31.08.2020

uzun lafın kısası

cenap şahabettin:
baskı yönetimi, her aciz ulusun siyasal cezasıdır.

cesare pavese: bir şeyden, onu görmezlikten gelerek değil, ancak onu yaşayarak kurtulabiliriz.

halil cibran: alçak gönüllü ve gösterişsiz olmak, temiz ve saf olmayanın bakışlarından korunabilmeye yarayan bir kalkandır.

irvine welsh: bu siktiğimin hatunları var ya.. annen iyi yemek pişiriyor diye bütün piliçlerin iyi aşçı olacağını sanırsın; ama onlar yalnızca basit yemekler pişirmede iyidir, hayal gücü ya da incelik gerektiren bir şeyin yanına bile yaklaştıramazsın hiçbirini.

murathan mungan: bir beraberliği sürdürebilmek için aşktan fazlası gerekir.

nietzsche: beni öldürmeyen şey, beni daha güçlü kılar.

konfüçyüs: bir yönetim iyi olduğu zaman, sözler ve davranışlar en geniş sınırlar içinde özgürdür. kötü bir yönetim iş başındayken davranışlar belki en geniş sınırlar içinde özgürdür ama konuşmalarda ihtiyatlı olmak gerekir.

pascal: hayatımızı seve seve feda ederiz; yeter ki başkaları bundan bahsetsinler.

paulo coelho: aşkı yaratan, ötekinin varlığından çok yokluğudur.

robert musil: gerçekleştirilmesi güç olan herkese çekici gelir ve insanlar gerçekten elde edebileceklerini küçük görürler.

tom robbins: evcillik bir hayvanın ruhunu sindirir. pantolonumun ağı yerine avını koklayan, mutfağımdaki bir kutuya değil de çimenlerin içine sıçan şeye saygı duyarım.

baltasar gracian: asil bir ruhu, yüksek beğenilere sahip olmasından tanıyabilirsiniz. büyük bir dehayı tatmin eden şey de büyük olmalıdır.

29.08.2020

öğretmen

john fowles

iyi bir öğretmen hiçbir zaman yalnızca dersini öğretmez.

iyi bir eğitimde dört ana amaç olması gerekir:

birincisi, bütün mevcut sistemleri önceden ele geçiren amaçtır: öğrencinin toplumda bir ekonomik rol için eğitilmesi.

ikincisi, toplumun doğasını ve insani yönetim biçimini öğretmektir.

üçüncüsü, varoluşun zenginliğini öğretmektir.

ve dördüncüsü, insanın; canlı yaşamın öteki türlerinin aksine, çok uzun süredir yitirmiş olduğu o görece ödül duygusunu yeniden yaratmaktır.

daha basit bir deyişle, öğrenciyi geçimini sağlamak için, sonra öteki insanlar arasında yaşaması için, sonra kendi yaşamından zevk alması için ve son olarak da varoluşun amacını -ve nihai olarak da adaleti- insani biçimde anlaması için hazırlamamız gerekmektedir.

27.08.2020

tutkusuz çilecilik

raoul vaneigem

otuz beş yaşındaki bir adamı ele alalım. her sabah arabasına atlar, büroya gider, dosyalara gömülür, öğle yemeğine çıkar, tekrar dosyalara gömülür, işten çıkar, bir tek atar, eve gelir, karısına gülümser, çocuklarını öper, televizyon karşısında bifteğini atıştırır, yatar, sevişir, uyuyakalır.

bir insanın hayatını bu dokunaklı klişelere indirgeyen kim? gazeteci? polis? piyasa araştırmacısı? popülist yazar? hiçbiri değil. kendisi; 24 saatini, egemen basmakalıp davranışların çeşitli türleri arasından seçtiği bir dizi poza böler. imge bombardımanının aldatmacalarına teslim olan vücudu ve aklı gerçek bir doyumu reddeder ve tutkusuz bir çileciliği benimser. öylesine gösterişli; ama basit zevkleri vardır ki bunlar dış görüntüden başka bir şey olamazlar. basmakalıp davranışları başarılı bir biçimde taklit etmesi koşuluyla, bir rolden bir diğerine geçişi onun için iç gıcıklayıcıdır. bu yüzden, ustaca oynanan bir rolün verdiği doyum, onun kendisinden uzaklığıyla, kendisini yadsımasıyla ve kendisini kurban etmesiyle doğrudan ilişkilidir.

26.08.2020

erkek

valerie solanas

eril biyolojik bir kazadır.

bir erkeğe hayvan demek ona iltifat etmektir. o bir makine, yürüyen bir vibratördür.

suçluluk, utanç, korkular ve güvensizliklerle kendini yiyip bitirmiş olan ve eğer şansı yaver giderse belli belirsiz bir fiziksel duygu elde edebilen eril, yine de kafayı düzüşmeye takmış haldedir. eğer sonunda onu bekleyen dost bir kuku olduğunu bilse, bir sümük ırmağında yüzüp bir mil kusmuğun içinde burnuna kadar batmış halde yürür. burun kıvırdığı bir kadını, mesela dişsiz bir acuzeyi düzer üstelik de bu fırsat için para öder.

kadınlarda penis haseti yoktur, erkeklerde kuku haseti vardır.

düzmek, bir erkek için, dişi olma arzusunun karşısında bir savunmadır. cinselliğin kendisi bir yüceltmedir.

dişi olmamasını telafi etme takıntısı, ilişkilenme ve merhamet duyma konusundaki acziyle birleşen eril, dünyayı bir bok yığını haline getirmiştir.

merhameti, empati kurma ya da özdeşleşme kabiliyeti olmadığından, erkekliğini ispat etmek, sonsuz sayıda sakat kalmaya, acı çekilmesine ve kendisininki de dahil sonsuz sayıda hayata bedeldir -kendi hayatı kıymetsiz olduğundan, elli yıl daha cefakarca yürüyeceğine bir zafer alevi içinde erimeyi tercih eder.

sonuç olarak, babaların etkisi dünyayı erkeklikle çürütmek olmuştur. erkeğin uğursuz bir midas dokunuşu vardır, neye dokunsa boka çevrilir.

her erkek bir adadır. kendi içinde kıstırılmış, duygusal olarak tecrit edilmiş ve bağlantı kurma yeteneğinden azade olan erkek, medeniyetten, insanlardan, şehirlerden ve insanları anlamayı ve onlarla bir bağlantı kurmayı gerektiren bütün durumlardan korkar.

erkekler ortak bir hedef için işbirliği yapamaz; çünkü her erkeğin hedefi bütün kukuların kendisinin olmasıdır.

erkeğin herhangi birisine ve herhangi bir şeye bağlanma konusundaki kabiliyetsizliği hayatını amaçsız ve manasız kılar; o yüzden de felsefe ve dini icat etmiştir. bu dünya üzerinde mutluluk onun için mümkün olmadığından cenneti icat etmiştir.

erkeğin gerçekleştirebileceği herhangi bir gerçek toplumsal devrim mümkün değildir; çünkü tepedeki erkekler statükonun sürmesini ister ve aşağıdaki erkeklerin bütün istediği yukarıdaki erkek olmaktır.

erkeğin isyanı bir maskaralıktan ibarettir. bu, erkeğin, kendi ihtiyaçlarını tatmin etmek için kendi kurduğu toplumdur.

tamamen cinsel odaklı olduğu için akılcı estetik cevaplardan aciz ve bütünüyle maddiyatçı ve obur olan erkek, dünyaya "büyük sanat" eziyetini yaptığı yetmezmiş gibi, manzarasız şehirlerini, içi ve dışı çirkin binalarla, çirkin dekorlarla, reklam panolarıyla, otobanlar, arabalar, çöp kamyonları ve en önemlisi kendi kokuşmuş benliğiyle süslemiştir.

erkekler dünyayı utanç verici varlıklarıyla doldurmakla kalmıyor. kadınlar kitlesi onlara yaltaklanıyor ve önlerinde diz çöküyor. milyonlarca kadın paranın hükümdarlığının önünde secdeye varıyor, köpek tasmanın ucundaki sahibini taşıyor.

