer kadındır. hayatta uğruna yaşamaya değer tek şeydir o. bunun dışında her şey düzmece, yapay ve boktandır.

scott adams: insan zihni bir ilüzyon jeneratörüdür, gerçeğe açılan bir pencere değil.

cenap şahabettin: o adamlara acırım ki çevresindekilere uymak için küçülmeye ve yüksekliklerinden feda etmeye mecbur olurlar.

goethe: ihtişamlı odalar ve şık ev gereçleri, düşünmeyen ve düşünce sahibi olmaktan hoşlanmayan insanlar içindir.

halil cibran: ruhlarımız, yazgının sert rüzgarlarının merhametindeki çiçekler gibidirler. sabah melteminde titreşir ve gök yüzünden dökülen kırağının altında boyunlarını eğerler.

27.10.2021

evlilik

mehmet rauf

karanlık evlerinde yosunlanan kadınlar için hiç kimse yaşıyor diye iddia edemez.

evlilik yapılırken soruşturulan şey yalnız mevki, yalnız servet ve yalnız namus meselesidir. ahlak ve tavır, eğilimler ve fikirler bizim için o kadar önemsiz şeylerdir ki bahse bile layık görülmez. düşünmezler ki hayat yalnız bunlardan oluşmuş ve yalnız bunlardan ibarettir.

ilk günler yenilik ve ilk heyecanlar arasında belki biraz memnun oluruz ve bu gaflet devresini nikâhın kerametine verirler ve hemen mutlu olduğumuza karar verilir. çok geçmeden arada önüne geçilemez huyların çatışması ve çarpışması, benliklerin, bencilliklerin davası çıkar.

asırlardan beri daha nice nur gibi genç kızlar bu uğursuz gaflet içinde, bu menfur usule kurban olarak aynı savaşta şehit olmuşlar ve bugün inat uğruna feda olan bütün bu zavallı kızlara merhamet olunup da adamca, insanca bir usulle bu uğursuz âdetler ıslah edilinceye kadar daha nice binlercesi durmaksızın kurban olacaklar.

26.10.2021

osmanlı'nın mirası

daron acemoğlu / james a. robinson

neolitik devrim'de dünyaya öncülük eden orta doğu'ydu ve ilk şehirler günümüzdeki ırak'ta ortaya çıkmıştı. demir ilk kez türkiye'de izabe edildi ve orta doğu orta çağ'a dek teknolojik bakımdan dinamik bir bölgeydi.

neolitik devrim'in dünyanın bu bölgesinde ortaya çıkmasını sağlayan, orta doğu'nun coğrafyası değildi; ayrıca orta doğu'yu fakirleştiren de coğrafyası değildi. bunun nedeni osmanlı imparatorluğu'nun genişleyip güçlenmesiydi ve bugün orta doğu'nun fakir kalmasının nedeni de bu imparatorluğun kurumsal mirasıdır.

nasıl latin amerika'nın siyasal ve ekonomik kurumları 500 yıl boyunca ispanyol sömürgeciliği tarafından şekillendirildiyse orta doğu'nunkiler de osmanlı sömürgeciliği tarafından şekillendirildi.

1453'te sultan ii. mehmet komutasındaki osmanlılar konstantinopol'ü ele geçirdiler ve başkent yaptılar. yüzyılın geri kalanında osmanlılar balkanların büyük kısmını ve türkiye'nin geri kalanının büyük bölümünü fethetti. 16. yüzyılın ilk yarısında osmanlı hakimiyeti tüm orta doğu ve kuzey afrika'ya yayıldı. 1566'da, muhteşem süleyman olarak bilinen sultan süleyman öldüğünde, imparatorlukları doğu'da tunus'tan başlayıp mısır üzerinden arap yarımadası'nda mekke'ye ve bugünkü ırak'a kadar yayılmıştı.

osmanlı devleti mutlakıyetçiydi, sultanlar çok az kişiye karşı sorumluydu ve gücü kimseyle paylaşmıyorlardı. osmanlıların uygulamaya koyduğu ekonomik kurumlar son derece sömürücüydü. toprak için özel mülkiyet söz konusu değildi, resmi olarak tümü devlete aitti. toprak ve tarımsal ürünün vergilendirilmesi savaştan elde edilen ganimetle birlikte devlet gelirinin temel kaynağını oluşturuyordu.

buna karşın, osmanlı devleti orta doğu'ya anadolu'ya hakim olduğu gibi ya da ispanyol devletinin latin amerika toplumuna hakim olduğu ölçüde bile hakim olamadı. osmanlı devleti arap yarımadası'nda sürekli olarak bedevilerin ve diğer kabilelerin meydan okumalarıyla karşılaştı. orta doğu'nun büyük kısmında yalnızca kalıcı bir düzen kurabilmekten değil aynı zamanda vergi toplayacak idari kapasiteden de yoksundular. dolayısıyla becerebildikleri yoldan vergi toplasınlar diye bu hakkı başkalarına devretmek suretiyle işi şahıslara havale ettiler. bu mültezimler özerk hale geldiler ve güçlendiler.

orta doğu'da vergi oranları çok yüksekti, köylülerin ürettiğinin yarısı ile üçte ikisi arasında değişiyordu. bu gelirin büyük kısmı mültezimlere gidiyordu. osmanlı devleti bu bölgelerde kalıcı bir düzen sağlamayı başaramadığından mülkiyet hakları güvence altında olmaktan çok uzaktı ve silahlı gruplar bulundukları bölgelerin kontrolü için yarıştıklarından hukuksuzluk ve eşkıyalık almış yürümüştü. örneğin filistin'de durum öyle vahimdi ki, 16. yüzyıl sonundan itibaren köylüler en verimli toprakları bırakarak eşkıyaya karşı kendilerine daha fazla koruma sağlayacak dağlık bölgelere kaçtılar.

osmanlı imparatorluğu'nun kentsel alanlarındaki sömürücü ekonomik kurumları bundan daha az boğucu değildi. ticaret devlet kontrolündeydi ve meslekler loncalar ve tekeller tarafından katı bir biçimde düzenlenmişti. sonuç, sanayi devrimi sırasında orta doğu'nun ekonomik kurumlarının sömürücü nitelikte olmasıydı. böylece bölge ekonomik açıdan durgunlaştı.

1840'lara gelindiğinde osmanlılar kurumlarda reform yapmaya -örneğin, iltizam sistemini tersine çevirerek yerel özerkliğe sahip grupları kontrol altına almaya- çalışıyordu. fakat mutlakıyetçilik birinci dünya savaşı'na kadar sürdü ve reform çabaları hem yaratıcı yıkımın doğurduğu bildik korkular hem de elit grupları saran ekonomik ve siyasal anlamda kaybedecekleri endişesi nedeniyle engellendi. osmanlı reformcuları tarımsal verimliliği artırmak için arazi mülkiyeti haklarını uygulamaya koymaktan söz etseler de siyasal kontrole ve vergiye duyulan istek nedeniyle statüko devam etti.

osmanlı sömürgeciliğini 1918'den sonra avrupa sömürgeciliği izledi. avrupa hakimiyeti bittiğinde ve sömürücü sömürge kurumları bağımsız elitlerin kontrolüne geçtiğinde sahra-altı afrika'da gördüğümüz dinamikler devreye girdi. bazı durumlarda, örneğin ürdün monarşisinde, bu elitler doğrudan sömürgeci güçlerin ürünüydü; fakat bu, afrika'da sık rastlanan bir durumdu.

