30.06.2020

uzun lafın kısası

murathan mungan: başarı, mutsuzluklara karşı en etkili ilaçtır.

baltasar gracian: aptal tamamen ikna edilmiştir ve tamamen ikna edilmiş insanlar aptaldır.

cenap şahabettin: akarsu, ne güzel yaşam dersidir. küçük engellerin üzerinde köpürür, büyüklerin yanından sessizce geçiverir.

cesare pavese: başkasından nefret eden bir insan hiçbir zaman yalnız değildir. nefret ettiği insan her zaman onun yanındadır.

charles bukowski: bazen hepimiz bir filme hapsolmuşuz hissine kapılıyorum. repliklerimizi biliyoruz, nereye doğru yürüyeceğimizi biliyoruz, nasıl oynayacağımızı biliyoruz, sadece kamera yok. yine de çıkamıyoruz filmin içinden. ve film kötü.

dostoyevski: ancak bir neden için yaşayabilendir ki, hemen hemen her nasıla tahammül eder.

elias canetti: bin yıllık imparatorluklar olmuştur: platon'un, aristo'nun ve konfüçyüs'ünkiler.

emil cioran: bir katliam ümidi ya da fırsatı verin gençlere, sizi körlemesine izleyeceklerdir.

goethe: asıl önemli olan, insanın büyük bir istencinin olması ve bir şeyi yapacak yetenek ve azme sahip olmasıdır; geri kalan hiçbir şey önemli değildir

halil cibran: "tek doğruyu buldum." değil, "bir doğruyu buldum." de. "ruha giden yolu buldum." değil, "kendi yolumda yürürken ruhu buldum." de.

irvine welsh: bekareti hafife almayın sakın. hayattaki gerçek sorunların çoğu, onu kaybettikten sonra karşımıza çıkar.

konfüçyüs: bir ülke iyi yönetiliyorsa yoksulluk ve düşkünlüğün varlığı utanç vericidir. bir ülke kötü yönetiliyorsa zenginlik ve onur gibi şeylerin varlığından utanç duyulmalıdır.

28.06.2020

başarı

victor hugo

başarı iğrenç yüzlü bir şeydir. meziyetle olan yalancı benzerliği insanı aldatır. halk kalabalığı için başarının yüzü, aşağı yukarı üstünlüğün yüzüyle aynıdır.

kabiliyetin tıpatıp benzeri olan başarının bir kurbanı vardır: tarih. yalnız juvenalis'le tacitus ona karşı itiraz sesi yükseltirler. günümüzde hemen hemen resmileşmiş bir felsefe, onun kapısında hizmetçiliğe girmiş, başarının uşak üniformasını sırtında taşımakta ve onun bekleme odasında hizmet görmektedir.

başarınız: teori bu. bolluk ve refah kabiliyet eseri sayılıyor. piyangoda kazandınız mı tamam, becerikli bir insansınız demektir. üstün gelen saygı görür. dünyaya takkeli gelin! bütün mesele burada. şanslıysanız gerisi kendiliğinden gelir. mutlu olun, sizi büyük kişi sanırlar.

yüzyılımızı aydınlatan beş altı büyük istisna dışında, çağımızın hayranlığı miyopluktan başka bir şey değildir. yaldız, altın yerine geçer. rastgele biri olmak zarar vermez; yeter ki sonradan görme biri olsun. bayağı insan, kendi kendisine hayranlık duyan ve bayağılığı alkışlayan ihtiyar bir narsisttir.

insanı musa, aiskhylos, dante, michelangelos ya da napolyon yapan o muazzam melekeyi çoğunluk, hangi alanda olursa olsun hedefine ulaşmış herhangi bir kimseye hemencecik, alkışlaya alkışlaya ihsan ediverir. noterin biri mebus olsun, bir sahte corneille tiridate'ı yazsın, bir hadım harem sahibi olsun, bir prudhomme askeri bir devir için hayati önemi olan bir savaşı kazara kazansın, bir eczacı sambre ve meuse ordusu için kartondan postal tabanı icat edip kösele yerine satılan bu kartonla kendine dört yüz bin liralık bir servet yapsın, bir seyyar çerçi tefecilikle gerdeğe girsin ve baba olup bu anaya yedi sekiz milyon doğurtsun, bir vaiz genzinden konuşa konuşa piskoposluğa ersin, varlıklı bir konağın vekilharcı işten ayrıldığında öyle zenginleşmiş olsun ki onu maliye nazırı yapsınlar..

bütün bunlara insanlar hemen "deha" adını yapıştırıverirler; tıpkı mousqueton'un suratına "güzellik", claude'un tavrı edasına "haşmetli" demeleri gibi. gökyüzünün derinliklerindeki yıldızlarla ördeklerin yumuşak çamur birikintisinde ayaklarıyla resmettikleri yıldızları birbirine karıştırırlar.

27.06.2020

aşk

paulo coelho

ne zaman ne de bilgelik insanı dönüştürebilir. bir varlığı değişmeye itebilecek tek şey aşktır.

karşımıza biri çıktığında ve ona aşık olduğumuzda, bütün evrenin el birliğiyle buna zemin hazırladığını hissederiz.

aşkı yaratan, ötekinin varlığından çok yokluğudur.

aşk, bir insanın bütün hayatını göz açıp kapayana kadar kökünden değiştirebilir kuşkusuz. ama insanoğlunu tasarılarında hiç yeri olmayan yönlere saptırabilecek bir duygu daha vardır: umutsuzluk. evet, aşk belki kişiyi dönüştürebilir; ne var ki umutsuzluk bunu çok daha hızlı başarır.

ömrüm boyunca, aşkı kabul edilmiş bir tür kölelik olarak anladım. bu bir yalan. özgürlük, ancak aşk olduğunda var. kendini kayıtsız şartsız teslim eden, kendini özgür hisseden, sınırsızca sever. ve sınırsızca seven, kendini özgür hisseder.

aşkta kimse kimseyi yaralayamaz. herkes kendi hissettiğinden sorumludur ve bu nedenle, ötekini ayıplama hakkından yoksundur.

insanoğlunun amacı mutlak aşkı anlamaktır. aşk başkasında değil, kendimizdedir; onu biz uyandırırız. ama uyanması için, bir başkasına ihtiyaç duyarız. evren, sadece heyecanlarımızı paylaşacak biri olduğunda anlam kazanır.