25.08.2020

kalbin böcüü

atilla atalay

herkes kendinde olmayanı ister.

hayat, kendisiyle bahse girdiğinizi anladığı anda adınızı "kibirliler" hanesine yazar.

küfür erbabı, "sevgi işine girmiş" salak gazeteci ve televizyonculardan daha yaratıcıdır.

"her yazarın anlattığı tek öykü vardır aslında."

dostluğundan emin olduğunuz insanlar sizden hep "torbada keklik" muamelesi görür; onlar nasıl olsa vardır. peşinden koşmasanız da olur.

tek çağ

giovanni papini

yirmi yaşındaki bir genç adamın gözünde her ihtiyar düşmandır. her fikir tartışılırdır, her önemli insan yargılanmalıdır ve geçmiş zaman, yıldırımlarla bölünmüş uzun bir geceye, karamsar ve sabırsız bir bekleyişe, şimdi, nihayet, bizimle doğan o sabahın sonsuz alaca karanlığına benzer. yirmi yaşındaki genç bir adama, sökmekte geciken şafağın beyaz ve hassas yansımaları varmış gibi gözükür gün batımlarında; ölülere eşlik eden meşaleler yeni şenliklere yakılan mutluluk ateşleridir ve dinibütün çanların yakınışları yeni doğumların habercisi ve yeni ruhsal vaftizlerin eşlikçisidir. bu, hayatın kahramanca yaşandığı, her boğayı boynuzlarından yakalamak gibi erkeğimsi kötü bir huya sahip olunan, titreyen elde kiraz ağacından bir sopa ve kafada bir şapkayla çevik adımlarla yürünen tek çağdır.

23.08.2020

aşk

platon

bir insan öteki yarısıyla, kendi hakiki yarısıyla karşılaştığı zaman aşktan, dostluktan ve samimiyetten doğan şaşkınlıkla kendinden geçer. bu ikili bundan böyle birbirlerinden bir an bile ayrı kalmaya dayanamaz. hayatları boyunca beraber yaşar; lakin birbirlerinden ne beklediklerini açıklayamazlar.

birbirleriyle olmaktan bu denli zevk alan iki insanın beraberliklerinin sadece cinsel arzu olabileceğini kimse düşünemez. ruhun muradının bambaşka bir şey olduğu aşikar olsa da, bu kolay kolay açıklanamadığındandır ki, muğlak ve esrarengiz bir önsezi olarak kalır.

22.08.2020

hayata dair

bion

en çok sıkıntı çeken, en büyük mutluluğa ulaşmak isteyendir.

çirkin bir kadınla evlenirsen cezanı bulursun, güzel bir kadınla evlenirsen başkalarıyla ortak olursun.

yaşlılık kötülüklerin limanıdır; çünkü bütün kötülükler buraya sığınır.

ün, yılların anasıdır; güzellik, başkasına ait bir "iyi"dir; zenginlik başarının kamçısıdır.

kendini beğenmişlik gelişime engel olur.

eli sıkı adam servet edinmez, servet onu edinir.

cimriler mallarıyla kendilerininmiş gibi ilgilenirler; ama sanki başkalarının malıymış gibi bir yararını görmezler.

insan gençliğinde yiğittir, yaşlandığında ise akıl yanı doruğa çıkar.

aşağı tabaka konuşma özgürlüğünün kötü bir eşlikçisidir; çünkü yürekli olsa bile adamı köle yapar.

21.08.2020

gözlerin oyunu

elias canetti

yaşamımızın sonuna dek iyileşmeyen yaralarımız vardır, yapabileceğimiz tek şey, onları başkalarından gizlemektir. onları herkesin önünde deşmenin anlamı yoktur.

edebiyat, gününün entelektüel düzeyine uygun bir işleyiş göstermeli. zamanın gerisinde kalırsa edebiyatla ilgisi olmayan amaçlara hizmet eden bir tür dolmuş edebiyatı haline gelir.

ancak başkalarına kendisini kuvvetle kaptırdıktan sonra insan kendi özüne giden yolu bulabilir.

kendinizden önce gelen birine hayranlık duymak ve onunla boy ölçüşemeyeceğinizi kabul etmek yeterli değildir. insan onun yönüne doğru bir sıçrama yapmalı ve başarısızlığa uğrayıp gülünç olma tehlikesini göze almalıdır. insan erişilmez olanı kendi amaçları için uygun bir şeymiş gibi kullanmamalı, onun kendisine esin kaynağı olmasına ve onu özendirmesine izin vermelidir.

iyi adam diye bir şey var mıdır? varsa nasıl biridir bu? diğerlerini harekete geçiren bazı itkilerden yoksun mu olacaktır bu kişi? içine kapanık biri midir yoksa insanlarla ilişkisini sürdürebilir, onların meydan okumalarına tepki gösterebilir ama gene de "iyi" olabilir mi? bu yalnızca bir imge midir? yoksa böyle bir birey var mıdır? varsa nerededir?

max pulver: sadizmin gece uygulananı biraz hoştur hani!

yabancılar arasında sıkışıp kalmış bir insanın, aklını oynatması için yabancı bir dilde, hiçbir şekilde anlaşılmaz konuşmaları ne kadar süre dinleyebileceğini sordum kendi kendime.

halk

douglas adams

en önemli sorun -ya da en önemli sorunlardan biri, çünkü bir sürü en önemli sorun vardır- halkı yönetmekle ilgili en önemli sorunlardan biri, bu işin kime yaptırılacağını bulmaktır. daha doğrusu halkı, kendilerini yönetmesine izin vermeleri için ikna etmeyi başaracak birini bulmaktır. özetlersek: iyi bilinen bir gerçektir ki, halka hükmetmeyi en çok isteyenler, bu işi yapmaya en az uygun olanlardır. özeti özetleyecek olursak: kendisinin başkan yapılmasını sağlayabilecek kişilerin bu işi yapmasına hiçbir surette izin verilmemesi gerekir. özetin özetini özetlersek: halk bir sorundur.

20.08.2020

gece

franz kafka

geceleyin bir sokakta dolaşmaya çıkarız da, adamın biri uzakta boy göstererek -çünkü önümüzde sokak bayır yukarı çıkmaktadır ve ayrıca dolunay vardır- karşıdan koşup bize doğru yaklaşırsa, ister zayıf ve pejmürde kılıklı biri olsun, isterse ardı sıra seğirten biri yakalayın diye bağırsın, onu tutmaya kalkmaz, koşarak yoluna devam etmesine karşı durmayız. çünkü vakit gece olup sokak önümüz sıra dolunayda bayır yukarı çıkıyorsa, buna karşı elden ne gelir! hem belki bu iki kişi söz konusu kovalamacayı kendileri için bir eğlence diye düzenlemiştir; belki her ikisi de bir üçüncü kişinin peşine düşmüştür; belki birincisi suçsuz yere kovalanmaktadır; belki arkadan gelen bir cinayet işler, biz de suç ortağı oluruz, belki ikisinin de hiç haberi yoktur birbirinden ve her biri davranışının sorumluluğunu kendisi yüklenerek yatmak üzere evine yollanmaktadır; belki uyurgezer kimselerdir ikisi de; belki birincisinin üzerinde silah vardır. ve nihayet yorgun olamaz mıyız? yorgun düşecek kadar şarap içmedik mi? derken, arkadan gelen ikincisini de göremez olup seviniriz.