günümüzde petrolü olmayan orta doğu ülkeleri fakir latin amerika ülkeleriyle benzer gelir düzeylerine sahiptir. köle ticareti gibi yoksullaştırıcı kuvvetlerden mustarip değildiler, avrupa kaynaklı teknoloji akışından daha uzun bir dönem boyunca yararlandılar. orta çağ'da orta doğu da nispeten dünyanın ileri bölgelerinden biriydi. dolayısıyla bugün afrika kadar fakir değil; fakat insanlarının büyük çoğunluğu hâlâ yoksulluk içinde yaşıyor.

the end of the f***ing world

çoğunlukla hayatının en önemli anlarını oldukları anda kavrayamazsın. önemlerini geriye dönüp baktığında anlarsın.

insanlar sarhoş olur ve belki gündüz olsa yaşanmayacak şeyler gece yaşanabilir. ve bunun sürpriz olması aynı zamanda kötü olduğu anlamına da gelmez.

cinayetten sonra diğer suçlar daha kolay gelmeye başlamıştı.

dünya öyle bir yer ki.. "çocuklar, uyuşturucu kullanmayın. ama modern kölelerin alın teri ve gözyaşlarıyla üretilmiş telefonlardan alması için annenizin başının etini yiyin." sistemle savaşman gerek. mecbursun evlat. çünkü gerçekten boktan bir zamanda yaşıyoruz. bunu sakın unutma.

biriyle önemli bir şey konuşacaksanız onun gözlerine bakmamak daha iyi. yüzleşmemiş oluyorsunuz böylece.

bana birinin söylediği en bilgece şey şuydu: "dengesiz bir dünyada çılgın olmak delilik değil, akıllılıktır."

o kadar garip ki.. bir şeyi bu kadar uzun zaman istedikten ve berbat bir şey olmasından o kadar korktuktan sonra, hiç berbat olmadığını, muhteşem olduğunu görmek öyle güzel ki..

yıllarca görmeyince birinin her şeye cevap olacağını düşünmek kolay. çünkü o aslında gerçek değil. insanlar cevap olamazlar, sadece yeni sorular yaratırlar. "neden bu kadar işe yaramaz bir babasın?" gibi sorular.

sonunda terk edeceksen gidip çocuk yapmamalısın. çünkü hayatları boyunca yanlış bir şey yaptıklarını düşünürler.

25.10.2021

din

jiddu krishnamurti

inancı ve dogmayı salt kabullenmek değil; tanrı, hakikat veya ne derseniz deyin onu arayıştır hakiki din.

çoğu insan dünyanın maddi nimetlerinden uzaklaşmanın dine doğru atılmış ilk adım olduğunu düşünür. fakat bu doğru değildir. yapılması en kolay işlerden biridir bu. ilk adım, tam ve bağımsız düşünme özgürlüğüne sahip olmak, yani hiçbir inanca bağlanmamak ve koşulların, çevrenin boyunduruğu altında ezilmemektir. böylece dinç, yetkin, özgüvenli, tam bir insan olabilirsiniz. ancak o zaman zihniniz özgür, tarafsız ve şartlanmasız bir halde tanrı'nın ne olduğunu bulabilir.

günahkâr denilen kişi saygın insandan daha yakındır tanrı'ya; çünkü saygın insan ikiyüzlülük kisvesine bürünmüştür.

genel anlamda bildiğimiz haliyle din bir dizi inanç, dogma, ayin, hurafedir; putlara, muskalara ve gurulara tapınmadır ve bizler bütün bunların bizi mutlak hakikate götüreceğini düşünürüz. nihai amaç kendimizi korumaktır; istediğimiz şey, bizi mutlu edeceğini sandığımız şey ölümsüzlük halinin garantisidir. bu kesinlik arzusuna saplanan zihin dogmalardan, papazlık işinden, batıl inançlardan ve puta tapınmadan oluşan bir din uydurur ve o dinin içinde uyuşur kalır.

eğer bir çocuk -iyi, zeki ve uyanık bir çocuk- sadece yedi yıl bir din adamı tarafından eğitilirse o çocuk öylesine şartlanır ki geri kalan yaşamı esasında hep aynı tarzda sürüp gider.

sadece bir kitapta cevap aramak veya kendini ne kadar ümit vaat etse de siyasi veya ekonomik bir sistemle özdeşleştirmek ya da batıl inançlarıyla dinsel bir saçmalığı hayata geçirmek veya bir gurunun peşinden gitmek, bunların hiçbiri insani sorunları anlamanıza yardım etmez; çünkü o sorunlar siz ve sizin gibiler tarafından yaratıldı. onları anlamak için kendinizi anlamalısınız.

22.10.2021

sanatta his ve fikir

samipaşazade sezai

ben hisetmediğim şeyi yazamam, daha doğrusu yazmak istemem. halbuki en büyük eserler histen ziyade fikirle yazılır, hissin galip geldiği eserler kadınlaşır.

mesela endülüs'teki arapların mimari sanatlarında his o kadar galip gelmiştir ki taştan duvarlarında kalpleri görülür, saray nakışlarındaki renklerin boyası hayallerinin gözyaşı ve tebessümlerindendir. bu kadar incelik kazanmış bir büyük medeniyetin ve yalnız yüksek ruhların görebileceği, insanın aklını başından alan bir şiir rüyasına dalmış arapların, benim büyük sadi'min "bütün insanlar ademoğludur; ama kurtlar gibi birbirlerinin kanını dökerler." dediği insanların arasında, bilhassa o zamanki haşin ispanyolların içinde varlıklarını sürdüremeyerek endülüs'ü terk etmeye mecbur edileceklerini, kendi büyük sanatları, dilinden anlayanlara söyler.

dünyanın en büyük ve en cani milleti olan romalıların güzel sanatlarında hissin hissesi yok gibidir. gök kubbeyi aşında tutacak gibi görünen mermer direkleri birer fikir, birer düşüncedir. mermer direkleri, mermer merdivenleriyle gün batımında al bir renge bürünen mağrur sarayları ebediyete karşı birer zafer takı gibi durur. namık kemal'in, süleyman nazif'in eserleri gibi..

21.10.2021

proje

ayn rand

büyük projeler böyle doğar, arkadaşlarla içilen bir içkiyle.

bilgelik, ne zaman hatırlayıp ne zaman unutmak gerektiğini bilmektir. tutarlılık ve süreklilik, insan neslinden beklenen akıllıca bir uygulama değildir.

insanın bir baloda entelektüel olması gerekmez. yalnızca neşeli olması yeter.

hizmetini kaba kuvvete sunan fizikçi, herhalde dünyadaki en uzun menzilli katil sayılır.

sanatçıların içinde, beğenilme arzusundan daha güçlü bir tek ihtiras vardır, o da, gelen beğeninin yapısını anlama korkusudur.

dünyada tekelden daha zararlı bir şey yoktur.

eğer işadamı, kendinin insanoğlundaki en yüce yaratma ruhunun tezahürü olduğunu bilmediği için dünyanın en aptal insanı sayılacaksa, işadamını kendi düşmanı sayan sanatçı kesinlikle ondan daha ahmaktır.

bilimadamının tek silahı mantıktır. onun da insanlar üzerinde hiç gücü yoktur.

insani içgüdülerin eksikliği hep yoksullarda ortaya çıkıyor. insanın hayırseverlik inceliklerini bilmek için paralı doğmuş olması şart.

dünyada tek kutsal değer insan aklıdır. insanın ihlal edilmez aklıdır.

dünyada kendi hayatına sahip olmak ve onu büyümek için harcayabilmek gibi bir servet var mı? yaşayan her şey büyümeli. olduğu gibi duramaz. ya büyürüm ya da yok olurum.

