samuel beckett
bırak ve git, gitme zamanı geldi, bunu söylemek gerekiyor ne olursa olsun, zamanı geldi, nedeni bilinmiyor. kendini tanımlama biçiminin ne önemi var? burada ya da başka bir yerde olmak, gezmek ya da yerinden kımıldamamak, boylu, insansı bir biçime sahip olmak ya da bir biçimden yoksun olmak, karanlıkta kalmak ya da göğün ışıklarıyla aydınlanmak, bilmiyorum, önemi var gibi görünüyor, kolay olmayacak bu.
her şeyin karardığı o ana dönseydim yeniden ve oradan başlasaydım, hayır, bir yere varamazdım buradan, bir yere varamadım hiçbir zaman. bellekten silindi gitti o an, kocaman bir alevdi, sonra karanlık, büyük bir sarsılıştı, sonra ağırlıktan ve katedilecek uzamdan soyutlanış.
bir uçurumdan aşağı atmayı denedim kendimi; sokağın ortasına, ölümlülerin arasına yığıldım kaldım, bir sonuç alamadım, vazgeçtim.
beni buraya getirip bırakan yola yeniden koyulup sonra da geri dönmek ya da daha uzaklara yol almak, bilgece bir öğüt bu.
bir daha yerimden kımıldamayayım diye bu, o ben değilim, doğru değil, o ben değilim, ben uzaktayım, diye, on yüzyılda bir mırıldanarak, sonsuza kadar ağzımdan salyalar akıtayım diye. hayır hayır, gelecekten söz edeceğim şimdi, gelecek zaman kipinde sürdüreceğim söylemimi, aynen eskiden geceleri kendime, yarın sarı yıldızlı koyu mavi kravatımı takacağım (gecenin bitiminde takıyordum onu) dediğim gibi. çabuk çabuk, yoksa ağlayacağım. bir dostum olacak, benim yaşlarımda, benden farksız, eski bir savaşçı, savaştığımız günlerden söz edeceğiz birlikte, yara izlerimizi göstereceğiz birbirimize.
yalnızca sözcükler yırtıyor sessizliği, başka tüm sesler kesilmiş. sussam, işitmezdim hiçbir şey. ama sussam, başka sesler, sözcüklerin beni sağırlaştırdığı ya da gerçekten de kesilmiş olan sesler başlardı yeniden. ama susuyorum, bazen başıma geliyor bu, hayır, hiç olmuyor, tek bir saniye bile. ağlıyorum da, hiç durmadan.
sözcük ve gözyaşlarının kesintisiz bir akıntısı bu. düşünmeye zaman kalmıyor. ama daha alçak sesle konuşuyorum, her yıl daha alçak sesle konuşuyorum. belki de. daha da yavaş, her yıl, daha da yavaş. belki de. ayırdında değilim bunun. böyleyse eğer, sözcüklerin, tümcelerin, hecelerin, gözyaşlarının arasında verilen duraklamaların uzaması gerekiyor gittikçe, karıştırıyorum onları, sözcükleri ve gözyaşlarını, sözcüklerim gözyaşlarım benim gözlerim de ağzım.
söylediğim gibi (yalnızca sözcükler yırtıyor sessizliği, demiştim) sessizlikse, her kısa duraklamada işitmem gerekiyor bunu. ama öyle değil işte, hep aynı mırıltı sanki hiç sonu gelmeyen tek bir sözcükmüş gibi, kesintiye uğramadan, sürüp gidiyor, böylece de bir anlamdan yoksun kalıyor; çünkü sondur sözcüklere anlamını veren.
muhasebeciler korosu bu, tek bir kişiymişçesine söylüyorlar düşüncelerini, onlara katılacaklar var ayrıca, yeryüzündeki tüm insanlar bile yetmeyecek, milyarların bitiminde gereksinme duyuyorsunuz bir tanrıya, varlığına tanıklık edilmeyen her şeyin tanığına, her şeyin berbat olması nasıl da mutluluk verici, hiçbir şeyin hiçbir zaman başlamaması, hiçbir zaman olmaması, yaşamasız sözcüklerden başka var olan bir şeyin olmaması.
#genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
27.11.2022
18.09.2022
havva
mark twain
yaşamanın tadı tuzu kalmadı artık.
yalnızlık, istenmeyen kişi olmaktan yeğdir.
hayvanlar çok sevimli şeyler. en bulunmaz nitelikler onlarda; inceliklerine ise diyecek yok. hiçbir zaman somurtmuyorlar, insanı istenmeyen biri durumuna sokmuyorlar. gülümsüyorlar hep, kuyruğu olanlar kuyruk sallıyor. her an için oynamaya, bir gezintiye çıkmaya ya da buna benzer herhangi bir isteğinize uymaya hazır durumdalar. eksiksiz birer 'centilmen' hepsi.
karnı aç olana bütün kurallar vız gelir.
mutluluğu hak ettiğimize inanmışsak küçücük bir şey bile bizi mutlu kılmaya yeter.
bir tüyü havaya attığınız zaman uzaklaşıyor, gözden yitiyor; ama bir toprak keseğini havaya attığınızda iş değişiyor. atıyorsunuz atıyorsunuz geri düşüyor. kaç kez denedimse hep böyle oldu bu. neden, diyorum kendi kendime. gerçekte düşmüyordur; ama neden düşer gibi gözüküyor? bir göz yanılması bence. ya tüyde ya da toprak keseğinde gözümüz yanılıyor. ama hangisinde bilemiyorum. kesinlikle bildiğim tek şey, ikisinden birinin gözü aldattığıdır. hangisinin aldattığına herkes kendince karar versin.
havva: bu dünyadan birlikte göçmemiz benim en büyük yakarım, en büyük özlemimdir. bu özlem yeryüzünden hiç silinmeyecek, zamanın tükendiği noktaya dek her seven kadının yüreğinde sürüp gidecektir. benim adımı taşır bu özlem.
cennet, onun olduğu yerdir.
bizim dünyamızın -bizim belirli dünyamızın- dışında olan, yapımız ile yeteneklerimiz yüzünden göremediğimiz ya da duyamadığımız ya da başka bir deyişle yaşayamayacağımız şeyler bize sözlerle anlatılamaz.
havva: ilk kadınım ben, son kadında da var olacağım.
bir kimse başka birine dar gününde yardım ederse, sövmezse, kötü söylemezse, her işe burnunu sokmazsa, tanrı'nın adını da küçük "t" ile yazmazsa işini sağlama bağlamıştır. bir kiliseye bağlanmış kadar sağlamdır durumu.
dikenden canı yanan çalıya yaklaşmaz.
çoğunlukla, hiç yalan söyleyemeyen bir kişi, yalanı en iyi yargılayabilecek kişi sanır kendini.

yalnızlık, istenmeyen kişi olmaktan yeğdir.
hayvanlar çok sevimli şeyler. en bulunmaz nitelikler onlarda; inceliklerine ise diyecek yok. hiçbir zaman somurtmuyorlar, insanı istenmeyen biri durumuna sokmuyorlar. gülümsüyorlar hep, kuyruğu olanlar kuyruk sallıyor. her an için oynamaya, bir gezintiye çıkmaya ya da buna benzer herhangi bir isteğinize uymaya hazır durumdalar. eksiksiz birer 'centilmen' hepsi.
karnı aç olana bütün kurallar vız gelir.
mutluluğu hak ettiğimize inanmışsak küçücük bir şey bile bizi mutlu kılmaya yeter.