26.06.2020

süleyman nazif

ahmet haşim

süleyman nazif'in geçen sene öldüğünden tabii hiçbirimizin şüphesi yok. fakat bu hayrete şayan insanın artık yaşamadığı fikrine alışmak da ne zor! hâlâ bize bir oyun yapmak için bir tarafta gizlendiğini ve neredeyse bir kapı arkasından sesinin gürleyeceğini zannediyorum. ebedi kudretlerin hemcinsi olan bu adamın ölmesi ve rüzgârın sonsuza dek durması gibi insana gayritabii görünüyor.

bununla birlikte onu tanımış olanların bu dakikada vehmi ve hayali ne olursa olsun, süleyman nazif artık yaşayanların dünyasından uzak, yer altı aleminin sakinleri arasında bulunuyor. koca bir değirmeni harekete getirmeye kafi bir kudreti bazen bir tek cümlenin zembereklerine sıkıştırmayı bilen o kasırgalar kardeşi, ihtimal şimdi topraklar altında ya bir zelzeleye dönüşmüştür veyahut yarın yıldırımlarla güreşerek koca bir çınar halinde fışkırmaya hazırlanıyor.

süleyman nazif'in mezarı hâlâ yapılmamış. bunu mezar yapmak için bir heyetin yeni kurulduğu haberinden öğreniyoruz. elli altmış kuruş ufak bir para miras bırakmış olan bu büyük türk yazarının mezarını bundan sonra da yapmasak pekala olur. bu gibi aç ölenlerin çürümüş kemiklerine mermerden bir köşk yapmaya kalkışmaktan ne çıkar? sadakayla dikeceğimiz iki taş o tunç lisanın kendi sahibine yaptığı çınlayan mezardan daha güzel ve daha sağlam mı olacak?

25.06.2020

nerdesin

füruzan



nerdesin
yıllardır rastlaşmadık
ey benim gizemli yoksulluğumun
elişi küheylanlı, güçsüz prensi
tutup kemik omuzlarından sıkıca bastırıyorum
özleminle dağlanan canevime seni
güneşimiz ağıyor düğünümüze

nerdesin
çık gel
duruşuma sevinç ol
bu kent çok büyüktür
çaresizim
aratma beni

"al sazını sevdiceğim, çal hevesinle
çal söyle benim şarkımı sevdalı sesinle."

24.06.2020

tutumluluk

jack london

bir aile tek göz odada yaşadığı zaman, ev hayatı diye bir şey olamaz.

hepsi birden, esaslı bir yalanın öğretilmesine ortak olurlar. bunun yalan olduğunu bilmezler gerçi; ama cehaletleri, öğretilen şeyi yalan olmaktan çıkarmaz. telkin ettikleri yalan, tutumluluktur.

bir işçinin tutumlu olması, gelirinden daha azını harcaması demektir - başka deyişle, daha azla yetinerek yaşayacaktır. bu da yaşam standardının düşmesi demektir.

iş bulma rekabeti içinde yaşam standardı düşük olan kişi, yaşam standardı yüksek olan kişiden daha az ücrete razı olacaktır. haddinden fazla kalabalık bir iş kolunda, böyle küçük tutumlu işçiler grubu, o iş kolundaki ücretleri kalıcı olarak aşağı çekecektir. o zaman tutumlu insanlar artık tutumlu sayılmayacaktır; çünkü gelirleri, harcamalarını dengeleyinceye kadar düşürülmüş olacaktır.

kısacası tutumluluk, tutumluluğu etkisiz kılacaktır. her işçi tutumluluk telkin edenlere uyup harcamalarını yarıya indirse, çalışmaya hazır insan sayısı mevcut işlerin sayısından fazla olduğundan, ücretler hızla yarıya inecektir. o zaman işçilerin hiçbiri tutumlu olmayacaktır, çünkü azalan gelirleriyle yaşamak zorunda kalacaklardır.

elbette, öngörüsüz tutumluluk telkincileri de neticeye şaşıp kalacaktır. başarısızlıklarının ölçüsü, propagandalarının başarısına eşit olacaktır.

23.06.2020

dil

hüseyin rahmi gürpınar

bir milleti ilerleme yolundan geri koyan etkilerden en birincisi dilindeki açıklıktan uzaklıktır. bu kapalılığın en müthişi bazı gerçekleri söyletmemek için edebiyatçıların ve bilginlerin dilinin kekelemeye mahkûm edilmesidir. anlaşılmayan sözlerle beyinler doldurulmaya uğraşıldıkça muhakeme ve zekâ fikri söner, yerlerini ahmaklık ve aptallık alır. herkes okurken ve incelerken ele geçirdiği şeylerin çürüğünü sağlamından ayırmayı başarsa, anladım sandıklarının anlaşılmaz şeyler olduğunu bilse yahut beslemeye hizmet etmeyen sahte mantık yaldızlarıyla örtülmüş saçmalıklar olduğunu fark etse ilerlemeye karşı milletlerin gözlerine perde çeken engellerden en büyüğü ortadan kaldırılmış olur. gerçeklerin kanıtlanmasına açıklık getirmek için icat edilen "mantık" bile yüzyılların gerektirdiği şeylerin kanıtlanmasına alet olmuş ve olmaktadır.

22.06.2020

masal

murathan mungan

ne zaman içime biraz fazla baksam yükseklik korkum depreşir.

cinayet insanlığın ortak, eski ve gizli düşüdür. bazen gerçekleştirilir, suç olur. belki de eyleme geçtiğinde suça dönüşen düşlerin atasıdır.

dünyada güzel olarak ne yapılmışsa halka rağmen yapılmıştır.

başarı, mutsuzluklara karşı en etkili ilaçtır.

dünyanın bütün sloganlarından tiksiniyorum. tümünde insanı ahmaklaştıran, gerçeği daraltan, hayatı kısırlaştıran bir şey var.

insanı en çok kendindeki muamma şaşırtır.

kendilerine yalan söylemeyi beceremeyenlerin, bildikleri doğruları sonuna kadar götürmekten başka çıkarları yoktur.

kitapların aydınlığının, ışığının herkesten esirgendiği toplumlarda kaçınılmaz bir yazgı gibidir yalnızlık.

herkese öylesine edilmiş boş bir laf gibi gelir ama, hayat sahiden bir masaldır.

eğitimin görevi

zygmunt bauman

"hayata hazırlamak" -bütün eğitim faaliyetlerinin sürekli, değişmez görevi- her şeyden önce gündelik hayatı sürdürme yeteneğini, belirsizlik ve müphemlikte, farklı bakış açılarıyla uyum halinde, yanılmaz ve güvenilir otoritelerin yokluğunda geliştirmek anlamına gelmelidir; farklılığa hoşgörü ve farklı olma hakkına saygı gösterme arzusu anlamına gelmelidir; eleştiri ve özeleştiri melekelerini güçlendirme, kişinin yaptığı seçimlerin ve bu seçimlerin yol açtığı sonuçların sorumluluğunu üstlenmesinin gerektirdiği cesaret anlamına gelmelidir; "çerçeveleri değiştirme" ve özgürlükten kaçma ayartısına, yeni ve beklenmedik keyiflerin beraberinde getirdiği kararsızlık endişesiyle birlikte direnme yeteneğinin kazanılması anlamına gelmelidir.