20.10.2021

düzmece

balzac

her şeyi olduğu gibi görmek, hiçbir şeye inanmamak demektir. sevgiye inanmamak, insana inanmamak hatta olaylara inanmamak; çünkü olaylar da düzmece olabilir. her şeyi olduğu gibi görmek için her sabah dostunuzun cüzdanını tartmak, kârınız nerdeyse o tarafa dümen kırmak için uygun anı kollamalı, yargınızı ertelemeli, bir sanat yapıtına ya da güzel bir etkinliğe hayranlığınızı belirtmekte acele etmemeli, her davranışta kendi çıkarınızı kollamalısınız. hayatımız böyle işte. pastanı hem yiyip hem saklayamazsın. paran yuvarlanmaz, cüzdanında kalır. yoksa hayat çok güzel olurdu.

19.10.2021

solon

diogenes laertios

"halk iyi yönetiliyorsa tanrı ve yasaların yararı vardır; ama kötü yönetiliyorsa hiçbir işe yaramazlar."

solon; borç yükünün azaltılması, yani borçların silinmesi, hacizlerin ve köleliğin kaldırılması uygulamasını atinalılara getiren ilk kişidir. nitekim insanlar bedenleri karşılığında borç alıyorlar ve birçok kişi yoksulluk yüzünden borcu karşılığı hizmet ediyordu. ilk olarak solon babasından kalan yedi talantlık alacağını bağışladı ve başkalarını da böyle yapmaya özendirdi. ve bu yasaya "borç affı yasası" adı verildi. sonra öteki yasalarını çıkardı ve döner levhalar üzerine yazdırdı.

"her insandan kendini sakın; dikkat et, yüreğinde gizlice nefret besleyip güler yüzle karşında konuşmasın, iki yanlı dili kara ruhundan yankılanmasın."

bazılarının anlattığına göre, kroisos bütün süslerini takıp takıştırarak tahtına oturmuş ve solon'a bundan daha güzel bir manzara görüp görmediğini sormuş. o da "evet, gördüm," demiş, "horoz, sülün ve tavus kuşu; doğa bunları binlerce kez daha güzel çiçeklerle bezemiştir."

"kendi korkaklığınız yüzünden belanızı bulduysanız bunun suçunu tanrılara bulmayın. bunları iktidara getirip siz büyüttünüz; bu yüzden de iğrenç köleliğe düştünüz. her biriniz tek tek tilkinin izinden yürürsünüz; ama bir araya geldiniz mi kafanız çalışmaz. kandırıcı sözler söyleyen adamın yüzüne bakarsınız; ama yaptığı işi görmezsiniz."

ayaklanma sırasında ne kenttekilerin, ne ovadakilerin ne de kıyıdakilerin arasında yer aldı. onun tanımına göre söz işin aynasıydı; kral, kudretiyle en güçlü insandı; yasalar örümcek ağı gibiydi. çünkü "eğer güçsüzsen ağa yakalanırsın; ama daha güçlüysen ağı parçalayıp çıkarsın."

"dilin mührü susmaktır, susmanınki ise zamanını ve yerini bilmektir." diyordu.

"kar'ın ve dolunun gücünü bulut taşır; gök gürültüsü parlak şimşekten doğar; devlet büyük adamların yüzünden yıkılır; halk farkına varmadan tiranın kölesi olur."

tiranların yanında güç sahibi olanları sayı boncuklarına benzetiyordu. çünkü her biri bazen artıyı bazen eksiyi gösterir; tiranlar da bu adamları kimi zaman güçlü ve parlak, kimi zaman onursuz kılarlar.

"zenginlikten doygunluk, doygunluktan da şiddet doğar."

babasını öldürene karşı neden yasa çıkarmadığı sorulduğunda, "böyle bir şeyi ummadığım için" diye karşılık verdi. insanların hiç haksızlık yapmamasının nasıl mümkün olacağı sorulduğunda, "haksızlığa uğramayanlar da haksızlık görenler kadar öfke duydukları takdirde" dedi.

atinalıların günleri aya göre hesaplamalarını öngördü. ve ozanların uydurmaları bir işe yaramaz diye, thespis'in tragedyalarını sahnelemesine izin vermedi.

apollodoros'un "felsefe okulları üzerine" adlı eserinde söylediği gibi, insanlara şunları öğütlemiştir:

"yemininden çok dürüstlüğe bağlı kal! yalan söyleme! ciddi işlerle uğraş! çabucak dost edinme, dost edindiğin kimseleri dışlama! önce boyun eğmeyi öğren, sonra buyruk ver! hoş olanı değil, iyi olanı öğütle! bırak akıl yol göstersin! kötü insanlarla düşüp kalkma! tanrıları onurlandır, ana babanı say!"

13.10.2021

haçlı seferleri

sevan nişanyan

haçlı seferlerinin islam dünyası için büyük bir travma olduğunu savunan bir arkadaşa email.

amin maalouf'u okudum. aynı konuda daha ciddi iki üç kitap daha okudum, hillenbrand'ınki yanımdaki rafta duruyor. yıllar önce profesör geannakopulos'un dersinde, az kimsenin umursadığı üçüncü perspektifi de görmüştük, bizans'ın bakış açısından haçlı seferleri.

edindiğim izlenim o ki islam dünyasında haçlı seferleri kayda değer bir iz bırakmadan geçmiş. avrupa tarihi açısından haçlı seferleri bir dönüm noktasıdır. oysa islam dünyasında, 200 seneden beri süren anarşi ve kör dövüşü ortamında ufak bir dipnottan öte pek ilgi görmemiş. anadolu'da etkili olmuş, galiba türkleri bir tür devlet örgütlenmesine mecbur etmiş. (haçlı seferleri olmasa türkler belki alelade bir askeri maceracı sınıfı olarak kalır, bizans düzeni içinde erirdi.) mısır'da eyyubi devletinin şekillenmesine vesile olmuş. o kadar.

islam dünyasında 19. yüzyıl sonuna dek haçlı seferlerini hatırlayan pek yoktur. islam tarihçiliğinde üzerinde durulan bir konu değildir. ehl-i salib deyimi ne zaman çıktı tam emin değilim ama 19. yüzyıldan önce hadisenin islam söyleminde bir adı olduğunu bile sanmıyorum. batı'dan öğrendiler. 19. yüzyıl sonundaki ezilmişlik hissiyle birleştirince konu birden duygusal ağırlık kazandı. avrupalıların bir kahramanlık destanı olarak anlattığı konuyu tersinden okumaya giriştiler.

islam tarihinde asıl büyük travma moğol istilasıdır. islam dinini çöküşün eşiğine getirdiler. arap aristokrasisini bir daha belini doğrultamamacasına tükettiler. haçlıların aksine bilfiil büyük islam toplulukları üzerinde gayrimüslim (ve anti-müslim) bir unsur olarak hüküm sürdüler. islam medeniyetinin kıvılcımının sönmesi hemen hemen kesin olarak 13. yüzyıl sonlarına tarihlenir. moğollardan 200 sene önceki türk istilası da büyük bir travmaydı. ama moğolların aksine türkler zaten müslümandı. hızlıca adapte oldular. kısa bir bocalamadan sonra islam medeniyeti toparlandı, iyi ürünler vermeye devam etti. 

silah zoruyla din yayma kepazeliğini bu coğrafyalara getiren haçlılar değildir, islam'dır. bana sorarsan insanlık tarihinin büyük felaketlerinden biridir. hristiyanlık, roma'nın var olan egemenlik alanında serpildi. zorbalık kariyerini istila ve çapul sahasında değil, iç toplumsal baskı alanında geliştirdi. roma'nın egemenlik sınırları ötesine (mesela iran'a, iç asya'ya, çin'e, habeşistan'a) hristiyanlar yalınayak zahitler ve keşişler olarak gittiler. silah zoruyla din yayma adetini hristiyanlıkta en erken 10. yüzyılda, macar istilalarının ardından doğu ve kuzey avrupa'ya sefer eden şövalye tarikatlarında görürsün. bunların da çoğu ideolojik formasyonunu ispanya ve sicilya'da müslümanlarla çatışmada kazanmıştır. üç büyük şövalye tarikatından ikisinin kurucularının geçmişinde ispanya deneyimi vardır. 1. haçlı seferinin askeri liderleri olan roger ve tancred 1060-70'lerde sicilya'da müslümanlarla savaştı.