19.08.2020

androjen

paulo coelho

platon'a göre, yaratılışın başında, erkeklerle kadınlar bugünküne hiç benzemezlerdi. sadece bir gövdesi, bir boynu ve her biri ayrı yönlere bakan çift yüzlü kafaları olan androjen varlıklar mevcuttu. sanki iki yaratık sırt sırta yapıştırılmış gibi, iki cinsel organı, dört bacağı, dört kolu vardı bunların. ama kıskanç yunan tanrıları, dört kollu bir yaratığın çok fazla çalışabildiğini fark ettiler; ters tarafa bakan iki yüz sürekli tetikteydi; dolayısıyla bu varlıklara kalleşçe saldırmak mümkün değildi. dört bacak sayesinde fazla yorulmadan uzun süre ayakta durabiliyor ya da yürüyebiliyorlardı. ve en tehlikelisi: çift cinsiyet organlı bu yaratığın üremek için kimseye ihtiyacı yoktu. bunun üzerine, olympos'un mutlak hakimi zeus dedi ki: "şu ölümlülerin gücünü elinden almak için bir planım var." şimşeğini fırlattığı gibi androjenleri ikiye bölerek erkekle kadını yarattı. dünyanın nüfusu bir anda artıverdi. aynı zamanda da üzerinde yaşayanlar güçten düştüler ve yollarını şaşırdılar. artık kayıp yarılarını aramak, yeniden onunla kucaklaşmak zorundaydılar. iki bedenin tek beden olmak üzere kaynaştığı bu kucaklaşmaya seks diyoruz.

17.08.2020

değer

pascal

insanlar iki türlüdür: günahkâr olduğuna inanan doğrular, doğru olduğuna inanan günahkârlar.

dindarlık ile iyilik arasında muazzam bir fark olduğunu deneyim bize gösteriyor.

dünyada, tanrı'nın ve doğanın bütün yasalarını bir yana bırakıp kendi uydurdukları yasalara katiyetle uyan insanlar olduğunu fark etmek gülünçtür. örneğin muhammet'in askerleri, hırsızlar, zındıklar vs. ve mantıkçılar için de aynı şey geçerli: bunca kutsal ve haklı sınırı aştıklarına göre kendilerine atfettikleri yetki sınırsız ve hudutsuz olmalı.

insanlar değer meydana getirmeye alışık olmadıklarından ve sadece oluşmuş bir değeri takdir etmeyi becerebildiklerinden, tanrı'nın da kendileri gibi yaptığını sanırlar.

oruç tutup kendinden hoşnut olmaktansa oruç tutmayıp bunun alçak gönüllülüğünü yaşamak yeğdir.

itikat bakımından her şeyin başı olarak tanrı'ya tapmayan ve ahlak bakımından her şeyin amacı olarak tek bir tanrı'yı sevmeyen bütün dinler batıldır.

dilek

andre breton

inanılmaz bir şekilde şunu diledim hep: geceleyin bir ormanda, güzel ve çıplak bir kadınla karşılaşmak. ancak böylesi bir dilek bir kez ifade edildi mi hiçbir anlamı kalmayacağından, bu kez inanılmaz bir şekilde böyle bir kadına rastlamamış olduğuma pişmanım. böylesi bir karşılaşmayı varsaymak öylesine çılgınca bir şey değil. olmayacak şey de değil.

bana öyle geliyor ki her şey bir kalemde durur ve ah! yazmakta olduğumu da yazmazdım o zaman. aklın mevcudiyetinin yokluğunu bir olasılıkla en çok hissettiğim bu tür durumlara bayılıyorum. bu durum karşısında kalkıp kaçmaktan başka bir şey akıl edemezdim (bu son cümleye gülenler domuzdur).

geçen yıl bir akşam vakti "electric-palace"ın oralardaki galerilerde, üstünden çıkarıp atacak bir mantodan başka hiçbir şeyi olmayan bir çırılçıplak kadın, bembeyaz teniyle, bir sıradan diğerine gidip geliyordu. bu kadarı bile baş döndürücüydü. ne yazık ki olağanüstü olmaktan uzak "electric"in bu köşesi, hiçbir ilginç yanı olmayan bir sefahat mahalliydi.

16.08.2020

rubailer

ömer hayyam



şu uçsuz bucaksız evrende mutlu olan
bulunur belki yalnız iki türlü insan
dünyayı tanıyan ve kendini bilenle
dünya yansa, dünyanın farkında olmayan

doğa, esinidir sanatın ve bilimin
onunla yakından ilgilenir her bilgin
doğa işte budur ey softa! oysa senin
ya dışkı ya fışkıdır akıl erdirdiğin

"esirgeyen, bağışlayansın" der dururum
çünkü, her nimete sayende kavuşurum
yüz yıl günah işleyeyim de, öyle affet
-affın suçumdan yüceyse- görmüş olurum

âşıklar meclisinden sen kaldın da uzak
o güzelle sevgide olamadın ortak
molla da oldun, imam da oldun, şeyh oldun
olamadığın bir tek şey var: adam olmak

suda kiremit mi sektirip durayım ben
bıktım, usandım dinlisinden, dinsizinden
"hayyam cehenneme gidecek" diyorlarmış
cehenneme giden kim, kim cennetten dönen

götürün muhammed mustafa'ya bir selam
saygı göstererek şunu deyin tastamam
"ey efendiler efendisi, şeriatta
ekşi ayran helal de, saf şarap mı haram?"

damla ağladı, niçin uzak diye deniz
deniz güldü: "uzak değiliz, birlikteyiz"
-hüda yaradan demektir, cüda ayrılık-
tek harf farkıyla tanrı'dan ayrı düştük biz

aslı yok derdine daldığın şu dünyanın
yararı yok, boş yere gam yemesin canın
geçen geçmiş, elde yok, gelecek gelmemiş
olmayanla dertlenme, hoş geçsin zamanın

eğer son yargı gününün şafağında
mezarımızdakilerle birlikte doğrulacaksak
yanıma bir testi şiraz şarabı
ve güzel bir saki koyun

15.08.2020

bir küçükburjuvanın gençlik yılları

demir özlü

yaşamda hiçbir şey yitmiyor, yeniden de yaratılmıyor.

bir şeyler, çok canlı, biraz da sert bir şeyler gelip beni bulmalı. bir şeyler çarpmalı bana. geleceğimi kurmak istemiyorum. yaşanmış şeyleri yeniden yaşamak.. önceden belirli yaşam..

çocuklarını ne kadar yalnız bırakan bir toplum! bir yığın gelenek, yasak ve yalnızlık..