21.06.2020

ölümden sonra

jean meslier

apaçıktır ki, insan tümüyle ölür, yani insanın ölümü tam ve kesindir.

insan tümüyle ölür. deli olmayan kimse için bundan daha apaçık bir şey yoktur.

ölümden sonra insan vücudu, tümü yaşamı var eden hareketleri yerine getirmeye yeteneksiz bir kütleden başka bir şey değildir. onda artık ne kanın dolaşımı, ne solunum, ne sindirim, ne konuşma ne de düşünme görünür.

iddia edilir ki, bilinmediği söylenen ruh, o zaman bedenden ayrılmıştır. ancak hakkında hiçbir şey bilinmeyen bu ruha hayat cevheridir demek; "bilinmeyen bir kuvvettir, bilinmeyen ve hissedilmeyen hareketlerin gizli esasıdır." demekten başka bir şey dememiş olmaktır.

ölen adamın artık yaşamadığına inanmaktan daha olağan ve daha sade bir şey yoktur. ölen adamın yine sağ olduğuna inanmaktan da daha aykırı, daha tuhaf bir şey yoktur.

ahiret hayatında kendilerine yararlı ve gerekli olur düşüncesiyle, ölülerle birlikte mezara erzak gömme gelenekleri olan kavimlerin safdilliklerine güleriz. insanların öldükten sonra yemek yiyeceklerine inanmaktan, organları bir kez dağıldıktan ve toprağa dönüştükten sonra, iyi ya da iyi olmayan fikirlere sahip olacaklarını ve hoşlanacaklarını, tat alacaklarını, acı duyacaklarını, pişmanlık ya da sevinç hissedeceklerini düşünmekten daha gülünç, daha abes bir şey yoktur.

ölümünden sonra insanların ruhlarının "mutlu" ya da "mutsuz" olacağını iddia etmek; gözsüz görebileceklerini, kulaksız işitebileceklerini, burunsuz koku alabileceklerini, elsiz ve tensiz dokunabileceklerini iddia etmektir. kendilerinin pek akıllı olduğuna inanan bazı milletlerde böyle fikirler de bulunabiliyor.

19.06.2020

maske

erich fromm: sevgi esas itibariyle almak değil vermektir.

seneca: sıra yaşamı mutlu kılanın ne olduğunu açıkça görmeye geldiğinde, ışık el yordamıyla aranır.

epikuros: eğer yaşamınızı doğaya göre şekillendirirseniz asla fakir olamayacaksınız; eğer insanların görüşlerine göre şekillendirirseniz asla varlıklı olamayacaksınız.

pascal: mutsuzluğun tek nedeni, insanın odasında sessizce nasıl oturacağını bilememesidir.

jean-claude kaufmann: herkes umutsuzca başkalarının gözlerinde onay, hayranlık ya da sevgi arıyor gayretle.

marcus aurelius: tutkulardan kurtulmuş bir zihin kale gibidir, insanların sığınabileceği daha güçlü bir yer yoktur.

jean-claude michéa: erdem gururun maskesiyse, insanlar güvenilmezse ve kimsenin kendinden başka dostu yoksa herkesin herkese karşı olduğu bu savaştan nasıl kaçacağız?

kant: insanlık denen çarpık çurpuk malzemeden dümdüz bir şey yapılamaz.

18.06.2020

kadın

cenap şahabettin

kadınlarca erkekler iki büyük sınıfa ayrılır: çapkınlar ve aptallar.

para nereye gidiyor, anlamıyorsan, kadınların ayak izlerini takip et.

kadın, kumar, içki: bunlardan yalnız birinin bağımlısı olmak, hepsine düşkün olmaktan daha kötüdür. bağımlılık dairesi ne denli darsa o denli güçlü olur ve içinden kurtulmak o derecede güçleşir.

kadın erkekten yüksektir; ama düşünce, erkekten daha aşağı düşer.

en zeki erkek bile kadınları hakkıyla tanımak savında bulunamaz; oysaki en ahmak kadın bile erkekleri tanımak davasındadır.

yönetim işlerinde kadınlar, erkeklerin yerini tutar, iğne süngünün yerini ne kadar tutabilirse.

tramvay

alfred adler

bir tramvaya binerken ayağı kayan yaşlı bir kadın karlar içine yuvarlanır. düştüğü yerden kendi gücüyle kalkamaz bir türlü, yoldan geçen onca insandan da hiçbiri koşup kadına yardım edeyim demez. neden sonra biri gelip kadını kaldırır yerden. derken ileriden bir başkası seğirterek yaklaşır, besbelli o zamana kadar bir yerde gizlenmiştir; kadına yardım elini uzatan kişiyi selamlayarak şöyle der: "hele şükür, sizin gibi bir insan evladı çıktı. beş dakikadır şuracıkta dikilmiş, acaba kimse kadıncağızın yardımına koşacak mı diye bekliyorum. ilk gelen siz oldunuz."

17.06.2020

tahammül

sigmund freud

uygar insanın cinsel yaşamı gerçekten de ağır hasara uğramış durumdadır.

günümüz uygarlığı, cinsel ilişkiye ancak bir erkekle bir kadın arasındaki tek, çözülmez bağlanma temelinde izin verebileceğini, cinsellikten kendi başına bir haz kaynağı olarak hoşlanmadığını ve buna yalnızca insanların üremesi için şu ana dek alternatif bir kaynak bulunamadığından tahammül ettiğini açık bir şekilde ortaya koyar.

bu tabii ki aşırı bir durumdur. bunun, kısa süreler için bile olsa uygulanamayacağı ortaya çıkmıştır. yalnızca zayıf olanlar cinsel özgürlüklerine bu denli kapsamlı bir müdahaleye boyun eğmiş; güçlü kişiliklerse ancak bir telafi koşulu ile buna izin vermiştir. uygar toplum, kendi kuralları uyarınca cezalandırması gereken pek çok ihlale ses etmeksizin göz yummaya mecbur kalmıştır.

bütün bunlar açıkça o denli çocuksu, o denli gerçek dışıdır ki, fanilerin büyük çoğunluğunun yaşamın bu şekilde yorumlanışını asla aşamayacağını düşünmek insansever bir ruhu acıya boğar.