haçlı seferleri, müslümanlardan öğrenilmiş bir "cihat" zihniyetinin ürünüdür. hristiyan kültürünün bir yönüyle "müslümanlaşmasının" eseridir. aksiyon değil reaksiyondur. tetikleyici hadise 1081'de (83 müydü?) kudüs'ün türkler tarafından işgaliydi. bardağı taşıran damla oldu. 11. yüzyıl sonunda türkler islam dini adına koskoca anadolu ile suriye-filistin'i ele geçirip yağmaladılar. bu travma olmuyor da, bir avuç avrupalı maceraperestin suriye-filistin sahilinde bir düzine kasabayı ele geçirmesi mi travma oluyor? hadi canım sen de!

12.10.2021

kitap endüstrisi

alberto manguel

kitap endüstrisi yalnızca bir dogmayı üretmekle kalmaz, aynı zamanda dışında kalanlara çok küçük bir alan bırakır. kitapçı zincirleri vitrinlerini ve sergileme standlarını en yüksek teklifi verene satarlar, böylece halk, yalnızca yayımcının ücretini ödediği eserleri görebilir. dolayısıyla, çok satan olduğu duyurulan kitapların oluşturduğu yığınlar bir kitap dükkanındaki alanın çoğunu kaplar. her birinin üzerinde, aynen yumurtaların üzerindeki gibi bir "son satış" tarihi vardır ki, bu da üretimin sürekliliğini teminat altına alır. sözümona düşük kültürlü okurları hedef alan genel gazete politikasının baskısı altındaki kitap ekleri, benzer "fast-food" kitaplar için günbegün daha çok alan ayırarak "fast-food" kitapların da modası geçmiş herhangi bir klasik kadar değerli olduğu ya da okurların "iyi" edebiyatın keyfine varacak denli akıllı olmadığı izlenimini yaratırlar. bu son nokta çok mühimdir: endüstri bize aptal olduğumuzu öğretmek zorundadır; zira doğal yollarla aptallık edinmeyiz. aksine, dünyaya zeki, meraklı ve öğrenmeye hevesli varlıklar olarak geliriz. entelektüel ve estetik kabiliyetlerimizi, yaratıcı algımızı ve dil kullanımımızı bireysel ya da kolektif olarak köreltmek ve nihayetinde söndürmek, muazzam bir zaman ve çaba gerektirir.

günümüz yayıncılık endüstrisinin büyük çoğunluğu, engin ve derin kitaplar okumayı teşvik etmek yerine, tek boyutlu nesneler, yüzeyden ibaret olan ve okura keşif imkanı tanımayan kitaplar yaratmaktadır.

formüllere başvurarak yazmayı reddeden sayısız yazar olduğu ve kimisinin bu yolla başarı kazandığı muhakkaktır; ancak bugün büyük yayıncılık şirketleri tarafından üretilen kitapların çoğu, değişmeyen bu endüstriyel modeli izler. okuyan kesimin büyük bir kısmı bu nedenle belli türden bir "konforlu" kitap beklentisinde olacak biçimde eğitilir ve daha da tehlikeli olan, okurların kısa betimlemeler, televizyon dizilerinden kopyalanmış diyaloglar, tanıdık marka isimleri ve dolambaçlı yollar takip eden olay örgüleri peşinde, çetrefilliğe ya da belirsizliğe asla izin vermeyen belli türden "konforlu" okumalara alıştırılmasıdır.

alman felsefeci alex honneth, györgy lukacs tarafından geliştirilen bir terimi kullanarak, bu süreci "şeyleşme" olarak adlandırır. lukacs'ın şeyleşmeden kastı, deneyimler dünyasının, ticari alışveriş kurallarından türetilen tek boyutlu genellemeler vasıtasıyla sömürgeleştirilmesidir. yaratıcı hikayeler dolayımıyla değil, yalnızca, bir şeyin ne kadara mal olduğuna ve bir kimsenin onun için ne kadar ödemek istediğine göre değer ve kimlik biçilmesidir söz konusu olan. bu ticari fetişizm, bilinç de dahil olmak üzere insani faaliyetlerin tümünü kapsar ve insan emeğine ve endüstriyel metalara bir tür aldatıcı özerklik yükler, öyle ki, bizlere onların itaatkar izleyicisi olmak düşer. honneth bu kavramı, öteki'ne, dünyaya ve kendimize dair algılayışlarımızı da kapsayacak biçimde genişletir, diğer bir deyişle, insanları ve var oldukları alanı yaşayan varlıklar olarak değil de tekil kimliklerden yoksun şeyler ya da nicelikler olarak gören bir toplum anlayışını katar kavrama. honneth'e göre bu kavramların en tehlikelisi "kendi kendine -şeyleşme" dir ki bu da iş görüşmeleri, şirket eğitim programları, sanal seks siteleri, role-playing video oyunları gibi türlü faaliyette kendimizi diğerlerine sunma biçimimizde kendini gösterir. ben bunlara, zekamızı yadsıyan ve hak ettiğimiz yegane hikayelerin bizim için önceden sindirilmiş hikayeler olduğuna bizi ikna eden edilgen okuma alışkanlıklarını da ekleyeceğim.

bu edebiyatın her edebi türde örnekleri vardır; duygusal kurmacadan kana susamış gerilim romanlarına, tarihi aşk romanlarından mistik palavralara, gerçek itiraflardan gerçekçi dramaya kadar. "satılabilir" edebiyatı eğlence, dinlence ve meşgalenin, dolayısıyla toplumsal açıdan yüzeysel ve nihayetinde lüzumsuz olanın alanıyla katı bir biçimde sınırlar. gerek yazarları gerekse okurları çocuklaştırır; ilkini yaratımlarının daha iyi bilen biri tarafından hale yola sokulması gerektiğine inandırır; diğerini ise daha zekice ve karmaşık anlatılar okuyacak denli akıllı olmadığına ikna eder. bugünün kitap endüstrisinde, hedef kitle ne kadar geniş olursa, yazardan da o kadar itaatkar bir biçimde, basit olgusal ve dilbilgisel düzeltmeler kadar olay örgüsü, karakter, mekan ve başlık değişikliklerine de karar verme gücüne sahip editörlerin ve kitap satıcılarının (son zamanlarda aynı zamanda edebiyat ajanslarının) talimatlarına uyması beklenir. bununla birlikte, bir zamanlar anlaşılması güç ya da akademik olarak değil de yalnızca zekice olarak nitelenen kitaplar bugünlerde esasen üniversite yayınevleri ve mucizevi bütçeleri olan küçük firmalar tarafından yayımlanıyor. aldous huxley'nin 1932 tarihli romanı brave new world'deki denetimci, bu taktikleri kısa ve öz bir biçimde şöyle açıklar: "bu, istikrar uğruna ödememiz gereken bir bedeldir. mutluluk ve yaygın deyişiyle yüksek sanat arasında bir seçim yapmak zorundasın. biz yüksek sanatı feda ettik."