bir tüyü havaya attığınız zaman uzaklaşıyor, gözden yitiyor; ama bir toprak keseğini havaya attığınızda iş değişiyor. atıyorsunuz atıyorsunuz geri düşüyor. kaç kez denedimse hep böyle oldu bu. neden, diyorum kendi kendime. gerçekte düşmüyordur; ama neden düşer gibi gözüküyor? bir göz yanılması bence. ya tüyde ya da toprak keseğinde gözümüz yanılıyor. ama hangisinde bilemiyorum. kesinlikle bildiğim tek şey, ikisinden birinin gözü aldattığıdır. hangisinin aldattığına herkes kendince karar versin.
havva: bu dünyadan birlikte göçmemiz benim en büyük yakarım, en büyük özlemimdir. bu özlem yeryüzünden hiç silinmeyecek, zamanın tükendiği noktaya dek her seven kadının yüreğinde sürüp gidecektir. benim adımı taşır bu özlem.
cennet, onun olduğu yerdir.
bizim dünyamızın -bizim belirli dünyamızın- dışında olan, yapımız ile yeteneklerimiz yüzünden göremediğimiz ya da duyamadığımız ya da başka bir deyişle yaşayamayacağımız şeyler bize sözlerle anlatılamaz.
havva: ilk kadınım ben, son kadında da var olacağım.
bir kimse başka birine dar gününde yardım ederse, sövmezse, kötü söylemezse, her işe burnunu sokmazsa, tanrı'nın adını da küçük "t" ile yazmazsa işini sağlama bağlamıştır. bir kiliseye bağlanmış kadar sağlamdır durumu.
dikenden canı yanan çalıya yaklaşmaz.
çoğunlukla, hiç yalan söyleyemeyen bir kişi, yalanı en iyi yargılayabilecek kişi sanır kendini.
12.09.2022
umutsuz karar
safveti ziya
bazı umutsuz kararlar vardır ki uygulanamaz olduğunu yakinen bildiğimiz halde geçici de olsa bir rahatlık duyarız. bilmem bu hal hayat kanununun o insafsız, o beklenmedik hükümlerine karşı bütün bir gençliğin, bütün insanlığın elem dolu merhamet dileyen çırpıntılarının kırılmış gönüllerin, gözyaşları döken ruhların yakarışlarının daima tesirsiz, daima beyhude kalacağını bildiğimizden dolayı mıdır? meçhul bir ses hayat mücadelesinde yaralanan, sevdadan gönlü kırık zavallılara hayatın çizdiği yolu ister istemez kaderin namert elinin sert parmaklarıyla itile itile takibe mecbur olacaklarını mütemadiyen haykırıyor mu ki insan yerine getirilemez, ulaşılamaz olduğunu pek iyi bildiği halde yine birtakım kararların arkasından koşuyor, yine birtakım emellere kapılarak, onları geçici de olsa ulaşılır sanarak güya emin bir vicdan rahatlığı kazandım hülyasıyla bir aralık dert ve elem içinde çırpınmaktan vazgeçiyor, yeniden umut buluyor, hülyaya, her zaman hülyaya, daima hülyaya, daima hülyalarına aldanıyor.

25.08.2022
sorgu
a. kadir
ilk sorgular olurken ben bodrum katında, okulun kalorifer dairesinin olduğu yerde, ufacık bir odaya kapatılmıştım. helaların yanındaydı bu oda. tavana yakın bir penceresi vardı, el kadar. okulun avlusuna açılıyordu bu pencere. paydoslarda avluya çıkan arkadaşların kendilerini göremesem de, seslerini duyardım. içimde en ufak bir sıkıntı yoktu. uzanıyordum yatağa, hayaller kuruyordum tatlı tatlı. o sıralar beşiktaş'ta bir kıza tutkundum. ilk sorgum da olmuş bitmişti.
savcı şerif budak,
"nedir bu kitaplar?" diye sormuştu. "kara gömleklilerin ihtilali", "diyalektik materyalizm", "ispanya kurtuluş savaşı"..
"dünyayı öğreniyorum bunlarla ben."