çıkarlarını, özlemlerini iyice hesaplamadan kurulacak bir yaşam, yeni hayal kırıklıkları getirecektir.

duygularına egemen olmayı bil. bütün bu dünya, bütün bu kent seni alıp bir yerlere götürüyor. ana varoluşunun diriliğini duyuran her şey hep dışarıdan gelmedi mi? seni gelip bulan şeyi yaşayacaksın. boğazına kadar yükselen dalgaları göğüsle. kaçacağın bir yer yok, seni gelip bulan ölüm de olsa, aşk da olsa, ölümle kaynaşan, kollarını ölüme dolayan bir aşk da olsa, iyi karşılayacaksın onu.

votka bütün yalnızlıkları hafifletir, düş kırıklıklarının arasını düşle doldurur.

nedir ki mutluluk? hayatta bir şeylerin gelip bulması seni, ummadığın şeylerin olması ya da saplantıların kendi kendini onarması. başka ne olabilir ki?

en kötü şeylere yakın olsak da neşeyle karşılamalıyız bunu.

askerlik korkunçtur, hapishaneye gelenler olur da, kışlanın kapısına olmaz. kışlanın kapısına kimse gelmez.

inanacak bir şey bulamamak, hiçbir şeye tam bağlanamamak, geçici aşklarda mutluluğu aramak, daha doğrusu düşlemek, dünyanın hiçbir yerini kendi yurdu olarak benimseyememek ve nedeni belirsiz bir tedirginlikle bunaltı. işte hepsi bu. rest nihilo.. hiçlikten hiç doğar.

en tiksindiğim şey yaşadığının bilincinde olmamak, hayatını göstermelik kalıplara göre düzenlemek.

birçok kadınla yattık ve bütün bu kadınlarda, aslında bilinçaltımızda yatan, varlığımızı kaplamış, derin, dokunulamaz, iyice bilinemez bir saflığı aradık. aslında böyle bir saflık yok.

bir zaman bu oyunları oynayıp duygularımızın en olgunlaştığı dönemde çekip gideceğiz bu dünyadan. belki acılar içinde.

yaşama sırtını dönersen ölür gidersin. yaşama sırtını dönme.

hiçbirine aldırma. bütün kuşakların yaşamı hep birkaç kişinin çevresinde döner, yutma bunu.

scum

valerie solanas

insanların çoğunluğu, özellikle de eğitimli olanlar, kendi değerlendirmelerine güven duymayıp otorite karşısında alçak gönüllü ve saygılıdır.

takdir etme, "münevver"in başlıca meşgalesidir. edilgen, kifayetsiz, hayal gücü ve zekâ yoksunu olduğundan bununla idare etmek zorundadır. kendi meşgalesini yaratmaktan, kendisine küçük bir dünya yaratmaktan, çevresini en ufak bir biçimde etkilemekten acizdir çünkü. o yüzden kendisine ne verilse kabul etmek zorundadır. yaratmaktan ya da bağlanmaktan aciz olduğu için seyreder. kültürü özümsemek, haz vermeyen bir dünyada çaresizce ve korku içinde haz almaya çalışmaktır; steril, akılsız bir varoluşun dehşetinden kaçmaya çalışmak.

kültür, kifayetsizlerin egosuna bir parmak bal, edilgen seyirlerini makulleştirecek bir araç sağlar. "ince" işleri takdir edebildikleri için gururlanırlar, gübreye bakıp mücevher sandıkları için (beğendikleri için beğenilmek isterler). herhangi bir şeyi değiştirmeye güçlerinin yeteceğine inançları olmadığı için statükoya yaslanırlar. gübrede güzellik görmek zorundadırlar; çünkü görebildikleri kadarıyla, ellerine gübreden fazlası geçmeyecektir.

"sanat" ve "kültür"ün yüceltilmesi, birçok kadını daha önemli ve verimli faaliyetlerden ve etkin kabiliyetler geliştirmekten uzaklaştarıp sıkıcı, edilgen faaliyetlere yöneltmenin yanı sıra sağduyumuzu, şu ya da bu gübrenin derin güzelliği üzerine sonu gelmez, övüngen hesaplamalarla sürekli işgal eder. bu, "sanatçı"nın üstün duygular, algılar, içgörüler, değerlendirmeler sahibi birisi olarak kurgulanmasına yol açar; o yüzden güvensiz kadınların kendi duyguları, algıları, içgörü ve değerlendirmelerine olan inançlarını ayaklar altına alır.

çok sınırlı duyguya sahip olan ve buna bağlı olarak algıları, içgörüleri ve değerlendirmeleri de sınırlı olan kadın, "sanatçı"nın kendisine rehberlik etmesine ve hayatın ne olduğunu anlatmasına ihtiyaç duyar.

ama tamamen cinsel odaklı olan "sanatçı", kendi fiziksel duyumsamaları dışında herhangi bir şeyle bağlantı kuramadığı ve hayatın anlamsızlığı ve saçmalığı dışında herhangi bir görüye sahip olmadığı için sanatçı da olamaz. kendisi hayatın acizi olan birisi bize hayatın ne olduğunu nasıl anlatabilir ki?

cinsellik herhangi bir ilişkinin parçası olmayıp tam aksine insanı yalnız kılan bir tecrübedir, yaratıcı değildir ve büyük bir zaman kaybıdır. cinsellik kafasızların sığınağıdır ve kadın ne kadar akılsızsa, yani "kültür"e ne kadar saplanıp kalmışsa o kadar tatlıdır, o kadar cinseldir. toplumumuzdaki en tatlı kadınlar kudurmuş seks manyaklarıdır. ama tabii, korkunç, korkunç derecede tatlı olduklarından düzüşme düzeyine inmezler. onun yerine aşk yaparlar. bedenleri aracılığıyla iletişir, duyumsal ilişkiler kurarlar.

diğer yandan, kültüre en az dalmış olan kadınlar, en az tatlı olanlar, düzüşmeyi düzüşmeye indirgeyen o sade ve yüce ruhlar; banliyölerin, ipoteklerin, yer fırçalarının ve bebek bokunun yetişkin dünyası için fazla çocuksu; çocuklara ve kocalara bakmak için fazla bencil; başkalarının kendileriyle ilgili düşüncelerini hiç takmayacak kadar gayri medeni; babaya, "yüceler"e ya da eskilerin derin aklına saygı duymayacak kadar küstah; yalnızca kendi düşük hayvani güdülerine güvenen; kültürü civcivlerle bir tutan; tek yönelimi duygusal heyecan bulmak olan; mide bulandırıcı, tatsız, üzücü sahnelere karnı tok; kendilerini rahatsız edenlere bir tokat aşkeden nefret dolu, vahşi kaltaklar; kısaca kültürümüzün standartlanna göre scum olan bu dişiler ağır ve görece daha akılcı ve aseksüalitenin eteklerindedir.

tatlılık, terbiye, vakar, güvensizlik ve kendi içine gömülmenin yoğunluk ve zekâya yol açması zordur. sadece kendine güvenen, mağrur, dışa dönük, gururlu ve sağlam kafalı dişiler yoğun, akıllı ve edepsiz bir konuşma yapabilir.

intizam, tatlılık, özen, kamunun fikri, ahlak, götlere saygının elini kolunu bağlamadığı, her zaman cesur, pislik ve düşmüş olan scum her yola gelir. bütün gösteriyi görmüştür -her bir parçasını- düzüşme sahnesini, emme sahnesini, zürefa sahnesini -hepsini, bu sahilin tamamını gezmiştir, her limanda, her iskelede bulunmuştur- çük limanı, kuku limanı..

anti-sekse varmadan önce epeyce seks yapması gerekir insanın ve scum bütün bu yollardan geçmiştir ve artık yeni bir gösteri için hazırdır, limandan yavaşça çıkıp harekete geçme hazırlıkları yapmaktadır. ama scum sabırsızdır, gelecek nesillerin mamur olacağı fikriyle teselli bulmaz. scum kendisi için de bir parça heyecanlı hayat ister.

eğer kadınların büyük bir çoğunluğu bugün scum olsaydı, emek gücü içinden çekilebilir ve böylece bütün ulusu felç ederek birkaç hafta içinde ülkenin denetimini tamamen ellerine geçirebilirdi.

bunun dışında, tek bir tanesi bile ekonomiyi ve başka her şeyi dağıtmaya yetecek ek önlemler şunlardır: kadınların kendilerini para sistemi dışında tanımlamaları, satın almamaları ve sadece yağmalamaları, istemedikleri yasalara uymayı reddetmeleri.

polis gücü. ulusal muhafızlar, ordu, donanma ve bahriye bir araya gelse bile nüfusun yarıdan fazlasını kapsayan bir isyanla baş edemez, özellikle de bu muhtaç oldukları insanların isyanı olunca.

