29.06.2018

uzun lafın kısası

plutarkhos: yeni doğana merhamet edin; çünkü sayısız kötülükle karşılaşacaktır.

marquis de sade: dinden sakınmalısın. hiçbir şey seni dinden daha kötü bir şekilde tuzağa düşüremez.

jiddu krishnamurti: özgür bir insan kendini asla belli bir ülkeye, sınıfa ya da düşünce biçimine ait hissetmez. özgürlük dosdoğru her seviyede özgürlük demektir ve sadece belli bir çizgide düşünmek özgürlük değildir.

"köpek, efendisinde tanrısını görür ama bu, o efendinin dünyanın en büyük namussuzu olmasına engel değildir." (via friedrich engels)

marcel proust: başkaları için konuşuruz ama kendimiz için susarız. bu yüzden sessizlik, konuşmadan farklı olarak eksiklerimizin, yapmacık davranışlarımızın izini taşımaz. o katışıksızdır, o gerçek bir atmosferdir.

homeros: şu dünyada soluk alan, yürüyen yaratıklar arasında insandan daha acınacak bir yaratık yoktur.

carl sagan: zorbalar ve otokratlar, okuryazarlığın, öğrenme, kitap ve gazetelerin potansiyel tehlike taşıdığının hep farkında olmuşlardır. çünkü bunlar tebaalarına bağımsız, hatta isyankâr görüşler aşılayabilir.

erich fromm: insanlık için gerçek tehlike, olağanüstü güçlerin şeytan ya da sadist birinin değil, sıradan bir insanın eline geçmesidir.

carl gustav jung: kitleler, içinde bulundukları biçimden yoksun, kaotik ortamı telafi etmek için daima bir "lider" üretirler ve tarihte birçok örneğini gördüğümüz gibi, bu lider sonunda mutlaka kendi şişirilmiş ego algısının kurbanı olur.

martin luther king: insanın, dayanma gücünün sonuna geldiği ve kendisini umutsuzluk ve karanlıktan başka bir şeyin beklemediği adaletsizlik uçurumuna itilmeye artık razı olmadığı bir an gelir.

26.06.2018

günübirlikler

cemal süreyya

orhan veli
şiirimize yüzyıllarca egemen olan romantizmi yıkan, somut ve belirgin bir hümanizmi sanatımıza getiren adamdır. ilk kentli halk ozanıdır o, ilk laik türk şairi, şiirimizde ironi sanatının ilk büyük temsilcisi; yapıtında "organik ilişki"yi, "estetik bütünlüğü" kuran ilk şair.

kötü edebiyat iyi edebiyatı kovabilir, ama bir süre için.

yahya kemal'in divan şiirinde bulduğu en büyük eksiklik bileşimdir. ona göre "eski şiirimizin en muteber divanlarını ele almaya gelmez. fuzuli ve nedim gibi şairler bile gözden düşer." en iyisi, bu büyük sanatçıların divanlarını değil, "berceste" dizelerini ya da beyitlerini bir güldestede okumaktır. divan şiiri yığma bir şiirdir. öyle ki çoğunca, bütün, parçanın güzelliğini bozmaktadır. "çünkü kestirme ve samimi bir hükümle denebilir ki eski şiirimizde manzume yoktur, terkip yoktur, hasılı eser yoktur, yalnız mısralar ve beyitler vardır."

thomas mann: faşizm bir ideoloji değil bir kötülüktür.

nietzsche'ye göre yalnız büyüklerin (soyluların, kahramanların) bir anlamı vardır, öbür insanların tümü kitleyi meydana getirirler. kitle nedir? "insanlığın kumudur bunlar: hepsi de eşit, hepsi de ufak, hepsi de yuvarlak.. kitle yalnız büyük adamların kopyası olduğu zaman benim dikkatimi çekebilir. ötesi şeytanın ve istatistiğin işidir, o kadar."

bernard shaw, zenciler konusunda, amerikalılara aşağıdaki sözleri söylüyordu: "hem adamları ayakkabı boyacısı olmaya zorluyorsunuz hem de sadece bu işe elverişli oldukları sonucuna varıyorsunuz."

roman yazanlara bir türlü akıl erdiremiyor ahmed arif: "roman yazmak hammallıktır." diyor.

lenin: sosyalizm, insanlığın baştan beri kazanmış olduğu bilgilerin bütününden doğmuştur. bu bakımdan proletarya kültürü, kapitalist toplumun, feodal toplumun, bürokratik toplumun da egemenliği altında sağlanmış bilgiler bütününü üstlenmeli ve onun mantıki bir gelişimi olmalıdır. sosyalist olmak için insanlığın yarattığı bütün düşünce zenginliklerini içine sindirmiş, belleğine işlemiş olmak gerekir.

"küçük bir yaşam ile büyük bir şiir kurulamaz." böyle diyor ömer faruk toprak.

şair, gerçeği, olduğu gibi, hatta olduğundan daha gerçek, daha tam, daha güzel, daha çirkin, daha coşturucu, daha yalın, daha karışık, daha aydınlık gösteren adamdır.

sanırım, 1957'lerdeydik. varlık dergisinde "kamyon" başlıklı bir şiir okumuştum. şairi oktay baloğlu. çarpmıştı beni.

hiçbir şey mektup kadar özgür olamaz.

sanırım 1956'lardaydı; bir gün yeditepe'ye uğramıştım. eflâtun cem güney yeni çıkan masal kitabını yazar arkadaşlarına imzalıyordu. bir ara gözü bana ilişti. adımı sordu. sonra da, "evladım sen ne yazarsın?" dedi. şiir yazdığımı söyledim. bir kitap da benim için imzaladı. sunu yazısı şöyleydi: "çok ince ve hassas şiirlerini öteden beri hayranlıkla okuduğum doğuştan şair cemal süreya'ya en halisane duygularım ve başarı dileklerimle."

"zindancıbaşı hey: yaşamak
kurşuna dizilmez ki
kurşuna dizilmez ki göğün mavisi
yağmur, şimşek ve tohum
ben çiçek açar
sesim sesim kurşuna dizilmez ki!"
(kemal burkay)

françois mitterrand: ben, müstehcen yapıtlardaki görüntülerin gerçekliğine değil de, onların dayandığı efsanelerin yalanına tutuluyorum.

kübik bir hayattır banka hayatı.

"deha, olgun yaşta gerçekleştirilen bir gençlik düşüncesidir." kim söylemiş bu cümleyi, anımsamıyorum.

"şiir yazmış bir kimse cinayet işleyemez." orhan veli mi söylemişti bunu?

georges rouault'nun şu sözlerini anımsatmak yerinde olacak: "geçmişteki ustaları ancak onlardan başka türlü olmakla, onlarınkine benzemeyen bir yapıt yaratmakla sevebiliriz."

her sağlam düşünce zinciri bir şeyleri bozar.

cemil çakır da enstitülerin kırk yıl öncesinin koşullarına göre kurulduğunu yazıyor: "bugün daha değişik bir yapıda devrimci demokratik kuruluşlara gerek var."

paul morelle: şiir, uyuşturucu maddeyle yer değiştirirse uyuşturucu madde onu öldürüyor. coleridge'in dehası afyonda sönmüştü.

düşünce, gerçeğin pragmatik bir işlevidir.

ölüm tarihini iyi seçeceksin. olanağın varsa genç öleceksin (en yetenekli sensin). kuşağının ilk öleni olacaksın (asıl önemli olan sensin). yetmiş yaşını, seksen yaşını bulduktan sonra ölürsen kimse yüzüne bakmıyor. yakup kadri'nin ölümü sessizlikle geçiştirildi. muzaffer tayyip ve rüştü onur bugün de çok şeylerini erken ölümlerine borçludurlar.

gustave flaubert: dünyada çıkan bütün dergiler kendi erdemlerine inanırlar; oysa içlerinde bir tanesi bile erdemli değildir.