"öğretirim ben sana dünyayı. görürsün yakında kaç bucak olduğunu."
bir iki şey daha sordu. arkadaşlarımla nasıl, nerede, kim vasıtasıyla tanıştığımı, bir araya gelince neler konuştuğumuzu falan. hepsi sudan şeyler. sonra nöbetçilere bağırdı şerif budak iri gözlerini aça aça:
"alın götürün şunu!"
şadi alkılıç'ın sorgusu da şöyle olur:
"bu kitaplar senin mi?"
"benim."
"kimden aldın? hangi arkadaşın verdi yani?"
"kendim aldım, kitapçılardan paramla."
"'benerci kendini niçin öldürdü?' ne demek?"
"kitap adı."
"ama bu kitap nazım hikmet'in."
"serbest satılıyor."
"bana bak, tepemi attırma benim. nazım hikmet'in kitabıyla senin ne işin var?"
"benim de şiir kitabım var, efendim. ben de şairim. merak dolayısıyla okuyorum. kitaplarımın arasında fuzuli divanı da var, onu neden sormuyorsunuz?"
ilk sorgular olurken ben bodrum katında, okulun kalorifer dairesinin olduğu yerde, ufacık bir odaya kapatılmıştım. helaların yanındaydı bu oda. tavana yakın bir penceresi vardı, el kadar. okulun avlusuna açılıyordu bu pencere. paydoslarda avluya çıkan arkadaşların kendilerini göremesem de, seslerini duyardım. içimde en ufak bir sıkıntı yoktu. uzanıyordum yatağa, hayaller kuruyordum tatlı tatlı. o sıralar beşiktaş'ta bir kıza tutkundum. ilk sorgum da olmuş bitmişti.
savcı şerif budak,
"nedir bu kitaplar?" diye sormuştu. "kara gömleklilerin ihtilali", "diyalektik materyalizm", "ispanya kurtuluş savaşı"..
"dünyayı öğreniyorum bunlarla ben."
"öğretirim ben sana dünyayı. görürsün yakında kaç bucak olduğunu."
bir iki şey daha sordu. arkadaşlarımla nasıl, nerede, kim vasıtasıyla tanıştığımı, bir araya gelince neler konuştuğumuzu falan. hepsi sudan şeyler. sonra nöbetçilere bağırdı şerif budak iri gözlerini aça aça:
"alın götürün şunu!"
şadi alkılıç'ın sorgusu da şöyle olur:
"bu kitaplar senin mi?"
"benim."
"kimden aldın? hangi arkadaşın verdi yani?"
"kendim aldım, kitapçılardan paramla."
"'benerci kendini niçin öldürdü?' ne demek?"
"kitap adı."
"ama bu kitap nazım hikmet'in."
"serbest satılıyor."
"bana bak, tepemi attırma benim. nazım hikmet'in kitabıyla senin ne işin var?"
"benim de şiir kitabım var, efendim. ben de şairim. merak dolayısıyla okuyorum. kitaplarımın arasında fuzuli divanı da var, onu neden sormuyorsunuz?"
20.08.2022
ceza
mehmet h. doğan
vergilius, cehennemi gezdirirken dante'ye, orta bir yere gelirler, bakarlar bir sürü insan öylece ortada durmaktadır. vergilius der ki:
"gökler, güzelliklerine halel gelmesin diye bunları kabul etmez. bunları derin cehenneme de gönderemeyiz; bir iş yaptık, hiç olmazsa bir fenalık sanmasın diye bu pezevenkler."
dante, vergilius'e sorar: "cezaları nedir bunların?"
vergilius cevap verir:
"bunlar yeryüzünde ne iyilik yaptılar ne de kötülük. onun için ölmeyecek bunlar. yaşamadılar ki ölsünler. ölme umutları yoktur onların. non hanno speranze di morte."