16.06.2020

iki kere iki

dostoyevski

insanın yöneldiği tek hedef, hedefini elde etmek için harcadığı sürekli çabadır, başka bir deyişle yaşamın kendisidir. oysa hedef iki kere iki dörtten, bir formülden başka bir şey olamaz; iki kere iki dört ise yaşam değildir, beyler; ancak ölümün başlangıcıdır. insan iki kere iki dörtten, en azından bir korku duymuştur. evet, insanın tek yaptığı şey, iki kere iki dörtlerin peşine düşmek, okyanusları aşmak, bu uğurda seve seve yaşamını vermektir; ama öbür yandan aradığını bulacağı için de ödü patlar. çünkü bulursa arayacak başka bir şeyi kalmayacağını hissetmektedir. işçiler işlerini bitirince para alırlar, daha sonra da gidecekleri bir meyhane, düşecekleri bir de karakol çıkar nasıl olsa. peki ama bizler nerelere gideriz? onun için hedefe her varışta bir tedirginlik duyulur. insanoğlu amacına doğru ilerlemeyi sever; fakat amacını elde etmeyi değil. çok gülünç bir durum doğrusu. insanın yaradılıştan gülünç bir varlık olmasındadır bütün terslik zaten. iki kere iki dört çekilmez bir şey. iki kere iki dört, bana sorarsanız, bir küstahlıktır. iki kere iki dört, ellerini böğrüne dayayarak yolumuzu kesen, sağa sola tükrük atan bir külhanbeyinin ta kendisidir. iki kere iki dördün yetkinliğine -mükemmelliğine- inanırım; ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir.

kitty

w. somerset maugham

küçük bir binanın merdivenlerine oturup, (bina, vernikli dört sütun ile altında devasa bir bronz çanın sarktığı yüksek, kiremit çatıdan oluşuyordu) ıstırap içindeki şehre doğru kıvrılıp bükülerek, ağır ağır akan nehri izlediler. şehrin mazgallı surlarını görebiliyorlardı. sıcak hava kara bir bulut gibi asılı kalmıştı şehrin üzerinde. fakat nehrin çok ağır akmasına rağmen hâlâ hareket ediyor oluşu insana her şeyin geçici olduğunu hatırlatan hüzünlü bir his veriyordu. her şey geçip gidiyordu, bu akıştan geriye kalan neydi? bütün insanlar, insan ırkı o nehirde birer su damlasıymış ve her biri birbirine hem çok yakın hem çok uzak, isimsiz bir sel gibi, denize akmaya devam ediyormuş gibi geldi kitty'ye. her şey çok kısa sürerken ve hiçbir şey çok önem taşımazken, insanların önemsiz nesnelere saçma anlamlar yükleyip, kendilerini ve etraflarındakileri üzmeleri acınası bir durumdu.

kitty, bir an geleceği düşündü. walter'ın kafasında ne planlar kurduğunu bilmiyordu. ona hiçbir şey söylemiyordu. sakin, kibar, suskun ve gizemliydi. nehirde, sessizce bilinmezliğe doğru akan iki küçük damla; kendilerine kalsa bireyselliklerini büyük ölçüde korumuş, ama dışarıdan bakan için suyun ayrılmaz bir parçası olan iki küçük damlaydılar.

kitty'nin dalgın bakışları, nehrin durgunluğuna takılmıştı. karanlık, sonsuz denize doğru sessizce akan iki küçük damla.

15.06.2020

bilmelisiniz

john milton


ah! nazik çift, değişme zamanınızın yaklaştığını, tüm bu güzellikler
kaybolup gidince ve kederli günler başlayınca ne olacağını
düşünmezsiniz hiç, şimdi ne kadar mutluysanız o zaman da o kadar
kederli, acılı olacaksınız: mutlusunuz ama bu mutluluk ne yazık ki
pek uzun sürmeyecek ve sizin bu cennetiniz böyle bir büyük
acıyı engelleyecek kadar korunaklı değil, bilmelisiniz bunu

14.06.2020

günün birinde

andre malraux

aşağılanmanın karşıtı eşitlik değil kardeşliktir.

her insan kendi gerçeğinin tehdidi altındadır, her an; üstelik kendi gerçeği ne ölümdür ne acıdır, ne şudur ne de bu, sadece şu paradır birader, havaya atılan şu para.

hem etkin hem de kötümser bir adam, önceden bir bağlandığı yoksa, ya faşisttir ya da faşist olacaktır sonunda.

herkes gönlünü coşturan şeyi günün birinde bulmayı gereksinir.

sanat eserlerini başköşeye oturtmak iyi bir şey. kendi kendimizin en temiz köşesine belki her zaman aynı eserlerin yardımıyla ulaşamayız; fakat daima eserlerin yardımıyla ulaşabiliriz.

bir dava ne kadar büyükse ikiyüzlülüğe ve yalana o kadar çok barınak olur.

tıpkı aşkla birleşmiş insanlar gibi, eylemde ve umutta birleşmiş insanlar, tek başlarına asla ulaşamayacakları yerlere varırlar.

bir ahlak anlayışına bağlı yaşamak bir dramdır hep. ister devrim sırasında olsun, ister başka zaman.

yapılabilecek olan beş para da etmese, yapılabilecek olanı düşünecek yerde, olması gerekeni düşünmek düpedüz bir zehirdir.

ramazan

ömer hayyam


derler ki, içmek doğru sayılmaz şaban'da
iyi olur kutsal recep'te sakınman da
recep peygamber ayı, şaban tanrı ayı
içelim biz de ümmet ayı ramazan'da

13.06.2020

bay doğru

esther vilar

erkeğin çalışması bir ölüm kalım meselesidir ve iş hayatındaki ilk yılları belirleyici bir önem taşır. yirmi beş yaşına gelip de mesleğinde tırmanma yoluna girmeyen bir erkek her açıdan umutsuz bir vaka olarak değerlendirilebilir.

erkek, dev bir makinenin her dönüşte biraz daha sömürülen küçük bir dişlisidir. gururlu ve onurlu olmaya şartlandırılarak yetişen erkek için her iş günü, sonsuz bir küçük düşürülmeler dizisi olmaktan öte bir şey değildir. ölesiye sıkıldığı şeyler üretmekten zevk alıyormuş gibi yapar, tatsız bulduğu fıkralara güler ve kendine ait olmayan görüşler dile getirir. her şey bir yana, en küçük dikkatsizliğin yıkım, en küçük bir dil sürçmesinin mesleğinin sonu anlamına gelebileceğini bir an bile unutmaz.

buna karşılık, bütün bu mücadelelerin baş nedeni ve izleyicisi olan kadın, bir kenarda durup olan biteni seyretmekten başka bir şey yapmaz. onun için iş, flört etmek, çıkmak ve dalga geçmektir. erkekler arasındaki mücadeleyi emin bir mesafeden izler, arada bir yarışmacılardan birini alkışlar, yüreklendirir veya azarlar ve onlar için kahve yaparken, mektuplarını açarken veya telefon konuşmalarını dinlerken soğukkanlı bir tutumla kendi tercihini yapar. "bay doğru"yu bulduğu anda memnuniyetle emekli olur ve yerini kendinden sonra gelene bırakır.

bir kadın için başarıya giden en kestirme yol, başarılı bir erkekle evlenmektir. erkeğini de çalışkanlığıyla, hırsıyla veya sebatkârlığıyla değil, sadece çekiciliğiyle kazanır.