eğer bütün kadınlar erkekleri terk edip onlarla herhangi bir biçimde ilgilenmeyi reddederse hükümet ve ulusal ekonomi tamamen çökecektir.

o yüzden de çelişki kadınlarla erkekler arasında değildir; -scum'la, yani egemen, emniyetli, kendine güveni tam, berbat, vahşi, bencil, bağımsız, gururlu, heyecan peşinde, bildiğini okuyan, küstah ve kendisini, evreni yönetmeye layık gören, bu toplumun sınırlarına kadar özgürce gitmiş ve onun sunabildiklerinin ötesinde bir şey aramaya hazır olan kadınlarla tatlı, edilgen, kabul eden, yetiştirilmiş, terbiyeli, vakur, bağımlı, korkutulmuş, akılsız, güvensiz, onay arayan, babasının kızları arasındadır. ki bunlar bilmedikleri şeyle baş edemez, sırf tanıdık diye lağımda kulaç atmaya hazır ve orangutanlarla takılmaya razıdır; yalnızca koca babanın yanında kendilerini güvende hissederler, onları yönlendirecek güçlü kocaman bir adam olsun, içleri rahat eder. kendilerini onunla çok rahat hissederler ve başka bir hayat tanımazlar. zihinlerini, düşünce ve bakışlarını eril düzeye indirmişlerdir. sağduyu, hayal gücü ve zekâ yoksunudurlar. güneşin altında, daha doğrusu bataklıkta, rahatlatıcı, ego şişirici ve damızlık olarak işlev görürler. 

ama scum, milyonlarca götün yıkanmış beyinlerinin kendine gelmesini bekleyemeyecek kadar sabırsızdır. harika kadınlar neden sıkıcı erkeklerin hızına ayak uydurmak zorunda? şahane ve salak olanların kaderi neden iç içe geçmiş olsun ki?

bir avuç scum, sistemi, sistemli bir biçimde becererek, mülke seçici bir biçimde zarar vererek ve cinayet aracılığıyla bir yıl içinde ülkeyi eline geçirebilir.

scum kıçlarından dürtünce hale yola girerler.

bu toplumda hayat, en iyi halinde bile can sıkıntısından ibaret olduğundan ve toplumun hiçbir tarafı kadınlara uygun olmadığından; uygar kafalı, sorumlu, heyecan arayan kadınlara; hükümeti yıkmak, para sistemini bertaraf etmek, her alanda otomasyonu kurumlaştırmak ve erkek cinsini yok etmekten başka çare kalmıyor.

çöl

bret easton ellis

eskiden doğa ve toprak, yaşam ve suyun olduğu yerde, bitimsiz bir çöl gördüm, bir tür kratere benzeyen, öylesine uzak ki mantıktan ve ışıktan ve ruhtan, zihin onu herhangi bir bilinç düzeyinde kavrayamaz ve algılamaya yaklaşsan bile zihnin gerisin geriye kaçar, içine alamaz onu. öyle açık ve gerçek ve yaşamsal bir manzara idi ki benim için, el değmemişliğinde neredeyse soyuttu. benim anlayabildiğim buydu, benim hayatımı yaşama biçimim, çevresinde hareketlerimi ördüğüm şey, elle tutulur, gözle görünür olanla hesaplaşma biçimimdi. benim gerçekliğimin çevresinde dönendiği coğrafya: benim aklıma gelmezdi hiç, insanlar iyi midir, insan kendini değiştirebilir mi, insan bir duygudan ya da bir bakıştan ya da bir jestten haz duyarsa dünya daha iyi mi olur ya da birinin aşkını ya da iyiliğini kabul ederse. hiçbir şey olumlayıcı değildi; "ruh cömertliği" lafı hiçbir şeyi açıklamıyordu, bir klişeydi, kötü bir şakaydı. seks aritmetiktir. bireysellik mesele değil artık. zeki olmak neye yarar ki? aklı tanımla. arzu anlamsız. zeka hiçbir şeyi iyi edemez. adalet öldü. korku, yakınmak, masumiyet, ilgi, suç, ziyan, başarısızlık, keder artık hiç kimsenin gerçekten hissetmediği şeyler, duygulardı. düşünmek yararsız, dünya anlamsız. kötülük dünyanın tek sürekliliği. tanrı yaşamıyor. aşka güvenilmez. yüzey, yüzey, yüzey.. insanın anlam bulabildiği tek şey yüzey. benim gözümde uygarlık buydu, devasa ve tırtıklı bir bıçak ağzı gibi.

14.08.2020

sevgi

paulo coelho

sevgi bir alışkanlık, bir yükümlülük ya da bir borç değildir. aşk şarkılarında söylenenler değildir. sevgi sevgidir. tanımı yoktur. sev ve fazla soru sorma. yalnızca sev.

sevgi istenemez; çünkü başlı başına bir amaçtır. sevgi ihanet edemez; çünkü sahip olmayla hiçbir ilgisi yoktur. sevgi hapsedilemez; çünkü bir ırmaktır. sevgi taşar, sel olur. onu hapsetmeye kalkan, onu besleyen pınarın önünü keser; bir yere kapatılan su ise durgunlaşır, bozulur ve kokar.

nefret, bir insanı olgunlaştırdığında, sevmenin birçok yolundan birine dönüşür.

insan sevgiyi ya hisseder ya da hissetmez, bu dünyada onu sana hissettirecek bir güç yoktur. birbirimizi seviyormuş gibi yapabiliriz. birbirimize alışabiliriz. bir ömür boyu birlikte yaşayabilir, çocuklar yetiştirebilir, her gece sevişebilir, orgazma ulaşabilir; ama yine de bütün bu yaptıklarımızda korkunç bir boşluk olduğunu, çok önemli bir şeyin eksik kaldığını düşünebiliriz.

sevgiye tümüyle teslim olmak, kendi rahatımız ve karar verme yeteneğimiz de dahil her şeyden vazgeçmek demektir. sözcüğün en derin anlamında sevmek demektir bu. sevgi gelir, yerleşir ve her şeyi yönetmeye başlar. bu sudan bir kez içen, susuzluğunu başka pınarlarda dindiremez.

13.08.2020

çavdar tarlasında çocuklar

j.d. salinger

hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. çılgın bir şey bu, biliyorum; ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. biliyorum, bu çılgın bir şey.

12.08.2020

şimdiki zaman

pascal

şimdiki zamanda değiliz hiç. geleceği, gelmesi çok uzun sürüyormuş da gelişini çabuklaştırabilecekmişiz gibi bekliyor, geçmişi sanki çok hızlı geçmiş de durdurabilecekmişiz gibi hatırlıyoruz. artık bizim olmayan bir zamanda gezinecek, bize ait olan tek zamana ise aldırmayacak kadar basiretsiz; artık hiç olmamış şeyleri düşünecek, elimizde olanın geçip gitmesine hiç düşünmeden izin verecek kadar mağruruz. çünkü şimdiki zaman, bize genellikle acı veriyor. sıkıntı verdiğinde yüz çeviriyoruz ondan, tatlı tatlı geçiyorsa hayıflanıyoruz gidişine. gelecekle desteklemeye çalışıyoruz onu, geleceği hiç de kesin olmayan bir zaman için, hiç elimizde olmayan şeyleri nasıl ayarlayacağımızı kuruyoruz.

düşüncelerinizi inceleyin, tamamen geçmişle ya da gelecekle ilgili olduklarını göreceksiniz. şimdiyi neredeyse hiç düşünmeyiz ve düşünecek olsak da bunu sadece gelecekteki planlarımıza ışık tutmak için yaparız. şimdi, bizim için asla amaç değildir. geçmiş ve gelecek araçlarımız, sadece gelecek amacımızdır. sonuçta asla yaşamayız, sadece yaşamayı ümit ederiz ve hep mutlu olmayı planladığımızdan, mutlu olmamamız kesindir.