11.10.2021

her şey ayartabilir beni

william butler yeats


her şey ayartabilir beni şu şiir uğraşından
gün olur bir kadının yüzü, ya da daha kötüsü
çektiği çile alıklarca yönetilen yurdumun
şimdi daha kolayı yok
elimin alıştığı bu işten
gençken metelik vermezdim türkülere
sazını çalmaz mıydı ozan
kılıç kında beklercesine
razıyım, dilediğim yerine gelsin de tek
balıktan daha soğuk, daha dilsiz, daha sağır olmaya

8.10.2021

nostalji

svetlana boym

nostalji, modern zaman fikrine, tarih ve ilerlemenin zamanına karşı bir isyandır. nostaljik kişiler tarihi silmek ve özel ya da kolektif bir mitolojiye dönüştürmek, zamanı mekan gibi yeniden ziyaret etmek isterler; insanlığın başına bela olan zamanın geri çevrilmezliğine boyun eğmeyi reddederler.

nostalji, özlemin bizi diğer insanlara karşı daha empatik yapabilmesi anlamında paradoksaldır; ancak özlemi aidiyetle, yitirilenle ilgili kaygıyı kimliğin yeniden keşfiyle düzeltmeye çalıştığımız an, genellikle yollarımızı ayırır ve karşılıklı anlayışa son veririz. algia (özlem) paylaştığımız şey, nostos (eve dönüş) ise bizi bölen şeydir. günümüzde birçok güçlü ideolojinin özünü oluşturan, bizi duygusal bağlılık uğruna eleştirel düşünceyi bırakmaya ayartan ideal evi yeniden inşa etme vaadidir. nostaljinin tehlikeli yanı, gerçek evle hayali evi birbirine karıştırma eğiliminde olmasıdır. aşırı durumlarda hayali bir anayurt, insanın uğruna ölmeye ya da öldürmeye hazır olduğu bir anayurt yaratabilir nostalji. üstünde pek düşünülmeyen nostalji, canavarlar yaratır. yine de duygunun kendisi, yerinden edilmenin ve zamanın tersine çevrilmezliğinin yası, modern insanlık koşulunun tam kalbindedir.

nostaljinin nesnesi göründüğünden daha uzaktır. nostalji asla düz anlamlı değildir, her zaman yalındır. nostaljiyi dış görünüşüne bakarak değerlendirmek hata olur. nostaljik yeniden inşalar taklide dayalıdır; geçmiş şimdinin ya da arzulanan geleceğin suretinde yeniden yaratılır; kolektif tasarımları kişisel arzulara benzetmek -ve tersi- için çaba harcanır.

geçicilikle mest olan, geleneğe nostaljiyle bakan şair, olmamış ama olabilecek şeylerin matemini duyar.

ulusal farkındalığın cemaatin içinden değil, dışından geliyor olması şaşırtıcı değildir. yok olmaya yüz tutmuş dünyanın bütünlüğünü belli bir mesafeden gören, romantik gezgindir. seyahat ona perspektif kazandırır. yabancının bakış açısı yerli idili şekillendirir. nostaljik kişi asla yerli değildir; aksine her zaman için yerel ile evrenseli dolayımlayan yerinden olmuş insandır.

çoğu zaman insansevmezlerle karıştırılan melankolikler, aslında insanlık için çok büyük umutları olan ütopik hayalcilerdir.

seks

osho

seks bir tabudur, biz ondan konuşmayız. insanlar sanki biz doğuştan gerekli olan tüm bilgiye sahipmişiz gibi davranır. bu tam bir ahmaklıktır.

insanlar çağlardır hayata karşı olumsuz yetiştirildi. ben hayatı her yönüyle kabul ediyorum.

evlilik cehalet üzerine kurulmuştur ve bu asırlardır böyledir. seksle ilgili tüm bilgiler baskılanmıştır. o tekrar tekrar keşfedilmiştir ama tekrar ve tekrar ahlakçılar tarafından, din adamları tarafından, politikacılar tarafından, tutucular tarafından baskılanmıştır. çünkü onlar senin orgazmdaki gibi zevkten kendinden geçmeni istemezler.

seks bu dünyadaki en önemli olaylardan biridir. fakat çocukluğunuzdan beri kandırıldınız. size seks hakkında yalan yanlış şeyler söylendi. hayatınızdaki gerçekleri keşfedince bu sefer benliğinizi büyük bir suçluluk duygusu kapladı. bu suçluluk duygusu, size din adamlarının, politikacıların, pedagogların, ebeveynlerinizin mirasıdır.

seks sadece üremek için değildir, onun çok boyutlu bir niteliği vardır. o aynı zamanda eğlencelidir de; o oyundur, o duadır, o meditasyondur, o dindir, o maneviyattır. seks tüm spektruma sahiptir; o gökkuşağının tümüdür, en alttakinden en üstüne tüm renklerdir.

politikacılar ve din adamları için bir tehlike vardır: şayet insanlar orgazm yaşar gibi vecit hali içerisinde olurlarsa onlar ibadethanelere ve tapınaklara gitmeyeceklerdir; çünkü onlar kendi hayatlarında çok daha derin ve çok daha yüksek bir ibadeti bileceklerdir. ve şayet insanlar orgazmdaki gibi bir vecit hali içerisinde olurlarsa o aptal liderleri savaşa kadar takip etmeyeceklerdir.

erkeğin kadını anlayacağı ve onun orgazmın doruklarına doğru yönelmesine yardım edeceği ve kadının erkeği anlayıp ona yardımcı olacağı muazzam bir eğitime ihtiyaç vardır.

7.10.2021

intihar

hermann hesse

yalnızca kendilerini öldürenleri intihar edenler arasında saymak yanlıştır. hatta intihar edenlerin içinde pek çok kişi vardır ki, adeta kazara intihar etmiştir; intihar doğasının vazgeçilmez bir özelliği değildir. kişiliksiz, güçlü bir karakter ve güçlü bir yazgıdan yoksun düzinelerce sürü insanı vardır ki, intihar sonucu yaşamlarını yitirmelerine karşın yaradılışları ve karakterleri bakımından intihar edecek tipte kişiler olmaktan uzaktır. öte yandan, yaradılışları bakımından söz konusu tipteki kişilerden pek çoğu; hatta belki büyük çoğunluğu gerçekte canlarına kıymaya kalkmaz hiç.

"intihar eden kişi"nin ölümle pek sıkı bir ilişki içinde yaşamış olması gerekmez; canına kıyanlar arasında yer almaksızın da ölümle böyle bir ilişki içinde yaşanabilir. ama intihar eden kişiye özgü bir şey varsa, kendi benini, haklı ya da haksız, doğanın pek tehlikeli, kuşkuyla bakılacak ve tehlikelere açık bir tohumu olarak duyumsaması, kendisini her türlü korunmadan uzak, her an başına bir iş gelebilecek biri gibi görmesidir; sanki bir kayanın incecik ucunda durmaktadır da dışarıdan bir itme ya da içteki ufak bir güçsüzlük, soluğu boşlukta almasına elverecektir.

bu tip insanların kader çizgilerinin belirleyici özelliği, canına kıymanın kendileri için en olası ölüm çeşidini oluşturması, en azından kendilerinin bunu böyle bilmesidir. hemen her vakit ilk gençlik döneminde kendini açığa vuran ve söz konusu insanlara yaşam boyu eşlik eden bu ruh durumunun ön koşulu, pek yetersiz bir yaşam gücü değildir örneğin; hatta "intihar edenler" arasında olağanüstü dayanıklılıkta, hırslı, aynı zamanda gözüpek kişilere rastlanır. gelgelelim, en küçük bir hastalıkta ateşlenen kimseler gibi, bizim "canına kıyanlar" dediğimiz, her zaman pek içli ve duyarlı bu kişiler dek en küçük bir sıkıntıda ölümü yoğun olarak düşünmeye eğilim gösterir.

aile

albert caraco

evreni yok eden şey zina değil doğurganlıktır, haz değil görevdir.

aile günün birinde aşılması gereken bir kurumdur. varlık nedeni yoktur. aile çoğu durumda kalabalıktır. evren aşırı kalabalıktır. dahası, en tartışmalı fikirlerimizin kaynağı ailedir ve doğruluğu korkutan eserler arasında yanlış fikirleri sürdürme lüksümüz olamaz.

yoksulluğun tehdit ettiği bir dünyada her yoksul aile sefaleti arttırır. her yoksul aile, varlığı nedeniyle zaten kriminaldir.