çağımız edebiyatı bir dergi edebiyatıdır: dergiler izlenmeden bir ülkenin edebiyatı üstüne, hele türk edebiyatı üstüne tam kavrayıcı bir düşünceye ulaşılamaz. bunu da edebiyat öğretmenlerine söylüyorum.

"insanlar kadınlardan doğdukça kusurlu olmaktan kurtulamayacaklardır."

1965 goncourt ödülü verildikten hemen sonra, bu ödülün seçici kurul üyelerinden biri şöyle demişti: "ünlenmiş bir yazara, rastlanabilecek kitapların en cılızı için ödül verdik." aynı ödülün 1969'da verilmesinden sonra çok daha ilginç ve anlamlı bir olay oldu. aragon daha yeni girmiş olduğu akademinin kapısını çarpıp çıktı, bir daha da dönmedi oraya. şöyle demişti aragon, o gün: "böylesi bir yamyamlığa katılamam ben."

ne diyordu dostoyevski: "tanrı öldüyse, her şeye izin var demektir artık."

kargaşaya, gürültüye karışmadan büyük çalışmalar yapan kişiler vardır. siz farkında olmadan o çalışmalar büyür, çevrenizi sarar. bir gün apansız görürsünüz onu. çünkü ürünler görülmeyecek gibi olmaktan çıkmıştır.

25.06.2018

kolektif narsisizm

erich fromm

insanlık için gerçek tehlike, olağanüstü güçlerin şeytan ya da sadist birinin değil, sıradan bir insanın eline geçmesidir.

bir toplum, üyelerinin çoğunu ya da büyük bir kesimini yeterince besleyemiyorsa, toplumsal huzursuzluğu önleyebilmek için hastalıklı bir narsisizmle doyum sağlamak zorundadır onlara. ekonomik ve kültürel açıdan yoksul olan insanlar için o topluluğun bir üyesi olmanın verdiği narsist kıvanç tek -ve çoğu zaman çok etkili- bir doyum kaynağıdır. yaşamları kendilerine "ilginç" bir şey getirmediği, ilgilerini geliştirecek olanakları sağlayamadığı için bu insanlar aşırı bir narsisizm geliştirirler.

ekonomik ve kültürel açıdan gelişmemiş -köhnemiş, can çekişen bir toplumun kalıntıları olduğu için- hiçbir gerçekçi gelişme umudu kalmamış olan geri kalmış bir sınıfın tek doyum yolu vardır: kendini dünyada en büyük hayranlığı toplayan topluluk sayarak, aşağı ırk diye damgalanan bir ırksal gruba üstünlük taslayarak kendi imgesini şişirmek. bu geri kalmış toplulukların üyeleri şu duygular içindedir: "yoksul ve kültürsüz olsam da önemli bir kişiyim ben; çünkü bugüne dek dünyanın gördüğü en üst topluluğun üyesiyim."

aşırı narsist bir topluluk kendisini özdeşleştirebileceği bir önder bulmak ister. topluluk, kendi narsisizmini yansıttığı bu öndere hayranlık duyar. aslında birlikte yaşama ve özdeşleşmeden başka bir şey olmayan bu öndere boyun eğme durumu içinde bireyin narsisizmi öndere aktarılır. önder ne denli büyükse onun izleyicileri de o denli büyük olacaktır.

bireysel yapıları yüzünden, özellikle kendilerine hayran olan kişiler önderin peşine takılmaya en yatkın olan kişilerdir. kendisinin büyüklüğüne inanmış ve bu konuda hiçbir kuşkusu olmayan önderin narsisizmi, kendisine boyun eğenlerin narsisizmine son derece çekici gelir. yarı deli önderler çoğu zaman en başarılı olanlardır; ama nesnel yargıdan yoksun olmaları, yenilgi karşısında gösterdikleri öfkeli tepkiler, her şeyi yapabilen bir insan imgesini koruma gereksinmeleri yüzünden bunlar yanlışlara düşerek kendi yıkımlarını hazırlarlar. ne var ki narsist kitlenin isteklerini doyuracak, yetenekli ama yarı psikozlu kişiler her zaman bulunabilir.

topluluk narsisizmini görebilmek bireysel narsisizmi görebilmekten daha zordur. birisinin çıkıp da başkalarına şunları söylediğini düşünelim: "ben ve benim ailem dünyanın en üstün insanlarıyız; bizden temiz, bizden zeki, bizden iyi, bizden dürüst insan yoktur; öteki insanların hepsi pis, aptal, ahlaksız ve sorumsuzdur." pek çok kimse bu insanın kaba, dengesiz, giderek deli olduğunu düşünecektir.

oysa bağnaz bir konuşmacı, kitlenin karşısına çıkıp da "ben" ve "benim ailem" yerine ulus -ya da ırk, din, siyasal parti vb.- koyarak bir konuşma yaparsa ülkesini, tanrı'yı vb. seven bir insan olarak övülecek, değerli bulunacaktır. öte yandan başka uluslardan ve başka dinlerden olanlar, hor görüldükleri için böyle bir konuşmaya kızacaklardır. yüceltilen topluluğun içinde her bireyin kişisel narsisizmi doğrulanacak, milyonlarca kişinin paylaştığı bu yargılar akla uygunmuş gibi görünecektir.

topluluk narsisizmi hastalığıyla ilgili en belirgin, en çok rastlanan belirti, bireysel narsisizmde de görüldüğü gibi nesnelliğin ve akla uygun yargıların bulunmamasıdır. küçük küçük gerçekler bir araya toplanır; oysa bu yolla oluşturulan bütün, yalanlar ve uydurmalarla doludur.

siyasal eylemler narsist bir biçimde kendini yüceltmeden kaynaklandığında nesnelliğin bulunmaması yüzünden büyük yıkımlar doğar. yüzyılımızın ilk yarısında ulusal narsisizmin sonuçlarının en belirgin iki örneğine tanık olduk:

birinci dünya savaşı'ndan yıllar önce fransızlarca benimsenen resmi stratejik öğretide fransız ordusunun ağır toplara ya da çok sayıda makineli tüfeğe gereksinme duymadığı savunuluyordu; fransız askeri fransızlara özgü gözüpeklik ve saldırganlık ruhuyla öylesine doluydu ki düşmanı yenebilmesi için yalnızca süngüsü yeterdi. sonuç binlerce fransız askerinin alman makineli tüfekleriyle biçilmesi oldu; fransızları yenilgiden kurtaran tek şey almanların stratejik planlarındaki bazı yanlışlarla daha sonra yapılan amerikan yardımı olmuştur.

ikinci dünya savaşı'nda da buna benzer bir yanlışı almanlar yapmıştır. aşırı kişisel narsisizmi yüzünden hitler milyonlarca alman'ın topluluk narsisizmini kışkırtmış, almanya'nın gücünü olduğundan çok büyütmüş, yalnızca birleşik amerika'nın gücünü değil -öteki narsist general napoleon gibi- rusya'daki kışın etkisini de küçümsemişti. zeki olmasına karşın hitler gerçekliği nesnel bir gözle göremiyordu; çünkü onun kazanma ve yönetme tutkusu silahların, iklimin gerçekliklerine ağır basıyordu.

topluluk narsisizmi de tıpkı bireysel narsisizm gibi doygunluğa gereksinme duyar. bir düzeyde bu doygunluk insanın kendi topluluğunun üstün, öteki bütün topluluklarınsa aşağı olduğuna ortaklaşa inanmakla sağlanır. dinsel topluluklarda bu doygunluk şu kolay varsayımla kazanılır: "benim topluluğum gerçek tanrı'ya inanan tek topluluktur; bu yüzden tek gerçek tanrı benim tanrım olduğuna göre öteki toplulukların hepsi saptırılmış, inançsız kişilerle doludur."