11.08.2020

yasa

herakleitos

her yolda izini sürsen bile ruhun sınırlarını bulamazsın.

çok bilgi insanı akıllı yapmaz; öyle olsa, hesiodos'u, pythagoras'ı, ksenophanes'i ve hekataios'u akıllı yapardı. çünkü bilgelik tektir, bilgelik tüm dünyayı her yerde yöneten düşünceyi bilmektir.

yangını söndürmektense küstahlığı söndürüp yok etmek gerekir.

halk, surları için olduğu kadar yasaları için de savaşmalıdır.

benim gözümde bir insan üç bin kişiye değer, sayısız kalabalık ise bir tek kişi bile etmez.

10.08.2020

komünizm vs. nasyonal sosyalizm

george sabine

nasyonal sosyalizm ile komünizm arasındaki benzerliklerin çoğu apaçık ve ortadadır.

her ikisi de, bir ölçüde savaş sonrasının sorunları olan; ama bir ölçüde de batı toplumunun yapısındaki uyumsuzlukları ortaya koyan toplumsal ve ekonomik moral yıkıntısı üzerinde güçlendiler. her ikisi de siyasal deneylerinin, diktatörlüğün yerine daha durağan ve daha işleyebilir bir yol olarak geliştirdiği parlamento görüşme ve tartışmalarını aşağılayarak bir yana attı. her ikisi de dışarı atma yolunu siyasal bir kuram olarak yeniden canlandırdılar. her ikisi de yalnız bir siyasal partiye ve bu partinin kendisine ait zorlayıcı bir aygıt bulunmasına hoşgörülü davrandı. her ikisinin de kuramına göre parti kendi kendisini kuran bir aristokrasiydi ve ödevi bir ölçüde önderlik etmek, bir ölçüde öğretmek, bir ölçüde de insanların büyük çoğunluğunu izlemeleri gereken yola zorlamaktı. her ikisi de bireysel takdir alanıyla kamu denetimi alanı arasında yapılan liberal ayrımı ortadan kaldırmaları dolayısıyla totaliterdi ve her ikisi de eğitim düzenini evrensel bir aşılama aracı durumuna getirdi.

felsefeleri bakımından her ikisi de son derece bağnaz olup birisi aryan ırk, öteki de proletarya adına sanat, edebiyat, bilim ve dinin kurallarını koyabilecek daha üstün bir kavrayış gücüne sahip olduklarını söylüyordu. her ikisi de dinsel bağnazlığa benzer bir düşünce yapısı geliştirdi. stratejileri bakımından her ikisi de savlarında gözüpek, isteklerinde sınırsız, karşıtlarına karşı sövgücü, kendilerinin verdiği herhangi bir tavizi geçici bir "durumu götürme", karşıtlarınınkini ise bir zayıflık belirtisi saymaya yatkın idi. ikisinin de toplum felsefesi toplumu asıl olarak bir güçler -ekonomik ya da ırksal- düzeni sayıyordu; bu güçlerin birbirine uyumu karşılıklı anlayış ve ödünle değil, kavga ve baskıcılıkla olurdu. bundan dolayı her ikisi de siyaseti bir güç ifadesinden ibaret saydılar.

ancak bu açık benzerliklere karşın, komünizmin hem ahlaki hem de entelektüel bakımdan nasyonal sosyalizmden çok daha yüksek bir düzeyde olduğu kesindir. bu fark, her birinin simgesi olan iki insanın yaşamları arasında açıkça görülmektedir. hem hitler hem de stalin birer baskıcı idiler; kişisel kötülük bakımından ikisi arasında bir seçim yapmaya olanak yoktur. fakat uygar siyasal değerler bakımından hitler bir nihilisttir; meslek yaşamının hiçbir yapıcı düşüncesi ya da politikası olmamıştır. almanya ve avrupa için sözcüğün tam anlamıyla bir yıkımdı. stalin de şiddet ve vahşet yöntemlerini sonuna değin kullandı; ancak kuşku yok ki tarihçiler onun çeyrek yüzyıllık yönetimini, rusya'nın yalnız büyük bir siyasal güç olduğu dönem değil; ama aynı zamanda ekonomik ve toplumsal bakımdan çağdaş bir ulus durumuna geldiği dönem olarak nitelendireceklerdir.

iyi ya da kötü, komünizmin ortaya çıkması, çağdaş siyaset ve uygarlık tarihine yeni bir sürekli öge eklemiş oldu. bundan başka, hitler'le stalin'in meslek yaşamları arasındaki bu fark, her birinin temsil ettiği felsefeler arasındaki farkı da anlatmaktadır.

nasyonal sosyalizm, temelinde, siyasal sinizmden ibaretti. bir değeri gerçekleştirmek için değil; ama çeteden başka bir şey olmayan kendine özgü bir seçkinler kümesinin erkini artırmak için insan doğasını zehirleme ve histeri yollarıyla durmadan sömürme arzusuydu. komünizm de bağnazdı; ama asıl olarak dürüsttü ve hiç olmazsa başlangıcında temel amacı yüce gönüllü ve insancaydı. nasyonal sosyalizmin kuramı, doğruluğuna ya da tutarlılığına bakılmaksızın ad hoc bir biçimde bir araya getirilen söylenceler ve ön yargıların saçma bir karışımıydı.

lenin'in kalıt aldığı marksizmin arkasında yalnız bir avrupa geleneği değil, hem manevi ve hem de entelektüel süreklilik savında bulunabilen iki kuşaklık bir sosyalist bilim adamlığı vardı. demokrasinin de paylaştığı bir inançtan doğmuştu: sanayi teknolojisinin ve kapitalizmin ilk sonuçları insanlık dışı ve toplumsal bakımdan moral yıkıcıydı. marksizmin sonul amaçları da doğrudan doğruya demokrasinin amaçlarıydı.

buna karşılık nasyonal sosyalizm, sömürüyü görkemli bir ulusal ödevin duygusallığıyla yaldızlayan bir ekonomik emperyalizm düzeniydi. amacı kirli ahlakına uygun bir düzeydeydi. bizzat kendi amaçlarının kaçınılmaz kıldığı yenilgi tam bir yıkılma biçiminde oldu ve bir nevi doğu despotizmi durumunu alan nasyonal sosyalist hükümet, ulusal ekonomiye ve ulusal siyasal yapıya dokunulmaması için iktidardan istifa bile edemedi.

ancak aralarındaki büyük ve gerçek farklılıklara karşın nasyonal sosyalizm ve komünizm felsefelerinin ortak bir tanıtıcı özellikleri vardı: bir noktada, kendisini adamış olmayan bir kimse için entelektüel bakımdan anlaşılmaz oluyorlardı.

her ikisi de eleştirel düşüncenin yerini kör bir inanca bırakmasını istiyor ve içerdekilerle dışardakiler, önderlerle ardıllar arasında haberleşme ve teması önleyecek engeller kuruyorlardı. kuşkusuz bunu oldukça farklı biçimlerde yaptılar. nasyonal sosyalizmin kurduğu engel yalan bir ırk arılığı savı ve aryan ırkından olmayan halkların anlayamayacağı bir aryan bilimi ve sanatı masalıydı ve seçkinlerle yığınlar arasında geçilmesi olanaksız bir çizgi yarattı. sahip olduğu bu felsefe açıkça usdışı olup us yoluyla eleştirilemeyen, yalnızca algılanması gereken bir kavrayış gücüne dayalıydı.