şu an için otuzbir çekenler ve oğlancılar aile babalarından ve analarından daha az suçlu, çünkü onlar kendi kendilerini yok ederken, diğerleri gereksiz ağızları çoğalta çoğalta dünyayı yok edecekler.

asla çoğalmayın ve kesinlikle artmayın. facianın kaynağı üremedir. yeryüzünün kaynaklarını tüketmekten ve onun masum giysisini kirletmekten çekinin. ateşin milyarlarcasını yok ettiği, çerçöpün ve pisliğin ortasında varlığını sürdüren ve kendi dışkılarını içen o eciş bücüş yaratıkları hatırlayın. tek bir ağacın bile bitmediği, uğultunun ve leş kokusunun istila ettiği bir sürü canavarca şehirde beşi altısı tek bir odada yaşıyordu onların. babalarınız böyle insanlardı. onların iğrençliklerini hatırlayın ve onları sakın örnek almayın. aynı ölçüde iğrenç olan ahlaklarını aşağılayın, inançlarını bir kenara atın. onlar çocuk kaldıkları ve gökte bir baba aradıkları için cezalandırıldılar. gök boştur ve sizler özgür insanlar olarak yaşamak ve ölmek için öksüz kalmalısınız.

sayı kötülüğün aletidir. kötülük insanların çoğalmasını ister. çünkü insanlar ne kadar artarsa insan o kadar değersizleşir. beşer insan olmak için gereken enderlikte asla olmayacaktır.

canlılar hızla çoğaldığı andan itibaren hayat kutsal değildir. aşırı kalabalık insanların hayatı böceklerinkinden daha değerli değildir ve savaşta ölmüş askerler onları savaşa sürükleyenlerin gözünde daha değerli değildir.

efendilere köle gerekir. köleler ne kadar çoksa efendiler de o kadar çok zenginleşir. yeter ki kadınlar doğursun ve çocuklar doğsun, gerisi vız gelir onlara. nüfusun azalması onların yıkımı olacağından evrenin parçalanmasını tercih ederler. dünyayı kurtaracak olan hareketin durması onların zararınadır.

bizler bu dünyada derimizi yüzen soygunculara kanmışız ve tanrı'ya itaat ettiğimizi sanırken aslında insanlara itaat ediyoruz. hem de bizi kaosa sürükleyen ve ölümden sakınmayan insanlara, cahil insanlara, güçsüz ama bize dayattıkları gelenekler adına ölüme zorlayan insanlara.

otuzbir çekenlerle ve oğlancılarla dolu bir dünya bizimkinden daha az sefil olurdu, hakikat bu işte.

burjuvazi

walter benjamin

1860-90 arasının oymalarla kaplı dev büfeleri, palmiyelerin durduğu günyüzü görmez köşeleri, parmaklıklarının arkasında siper almış balkonları ve gaz lambalarındaki alevlerin oynaştığı uzun koridorlarıyla burjuva iç mekânları ancak bir ceset için uygun bir barınak olabilir.

burjuvazi eyleme karşı ne kadar duyarlıysa, skandala karşı da o kadar vurdumduymazdır.

burjuva partilerinin programı nedir ki? ağzına kadar teşbihlerle dolu kötü bir bahar şiiri. sosyalistin "çocuklarımızın ve torunlarımızın güzel geleceği"nden anladığı ise, herkesin "melek gibi" davrandığı, herkesin "zenginmiş gibi" herşeye sahip olduğu, "özgürmüş gibi" yaşadığı bir toplum. melekler, zenginlik, özgürlük, bunların izi bile yok. bunlar yalnızca birer imge.

sanat ve yetenek

goethe

herkes en iyisini bildiğine inanıyor, böyle olunca da bazıları unutulup gidiyor; bazıları da uzun zaman yollarını bulmakta güçlük çekiyor.

insanın gençken bir konuya bakış açısı tek yönlüdür; oysa kapsamlı bir yapıt çok yönlülük ister ve bu noktada başarısızlığa uğranır.

leonardo da vinci: eğer oğlunuz resmini çizdiği şeyi insanın elleriyle dokunmak isteyeceği ölçüde belirgin ton farklılıklarıyla resmetme duygusundan yoksunsa, yeteneksiz demektir.

oyuncular genellikle karakterle uyum sağlayamazlar; en azından kendi kişiliklerini büyük ölçüde yok sayamazlar. oyuncu aynı karakter özelliğine sahip değilse ya da kendi kişiliğini tamamen bir tarafa bırakma yetisine sahip değilse, bir karışım ortaya çıkar ve karakter doğallığını yitirir. bir oyunda gerçekten büyük bir yazarın ancak birkaç figürü ilk başta düşünüldüğü gibi sahnelenir.

taklit eden sanatçı, bir an önce bitirmeyi ön planda tutar ve çalışmaktan hoşlanmaz. gerçek bir sanatçının en büyük mutluluğu ise düşündüklerini uygulama anıdır.

mozart: siz amatörleri eleştirmek gerek, nedeni de sizlerde genellikle iki noktanın dikkat çekmesi: ya kendinize ait düşünceniz yok, başkalarınınkini alıyorsunuz ya da kendinize ait düşünceniz var; ama onun ne işe yarayacağını bilmiyorsunuz.

sınırlı yeteneğe sahip sanatçılara böylesi bir sanat yeterli gelmez; çalışırken sürekli olarak akıllarından çıkmayan tek şey kazanacakları paradır. böylesine dünyevi amaçlar ve tercihlerle hiçbir zaman önemli şeyler ortaya koyulamaz.

fütürizm manifestosu

filippo tommaso marinetti

biz tehlike sevgisinin, çalışkanlık ve korkusuzluk alışkanlığının türküsünü çağıracağız.

şiirimizin temel ögeleri gözüpeklik, yiğitlik ve başkaldırma olacaktır.

bugüne dek edebiyat düşünce dolu durağanlığı, kendinden geçmeyi ve uyuşukluğu övmüştür; bizse saldırgan devingenliği, ateşli uykusuzluğu, sekerek koşmayı, takla atmayı, suratları yumruklamayı ve yumruk yumruğa kavgayı yücelteceğiz.

biz dünyanın görkeminin yepyeni bir güzellikle, hızın güzelliğiyle zenginleştirildiğini ilan ediyoruz.

dört bir yanı alev kusan yılanlar gibi kocaman borularla donatılmış bir yarış otomobili.. şarapnel gibi kayarcasına, kükreyerek giden bir otomobil bizce semendirek utkusundan çok daha güzeldir.

yörüngesinde hızla dönüp duran yeryüzünün hızını direksiyon başında sıfıra indiren insan türküsünü çağıracağız.