bununla birlikte narsist bir üstünlük duygusu içinde olan topluluğun karşısında narsist doygunluğun nesnesi olarak kullanılacak küçük, çaresiz bir azınlık yoksa topluluğun narsisizmi kolaylıkla askeri fetihlere kayacaktır; 1914'ten önceki pan-almancılık ve pan-slavcılık fikirlerinde izlenen yol bu olmuştur. her iki durumda da uluslar "seçkin ulus" olma rolünde ötekilere karşı üstünlük duygularıyla doluydular, bu yüzden üstünlüklerini kabul etmeyen uluslara saldırmakta kendilerini haklı görüyorlardı.

topluluk narsisizmi zedelendiği zaman da bireysel narsisizmde de gördüğümüz öfke tepkisiyle karşılaşabiliriz. tarihte topluluk narsisizmi simgelerinin aşağılanmasının deliliğe yakın bir öfke yarattığını gösteren pek çok örnek vardır. bayrağa karşı saygısızlık; tanrı'nın, imparatorun, önderin aşağılanması, savaşın ya da toprağın yitirilmesi -bunların hepsi kitlelerde şiddetli öç alma duyguları uyandırmış, sonunda yeni savaşlara yol açmıştır. zedelenen narsisizm ancak saldırganın ezilmesiyle, narsisizme yöneltilen aşağılamanın ortadan kaldırılmasıyla kurtarılabilir. ister bireysel isterse ulusal olsun öç alma duygusu, çoğu zaman zedelenmiş narsisizmden, bu zedelenmeyi saldırganı ortadan kaldırarak bir anlamda "tedavi etme" gereksinmesinden doğar.

topluluk narsisizminin localar, küçük dinsel mezhepler, "eski okul arkadaşlıkları" vb. gibi küçük toplulukları içeren daha zararsız biçimleri vardır. bunlarda narsisizmin yoğunluğu büyük topluluklara göre az olmasa da narsisizm o denli tehlikeli değildir, çünkü toplulukların gücü sınırlı, bu yüzden de zarar verme olanakları küçüktür.

tam ve kesin denetim altında canlılar yaşamın tek temel niteliğini  -özgürlüğü- yitirirler.

halkın çoğunluğunun akla uygun olarak kabul ettiği şey halkın tümünün değilse bile büyük bir kesiminin kabul ettiği bir şeydir; pek çok insanın gözünde "akla uygunluk" yargısını akıl değil toplumun onayı belirler.

öğrenim, "eğitilmiş" birçok insanı çağdaş topluluk narsisizminin belirtileri olan ulusal, ırksal ve siyasal eylemlere coşkuyla katılmaktan alıkoyamamıştır.

insanın bütünüyle olgunlaşabilmesi için hem bireysel hem de toplumsal narsisizminden kurtulması gerekir.

öylesine bir aşk

dino buzzati

aşk korkunç bir hastalıktır.

bir erkeğin ne kadar derin de olsa uykusundan uyanacağı zaman gelir. o zaman ne kadar sevdalı olsa da, ne pahasına olsa da gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmalıdır.

yatağa girmeden kimse kimseyi sevemez.

kadınların sezgileri çok güçlüdür. en aptalı bile erkeğin kendisi hakkında ne düşündüğünü hemen anlayabilir. benliklerinde erkeğin ruhunu aydınlatıp gözleri önüne seren esrarlı bir meşale vardır sanki.

tüm bayram günleri sevinç ve umutla başlar; penceresiz, havasız küçük bir odada akşamleyin düş kırıklığıyla sona erer.

polisleri ya da papazları kendimiz gibi insanlar olarak düşünebilir miyiz? belki bizden üstün ama başka bir dünyanın kişileri. rahibeleri kadın olarak düşünebilir miyiz? hayır. başka türden kutsal yaratıklar. aynı şeyler kerhane kadınları için de geçerlidir. ne kadar genç ve güzel de olsalar onlarla bizim aramızda geçit vermez sıradağlar vardır. geleneklerimiz, önyargılarımız, özellikle yasalarımızın gücü öylesine katıdır.

bazen siz erkekler öyle budala oluyorsunuz ki!..

tüm erkekler bir kız, hatta bir kız çocuğu bile gördüklerinde hemen aynı şeyi düşünürler. ne var ki kimse bunu söylemez. daha doğrusu, kimse bunu söylemeye ve itiraf etmeye cesaret edemez. evet, kimse bunu kabullenmeye yanaşmaz. çünkü erkeklerin hepsi sahtekârdır.

şimdi bu gizemi çözmüştü. çok basit bir gizem: aşk. bu ölümlü dünyada var olan her şeyi saran o esrarlı duygu. ormanları, yaylaları, dağları, ırmakları, denizleri, vadileri, bozkırları, hatta hatta kentleri, sarayları, taşları, daha öteye gökyüzünü, gün batışlarını, fırtınaları, artı karları, geceyi, yıldızları, rüzgârı bile etkileyen büyüleyici güç. kendi başlarına boş ve duygusuz görünen bunların tümü, bizler için birtakım anlamlarla doluydular. yüreklerinde bizler bilmeksizin aşkın meşalesini taşıyorlardı.

genç kadınlar açık arabalara bayılırlar. bu tür arabaları gençliğin, sporculuğun, çağdaşlığın ve bol paranın simgesi sayarlar.

siz erkekler hep aynısınız. sizce tüm kadınlar birer orospudan başka bir şey değildir.

dünyada kadınlardan daha önemli öyle çok şey var ki!..

film, birbirinden yaramaz üç velede bakmak zorunda kalan genç bir adamın öyküsüydü. basit kafalara seslenen tam bir çocuk filmi.

savaşlar sona erince kuşatılmış bir ordu bile rahat bir soluk alır. sessizlik ortalığı kaplar. yürekler artık korkuyla gümbürdemez. ancak şurada burada, yıkıntılar üzerinde tüten duman sütunları. eh, o kadar da olacak!

23.06.2018

okuma üzerine

marcel proust

bizim için büyülü anahtarları olan, içimizdeki derin, nüfuz edemeyeceğimiz yerlerin kapılarını açan bir yol gösterici olduğu sürece, okumanın yaşamımızdaki rolü sağaltıcıdır.

descartes: bütün iyi kitapları okumak, bu kitapların yazarı olmuş geçmiş yüzyılların en değerli insanlarıyla konuşmak gibidir.

başkaları için konuşuruz ama kendimiz için susarız. bu yüzden sessizlik, konuşmadan farklı olarak eksiklerimizin, yapmacık davranışlarımızın izini taşımaz. o katışıksızdır, o gerçek bir atmosferdir.

yaşayanlar, henüz göreve başlamamış ölülerden başka bir şey olmadığımız için bütün bu nezaket, bir evin holünde giriştiğimiz bütün o selamlaşmalar, ki adına saygı, minnet ya da bağlılık deriz ve içine onca sahtekarlık karıştırırız, bunların tümü bezdirici ve kısırdır.

okuma, eğlencelerin en soylusundan, özellikle en soylulaştırıcısından başka şey değildir. racine'in bir trajedisi, saint-simone'un hatıralarının bir cildi artık yapılmayan güzel eşyalar gibidir.

gerçek seçkinlik zaten adetleri bilen seçkin kişilere hitap edermiş gibidir daima; bir şey "açıklamaz." anatole france'ın bir kitabı bir yığın derin bilgiyi üstü kapalı dile getirir, cahil insanın fark etmediği ve öbür güzelliklerinin yanı sıra kıyaslanamaz soyluluğunu da meydana getiren sürekli imalarda bulunur.

plutarkhos: yeni doğana merhamet edin; çünkü sayısız kötülükle karşılaşacaktır.