"gökler, güzelliklerine halel gelmesin diye bunları kabul etmez. bunları derin cehenneme de gönderemeyiz; bir iş yaptık, hiç olmazsa bir fenalık sanmasın diye bu pezevenkler."
dante, vergilius'e sorar: "cezaları nedir bunların?"
vergilius cevap verir:
"bunlar yeryüzünde ne iyilik yaptılar ne de kötülük. onun için ölmeyecek bunlar. yaşamadılar ki ölsünler. ölme umutları yoktur onların. non hanno speranze di morte."
17.08.2022
kurban
tom robbins
sigara içen kişinin akciğeri, ateş tanrısına kurban edilmiş çıplak bir bakiredir.
kendini baskı altında tutmanın ilk belirtisi gergin bir kıç deliğidir.
dikkatimizi şuna veya buna verdiğimizi düşünüyor olabiliriz ama rüyalarımız gerçekte neyle ilgilendiğimizi anlatır bize. rüyalar asla yalan söylemez.
her dava, ne denli değerli olursa olsun, sonunda salaklığın zorbalığına kurban gider.
bir insanın hiçbir canlının eşliği olmadan yaşaması sağlıksızdır.
ne garip, romansta her zaman iki kişi bulunduğunu düşünürüz. oysa yalnızlık romansı çok daha leziz ve yoğun olabilir. yalnızken dünya bize kendini özgürce sunar. maskesinden sıyrılmak için başka seçeneği yoktur.
mutlu bir çocukluğa sahip olmak için asla geç değil.
yaşadığın çağın seni kurban etmesine izin verme.

kendini baskı altında tutmanın ilk belirtisi gergin bir kıç deliğidir.
dikkatimizi şuna veya buna verdiğimizi düşünüyor olabiliriz ama rüyalarımız gerçekte neyle ilgilendiğimizi anlatır bize. rüyalar asla yalan söylemez.
her dava, ne denli değerli olursa olsun, sonunda salaklığın zorbalığına kurban gider.
bir insanın hiçbir canlının eşliği olmadan yaşaması sağlıksızdır.
ne garip, romansta her zaman iki kişi bulunduğunu düşünürüz. oysa yalnızlık romansı çok daha leziz ve yoğun olabilir. yalnızken dünya bize kendini özgürce sunar. maskesinden sıyrılmak için başka seçeneği yoktur.
mutlu bir çocukluğa sahip olmak için asla geç değil.
yaşadığın çağın seni kurban etmesine izin verme.
30.06.2022
son insan
thomas gray: cehaletin esenlik getirdiği yerde zeki olmak budalalıktır.
lucretius: çocukların kör karanlıkta her şeyden korkup titremeleri gibi biz de aydınlıktan korkarız.
michael faraday: gerçek olamayacak kadar harika hiçbir şey yoktur.
mark twain: insanın vücudunu iyileştirmesini ya da hasta kılmasını sağlayan düş gücünden hepimiz payımızı almış olarak doğarız. ilk insanın sahip olduğu bu güç, son insana değin aktarılacaktır.
bertrand russell: denenmemiş, desteksiz kavrayış, doğrunun yetersiz bir garantisidir.
epiktetos: yalnız özgür insanların eğitilmesi gerektiğini söyleyen çoğunluğa değil, yalnız eğitimlilerin özgür olduğunu söyleyen düşünürlere inanmalıyız.
henri poincare: gerçeğin ne denli acımasız olduğunu bilir ve gerçekten koparak avuntu aramaya koyuluruz.
e.m. butler: hatırdan çıkmamalı ki sihir, sanatçı ve izleyicisi arasında iş birliği gerektiren bir sanattır.
george washington: himayemizi bilim ve edebiyatın geliştirilmesinden daha fazla hak eden hiçbir şey yoktur. bilgi her ülke için halkın mutluluğunu getiren en kesin araçtır.
heinrich heine: durmaksızın sorarız, ta ki bir avuç toprak ağzımızı kapatana kadar. peki ama bu mudur yanıt?