şair, ilkel ögelerin taşkın arzularını çoğaltmak için kendini çılgınlığa, görkemliliğe ve bolluğa adamalıdır.

kavga dışında güzellik düşünülemez. saldırganlık olmaksızın bir başyapıt yaratılamaz. şiir, bilinmeyen güçlere karşı girişilen şiddetli bir saldırı olmalıdır; insanın önünde bu güçlere boyun eğdirmelidir.

yüzyılların en uç uzantısında duruyoruz biz! olanaksızlığın gizemli kapılarını zorlamak varken neden durup da arkamıza bakalım? zaman ve yer dün öldüler. daha şimdiden mutlakla yaşamaya başladık; çünkü sonsuz olan, her zaman, her yerde var olan hızı yarattık.

biz savaşı -dünyadaki tek sağlık verici şeyi- militarizmi, yurtseverliği, anarşist'in yıkıcı kolunu, güzel, öldürücü fikirleri, kadının aşağılanmasını yüceltmek istiyoruz. müzeleri, kitaplıkları ortadan kaldırmak, ahlakçılığa, kadın haklarına, tüm çıkarcı ve yararcı alçaklıklara karşı savaşmak istiyoruz.

biz çalışmanın, eğlenmenin ve başkaldırmanın heyecanı içinde yüzen büyük kalabalıkların türküsünü çağıracağız; büyük modern kentlerde devrimin çok renkli ve çok sesli çalkantısını; geceleyin kocaman elektrikli ayların altında gizli silah yapımevlerinin ve atölyelerinin titreşimlerini, duman soluyan karayılanları yutan obur istasyonları, bacalarından çıkan duman şeridiyle bulutlardan sarkıtılmış gibi duran fabrikaları, güneşi içmiş ırmakların iki yanındaki şeytanca çatallar üzerinde cambaz gibi atlayıp geçen köprüleri, burunlarıyla ufku koklayıp duran serüvenci transatlantikleri, rayların üzerinde uzun borularla koşumlanmış kocaman çelikten atlar gibi zıplaya zıplaya giden geniş göğüslü lokomotifleri, motorunun sesi, çırpınan bayrakları, coşkulu bir kalabalığın bağırışını anımsatan uçakların kayarcasına uçuşunu yücelteceğiz.

ölümden sonra

nietzsche

beni öldürmeyen şey, beni daha güçlü kılar.

yalnızca yarından sonraki gün bana aittir. bazıları ölümden sonra doğar.

bir gençliği bozmanın en iyi yolu, benzer düşünenleri farklı düşünenlerden üstün tutmaktır.

yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıla dayanabilir.

ölümün son ödülü, bir daha ölmemektir.

bana psikolojiyle ilgili birkaç şey öğreten iki kişi var: stendhal ve dostoyevski.

ölüler ölmez. ölülerin, yaşayanlarla kıyaslandıklarında tek üstünlükleri de budur.

insanın dans eden bir yıldız doğurabilmesi için içinde bir kaosun olması gerekir.

bazı insanlar kendi zincirlerini çözemezler de dostlarının azatçısıdırlar.

yorulduğumuzda ve cesaretimizi kaybettiğimizde yıllar önce yendiğimiz düşüncelerin hücumuna uğrarız.

sevgi adına yapılan her şey her zaman iyi ile kötünün ötesinde bir yerdedir.

her acı, her mutsuzluk bir haksızlık, bir kusur düşüncesiyle bozulmuştur.

en güçlü ağaçlar en derinlere kök salmak zorundadır; karanlığa, kötülüğe kadar uzanmak zorundadır.

aşk

mo yan

aşkın ilk unsuru olan fanatizm yürek acısıdır; delinmiş yürekten çam sakızını andıran bir sıvı gibi damla damla damlar, acıdır ve taze kanla ödenir; kanama midede başlar, oradan ince ve kalın bağırsaklara geçer, zifti andıran bir bok gibi vücut dışına atılır.

aşkın ikinci unsuru olan zulüm acımasızca eleştirmektir; iki taraf da karşısındakinin derisini, gerçek ve ruh derisini yüzmek için sabırsızlanır; birbirlerinin damarlarını, kaslarını, kara veya kırmızı kalpleri de dahil tüm iç organlarını söküp atmak ister; sonra söktükleri kalpleri birbirlerine fırlatırlar, havada çarpışan o iki kalp parçalara bölünür.

aşkın üçüncü unsuru olan soğukluk sürüncemeli ağır bir sessizliktir, soğuk duygular aşıkları buzlu çubuk dondurmaya çevirir; önce kış rüzgarları eser, sonra yere kar düşer, ardından buz gibi sulara girilir, en sonunda çağdaş uygarlığın buzdolabına kaldırılır, domuz eti gibi soğuk hava deposuna asılır, sarıağız balığı gibi soğutma odasına kapatılır. bu yüzden gerçek aşıkların yüzünü kırağı tutmuştur, vücut ısıları yirmi beş derecedir; sadece dilsiz bir davul çalarlar, konuşamazlar, konuşmak istemediklerinden değildir bu, dişleri öyle şiddetle birbirine çarpar ki çoktan konuşamaz hale gelmişlerdir; onları gören dilsiz sanır.

bahailik

raoul vaneigem

büyük dinlerin sonuncusu olan bahai inancı, hoşgörülü ve insancıl anlayışa sahip olmakla ünlenmiştir; iran islamcılığının kıyımları bunu gösterdi. öldürdükleri arasında önemli bir kadın da vardır: şair tahiri 1848 yılında badasht'ta herkesin önünde büyük bir ciddiyetle çarşafını çıkardı, bir daha asla giymeyeceğini bildirerek, hem cinsiyetler arası eşitlik ilkesini hem de bütün insanlık için yeni bir günün doğmakta olduğunu ilan etti.

kurretülayn (göz nuru) lakaplı tahiri 1852 yılında fırlatıp attığı çarşafla boğulacaktır. infazı sırasında, kendi ölümünün, tüm dünyadaki kadınların kurtuluşunun sonu asla olmadığı gibi, bu kurtuluşun başlatıcısı olacağını ileri sürer.

tuhaf bir şekilde, bahaiye inancındaki kurumlara kadınlar da erkeklerle aynı sıfatla seçilebilir olsalar da, evrensel adalet meclisi'ne yalnızca erkekler seçilebilir. abdülbaha bu hükmün bilgeliğinin gelecekte 'öğle ortasındaki güneş kadar berrak' kendini göstereceğini ilan etti.

kurretülayn'ın isyanının bir yüzyılı aşkın süre sonra bunca çekinceli duruma varmasına şaşıranlara, her gün okunması zorunlu üç duadan birini tavsiye edebiliriz:

"ben şahidim ey tanrı'm, sen beni seni tanımam ve sana tapmam için yarattın. şu an kendi güçsüzlüğüme ve senin gücüne, benim yoksulluğuma ve senin zenginliğine şahitlik ediyorum. senden başka tanrı yoktur. sen tehlikeden kurtaran, kendi kendine varlığını sürdürensin."

mimarlık

bertrand russell

mimarlığın en eski çağlardan beri iki amacı vardır: birincisi tamamen yarar güden amaç, yani insanlara sıcaklık ve barınak sağlama amacı; öteki de siyasal amaç, yani, bir fikri insanların kafasına, o fikrin taştan ifadesinin göz kamaştırıcılığı yoluyla yerleştirme amacıdır. yoksulların konutları bakımından birinci amaç yeterliydi; ne var ki, tanrıların tapınakları, kralların sarayları göksel güçler ile bu güçlerin yeryüzündeki sevgili kullarına karşı insanlarda korkuyla karışık saygı yaratmak amacıyla dikiliyordu. arada sırada da yüceltilenler tek tek hükümdarlar değil, bütün toplum oluyordu: atina'da akropol ile roma'da kapitol, azınlıklarla müttefiklere bu iki mağrur şehrin temsil ettikleri imparatorlukların görkemini göstermek amacıyla dikilmiştir. kamuya ait yapılarda daha sonraları da plütokratlarla imparatorların sarayında estetik gözetiliyordu; ama köylülerin izbeleriyle şehirli proletaryanın yaşadığı konutlarda böyle bir amaç güdülmüyordu. orta çağ'da, toplum yapısının daha karmaşık olmasına rağmen, mimarlıkta artistik güdü aynı derecede, hatta daha da sınırlanmış durumdaydı; zira derebeylerin şatoları yapılırken göz önünde tutulan amaç sadece sağlamlıktı ve eğer bu şatolarda bir güzellik eseri bulunursa bu tamamen bir rastlantıyla oluyordu.