eğer schopenhauer'in beni çok uzaklara sürüklemesine izin vermiş olmasaydım, bu küçük tanıtımı, "yaşam bilgeliği üzerine aforizmalar"ın yardımıyla bitirmek isterdim. bildiğim bütün kitaplar arasında bu, yazarındaki azami okumayla, azami özgünlüğü önkoşul olarak sunan tek kitaptır; hatta her sayfası birçok alıntı içeren bu kitabın başında, schopenhauer büyük bir ciddiyetle şöyle yazabilmiştir: "derlemek benim işim değildir."

bir kitap güçlü bir bireyselliğin aynası olmadığında bile zihnin tuhaf hatalarının aynasıdır.

klasiklerin en iyi yorumcuları romantiklerdir. gerçekten de sadece romantikler klasik eserleri okumayı bilir; çünkü onları yazıldıkları gibi, romantik olarak okurlar. çünkü bir şairi ya da bir yazarı iyi okuyabilmek için insanın kendisinin bir allame değil, şair ya da yazar olması gerekir. bu, en az romantik eserler için de geçerlidir. boileau'nun güzel dizelerini bize işaret eden retorik öğretmenleri değil, victor hugo'dur:

"ve güzelliğiyle kirlenmiş dört mendil içinde
çamaşırcıya gönder güllerini ve zambaklarını."

bağbozumu şarkıları

şükrü erbaş


sevgilim
hangi acıyla yaprak dökersek dökelim
insan kendini seveceği bir dünya buluyor

"git kurtar kendini dostum. kurtar canını tüm bağların zulmünden. ve bırak evleri, onları yapanlara mezar olsunlar. git. seninkinden başka toprak bul. kendi ülkenden başka ülkeler. ama asla kendi canından başka can bulamazsın. düşün; tanrının toprakları sonsuz genişlikteyken, seni alçaltan bir ülkede yaşamanın ne kadar anlamsız, ne kadar şaşırtıcı olduğunu."
(binbir gece masalları)

"ben, bir başkasıdır."
(arthur rimbaud)

"cennet mavi olabilir ama insanın çilesi daha güzeldir."
(van gogh)

damla damla akıyorsun gözlerimden

"yaşlı dünyanın sessiz atları
otlamaya devam edecekler bozkırda"
(gerard chaliand)

ey mazlum hayal, kanatlı yalnızlık
sensin bütün arzulardan esen

"bilmez misin ki bu dağların ağaçları kayalardır."
(ferit edgü)

sevgilim
önce ölümden, sonra senden doğdum ben.

"evlerin pencerelerini tamamıyla açabilen tek bir rüzgar biliyorum: ortak keder."
(max horkheimer)

"dağlar dilsiz ustalardır ve suskun öğrenciler yetiştirirler."
(goethe)

insan ruhunun pazarı, sevgilim
insan ruhuna kurulurmuş yine

"her şey daha çok zaman olsun diye hızlandı.
zaman ise gittikçe azalmakta."
(elias canetti)

kimse kendinden bir yere gitmiyor
yaşıyoruz sessizce yaramızı severek

20.06.2018

arap alemi

amin maalouf

1967 bozgununun ertesinde geçen bir öyküde, mısırlı üst düzey bir sorumlu, olan biten karşısında öfkeden deliye dönmüş bir halde, sovyet büyükelçisine patlıyordu: "bize sattığınız silahlar beş para etmez!" diplomatın yanıtı şöyleydi: "aynı silahları vietnamlılara da verdik."

bir sünni militan şii ailelerin gittiği bir pazar yerini havaya uçurmak üzere bomba yüklü bir kamyonun direksiyonuna geçince ve bu katil, bazı fanatik vaizler tarafından "direnişçi", "kahraman" ve "şehit" olarak adlandırılınca, başkalarını suçlamak artık hiçbir işe yaramaz, asıl vicdan muhasebesi yapması gereken, arap alemidir. neyin savaşını vermektedir? hala hangi değerleri savunmaktadır? inançlarına nasıl bir anlam yüklemektedir?

bin yıl, üç yüz yıl ya da elli yıl öncesiyle karşılaştırıldığında, batı'nın kimi alanlarda hala devam eden, hatta hızlanan göz alıcı ilerlemeler kaydettiği yadsınamaz. oysa arap alemi bugün dibe vurmuş durumda; evlatlarını, dostlarını ve aynı şekilde tarihini utandırıyor.

19.06.2018

akşam saatleri

arthur rimbaud

ışıklı bir esenlik bu, ne sayrılık ateşi, ne de can sıkıntısı, yatakta ya da çayırda.
dosttur bu, ne ateşli, ne güçsüz. dost.

sevilen kadındır bu, ne acı çektiren, ne acı çeken. sevilen kadın.
hiç aranmamış hava ve dünya. yaşam

- sahi bu muydu?
- düş serinliyor.

direğe yeniden vuruyor ışık. iki ucundan salonun anlamsız süslerle uyumlu yükseklikler kavuşuyor birbirine. gece bekçisinin karşısındaki duvar, ağaç kesme, freze sanatlarının, hava şeritlerinin, yerbilim olaylarının birbirini izleyen ruhsal bir zinciridir. duygusal kümeler düşü, yoğun ve hızlı, tüm görüntüler arasındaki her türden insanlarla.

gece, güvertenin çevresinde tekne boyunca, dalga dalga uğulduyor akşam saatlerinin lamba ve halıları.

akşam saatlerinin denizi tıpkı amelie'nin memeleri.

duvar halıları yarıya kadar, akşam kumrularının içine atıldığı zümrüt renkli dantela korular.

kara ocağın kapağı, gerçek güneşleri kumsalların; büyülerin kuyuları, oy: şu biricik görünümü şafağın.

18.06.2018

bilginin gücü

jared diamond

"evrensel tarih, insanın bu dünyada neler başardığının tarihi, temelde dünyada başarılı olmuş büyük adamların tarihidir." (thomas caryle)

bilgi güç demektir. bu yüzden de yazı, çok daha uzak ülkelere ve çok daha eski zamanlara ait çok daha fazla bilgiyi çok daha sağlıklı ve çok daha ayrıntılı bir biçimde aktarma olanağı verdiği için çağdaş toplumlara güç kazandırır. elbette bazı halklar (özellikle inkalar) yazıları olmadan da imparatorlukları yönetebilmişlerdi ve "uygar" halklar, hunlarla karşılaşan roma orduları gibi, her zaman "barbarları "yenemezler. ama amerika kıtalarının, sibirya'nın ve avustralya'nın avrupalılarca ele geçirilişi en yakın geçmişteki sonuçların tipik bir örneğidir.

bir patent avukatının gözüyle bakarsak en kusursuz icat, tam biçimini almış olarak zeus'un alnından fırlayan athena gibi, öncesi olmayan bir icattır.

insanın yaratıcılığı olmasaydı bugün hepimiz hâlâ yiyeceğimiz eti taş aletlerle kesiyor ve çiğ yiyor olacaktık, tıpkı bir milyon yıl önceki atalarımız gibi. bütün insan toplumlarında yaratıcı insanlar vardır. ancak bazı yaşam çevreleri başka yaşam çevrelerine göre bize daha fazla başlangıç malzemesi ve icatları kullanmak için daha olumlu koşullar sunar, hepsi bu.