12.06.2020

neden

lawrence durrell

ölümün en büyük avuntusu, herkesin senin ardından iyi konuşmak zorunda olması.

ne tanrı var ne de yazgı: bunu bir kere kabul ettin mi bazı şeyleri ayırt etmeye başlıyorsun.

paylaşılan, gerçek dünyada bir manyakla bir macera yaşadıysan tıraş olurken aynada kendi yüzüne nesnel olarak bakamıyorsun.

eğer tutkuyu aşırıya kaçırırsan basit bir mistisizme yuvarlanmaya mahkum olursun.

en iyi buluşların hiçbir zaman bulamadığın bir şeyi ararken kazara karşına çıkan yan ürünler oluyor; bir şeyi avlamak için acele yola çıkıyorsun; karşına başka şey çıkıyor, beklenmedik bir şey.

ne kadar uğraşırsan uğraş, delilik, mutluluk ya da ölüm için bir açıklama bulamazsın.

insanın yaşam deneyiminin sonuna geldiğini hissetmesi korkunç bir şey. temelde hiçbir yeni beklenti yok: insan aynı şeyin değişik kombinasyonlarını beklemeli herhalde. insanı bir tür yenilgiye uğratan bir şey. sonra inişe geçiyorsun, bir tür ölüm sonrası hayatı yaşamaya başlıyorsun, kanın soğuk, nabzın düzenli.

her şeyi bilmen gerekirdi; bütün insanlar gibi her şeyi bilecek donanımla geldin bu dünyaya. ama gittikçe artan bir bozulmaya uğradın, hayallerin eski çiçekler gibi yavaşça soldu. neden, neden?

hayal

christy brown

günün karmaşasından ve hummalı yoğunluğundan kurtulduğumuzda, bilinçli bir çaba veya zihinsel irade göstermeksizin pişmanlıklar ve mutluluklarla dolu hayallere dalarız. unutulmuş geçmişin bütün mutlu veya üzüntülü görüntüleri ruhumuzda toplanır. önceden yaşanmış tecrübeleri ve zevkleri tekrar yaşarız. küçük kibirlerimizi veya oyunlarımızı hatırlarız. kendimize şunu açıklarız: bu ben değilim. ben hiç bu kadar pervasız olmadım, emin ol! yine de geçmiş yalan söylemez, geçmiş değiştirilemez. eğer öyle olmasaydı, kutsal ruhların ve meleklerin varlığının ne anlamı kalırdı ki?

11.06.2020

budizm

yuval noah harari

budizmin temel figürü tanrı değil, bir insan olan siddhartha gautama'dır. budist inancına göre gautama mö 500 civarında küçük bir himalaya krallığının varisiydi.

etrafında gördüğü acılardan çok etkilenen genç prens erkeklerin, kadınların, çocukların ve yaşlıların sadece savaş ve salgın hastalık gibi sorunlarla değil aynı zamanda endişe, kızgınlık ve memnuniyetsizlik gibi şeylerle de boğuştuğunu ve tüm bunların sanki insan olmanın ayrılmaz bir parçasıymış gibi algılandığını görmüştü.

insanlar zenginlik ve güç peşinde koşarken bilgi ve maddi birikim yaratıyor, erkek ve kız çocuklar dünyaya getiriyor, evler ve saraylar yapıyorlardı; ama ne yaparlarsa yapsınlar hiçbir zaman memnun değillerdi. fakirlik içinde yaşayanlar zenginliği, bir milyonu olanlar iki milyona sahip olmayı hayal ediyordu, iki milyonu olanlar da on milyon istiyordu. zengin ve ünlü kişiler bile nadiren memnunlardı; çünkü onlar da hastalık, yaşlılık ve ölüm hayatlarını sonlandırana dek sonu gelmeyen endişelerle ve kaygılarla boğuşuyorlardı. bir insanın biriktirdiği her şey buhar olup uçuyordu. hayat anlamsız bir yarıştı. peki, bundan kaçmanın yolu neydi?

gautama yirmi dokuz yaşındayken bir gece gizlice sarayından kaçarak ailesini ve tüm mal varlığını arkasında bıraktı. kuzey hindistan'ı baştan başa evsiz bir berduş gibi gezerek bu acılardan kurtulmanın bir yolunu aradı. aşramları gezdi, guruların dizlerinin dibinde oturdu ama hiçbir şey onu özgürleştirmedi ve tatmin etmedi. yine de umutsuzluğa düşmedi ve tamamen özgürleşmesini sağlayacak bir yöntem bulana kadar çektiği dertleri incelemeye koyuldu. insanların çileleri ve ızdıraplarının özünü, sebeplerini ve tedavilerini anlamak için altı yıl boyunca oturup düşündü. sonunda anladı ki mutsuzluk ve acı bir talihsizlik, sosyal adaletsizlik veya ilahi bir heves yüzünden yaşanmıyordu. acı, bir insanın kendi davranış örüntüleri sebebiyle ortaya çıkıyordu.

gautama'nın içgörüsü, zihnin deneyimlediği şey ne olursa olsun genellikle bir şeyleri çok istediğini ve bunun da mutsuzluğa yol açtığını söyler. zihin hoşuna gitmeyen bir şey yaşadığında şiddetle bu rahatsızlıktan kurtulmak, hoşuna giden bir şey yaşadığında da zevkin kalıcı olmasını ve yoğunlaşmasını ister; bu yüzden de hep doyumsuz ve huzursuzdur. bu, acı gibi hoşumuza gitmeyen şeyler deneyimlediğimizde çok açıktır. acı sürdükçe mutsuz oluruz ve acıdan kurtulabilmek için her şeyi yaparız.