komünizm de gerçekte aşılmaz duruma gelen bir engel çıkarmaktadır. çünkü bir tür 'yalan usçuluk' yoluyla diyalektik maddecilik, evrimi sona erdirmek isteyen bir evrim oldu.

gizemsel bir kavram olan sınıfsız toplum olarak tamamlanmadıkça uygarlık, kapitalist ve sosyalist uygarlıklar arasında bölünmüştür; bu uygarlıklar birbirlerine öylesine düşmandırlar ki savaş durumunda bir arada bulunmaktadırlar. bu savaş ancak taraflardan birinin egemenliğiyle sonuçlanabilir. uluslar bugün proletaryanın egemen olduğu uluslar ve orta sınıfın egemen olduğu uluslar diye ikiye bölünmüşlerdir. diyalektiğe egemen olmak, yalnız yönettikleri yığınların eleştirisinin üstünde bulunan marksçı ustaların sahip olduğu gizli bir bilgi durumuna gelmektedir.

hem nasyonal sosyalizm hem de komünizm için hükümet, gerçeği bilmek tekeline ve bundan dolayı hem davranışları hem de inançları belirlemek ayrıcalığına sahip olan bir seçkinler kümesinin toplumu denetlemesidir.

batı felsefesinin ve çağdaş bilimin usçu geleneği içinde yetişmiş herhangi bir kimse için, daha üstün bir bilgi biçimine sahip olmak yolundaki bu savı ciddiye alma olanağı yoktur. çünkü bu sav, deneylerin gösterdiği üzere bilimsel bilginin olanaklı olması için kaçınılmaz koşul olan yöntemleri çiğnemektedir. bu yöntemler, yeni ya da gizli bir kavrayış türüne sahip olunduğu anlamına gelmez; tersine, herkese açık doğrulama ölçülerinin kullanılmasını ve hiçbiri en üst ve en son otorite olduğunu ileri sürmeyen araştırmacılar arasında eleştiri yolunun serbestçe işlemesini öngörür. böyle araştırmacıların sahip oldukları şey de, üstün bir kavrayış yeteneği ya da doktrin değildir; pratikte nitelikleri bakımından kendi kendilerini düzeltici olan ve böylece gözlem yanlışlarıyla çıkarsama başarısızlıklarının birbiri arkasından giderilmesini olanaklı kılan bir dizi işlemlerdir.

nasyonal sosyalizmin ırktan gelen bir algı ya da kavrayış yetisi bulunduğu yolundaki savı, görünüşte, marksistlerin herkesten önce belirttikleri gibi, bir şarlatanın savıdır. ama lenin'in diyalektikle ilgili savı da -bunun mantık yönteminin biricik türü olduğu savı- özü bakımından aynı niteliktedir. çünkü diyalektik yönteme sahip olan kimseyi bir usta haline getirmekte, marksizmi de bir tür büyüye, her kapıyı açabilen bir anahtara çevirmektedir; oysa bunlar bilimin ya da ussal bilginin tam karşıtı olan şeylerdir.

lenin'in peygamberce sözlerinde ve her türlü toplumsal ve kültürel ilerlemenin yönetim ve denetimini tekeli altına alacak bir parti yaratmak gibi insanlık dışı tasarısındaki dar görüşlülüğün arkasında, büyülü bir kavrayış gücüne sahip olma duygusu vardı. çünkü bu tasarı, dünyada örgütlenmeye gelmeyen biricik şeyi, yani özgünlüğü ve buluculuğu örgütlemeyi öneriyordu.

9.08.2020

bağışlama

heinrich heine

son derece yumuşak başlı bir yaratılışım vardır. arzularım şunlar:

"mütevazı bir kulübe, sazdan dam ama iyi bir yatak ve iyi yemek, tazecik süt ve tereyağı, pencerede çiçekler, kapının önünde birkaç güzel ağaç; ve yüce tanrı beni tam anlamıyla mutlu kılmak istiyorsa, bu ağaçlarda şöyle altı-yedi düşmanımın sallandığını görme sevincini tattırır bana. ölmelerinden önce, müteessir bir halde, bana yaşamda çektirmiş olduklarının hepsini affedeceğim.

evet, insan düşmanlarını affetmelidir; ama ancak onlar asıldıktan sonra."

8.08.2020

kral ve dilenci

halil cibran

ben bir yolcu ve aynı zamanda bir denizciyim. her sabah yeni bir tepe keşfederim ruhumda.

insanlar arasında kalbime en yakın olanlar, bir ülkesi olmayan kral ve dilenmeyi bilmeyen fakirdir.

eğer insanlara boş elimi uzatır ve bir şey alamazsam çok üzücü; ama asıl ümitsiz durum, dolu elimi uzatıp kabul edecek kimseyi bulamamamdır.

yoksa, ne çiçek açan ne de meyve veren bir ağaç mı olsaydım; çünkü verimli olabilmenin sancısı, kıraç olmaktan ağırdır ve eliaçık zenginin çektiği acı, dilencinin sefaletinden beterdir.

kötü yanımın hiçbir zaman bana zarar vermemiş olması ama içimdeki erdemin bana zarardan başka bir şey getirmemesi ne gariptir!

sırtını güneşe çevirirsen gölgenden başka bir şey göremezsin. onlara güneşi işaret ettim, onlar parmaklarıma baktılar.

söylediklerimin yarısı anlamsızdır; ama diğer yarısı anlaşılsın diye söylüyorum bunları.

7.08.2020

nefret söylemi

sevan nişanyan

en basit çözüm şudur sanırım:

1. devlet erkini elinde tutanların nefret söylemini şiddetle kovuştur. devlet erki büyük ve tehlikeli bir güçtür. bu erki kullanan, bazı kısıtlamaları göze almak zorundadır. (tercümesi: vatandaş ermenilere gıcık kapıyorsa kendi bileceği iştir. ama bakan yahut devlet başkanı çıkıp nefret kusarsa sürüm sürüm süründüreceksin pezevengi.)

2. nefret söylemine maruz kalan topluluğun, bu söylemden ötürü devlet otoritesi karşısında çaresiz ve zebun kalma ihtimali varsa nefret söylemini kovuştur. (mesela eşcinseller, mormonlar veya hippiler, egemen pislik söyleminden ötürü mahkemede, poliste, vergi dairesinde, tapu dairesinde hakkını arayamayacak duruma düşüyorsa buna dur demek gerekir.)

3. nefret söylemi sonucunda halk kitlelerinin galeyana gelip tahrip ve tecavüz eylemlerine girme ihtimali varsa nefret söylemini -en azından risk geçinceye kadar- önle. (maraş ve sivas'taki gibi olayların kontrolden çıkmasına izin verme. ama tansiyon düştükten sonra da işi çok uzatma. alevi vatandaşın can ve mal emniyetini korumak devletin görevidir, duygusal konforunu korumak devletin görevi değildir. üstüne vazife olmayan işlere girişirsen nefreti azaltmazsın, çoğaltırsın.) hepsi bu kadar. basit. sade.

inan bana böylesi bir arada yaşama, karşılıklı saygı sevgi vs. zımbırtısına daha uygundur. daha pratiktir. toplumsal tansiyonu düşürmeye daha müsaittir.

yoksa, "nefret söylemi" kavramını fazla geniş tutarsan gün gelir islam dinini yasaklaman gerekebilir, iyi olmaz. müşriklerin, münafıkların, putperestlerin de hassas duyguları yok mudur sence? incinmezler mi?