17.06.2018

clarissa

stefan zweig

"milyonlarca lüleli peruk da taksan, arşınlarca yüksekteki kaideye de çıksan, neysen osundur." (goethe)

düşüncelerin yalnızca sözlü olarak dile getirildiği bir yüzyılda yaşamıyoruz. sıradan insanların ihtiyacı olan, bir şeye dahil olma hissidir, zamanın akışına sözde varlıklarıyla katılmaktır.

büyük dehalar düzeni, daha küçükler ise insani olanı kurar.

içedönük doğaların gizli bir gücü vardır; onlar dışadönük insanlarda kısa süreliğine de olsa ciddiyeti açığa çıkartmayı ve ağırbaşlılıklarıyla onların temeline inmeyi bilirler.

hayatta yalnızca bir şey dört dörtlük yapılabilir. yalnızca bir şey; ama onu da tam yapmak gerekir. bunun ne olduğu önemli değildir, kimse kendini aşamaz; ama hayatını bir tek şeye odaklayan, doğru bir şey yapmış olur. bu şey yalnızca doğru, dürüst, temiz bir şey olmalıdır ve insanın kendi kanıymış gibi kanıksadığı bir şey olmalıdır. eğer insan kendi yaptığını doğru buluyorsa, diğer insanların buna saçmalık ya da aptallık demeleri önemsizdir.

insanlar her zaman kendilerine en yabancı olan şeye hayran olurlar.

eğer ciddiye alındığını fark ederse nevrozlu bir hasta karşısında bitmişsiniz demektir.

büyük insanlar hayranlık duyar; ama belli bir mesafeden; çünkü yakınlığın iyi olmadığını düşünürler.

her etki zamanla yıpratır.

milliyetçilik her şeyi mahvediyor. tek bir vatanın her şeyin üstünde olması ne kötü! vatanlarımızın aptallıklarının içine sürükleniyoruz. dürüst ve iyi niyetli olmak neye yarar; eğer tepedeki bir avuç insan böyle olmak istemezse. boğa kırmızı bez parçasına baktığında ne görüyorsa onlar da başka bir bayrağa baktıklarında aynısını görüyorlar. bu vatanperverlikten sıyrılmalıyız. vatanların canı cehenneme!

vasat yetenekler için yüksek makamlar tehlikelidir; kişi kendini aşmak zorunda kalırsa kişiliği bozulur.

insan kendisinden daha öte bir şeyler olmak zorundadır.

goethe: insanlar kızıldeniz gibidir; asa onları ayırdıktan hemen sonra tekrar bir araya gelirler.

başkalarını iyi tanımadığımız halde onlar hakkında fikir sahibi olduğumuzu sanarak kendi kendimizi kandırırız.

düzene ayak uyduramayan yapayalnız kalır.

insanın bir şeyi yaptığı ya da yapmadığı için kendisinden utanacağı birilerinin olması iyidir. bu, bazı şeylerin üstesinden gelinmesinde yardımcı olur.

en içten hisler karşısındakine anlatılmadıktan sonra ne değer taşır ki?

birine düşünce yoluyla yoğunlaşıp onunla ilgili bir şeyi dürüstçe ve içtenlikle düşünürsek düşündüğümüz şey gerçek olur.

korkmak binlerce defa ölmek demektir, ölümün kendisinden beterdir.

bir türk hapishanesi, hafife alınacak bir şey değildir.

epigraflar


vitae nomen quidem est vita, opus autem mors.
yaşam, yaşam adını almış ama gerçekte ölümdür onun adı.
(herakleitos)

optima sors homini non esse.
doğmamış olmak insan için en iyi şey olmalı.
(theognis)

omnis hominum vita est plena dolore.
insanın tüm yaşamı acı doludur.
(euripides)

non enim quidquam alicubi est calamitosius homine omnium, 
quotquot super terram spirant.
şu dünyada soluk alan, yürüyen yaratıklar arasında
insandan daha acınacak bir yaratık yok.
(homeros)

nullum melius esse tempestiva morte.
hiçbir şey zamanında bir ölümden daha değerli değildir.
(plinius)

o, if this were seen -the happiest youth
-would shut the book and sit him down and die.
ah, bir görebilseydi, en mutlu genç bile
kitabı kapatır ve oturup ölümü beklerdi.
(shakespeare)

natum non esse sortes vincit alias omnes.
hiç doğmamış olmak insan için en iyisidir.
(sophokles)

this something better not to be.
daha iyisi var olmamaktır.
(lord byron)

via marcel proust

erkek doğrama cemiyeti manifestosu

valerie solanas

merhametsiz ve üzücü olmadıklarında tamamen sıkıcı olan yaratıklar tarafından ve onlar için kurulmuş bir toplumda hayat, merhametsiz ve üzücü olmadığınızda tamamen sıkıcıdır.

insanın istediğinin hiçbir zaman gerçekleşmemesi, dünyayla başetme kabiliyeti konusunda özgüveninde bir azalmaya ve statükonun edilgen bir biçimde kabulüne yol açar.

birbirleriyle empati kurma kabiliyetine sahip, akılcı, bütünlüklü ve rekabet etmeleri için doğal bir sebep olmayan varlıklardan oluşan bir toplumun, hükümete, kanunlara ve liderlere ihtiyacı yoktur.

toplumumuz bir cemaat olmayıp tecrit edilmiş aile birimlerinden ibarettir. gerçek bir cemaat, birbirinin bireyselliğine ve mahremiyetine saygı duyan, aynı zamanda birbirlerini zihinsel ve duygusal olarak etkileyen -birbirleriyle özgür ilişkiler içinde olan özgür ruhlar- ve ortak sonuçlara varmak için birbiriyle işbirliği yapan -türün mensupları ya da çiftler değil- bireylerden oluşur.

insanın dünyayla baş edip onu değiştirebilme ya da en hafif biçimiyle olsun, kendi kaderini etkileme kabiliyetine duyduğu özgüvenin eksikliğiyle bir araya gelen öfke ve nefret korkusu, dünyanın ve onun üzerinde yaşayan insanların çoğunun iyi olduğuna ve en banal, en ilkel eğlencelerin çok zevk verdiği, derin hazlar sunduğu yönünde aptal bir inanca yol açar.

yüksek eğitimin amacı eğitmek değil, mümkün olduğunca fazla sayıda insanı çeşitli mesleklerden dışlamaktır.

bu toplumda hayat, en iyi halinde bile can sıkıntısından ibaret olduğundan ve toplumun hiçbir tarafı kadınlara uygun olmadığından; uygar kafalı, sorumlu, heyecan arayan kadınlara; hükümeti yıkmak, para sistemini bertaraf etmek, her alanda otomasyonu kurumlaştırmak ve erkek cinsini yok etmekten başka çare kalmıyor.

16.06.2018

mülkiyet

thomas hobbes

cicero, bir kamu davasında, bütün mülkiyeti toplum yasasına bağlar. toplum yasası terk edilirse, demiştir; veya özenle korunmazsa, hele hele yok edilirse, insanın atasından almayı veya çocuklarına bırakmayı güvenle bekleyebileceği hiçbir şey kalmaz.

ayrıca, toplum yasasını kaldırın, hiç kimse neyin kendisine, neyin başkasına ait olduğunu bilemez. öyleyse, mülkiyetin başlaması, ancak onu temsil eden kişinin eliyle bir şey yapabilen devletin bir sonucu olduğuna göre, sadece egemenin işidir; ve egemen güce sahip olmayan hiç kimsenin yapması mümkün olmayan yasalarda yer alır.