öte yandan, keyifli şeyler yaşadığımızda bile tamamen mutlu değilizdir. ya keyfimizin biteceğinden korkarız ya da keyfin yoğunlaşmasını dileriz. insanlar yıllar boyunca aşkı bulmak isterler ama bulduklarında da nadiren hoşnut olurlar. bazıları partnerlerinin kendilerini bırakacağından endişe eder, diğerleri hak ettiklerinin daha azına razı olduklarını ve daha iyi birini bulabileceklerini düşünürler; çünkü hepimiz bunu başaran insanlar tanırız.

büyük tanrılar bizim için yağmur yağdırabilir, sosyal kurumlar adalet ve iyi sağlık hizmetleri sunabilir ve şanslı tesadüfler bizi milyoner yapabilir; ama bunların hiçbiri temel zihinsel örüntülerimizi değiştiremez. bu yüzden de en büyük krallar bile sıkıntı içinde, devamlı acı ve mutsuzluktan kaçarak ve hayat boyu büyük zevklerin peşinde koşarak yaşarlar.

gautama bu kısırdöngüden çıkmanın bir yolunu bulmuştu. eğer zihin keyifli ya da can sıkıcı bir şeyler yaşadığında bu olayları oldukları gibi kabul ederse o zaman bu olaylar bir acı doğurmaz. eğer üzüntüyü, üzüntüden kurtulmayı dileyerek yaşamazsanız gene üzüntü hissetmeye devam edersiniz ama bundan acı çekmezsiniz; hatta üzüntüde bile bir zenginlik bulabilirsiniz. eğer mutluluğu, mutluluğun uzayıp yoğunlaşabileceği ihtimalini düşünmeden yaşamayı başarabilirseniz, akıl sağlığınızı kaybetmeden bu mutluluğu hissedebilirsiniz.

peki zihnin bütün bu duyguları olduğu gibi kabul etmesini ve başka bir şey istememesini nasıl sağlarsınız? mutsuzluğu mutsuzluk, neşeyi neşe, acıyı acı olarak görmesini nasıl başarırsınız?

gautama zihnin deneyimleri olduğu gibi yaşamasını sağlayacak meditasyon teknikleri geliştirdi. bu teknikler, zihnin "şu anda ne yaşıyor olabilirdim?" yerine "şu anda ne yaşıyorum?" sorusuna odaklanmasını sağlar. bu tür bir zihinsel duruma ulaşmak zordur ama imkansız değildir.

gautama bu meditasyon tekniklerini birtakım etik kurallara da bağlayarak insanların gerçekte var olan deneyimlere odaklanmalarını kolaylaştırıp çeşitli isteklere ve fantezilere dalıp gitmemelerini de sağladı. takipçilerine öldürmeyi, gelişigüzel seksi ve hırsızlığı yasakladı; çünkü bu eylemler ister istemez daha fazla şey arzulamanın fitilini ateşler (daha fazla güç, bedensel haz veya zenginlik). bu arzular tamamen dizginlendiğinde ise yerini nirvana olarak bilinen (kelimenin tam anlamı "ateşi söndürmek"tir) büyük bir doyum ve huzura bırakır.

nirvana'ya ulaşanlar tüm acılardan arınır; gerçeği olabilecek en yüksek netlikte, fantezilerden ve hayallerden arınmış olarak deneyimlerler. elbette yine tatsız ve acı dolu deneyimler yaşarlar ancak bunlar ızdıraba yol açmaz. sürekli arzulamayan, acı çekmez.

budist geleneğine göre gautama'nın kendisi de nirvana'ya ulaşmış ve acıdan tamamen kurtulmuştur. o andan itibaren de "buddha", yani "aydınlanmış kişi" olarak bilinmiştir. buddha yaşamının geri kalanını, keşiflerini diğer insanlara anlatıp onları da acı çekmekten kurtarmaya çalışarak geçirmiş ve bu amaçla tüm öğretilerini tek bir yasa altında toplamıştır: arzular acı çekmeye sebep olur, acı çekmekten tamamen kurtulmanın tek yolu da arzu duymaktan tamamen kurtulmaktır. bunu yapmanın tek yolu da gerçekliği olduğu gibi yaşaması için zihni eğitmektir.

dharma veya dhamma olarak bilinen bu öğreti budistler tarafından doğanın evrensel yasası olarak kabul edilir. tıpkı modern fizikte e'nin hep mc²'ye eşit olması gibi, "acı, arzudan doğar." kuralı her zaman ve her yerde geçerlidir. budistler bu yasaya inanan ve bunu tüm faaliyetlerinin dayanak noktası yapan insanlardır. tanrıya inanç ise onlar için fazla önem taşımaz. tek tanrılı dinlerin ilk prensibi şudur: "tanrı vardır. benden ne istiyor?" budizmin ilk prensibi ise "acı vardır. acıdan nasıl kaçınabilirim?"dir.

budizm yağmur yağdırabilen veya zaferler kazandırabilen güçlü varlıklar olarak tanımladıkları tanrıların varlığını yok saymaz ama budizme göre tanrıların acı çekmeye neden olan arzunun yasaları üzerinde etkileri yoktur. eğer bir insan tüm arzularından arınabilmişse hiçbir tanrı ona ızdırap çektiremez. bunun aksine, eğer arzudan arınamazsa dünyadaki tüm tanrılar bile onu acı çekmekten kurtaramaz.

10.06.2020

genius.

zeka bir erkeğin en büyüleyici yanıdır.

"sevgi ölümü engeller. sevgi hayattır. her şeyi, anladığım her şeyi sadece sevdiğim için anlıyorum. her şey, var olan her şey sadece sevdiğim için var."

otoriteye ahmakça inanmak gerçeğin en kötü düşmanıdır.

insanlar uygun adım yürümekten ne zevk alıyor? bu, yanlışlıkla onlara büyük bir beyin verildiğini düşünmeme neden oluyor.

mucizelerin sebebini aramak isteyen, filozof olarak doğa olaylarının sebebini anlamaya çalışan ve onlara ahmaklar gibi bakakalmak istemeyenler kısa sürede dine saygısız ve kafir olarak görülür.

milliyetçilik bir çocukluk hastalığıdır. insanoğlunun kızamığıdır.

empedokles nasıl gördüğümüz konusunda yanılıyordu ama evrensel bir gerçeğe rastlamıştı: insan algısı korkutucu derecede dardır. aslında sadece bir parçayı görmüşken bütünü gördüğümüze inanırız.

hiçbir erkek bir kadınla aklı için evlenmemiştir.

"sen karmaşık birisin albert. tuhaflıklarına katlanacak bir kadın bulduysan bu mucize burun kıvrılacak bir şey değil. evlen onunla. büyük bir aile kur. bu dünyadaki tek büyük lütuf ailedir."

her sabah uyanıp sürekli hayatımı ziyan ettiğim korkusunu duymak yerine tutkumun peşinden gitmek istiyorum.

insanın, sadece adını bilerek biri hakkında yapabildiği çıkarımlar inanılmaz.