nefret söyleminin suç olması için gerçek ve yakın bir tehlike oluşturması lazım. şimdi yahudilerin küçük bir azınlık olduğu bir yerde kalkıp "yahudilere ölüm, yahudi insan kanı içer" gibisinden bir propaganda yaparsanız tehlikeli sonuçları olan, birtakım insanların haklarının zedelenmesine yol açacak bir iş yapmış olursunuz. yüzde 99'u müslüman olan bir ülkede müslümanlar hakkında bir şey söylediğimiz zaman bunun müslümanlar için gerçek ve yakın bir tehlike oluşturma ihtimali sıfırdır.

ha peki, yeri ve zamanı gelince türkçenin güzelliklerini kullanmayı seviyor muyum? seviyorum. birtakım iki yüzlü bürokrat bozuntuları, nefret ve önyargılarına yenilip, hayat boyu alınterimle ortaya koyduğum her şeyi yıkmaya kalkıştıklarında siktiri çektim. doğrudur. ilgi çekmeye çalışan bir taşra politikacısı "ateistler tecavüze uğramış tiplerdir, yok edilmeli, ruh hastası, kişiliği bozuk" diye saçmaladığında, evet, "dalyarak" sıfatının yakışacağını düşündüm. odtü kampüsünde etrafımı sarıp tehdit eden güruha, ehem, organik konuştum. sokak çocukları gibi küfreden bir ayyaş şairin notunu "götten inciler" başlıklı blogumda teşhir ettim. 

nedir benim esas kabahatim, onu da söyleyeyim, hakkaniyet yapmış olayım. bazen fazla ukalayım. muhatabıma tepeden bakıyormuş intibaını veriyorum. akıllarını ve bilgilerini hatta kişiliklerini küçümsediğim hissine kapılıyorlar.

eugenie grandet

balzac

insan hemen her zaman korktuğuna uğrar.

devrimin en kötü sonuçlarından biri, toplumun düzenli gruplarını çözmesidir. örneğin aile birliği, kuşkulu üyeler topluluğuna dönüşür.

bir erkek, kendi evinin efendisidir.

insanın var olma koşulu ne kadar müthiş! insan, kaynağı herhangi bir bilinmezde bulunmayan bir mutluluğa sahip olamaz.

taşrada insanlar gitgide görünüşlerine daha az önem verir, artık başkalarının hoşuna gitmek için giyinmez olurlar ve yavaş yavaş canları bir çift yeni eldiven almak bile istemez.

bütün kadınlar, en basitleri bile amaçlarına ulaşabilmek dümen yapabilirler.

çocuklarımızın laneti korkunç bir şeydir. onlar bizim lanetimizi uzaklaştırabilirler; ama onların lanetlerinin gönderilebileceği bir yer yoktur.

alçak gönüllülük ya da dahası korku aşk erdemlerinin ilk belirtilerinden biridir.

insanların çoğu, inanılmaz bir olayın neden sonuç ilişkilerini izleyeceklerine, birbirlerinden çıkıp diğerine eklenen zincir halkalarının gücünü gizlice kafalarında ölçüp biçeceklerine, o inanılmaz olayı bildirmekle yetinirler.

bu kadar yürekli olmaya yalnızca masumiyet cesaret eder. akıl da, erdem de -bilgi kazandıktan sonra- eylemlerini dikkatle ölçerler.

yapmacıksız bir tutkunun kendine özgü sezgisi vardır. sevginin sevgi yaratacağını içgüdüyle bilir.

bazı insanlar aşkın yaptırdığı bazı eylemleri ciddi bir nişanlanma saymazlar.

insanın bütün gücü, sabır ve zamanın bileşimiyle ortaya çıkar. en başarılı insanlar, isteklerini "bekle ve gör"e ayarlayanlardır.

yüce ruhlu kişiler hiçbir zaman dalkavukluk etmezler.

taşrada kadınlar iğreti bir tutuculukla davranmaya alışıktırlar. işte böylesine önemli bir kapanıklık içinde, gözlerinden gizli bir açlık anlatımı yansır; tıpkı bütün zevklere çalınmış ve yasaklanmış bir şey olarak saygı duyan bir papazın gözlerinde kimi zaman görüldüğü gibi.

yalnızlık içindeki insanlar düşünceleri içinde derinlemesine bir görüş edinirler ve dokundukları çok az şeye karşı büyük bir duyarlılıkları vardır.

özgür bir adam

giovanni papini

ben, kahramanca bir hayat sürmek ve dünyayı gözünde daha katlanılabilir kılmak isteyen bir adamım. bazı zayıflık, kendini bırakmışlık ya da ihtiyaç anında kelimelerle soğutulmuş birkaç hakaret veya imgelere bürünmüş birkaç düş savurduysam dünyaya, alın ve atın onları; ama beni rahat bırakın.

ben özgür bir adamım. özgürlüğe ihtiyacım var, yalnız kalmaya ihtiyacım var, tüm utançlarım ve üzüntülerim üzerine kendi başıma uzun uzun düşünmeye ihtiyacım var. güneşin ve sokaklardaki çakıl taşlarının keyfine dost ya da sohbet olmadan kendimle yüz yüze gelerek ve salt yüreğimin müziğini dinleyerek varmaya ihtiyacım var.

ne istiyorsunuz benden? söylemek istediklerimi yayımlıyorum; vermek istediklerimi veriyorum. merakınız midemi bulandırıyor, övgüleriniz gururumu kırıyor, çayınız beni zehirliyor. kimseye bir şey borçlu değilim ve tanrı var olsaydı sadece onunla hesaplaşırdım. fakat yok ve sizle alakalı hiçbir şey umurumda değil.

her şey eşit değerdedir: bir kuş yuvasıyla bir şehir, bir çakıl taşıyla bir yarımada, bir aptalla bir dahi aynı ölçüde anlamlı ve saçmadır. her şey bana aitken, bana sunulmuşken, benim emrimdeyken gerçekliğin bir tarafı neden diğer tarafından daha çok umurumda olsun ki?

6.08.2020

sanat

john berger

dünün bütün statik doğruları, bugün ancak yarı doğrulardır.

sanatta fazla özgürlük, her zaman sanatın anlamsızlaşmasına yol açabilir. fakat şu da var ki, bir devrin en derin umut ve bekleyişlerini dile getirip olduğu gibi koruma fırsatını sanata ve yalnız sanata bahşeden de ancak bu özgürlüktür.

kesin ve sonsuza değin doğru yargılar yoktur.

"heykel, temelinde kalabalıkların sanatıdır." ama çevremiz öylesine inanç uyandırmayan anıtlarla -çoğunlukla içtenlikten yoksun savaş anıtlarıyla- doludur, kültürümüzün genel eğilimi bölük pörçük olana ve özele öylesine yönelmiş durumdadır ki, bugün heykelin özünde var olan kamusal ve toplumsal niteliği küçümser hale geldik.

kısa ömürlü, sonsuzun zıddı değildir. sonsuzun zıddı unutulandır. bazıları unutulanla sonsuz aslında aynı şeymiş gibi davranır; ama yanılırlar.

eleştiri daima bir çeşit araya girmedir, sanat eseriyle kişinin arasına girmektir. çoğu zaman pek az şey doğar bu araya girmeden. ama arada bir eleştiri, yaratıcı bir nitelik de kazanabilir; bu, eleştiricinin eseri algılama yeteneğinden çok, eserin etkenlik gücüne bağlıdır.

her şeyde ortak olan özellikler vardır ve bunu bilmek zihni doğanın en büyük mucizelerine açar.

sanatın sınırlılıklarının sanatın özüyle olan ilişkisi, hayatın ölümle ilişkisine benzer. ölümün mutlak bilincini içimizde taşıyarak var gücümüzle kendimizi yaşamaya verebilirsek yaşantımız bir sanat eseri niteliğini kazanır.