15.06.2018

budala

mehmet eroğlu

şehvet, bedenin dostudur; ruhun esaretinden kurtarır onu.

insan otuz yaşına gelmeden budalalıktan kurtulamaz.

geçmişi serüvenlerle dolu olan bir erkeğin açık yüreklilikle sergilediği güçsüzlüğünden daha çekici ne olabilir?

sanat, ölüm denilen büyük hiçliği, hiçbir şeyi, bir şeye dönüştürmektir.

kentlerin günahlarını orospularla çocuklar öder; dünyanın günahlarını ise filozoflar.

adetleri bir yana bırakın. adetler fikrin yerini aldı mı, boku yedik demektir.

gerektiğinden daha iyi, kötülüğünden tamamen sıyrılmış bir insan, yarım, iğdiş edilmiş insan demektir. ölçülü olduğu sürece kötülük doğaldır; katıksız iyilikse yapmacık. günahın yontmadığı bir beden nasıl ham ve biçimsizse, kötülüğünden sıyrılmış, arındırılmış bir kişilik de o denli katlanılmaz ve sıkıcıdır ve eninde sonunda yönünü yitirir.

gençlik, başarıları abartmaksa, yaşlılık, başarısızlıklarımızla uzlaşmayı öğrenmektir.

uzun süren dostluklarda, dostlar eninde sonunda birbirlerinin sahibi olurlar.

hayat dediğimiz, kısa ya da uzun süren bir ölüm hikayesidir.

14.06.2018

arzu

rene descartes

sahip olduğumuzdan fazla kolumuz, sahip olduğumuzdan fazla dilimiz olmasını arzu etmediğimiz halde, sahip olduğumuzdan fazla sağlığımız ya da servetimiz olmasını arzu etmemizin nedeni, sırf, bu şeylerin davranış tarzımız sayesinde elde edilebileceğini ya da bunların bizim doğamız gereği olduğunu; ama başkaları için böyle olmadığını sanmamızdır. bu sanıdan kurtulmamız ancak -daima aklımızın öğüdüne göre hareket ettiğimize göre- gücümüz dahilinde bulunan hiçbir şeyi ihmal etmediğimizi ve hastalıklarla talihsizliklerin de bir insan için refah ve sağlık kadar doğal şeyler olduğunu düşünmemizle mümkündür.

kaldı ki, arzuların her türlüsü mutlulukla uyuşmaz da değildir; uyuşmaz olanlar ancak sabırsızlık ve kederle birlikte gidenlerdir. yine, aklımızın hiç yanılmaması da zorunlu değildir; en iyi olduğuna hükmettiğimiz bütün şeyleri yapmak için kararlılık ve erdem göstermekte asla kusur etmediğimize vicdanımızın tanıklık etmesi yeterlidir. böylece, bizi bu hayatta mutlu etmeye yalnızca erdem yeter. ama şu var ki, erdem zihnin ışığı ile aydınlanmadığı takdirde sahte olabilir, yani iyilik yapmak iradesi ve kararlılığı bizi iyi sandığımız bazı kötü şeyleri yapmaya götürebilir ki, bu takdirde bu davranışlardan doğan mutluluk sağlam bir mutluluk değildir ve mutat olarak bu erdem, hazlarla, iştihalarla ve ihtiraslarla zıtlaştırıldığına göre, uygulanması da son derece güç olur. halbuki, aklın doğru kullanılması iyilik hakkında hakiki bir bilgi verdiğinden, erdemin sahte olmasını önler; hatta onu meşru hazlarla birlikte sunarak uygulanışını o kadar kolaylaştırır ve bize doğamızın şartlarını öğreterek arzularımızı öylesine sınırlandırır ki, insan için en büyük mutluluğun aklın doğru kullanılışına bağlı bulunduğunu ve dolayısıyla, bu doğru kullanılışı elde etmeye yarayan inceleme ve araştırmanın mümkün en yararlı ve aynı zamanda en hoş ve haklı uğraş olduğunu itiraf etmek zorunda kalırız.

13.06.2018

şifre

jorge luis borges


ayın sessiz dostluğu
(vergilius'tan kötü bir alıntı)
sana eşlik ediyor
zaman içinde yitip giden bugünden başlayarak
gece ya da akşam karanlığında
avare gözlerin çözdüler gizini sonsuza dek
tozlu bir bahçede ya da bir avluda
sonsuza dek mi? biliyorum bir gün birisi
sana diyecek gerçekten:
bir daha görmeyeceksin parlak ay'ı sen
yazgının kaç kez sana sunduğu şeyi
değişmez olanı tükettin çoktan
yararsız açmak dünyanın
tüm pencerelerini. artık geç. bulamayacaksın onu
yaşıyoruz keşfedip unutarak
gecenin tatlı alışkanlığını
iyi bakmalısın ona. sonuncu olabilir bu

kontrbas

patrick süskind

aslına bakarsanız caza karşıyımdır, rock'a filan da. çünkü klasik anlamda güzele, iyiye ve doğruya yönelmiş bir sanatçı olarak, serbest emprovizasyon denen anarşiden hiçbir şeyden sakınmadığım kadar sakınırım.

orkestra insan toplumunun bir aynasıdır. çünkü gerek birinde gerek öbüründe, zaten en pis işleri yapanlar bir de üstüne ötekiler tarafından horlanır. hatta insan toplumunda olduğundan daha bile kötüdür orkestra, çünkü toplumda, hiyerarşinin basamaklarını çıka çıka günün birinde piramidin en tepesinden aşağıya, altımdaki solucanlara bakarım umudu vardır - teorik olarak.

ama orkestrada, orada böyle bir umut yoktur. orada becerinin amansız hiyerarşisi hüküm sürer, günün birinde verilmiş bir kararın korkunç hiyerarşisi, yeteneğin tüyler ürpertici hiyerarşisi, titreşimlerin ve seslerin tabiatça ya-salaştırılmış, sarsılmaz, fiziksel hiyerarşisi; siz siz olun, sakın bir orkestraya girmeyin!

goethe şöyle der: "müzik öyle yücedir ki hiçbir akıl sırrına eremez; müzikten, her şeye egemen olan ve kimsenin hesabını tutamayacağı bir etki yayılır."

mozart -bu açıdan bakınca- çok abartılıyor. müzisyen olarak mozart'a hak ettiğinden çok fazla değer veriliyor. yok, gerçekten - biliyorum, günümüzdeki popülerliğine ters düşüyor bu dediğim, ama yıllar boyu bu konuyla uğraşmış, mesleki açıdan incelemiş biri olarak kendimde şunu belirtme hakkını görüyorum: mozart, bugün haksız yere unutulmuş olan yüzlerce çağdaşıyla karşılaştırıldığında, orta karar bir bestecidir; sırf daha çocukken çok yetenekli oluşu ve daha sekiz yaşındayken beste yapmaya başlaması yüzünden, tabii en kısa zamanda iflahı kesilmiş oluyor adamın.

bunun da asıl sorumlusu babasıdır, işin rezalet tarafı da bu zaten. yani ben olsam oğlumu, eğer bir oğlum olsaydı, isterse mozart'ın on katı kadar yetenekli olsun, çünkü bir çocuğun beste yapması öyle olağanüstü bir şey değildir ki; maymun gibi talim ettirirseniz her çocuk beste yapar, hiç de marifet değildir, eziyettir bu, çocuğa işkencedir, günümüzde haklı olarak yasaktır, çünkü çocuğun özgür olmaya hakkı vardır. bu, işin bir yönü. diğer yönü de şu ki, mozart beste yaptığı sıralar henüz ortada bir şey yoktu.

beethoven, schubert, schumann, weber, chopin, wagner, strauss, leoncavallo, brahms, verdi, çaykovski, bartök, stravinski. - saymakla tükenmez o zamanlar olmayan. haydi benim gibi meslekten biri şöyle dursun, bugün içimizden her biri için gayet tabii olan müziğin yüzde doksan beşi daha hiç yok ki ortada ancak mozart'tan sonra oluşuyor bu yüzde doksan beş! mozart'ın daha haberi bile yok! - bir tek şey varsa, efendim?, o zamanlar adı sanı olan bir tek şey varsa, o da bach'tı ve bach tamamen unutulmuştu, çünkü protestan'dı kendisi, ancak bir zaman sonra yeniden keşfedebilmişizdir bach'ı. bu yüzden de mozart için o sıralar durum kıyas kabul etmez derecede kolaydı. omuzlarına binen bir yük yok. o zaman kim olsa çıkıp ben besteciyim der, istediği gibi de çalıp besteler.

hem eskiden insanlar da çok daha kadirbilirmiş. ben o zaman yaşamış olsaydım, dünyaca ünlü bir virtüöz olurdum. ama mozart, goethe'nin aksine, bu durumu hiç kabul etmemiştir. ikisi içinde goethe zaten daha dürüst olanıdır; hep söylemiştir şanslı olduğunu, çünkü kendi zamanındaki edebiyatın yazılmamış, boş bir sayfa olduğunu. şanslı adammış. ballı herif derler ya hani. mozart ise bunun böyle olduğunu hiç kabul etmemiştir, işte benim kendisine yönelttiğim itham da bu oluyor.