"hastalarımda şunu fark ettim: yüzeyde onları rahatsız eden her neyse, örneğin konuşma korkusu, bilinç dışında çok daha büyüleyici bir şey gizlidir."

insan korkularından kaçamaz. aşmak için onlarla yüzleşmeli, cehennemlerinin içinden geçmelisiniz.

mutluluk

charles dickens: kanayan bir kalple gülümsemek kolay değildir.

boethius: iyi olan her şeyle dolup taşmak, başkasına gerek duymadan sadece kendi kendine yetmek, mutluluğu gerçekleştirecek tek şeydir.

andrey platonov: sıradan, basit bir iş için bile insanın iç mutluluğa ihtiyacı vardır.

irene nemirovsky: mutluluk. onun peşinden sürüklenirsin, onu ararsın, bu çabayla kendini tüketirsin; oysaki şuracıktadır; artık hiçbir şey beklemediğin, hiçbir şey ummadığın, hiçbir şeyden şüphelenmediğin anda ortaya çıkar.

charles baudelaire: bir yığın küçük sevinçtir mutluluğu oluşturan.

connie palmen: ancak kendine ait bir yaşamı olan insanlar, her bir anın tiksinç farklılığında bütünlüğü algılayabilen insanlar, yaşam gerçekten neyse onun içinde bir hikaye görebilirler; ancak böyle insanlar mutlu olabilirler.

shakespeare: mutluluğun en güzel ifadesi susmaktır. ne kadar mutlu olduğunu anlatıp duran insan çok da mutlu olamaz.

konfüçyüs: yiyecek pirincim, içecek suyum ve kolumu dayayacak bir yastığım var. bunlarla ben mutluyum. zenginlik, şan, onur doğru olmayan bir yolda elde edilirse, bunlar benim için uçan bulutlar gibidir.

duygu asena: mutluluk, zamanı geldiğinde bırakıp gidebilmektir.

margaret atwood: mutluluk camdan duvarları olan bir bahçe: ne girebilirsiniz ne de çıkabilirsiniz. cennette hikayeler yoktur; çünkü yolculuk yoktur. hayatın dolambaçlı yollarında hikayeyi sürdüren şey kaybetmek, pişman olmak, acı çekmek ve yitirdiklerini özlemektir.

9.06.2020

yol

pascal

cicero: hiçbir büyük saçmalık yoktur ki filozoflar tarafından söylenmemiş olsun.

terentius: bu benim yolum. sen de kendi ihtiyaç duyduğun şeyi yapmalısın.

cicero: kati ve sabit bir kanaate bağlı olduklarından, kabul etmedikleri şeyleri bile savunurlar.

seneca: her şeyin aşırısından olduğu gibi külliyat çokluğundan da zarar görüyoruz.

cicero: utanç verici olmayan bir şey bile, çoğunluk tarafından öyle görülüyorsa utanç verici hale gelir.

quintillianus: kendine yeterince saygı duyan insan nadirdir.

seneca: tek bir kafaya doluşmuş ne çok tanrı var!

"yeryüzüne barış getirmeye geldiğimi sanmayın! barış değil, kılıç getirmeye geldim. ben dünyaya ateş yağdırmaya geldim." (matta)

cicero: bilmeden iddia etmekten daha büyük rezillik olamaz.

seneca: hiç başlamamak daha kolaydır.

turbare semetipsum: ruhum ölesiye kederli. (yuhanna)

cicero: ben onlar gibi, bilmediğimi kabul etmekten utanmam.

nemo ante obitum beatus est: ölümünden önce kimseye mutlu denemez. (ovidius)

8.06.2020

intihar

charles bukowski

bir insanı neyin yiyip bitirdiğini asla bilemezsiniz. belli bir ruh durumuna gelmişseniz en basit şeyler bile korkunç sorunlar haline gelebilir.

ve en kötü endişe, korku, acı yorgunluğu, açıklayamadığın, anlayamadığın, nedeni aklına bile gelmeyendir. metal bir levha gibi yığılır üstünüze. ondan kurtuluş yoktur, saatine yirmi beş dolar vermeye razı olsanız bile.

son intihar girişimim 1954 senesindeydi yanılmıyorsam. kuzey mariposa bulvarı'nda bir apartmanın üçüncü katında yaşıyordum. bütün pencereleri kapattım, ocağı ve fırını açtım, yakmadan tabii ki. sonra yatağa uzandım. sızan gaz sesi insanı teskin eder. uyumuşum. yöntem başarılı olacaktı; ancak içime çektiğim gaz başımı öylesine ağrıttı ki uyandım. yataktan kalkıp gülmeye, kendi kendime konuşmaya başladım. sersem, kendini öldürmek filan istediğin yok senin. gazı kapatıp bütün pencereleri açtım. gülüp duruyordum, olup bitenler çok gülünç gelmeye başlamıştı bana. allahtan ocağın otomatik çakmağı bozuktu, o küçük alev beni cehennemde geçirdiğim o değerli mevsimin dışına uçurabilirdi.

birkaç yıl önce, haftalarca süren bir sarhoşluktan ayılmış ve kendimi öldürmeye iyice niyetlenmiştim. o sıralar çok tatlı bir hatunla birlikte yaşıyor ve çalışmıyordum. para bitmiş, kira gelip çatmıştı. bir yerde üçüncü sınıf bir iş bulabilirdim ama bu da ölmenin bir başka biçimiydi. hatun odadan çıkar çıkmaz kendimi öldürecektim. kararlıydım. bu arada günlerden ne olduğunu biraz merak ederek -sadece biraz- sokağa çıkıp dolaşmaya başladım.

içtiğimiz zaman günler geceler karışıyordu. sürekli içip sevişiyorduk. öğle sularıydı. günlerden ne olduğunu gazeteden öğrenme düşüncesi ile yokuşu inip köşedeki gazete bayiine gittim. cuma, yazıyordu gazetede. cuma en az öbür günler kadar iyiydi. sonra manşet gözüme çarptı. "milton berle'in kuzeninin başına taş düştü." böyle manşetler atılırken nasıl intihar edebilir insan?

gazeteyi satın alıp otele döndüm. "bil bakalım ne olmuş?" diye sordum hatuna. "ne?" dedi. "milton berle'in kuzeninin başına taş düşmüş." "yok ya?" "evet." "nasıl bir taş acaba?" düzgün, yuvarlak, sarı bir taş herhalde. evet, bence de. milton berle'in kuzeninin gözleri ne renktir sence? kahverengi, çok açık kahverengi. açık kahverengi gözler, sarı bir taş.

bilmece

lawrence durrell

yalnızca düşünmek istediğiniz sayıda gerçeklik vardır.

gerçeğin özü yoktur. gerçek, kadına benzer. bilmece gibi olmasının nedeni budur.

yaşam da ölüm de kaçınılmaz birer şans oyunundan başka bir şey değildir; ikisinin de her an karşımıza çıkabileceği bilinciyle gülümsemeler, konuşmalar daha bir canlanır, ikisi de bundan daha fazlasına değmezler.