charles mackay: her çağın kendine özgü bir budalalığı, kazanç sevdası, heyecan merakı veya sırf taklit hevesiyle kendini kaptırdığı bir plan, proje ya da fantezisi vardır. bunların ötesinde, siyasetin, dinin ya da ikisinin birleşiminin yarattığı bir çılgınlık da görülür.
lucretius: çocukların kör karanlıkta her şeyden korkup titremeleri gibi biz de aydınlıktan korkarız.
michael faraday: gerçek olamayacak kadar harika hiçbir şey yoktur.
mark twain: insanın vücudunu iyileştirmesini ya da hasta kılmasını sağlayan düş gücünden hepimiz payımızı almış olarak doğarız. ilk insanın sahip olduğu bu güç, son insana değin aktarılacaktır.
bertrand russell: denenmemiş, desteksiz kavrayış, doğrunun yetersiz bir garantisidir.
epiktetos: yalnız özgür insanların eğitilmesi gerektiğini söyleyen çoğunluğa değil, yalnız eğitimlilerin özgür olduğunu söyleyen düşünürlere inanmalıyız.
henri poincare: gerçeğin ne denli acımasız olduğunu bilir ve gerçekten koparak avuntu aramaya koyuluruz.
e.m. butler: hatırdan çıkmamalı ki sihir, sanatçı ve izleyicisi arasında iş birliği gerektiren bir sanattır.
george washington: himayemizi bilim ve edebiyatın geliştirilmesinden daha fazla hak eden hiçbir şey yoktur. bilgi her ülke için halkın mutluluğunu getiren en kesin araçtır.
heinrich heine: durmaksızın sorarız, ta ki bir avuç toprak ağzımızı kapatana kadar. peki ama bu mudur yanıt?
charles mackay: her çağın kendine özgü bir budalalığı, kazanç sevdası, heyecan merakı veya sırf taklit hevesiyle kendini kaptırdığı bir plan, proje ya da fantezisi vardır. bunların ötesinde, siyasetin, dinin ya da ikisinin birleşiminin yarattığı bir çılgınlık da görülür.
22.06.2022
mutluluk
alain
"mutluluk barışın meyvesi değildir, barışın kendisidir."
en büyük insani zevk, oyunların kanıtladığı gibi, hiç şüphesiz ortaklaşa yapılmış zor ve özgür bir çalışmadan alınan zevktir.
montesquieu: bir saatlik okumanın dağıtmadığı hiçbir üzüntüm olmadı.
melankolik bir insana sadece tek bir şey söylerim: "uzağa bak." melankolik bir insan genellikle çok fazla okur. insan gözü bu mesafeye göre yaratılmamıştır; ancak geniş alanlara bakarak dinlenebilir.
"sadece katlanmamız gereken şu andır. ne geçmiş ne gelecek bizi sıkıntıya sokabilir; çünkü biri artık yoktur, diğeri ise henüz yoktur." (stoa)
her mutluluk özü bakımından bir şiirdir.
çoğunlukla küçük ve önemsiz olan asıl sebebi belirleyip değiştirmek yerine, olayları ve başka insanları suçlarız.
mutluluk, onu bulmak için peşine düşmeyenlere verilen bir hediyedir.
marcus aurelius her sabah, "bugün, bir kendini beğenmişe, bir yalancıya, bir haksızlık edene ve sıkıcı bir gevezeye rastlayacağım; onların hepsi cahil oldukları için böyleler." diyordu.
yeryüzünde can sıkıntısı çeken bir adamdan daha korkunç bir varlık yoktur.
kişinin etrafındakilere ve kendisine karşı iyi olması, yaşamaları için onlara ve kendisine yardım etmesi, işte gerçek iyilik budur. iyilik neşedir. aşk neşedir.
her zaman yükseklerde uçan bir kederimiz olsun isteriz.

