15.09.2018

mutlak peşinde

balzac

halkın gözünde deha deliliğe benzer.

umut isteğin çiçeği, inanç güvenin yemişidir.

toprağa ekilen tohumlar içinde en çabuk ürün vereni, şehitlerin döktüğü kandır.

paris'te kalabilmek için insanın ne aile yuvası ne de vatanı olmalı. paris kozmopolitlerin kentidir; bilimin, sanatın, gücün kollarıyla hiç durmaksızın gönül verdikleri bir dünyaya sarılan insanların kentidir.

derin duyguları gizli tutmak zordur.

insan yaşamının olayları -ister toplum içinde, ister özel yaşamda olsun- mimarlıkla öylesine sıkı sıkıya bağlantılıdır ki, çoğu gözlemciler kamu yapılarından, anıtlardan artakalan parçalara bakarak ya da ev eşyası kalıntılarını inceleyerek ulusları ya da bireyleri yaşam biçimlerinin tüm gerçekliğiyle yeniden canlandırabilirler.

iki insan birbirini hep aşklarının ilk gününü yaşıyormuş gibi sevdiğinde bu doğurgan mutlulukta yaşamın bütün koşullarını değiştiren şeyler vardır.

her yaşam bir yanma gerektirir. ocak iyi işledi mi yaşam da iyi işler, zayıfladı mı yaşam da zayıflar.

aynı işareti taşıyan iki madde hiçbir hareket doğurmaz.

gündelik yaşamın ayrıntıları hızlı kararlar vermeye alışık üstün zekâları uzun zaman oyalayamaz.

güzel duyguların ete kemiğe bürünmüş canlı biçimleri, ruhu heyecanlandırmada sanat yapıtlarından hiç de aşağı kalmazlar.

duyguların da kendine özgü bir yaşamı, doğdukları yerin koşullarına uygun bir yaradılışı olduğunu şimdiye dek pek kimse fark etmemiştir. duygular hem geliştikleri yerin özelliğini hem de gelişmelerini etkileyen düşüncelerin damgasını taşırlar.

kim ne derse desin, belirtileri insanı hiç yanıltmayan, şaşırtıcı bir çekim gücü vardır insanlar arasında.

onu avutmak için noter ağzıyla beylik şeyler söylüyordu; oysa böyle sözler acıların üstünden bir salyangoz gibi geçer ve arkasında acının kutsallığını bozan kuru sözcüklerden bir iz bırakır yalnızca.

kimi okuması yazması olmayan kişiler, gerekli olduklarını anlayınca en zeki insanlara bile söz geçirmeyi bilirler; bir saplantının verdiği inatçılıkla ayrıcalıktan ayrıcalığa atlayarak tam bir egemenlik kurmaya dek giderler.

dâhinin yarattıklarını halk, bir zamanlar kralların anladığından daha da geç anlıyor.

yalnız yaşayan ve birbirini iyice tanıyan iki insan, eğlencelerini düşüncenin en yüce doruklarında aramak zorundadır. küçük bir şey büyük bir şeyin karşısında duramaz çünkü. öte yandan insan büyük şeylerle uğraşmaya alıştı mı, eğer yüreğinin derinliklerinde dâhileri onca hoş bir biçimde çocuklaştıran o sadelik, o saflık yoksa kolay kolay eğlenemez artık. ayrıca her şeyi görmeyi, her şeyi bilmeyi, her şeyi anlamayı kendine iş edinen kişilerde yüreğin kocamaması zaten çok ender rastlanır bir durum değil midir?