insanoğlunun belleği mutsuzlukla aynı yaştadır.

insana kızı, karısından daha yakındır.

ilkin kişiliğimizdeki boşluğu aşkla doldurmaya çabalarız, kısa bir süre bütünlendiğimizi sanır, seviniriz. ama bu, yanılgıdan başka bir şey değildir. çünkü bizi dünyanın bütününe bağlayacağını sandığımız bu şaşılası yaratık, sonunda bizi ondan büsbütün koparmayı başarır. aşk önce birleştirir, sonra ayırır.

tekbiçim kılık, bir yumurta yontusu kadar can sıkıcıdır.

bilim, insan aklının şiiridir; şiirse yürekteki duygulanımların bilimi.

kendi kendileriyle en çok çelişen şeyler doğrulardır.

yaprakları kesilmemiş fransız baskısı kitaplara bayılıyorum. bir bıçakla beni açmayacak kadar tembel bir okuyucu istemezdim.

büyük ruhların beslenmeye gereksinimleri vardır.

avrupa'daki gerçek yıkıntılar, avrupalı büyük adamların yıkıntılarıdır.

7.06.2020

tanrı

jean meslier

eskiden vahşi, zalim, hep savaşçı olan milletler çeşitli adlar altında kendi düşüncelerine uygun, yani zalim, yırtıcı, çıkarını düşünen, kana susamış bir tanrı'ya tapmışlardır. yeryüzünün bütün dinlerinde bir ordular tanrısı, kıskanç bir tanrı, bir intikamcı tanrı, bir öldürücü, yok edici tanrı, öldürmekten ve vuruşmaktan hoşlanan bir tanrı, insanları kendi zevkine göre ibadet ettiren bir tanrı vardır. ona kuzular, tosunlar, çocuklar, insanlar, dinden dönenler, iman etmeyenler, krallar, tümüyle milletler kurban edilir. bu kadar barbar olan bir tanrı'nın işgüzar kulları, doğrudan doğruya nefislerini de ona kurban olarak sunmaya ve teslim etmeye kendilerini zorunlu görmeye kadar varmıyorlar mı? korkunç tanrılarını sefilce düşündükten sonra, gözüne girmek için kendilerine mümkün olan her eziyeti yapmak ve akla hayale gelmez acılar çektirmek gerektiğini sanan bu deliler her yerde görülür.

sözün kısası, her tarafta tanrısallığın uğursuz düşünceleri, insanları karşılaştıkları zorluklar konusunda teselli etmek şöyle dursun, yüreklere kargaşa sokmuş ve insanlık için yıkıcı delilikler doğurmuştur.

6.06.2020

feragat

clarissa pinkola estes

bir kadının, hayatını ve zihnini, yavan topluluk düşünüşünden ayırması ve kendine özgü yeteneklerini geliştirmesi, gösterebileceği en önemli başarılar arasındadır; çünkü bu eylemler, gerek ruhun, gerekse psişenin köleliğin pençesine düşmesini önler. doğası itibariyle bireysel gelişmeyi teşvik eden bir kültür, herhangi bir grup ya da cinsiyetten hiçbir zaman bir köle sınıfı yaratmaz.

çok, çok fazla sayıda kadın, gerekli bilince ulaşmadan önce korkunç bir söz vermişlerdir. genç kadınlar olarak temel bir yüreklendirmeden ve destekten öyle yoksun, üzüntü ve gücenmeyle o kadar doluydular ki, kalemlerini bıraktılar, sözcüklerini kilitlediler, şarkılarını susturdular, sanat çalışmalarını dürdüler ve bunlara bir daha asla dokunmamaya ant içtiler. böyle bir durumdaki kadın, istemeden de olsa, kendi eliyle yaptığı hayatıyla birlikte fırına girmiş demektir. hayatı küle döner.

kendi gerçek ruhsal hayatı için açlık çeken bir kadın dışarıdan derli toplu görünebilir; ama içeride düzinelerce yalvarıp yakaran el ve boş ağızla doludur.

bazı kadınlar gülünç bir para evliliği için sanatlarını bırakırlar, "fazla iyi" eş ya da kız çocuğu olmak amacıyla hayatlarının düşünden vazgeçerler ya da daha kabul edilebilir, doyurucu ve özellikle daha sağlıklı olacağını umdukları bir hayata ulaşmak için gerçek yeteneklerinden feragat ederler.

vahşi benliğe yönelen en sinsi saldırılardan biri, eğer yerine getirilirse bir ödül verileceğini ima ederek kişiyi uygun bir şekilde terbiyeli davranmaya yöneltmektir. bu yöntem iki yaşındaki bir çocuğu odasını temizlemesi için geçici bir süreliğine ikna edebilirse de canlı bir kadının hayatında asla ama asla işe yaramaz. tutarlılık, bir işin sonunu getirme ve örgütlenme, bunların hepsi yaratıcı hayatın gerçekleştirilmesi için esas olmakla birlikte, yaşlı kadının "terbiyeli ol" uyarısı herhangi bir büyüme ve gelişme fırsatını yok eder.

tuzaklara düşmelerine ya da kötü bir şekilde incinmelerine neden olan tinsel/psikolojik sorunlara sahip on kadından dokuzunu, o sırada aç olan ya da geçmişte önemli bir şekilde ruhsal açlık çekmiş olan kadınlar oluşturur.

haklı bir gerekçe olduğunda kaçmamak, depresyona neden olur. saplanıp kalmanın çeşitli yolları vardır. içgüdüsü zedelenmiş kadın yardım istemekte ya da ihtiyaçlarını tanımlamakta sıkıntı çektiği için genellikle kendini ele verir. kaçmaya ya da savaşmaya dönük doğal içgüdüleri büyük ölçüde yavaşlamış ya da tükenmiştir. doyma, tat alma, kuşkulanma, dikkat duyumlarını tanıma, tam olarak ve özgürce sevme dürtüsü ya ketlenmiştir ya da abartılıdır.

vahşi kadın'la zaman geçirmek başlangıçta zordur. zedelenmiş içgüdüleri onarmak, safdillikten uzaklaşmak, zamanla psişenin ve ruhun en derin yönlerini öğrenmek, öğrendiklerimizi elde tutmak, dönüp gitmemek, ne yanda olduğumuzu açıkça söylemek.. tüm bunlar sınırsız ve gizemli bir dayanıklılık ister. orada yaşadığımız bir maceradan sonra alt dünyadan çıkageldiğimizde, dışarıdan bakılınca değişmemiş gibi görünebiliriz; ama içsel olarak engin ve kadınca bir vahşiliği geri almışızdır. yüzeyde hala dostça görünürüz; ama derimizin altında artık kesinlikle evcil değilizdir.