hastane

bilge karasu

hastane, ciddi bir yerdir. ölümü geciktirmeye çalışanların yeridir orası. sellemehüsselam girilmez. girmenin haracını vermek gerekir; bu haracın hemen hemen tümü yüz suyudur. ama yüz suyunun da çeşitleri vardır. hastane, ölümü geciktirmeye çalışanların, daha doğrusu, yazgısının kendisine haksızlık ettiğini düşünüp bu yazgının ancak değiştirilmek, en azından el katılmakla gerçek yazgı olarak gerçekleşeceğine inananların umut bağladığı, tıp adı verilen gizli dinin, hekimleri, hemşireleri, hastabakıcıları, laboratuvarları, gizemsel bir gizlilik içinde korunan karanlık ya da yarı karanlık odaları, aygıtları, işçileriyle, sözün kısası irili ufaklı kulları, rahipleriyle, yürütüldüğü yerdir. bir tapınağa girmenin töresini bilmek gerek. ama bundan ötesi de var: girilen yerin, girdiğimiz anda bizi "ne" kıldığı.

aziz

celal sılay


sen insan biçiminde yaşayan bir allahtın
geçtiğin yerde sana tapınırdı zihinler
boşlukların içinde boşluk gibi yaşardın
senin kadar mukaddes, aziz olmadı dinler

çocuk sahibi olmak

marquis de sade

çocuk sahibi olmamayı tercih etmelisiniz, beyler. ya da sahip oldunuz diyelim onun sizin mi rakibinizin mi olduğunu nasıl bileceksiniz? inanın bana şu son tespit olasılığı çok yüksek bir tespittir. karınız bu evlilik dışı ilişki sonucu hamile kaldığı çocuğun, sonuna dek sizden olduğunu iddia edecektir. sizi kandırmak en büyük amacıdır ve sizi kandırdıktan sonra özgürce sevgilisi ile görüşecektir. çünkü sizin yatağınızdan zevk almadığı çok açıktır.

siz elbette tüm iyi niyetinizle çocuğun sizden olduğunu düşünmeye devam edeceksiniz, bu tamamen bir miras oyunu da olabilir, elbette. bu yüzden bir de durumu bu yönü ile ele alalım.

kadınların özünde olan aldatma iç güdüsü, sizin bir baba ve koca olarak aldatılmanızı en başından itibaren hedeflemiş durumdadır. bir de çocuğun tamamen size ait olduğunu, karınızın sizi kesinlikle aldatmadığını düşünelim o zaman da mutlu olacağınızı mı sanıyorsunuz? işte size iki mirasçı, işte size baba diyerek başlayan ama gelecekte kanınızı emecek olan bir oğul.

nasıl sahip olduğunuz her şeyi elde ettiğinizi mi düşünüyorsunuz? az önce karınız doğum yaptı ve bir oğlan evlat sahibi oldunuz. aslında o sizin değildir, bunu unutmayın. o doğanın bir parçasıdır ve hepimiz gibi doğaya aittir.

6.10.2021

vicdan

marquis de sade

vicdan kelimesi sevgili juliette, yasak olduğunu bilerek ya da bilmeyerek bir şey yaptığımızda içimizden yükselen sestir ve aslında bunun altında basit bir tanım yatmaktadır: vicdan eğitim ve yetişme ile aşılanır.

rahat yetiştirilmeyen bir çocuk kurallara uymaz ve başaramadığı için vicdan azabı duyar, eğitiminden başka ona zarar veren hiçbir şey olmadığını düşünür ve bu gerçektir. ve böylece vicdan belli etmeden ahlak sistemi ilkeleri doğrultusunda gelişerek ruhumuzu sarıyor.

yani küçük juliette demek istediğim, senin içini saran şu gerçekleri bilme arzusu diğerleri tarafından kötü yönlendirilebilir. oysa ki senin bilgiye, aşka ve şehvete olan susuzluğunu en iyi şekilde içindeki tutkuları ve özünü bastırmadan yine kendin açığa çıkarabilirsin. bunu yapabilmen için ruhunu özgür bırakman, diğerlerinin düşüncelerini ciddiye almaman gerekiyor.

sadece konuşmanın bile kulağa ne kadar hoş geldiğini iyi biliyorum, bebeğim. sana tüm gerçekleri öğreteceğim ve böylece içindeki dinmek bilmez şelale kendini dışarı salacak. duygusallık, acıma, vicdan bunların hepsi bize sadece dinin ve toplumsal kuralların dayattığı, mecbur bıraktığı şeylerdir. buna bir de gururlu olmak veya gururlu yaşamakta diyenler var. oysa bu sadece insanların üzerimizde uyguladığı yaptırımlardan başka bir şey değil.

diğerlerinin erdemli olmamakla seni suçladıkları şeylerden sen çok büyük zevk alıyorsan, bu senin gerçeğindir, özüne dönmüş olmandır. işte bu sensindir ve sonuna dek onların ahlaksızlık dediği şey senin için zevk aldığın tek erdem olacaktır.

ve vicdan, açık ve net olarak, bizim hiç planlamadığımız bir şekilde, bilgimiz dışında kültürel prensiplerle yerleşen bir yapıdır. olasılık ihtimalinin olduğu doğrudur eğer materyale karşı duygusal bir bağımız varsa o zaman bu canımızı yakacaktır, her durumda bu bize acı verecektir, yine vicdanımızı rahatlatmak için karşı olduğumuz durumda, karşımızdakine ceza vermek isteriz ve onu asarız; bu da bizi mutlu eder, vicdanımızı rahatlatır. fakat bizim suça karşı bu tepkimizin de aslında başlı başına suç olduğunun önemli detaylarını düşünmekten kaçınırız, bu aslında ne kadar vicdanlı isek, ondan çok suçlu olduğumuzun göstergesidir.

kişide var olan diğer tür vicdanlar başta panzehir görevi görürler, kişi mutlu olmak için başka yollar seçmiş ise batıl inançlar onun için boş laftan başka bir şey değildir, o kendi seçtiği doğal olan yolda ilerlemeyi tercih eder. ilkelerin ışığında, kendi kullanımımız için kendi planımızı yaparız, çok, az ya da hiç kötü olmamaktan duyacağımız pişmanlık bizim kararımız doğrultusundadır. fakat kelimeyi çok basit, çok genel kullanımı ile ele alırsak, suçluluk yararsız bir zayıflıktır, güçsüzlüğün ipleri bizim elimizdedir, onu yok etmek ve bizi etkilemesine izin vermememiz gerekir.

suçluluk duygusu, bir kez daha arındırılmalıdır, önyargı belirsizdir ve başlı başına güçsüzlüğü simgeler. cezadan kurtulmak, farklı fikirler, nazikliği ortadan kaldırmak, ağır suç cezasını değiştirmekle elbette suça olan bakışta önceki halinden değişecek, sancılarından kurtulacaktır. suç bu sonuçla sadece geçmişte tatsız karşılanışı ile hatırlanacak; kostümü ve geleneksel yapısı değişerek, benimsendiğinde artık eskisi rolünden çıkacak.