en büyük insani zevk, oyunların kanıtladığı gibi, hiç şüphesiz ortaklaşa yapılmış zor ve özgür bir çalışmadan alınan zevktir.
montesquieu: bir saatlik okumanın dağıtmadığı hiçbir üzüntüm olmadı.
melankolik bir insana sadece tek bir şey söylerim: "uzağa bak." melankolik bir insan genellikle çok fazla okur. insan gözü bu mesafeye göre yaratılmamıştır; ancak geniş alanlara bakarak dinlenebilir.
"sadece katlanmamız gereken şu andır. ne geçmiş ne gelecek bizi sıkıntıya sokabilir; çünkü biri artık yoktur, diğeri ise henüz yoktur." (stoa)
her mutluluk özü bakımından bir şiirdir.
çoğunlukla küçük ve önemsiz olan asıl sebebi belirleyip değiştirmek yerine, olayları ve başka insanları suçlarız.
mutluluk, onu bulmak için peşine düşmeyenlere verilen bir hediyedir.
marcus aurelius her sabah, "bugün, bir kendini beğenmişe, bir yalancıya, bir haksızlık edene ve sıkıcı bir gevezeye rastlayacağım; onların hepsi cahil oldukları için böyleler." diyordu.
yeryüzünde can sıkıntısı çeken bir adamdan daha korkunç bir varlık yoktur.
kişinin etrafındakilere ve kendisine karşı iyi olması, yaşamaları için onlara ve kendisine yardım etmesi, işte gerçek iyilik budur. iyilik neşedir. aşk neşedir.
her zaman yükseklerde uçan bir kederimiz olsun isteriz.
5.05.2022
aforizmalar
~criminal minds
albert einstein: kendini hakikat ve ilme hakim olarak gören herkes tanrıların kahkahasıyla alabora olur.
george orwell: tüm dünyada yalan söylendiği bir zamanda, doğruyu söylemek devrimci bir harekettir.
norman mcclain: birlikte yaşadığımız ve sevdiğimiz kişilerin bizi yaralayacağını bilmeliyiz.
elbert hubbard: hiç kimsenin, zaten tatilde olan biri kadar tatile ihtiyacı yoktur.
rose kennedy: zaman bütün yaraları iyileştirir derler. katılmıyorum. yaralar kalır. zamanla, akıl kendini korumak için yaranın üstüne kabuk bağlar ve acı azalır ama asla tamamen kapanmaz.
george bernard shaw: bir amerikalının gizlilik duygusu yoktur. ne anlama geldiğini bilmez. ülkede böyle bir şey yoktur.
mahatma gandhi: eğer kalbimizde şiddet varsa; acizliğimizi gizlemek için sessizliğin örtüsüne bürünmek yerine şiddet uygulamak daha iyidir.
w.h. auden: şeytan her zaman gösterişsizdir ve genelde insandır. yatağımızı paylaşır ve masamızda yemek yer.

george orwell: tüm dünyada yalan söylendiği bir zamanda, doğruyu söylemek devrimci bir harekettir.
norman mcclain: birlikte yaşadığımız ve sevdiğimiz kişilerin bizi yaralayacağını bilmeliyiz.
elbert hubbard: hiç kimsenin, zaten tatilde olan biri kadar tatile ihtiyacı yoktur.
rose kennedy: zaman bütün yaraları iyileştirir derler. katılmıyorum. yaralar kalır. zamanla, akıl kendini korumak için yaranın üstüne kabuk bağlar ve acı azalır ama asla tamamen kapanmaz.
george bernard shaw: bir amerikalının gizlilik duygusu yoktur. ne anlama geldiğini bilmez. ülkede böyle bir şey yoktur.
mahatma gandhi: eğer kalbimizde şiddet varsa; acizliğimizi gizlemek için sessizliğin örtüsüne bürünmek yerine şiddet uygulamak daha iyidir.