12.06.2018

suret

nazım hikmet


bu bahçe, bu nemli toprak
bu yasemin kokusu, bu mehtaplı gece
pırıldamakta devam edecek ben basıp gidince de
çünkü o ben gelmeden, ben geldikten sonra da
bana bağlı olmadan vardı
ve bende bu aslın sureti çıktı sadece

10.06.2018

manhattan projesi

david b. resnik

atom bombası; bilim, teknoloji ve ordu arasında ortaya çıkan içsel ilişkinin korkutucu bir sembolüdür. bugün, 500.000 bilim insanı ve mühendisin orduda çalıştığı ve dünyanın araştırma geliştirme bütçesinin dörtte birinin askeri araştırmalara ayrıldığı tahmin edilmektedir. abd'de federal hükümet diğer araştırma geliştirme bütçelerinin iki katını orduya harcamaktadır.

bilim insanları, manhattan projesi gibi büyük, gizli faaliyetlerde görev aldılar. hükümet askeri araştırmaları desteklemek için çok para harcadı.

manhattan projesi üzerinde çalışanların çoğu ordu için ne yaptıklarının farkında değildiler. başkan yardımcısı truman bile, başkan oluncaya kadar bu araştırmanın detaylarından habersizdi.

alman fizikçi fritza strassman, uranyum atomlarını nötronlarla bombardıman ederek nükleer füzyonu keşfetti. abd, bazı bilim insanlarının nazi almanyası'ndan füzyon bilgileriyle ayrıldığı 1939 yılına kadar atomların nasıl bölünebileceğine ilişkin bilgiden yoksundu. 1939 yılında, bir grup önemli fizikçi, o zamanlar dünyaca ünlü bir bilim insanı olan einstein'ı, başkan roosevelt'e bir mektup yazması için ikna etti. bu mektupta, nazilerin nükleer bir silah geliştireceği, bu yüzden abd'nin füzyon araştırmalarını hızlandırması gerektiği ifade edilecekti. bu mektup roosevelt'i, enrico fermi, robert oppenheimer, hans bethe gibi ünlü fizikçilerin yürüteceği manhattan projesi'ne başlamak konusunda ikna etti. bu bilim insanları, söz konusu proje üzerinde toplumsal sorumluluk duygusuyla çalıştılar; çünkü 2. dünya savaşı'nda müttefiklerin yenilgiye uğraması durumunda nazi almanyası'nın uygarlıkları yok edeceğinden büyük endişe duyuyorlardı.

2. dünya savaşı'ndan sonra manhattan projesi'nde çalışan bilim insanları nükleer birlik sağlamak için askeri sırları sovyetler birliği'yle paylaşıp paylaşmamakta tereddüt ettiler. bazı bilim insanları, nükleer silahlara ilişkin bilgilerin gizli tutulması halinde dünya barışı ve istikrarının sağlanacağını savundular. diğerlerine göre ise barışı ve istikrarı ancak bu konudaki açıklık sağlayabilirdi.

askeri sırları açıklamanın feci uluslararası sonuçları olacağından, sırları açıklamayı düşünen bilim insanları tedbirli davranmalıdırlar: bilim insanları, ancak gizliliğin açıklıktan daha kötü sonuçları olacağına dair açık ve ikna edici nedenlere sahip olduklarında askeri sırları açıklamalıdırlar.

insan

jonathan swift

her bireyin tüm evrenin kendisiyle ilgilendiğini sanması, insanın ne denli kendini beğenmiş olduğunu ortaya koymaktan öte bir yarar sağlamıyor. insan bir beladan yakasını sıyırdığında, gökyüzünden görünmeden inen bir melek ona yol göstermiş oluyor; tersine, başını olmayacak bir belaya sokmayagörsün, şeytan ona günahları nedeniyle bir sille indirmiş sayılıyor.

sızlanıp durmaktan, hayaller görmekten, saçma sapan konuşmaktan başka işe yaramayan değersiz bir ölümlüyü gören bir varlığın, cennetten ya da cehennemden kalkıp da onu herhangi bir biçimde etkileme zahmetine katlanması ya da işini gücünü bırakıp onu gözlemlemeye koyulması fikri akla yatkın mıdır?

9.06.2018

dilek ağacı

william faulkner

"..müziği gördüm, duydum ağır, esintisiz çanları, türkümde bahar yelinin, bahar kuşunun ölümsüz doğruları. ah, bırak solsun: solacak, solmalıdır; tasalanma, sen sadece düşle, o hep genç ve taze kalacak."

şimdiye kadar savaştan kazançlı çıkmış bir asker görmedim ben.

savunmasız varlıkları koruyan, onlara bakan insanların bencil dilekleri olmaz.

savunmasız varlıklara iyi davranırsanız düşlerinizin gerçekleşmesi için dilek ağacına gerek kalmaz.

dilek ağacı, dünyanın en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen, pulitzer ve nobel edebiyat ödülü sahibi william faulkner'ın bilinen tek çocuk kitabıdır. faulkner, dilek ağacı'nda birbirinden ilginç kişilerden oluşan bir grubun, efsanevi bir ağacın çevresinde gerçekleşen sürükleyici serüvenini kaleme almıştır.

8.06.2018

din ve kadın

james frazer: erkekler tanrıları yaratır; kadınlar ise onlara tapınırlar.

h.l. mencken: katolik bir kadının matematiğe başvurarak gebe kalmayı önlemesi kurallarla pek bağdaşmasa da, fizik ve kimyaya başvurması yasaklanmıştır.

polly toynbee: kalemler keskinleştiriliyor: islam korkusu! böyle bir şey yok. ilkel orta doğu dinleri -ve diğerlerinin çoğu- birbirleriyle aynı. islam, hristiyanlık ve musevilik, kendilerini kadın bedenine duydukları tiksintiyle ifade ediyorlar.

wendell watters: cinsellik konusunda, kilisenin varlığını sürdürmesini garanti altına alan bir kural icat etmek amacıyla, ilk kurucular, kadın rahmini hristiyan bebekler dünyaya getiren bir fabrikaya dönüştürmek için ellerinden geleni yapmışlardır. bu yüzden mastürbasyona karşı da özel bir kınama geliştirmişlerdir. batı'daki hristiyan toplumu, mastürbasyonun tamamen yasaklandığı tek toplumdur. 

margaret sanger: eğer hristiyanlık genel ilerlemenin saatini bir yıl geriye aldıysa, kadınlar söz konusu olduğunda iki bin yıl geriye almıştır. 

amanda donohoe: çağlar boyunca kadın cinselliğine zulmetmiş bir erkek tanrıyı kucaklayamam. 

mark twain: incil, cadıların yaşamalarına izin verilmemesi gerektiğini emretmiştir. bu yüzden kilise, idam iplerini, işkence aletlerini ve meşalelerini bir araya getirmiş ve kutsal görevini hakkıyla yerine getirmeye koyulmuştur. dokuz yüzyıl boyunca gecesini gündüzünü bu işe harcamış ve cadı ordusundan oluşan kalabalığı hapsetmiş, onlara işkence etmiş, onları asmış ve yakmıştır. sonradan cadı diye bir şeyin var olmadığı ve hiç var olmamış olduğu keşfedilmiştir. insan bu duruma gülse mi ağlasa mı bilemez.

7.06.2018

tanrıya karşı söylev

marquis de sade

ey sen, dünyada mevcut her şeyi yarattığı söylenen: hakkında en ufak bir fikrim olmayan sen; ancak lafta tanıdığım ve her gün yanılan insanların bana söyledikleri kadar bildiğim sen; tanrı denen acayip ve hayal mahsulü varlık, kesinlikle, gerçekten ve herkesin önünde ilan ediyorum ki sana en ufak bir inancım yok. ve bunun da nedeni gayet mükemmel: dünyadaki hiçbir şeyin akla yatkınlığına kanıt olmadığı saçma bir varoluşa beni ikna edecek hiçbir şey bulamıyorum.

hayal mahsulü ve işe yaramaz varlık, adın bile yeryüzünde hiçbir politik savaşın döktüremeyeceği kadar kan akıttı. insanlar çılgınca umutları ve gülünç korkularıyla ne yazık ki seni hiçlikten çıkartmaya cüret ettiler; keşke geri girsen o hiçliğe! sen insan soyuna eziyet etmek için çıktın ortaya yalnızca. senden söz etmeyi aklından geçirmiş ilk sersem boğazlansaydı yeryüzünde ne çok cinayet engellenirdi!

varsan göster kendini! benim gibi zavallı bir yaratık sana hakaret etmeye cüret etti, sana meydan okudu, seni hiçe saydı diye, senin mucizelerini inkara kalkıştı ve varlığını alaya aldı diye acı çekmeye kalkma sakın, sözde mucizelerin beş para etmez uydurukçusu! var olduğunu bize kanıtlamak için bir mucize göster! göster kendini; ama iyi kalpli musa'ya göründüğün söylendiği gibi, alev alev yanan çalılık halinde değil; senin oğlun olduğunu söyleyen beş para etmez cüzzamlıya göründüğün dağın tepesinden de değil, insanları aydınlatsın diye yararlandığın yıldızın yakınından görün; mademki onlar senin elinin bu yıldıza rehberlik ettiğine inanmak istiyorlar, o halde bu evrensel, belirleyici eylem sana her gün gerçekleştirdiğin söylenen bütün o okült büyüleyiciliklerden daha fazlaya mal olmaz. şanın, şöhretin buna bağlı; ya bunu yapmaya cüret et ya da bütün zeki insanların senin iktidarını reddetmesine ve senin sözde itkilerinden, senin tatsız tuzsuz varlığını bize vaaz ederek domuz yavruları gibi yağlananların ve sunaklarda öldürülen kurbanlarla beslenen o pagan rahipler gibi, holocaust'ları çoğaltmak için kendi idollerini yüceltenlerin senin hakkında yaydıkları, tek kelimeyle masallardan kurtulmasına artık şaşma!

işte siz, fenelon'un övdüğü sahte tanrının rahipleri; sizler isyan eden yurttaşları karanlık bir köşeden tahrik etmekten hoşnuttunuz: kilise kan görmekten dehşete kapıldığını söylese de sizler, kendi yurttaşlarınızın kanını döken çılgınların başında, darbelerinizi daha az tehlikeyle yöneltebilmek için ağaç tepelerine çıkıyordunuz. barış tanrısı isa'nın doktrinini ancak böyle vaaz etmeyi biliyordunuz siz. ama ona hizmet etmeniz için sizi altınla kapladıklarından bu yana, onun davası için ömrünüzü riske atmıyor olmaktan gayet memnun bir halde, şimdi onun kuruntularını alçaklık ve safsatalarla savunuyorsunuz. ah, o da sizinle birlikte sonsuza kadar yok olsun ve bir daha asla tanrı ya da din sözü işitilmesin! ve nihayet huzura kavuşacak insanlar; kendi mutluluklarıyla uğraşmak zorunda kalmadıklarında, bu mutluluğu oluşturan ahlakın destek olarak masallara ihtiyacı olmadığını hissedeceklerdir; aklın en hafif sınavıyla bile tuzla buz olan gülünç ve nafile bir tanrı'nın sunaklarında erdemleri üst üste koyup kurban etmek, bütün bu erdemleri kirletmek ve lekelemek olur.

defol git, tiksindirici kabus! doğduğun karanlıklara geri dön; bir daha gelip de insanların belleğini kirletme; senin lanetli adın artık küfürle anılmasın, gelecekte seni yeryüzüne yeniden yerleştirmek isteyen kalleş düzenbaz sonsuza dek azap çeksin! özellikle yüz bin lira gelirli besili rahiplerin yüreklerinin keyiften oynamasına ya da sevinç çığlıkları atmalarına yol açma! bu mucize benim sana önerdiğime denk değil ve eğer bize bir mucize sunmak istiyorsan, en azından senin şanına layık olsun.

seni arzulayanlardan niçin gizleniyorsun ki? onları ürkütmekten mi çekiniyorsun; yoksa intikamlarından mı korkuyorsun? ah canavar, nasıl da layıksın bu intikama! senin yaptığın gibi, mutsuzluklar uçurumuna onları yuvarlamak için mi yaratmanın bunca zahmeti? kudretini acımasızlıkla ve insanları ezen elinle mi göstermek zorundasın? elin onların lanetini hak etmiyor mu, iğrenç hayalet? saklanmakta gayet haklısın! gudubet suratın insanlara hiç görünmemiş olsa da sana lanetler yağıyor; bahtsızlar, yaratılan esere isyan edenler, yakında işçiyi de unufak edecekler!

yanlışın ve fanatizmin kör ettiği zayıf ve saçma faniler, tepesi tıraşlı rahiplerin batıl inancının sizi gömdüğü tehlikeli yanılsamalardan vazgeçin! onların size bir tanrı sunmalarındaki müthiş çıkarı, bu tür yalanların sizin mallarınız ve ruhlarınız üzerinde onlara sağladığı itibarı düşünün! göreceksiniz ki bu tür hergeleler ancak bir hayalin habercisi olabilirler ve karşılığında, bu kadar alçaltıcı bir hortlağın ardından ancak eşkıyalar gelebilir.

yüreğinizde bir ibadet ihtiyacı duyuyorsanız tutkularınızın somut nesnelerine yönelin: gerçek bir şey sizi en azından bu doğal saygı içinde tatmin edecektir. ama tanrıya yönelik iki, üç saatlik sofuluğun ardından ne hissediyorsunuz? sizin duyularınıza hiçbir şey sağlamayan soğuk bir hiçlik, tiksinti verici bir boşluk. düşlere ve gölgelere tapınmış olsaydınız da duyularınız aynı durumda olurdu! gerçekten de, maddi duyularımız kendilerini oluşturan özlerden başka bir şeye nasıl bağlanabilir ki? sizin tanrı tapıcılarınızın hepsi de asla gerçek olmayan, ayakları havada maneviyatlarıyla, değirmenleri dev sanan don kişot'lara benzemiyor mu?

iğrenç gudubet, artık seni kendinle baş başa bırakmalıyım, tek başına bile esinlemeye yettiğin küçümsemeye seni teslim etmeliyim ve fenelon'un hayallerinde yeniden seninle mücadele etmeye son vermeliyim. ama görevimi tamamlamaya söz verdim; sözümü tutacağım, eğer çabalarım seni sersem müritlerinin kalbinden söküp almayı ve senin yalanlarının yerine biraz akıl koymayı, senin sunaklarını sarsarak onları sonsuza dek hiçliğin uçurumlarına gömmeyi başarırsa ne mutlu bana!