w.h. auden: şeytan her zaman gösterişsizdir ve genelde insandır. yatağımızı paylaşır ve masamızda yemek yer.
aforizmalar
francesco sorti / rita monaldi
rahat özgürlük her şeyi barındırır.
az ve iyi değerlidir, çok ve kötü olandan.
bilge, çoğu azda bulandır.
yeterli olana az denemez.
arkadaş pek çok. dost hiç yok.
ruhun dostun olsun.
uzun zamandır tanıdığın dosta güven.
yeni dostları eskilerin önüne geçirme.
dostluk ölümsüz olsun, düşmanlık ölümlü.
yeni dost edinmekte temkinli ol, korumakta inatçı.
ölçülülük bütün erdemlerin anasıdır.
her okumuş insan bilge değildir.
iyi bir arkadaş yüz akrabadan yeğdir.
bir düşman çok fazladır; yüz arkadaş yetmez.
bir bilge ile bir deli, tek bir bilgeden daha çok bilirler.
yaşamayı bilmek, konuşmayı bilmekten önemlidir.
dünya küçük akılla ve kanılara göre yönetilir.
inancını yitirenin yitirecek bir şeyi kalmamıştır.
arkadaşı olmayanın serveti olamaz.
çabuk söz veren yavaş yavaş pişman olur.
hep gülen genellikle kandırır.
kandırmaya uğraşan çoğunlukla kandırılır.
çok arkadaş isteyen, azını denesin.
serüvene atılmayanın talihi olmaz.
çok biliyorum sanan az anlar.
her şeyi isteyen, öfkeden ölür.
yalan söylemeyen, herkes doğru söyler sanır.
kötülüğe meyilli olan başka şey düşünmez.
borcunu ödeyen para sahibi olur.
ölçülülük bilmeyen, saygıyı hak etmez.
bütün kalemlere bakan, iki satır okumaz.
zamanında alan ucuz alır.
erdem eken şöhret toplar.
başkasının gevezeliği uğruna kendi dinginliğini yitirmeye değmez.
soyluluğuna yeterince değer verilmez paran eksikse.
ne her hastalıkta hekime, ne her kavgada avukata ne de her susayışta sürahiye.
4.05.2022
nabokov'un malikhanesi
svetlana boym
1997 yılında iki arkadaşımla birlikte vladimir nabokov'un vyra'daki malikanesini ziyarete gittim. yazarın kendi çizdiği krokiden yararlanarak tepenin zirvesindeki eski kiliseyi ve nabokov'un anneannesiyle dedesinin mezarını buldum. kilise girişinde bizi sovyet sonrası kuşaktan olduğu belli olan genç bir papaz karşıladı.
"afedersiniz, nabokov'un evine nasıl gidebilirim?" diye sordum.
"neden oraya gitmek istiyorsunuz?" diye sordu genç papaz. "nabokov hiçbir zaman kiliseye saygı duymamıştı. tövbe etmiş miydi? yo hayır, ölüm döşeğinde bile etmedi. toprağından kopmuş yersiz yurtsuz bir adam olarak öldü. ruhu hiçbir zaman tanrının inayetine kavuşamadı. peki, neden onca insan peşinden gidiyor? neden turistler buraya geliyor? kiliseyi ziyarete gelmiyorlar ama. nasıl fotoğraf çektiklerini biliyor musunuz? makinenin objektifini kiliseden uzağa çeviriyorlar. kiliseyi karenin dışına denk getirmeye çalışıyorlar!" adamın üzgün olduğu her halinden belliydi.
sonra aniden tuhaf bir şekilde gülümseyerek, "tövbekar olmamış bir yazar tövbekar bir katilden daha kötüdür." diye ekledi. gülerken birkaç altın dişi görünmüştü.
dostoyevski romanlarını hatırlatan bu ortamda nabokov'u savunmaya çalıştım: "üzgünüm ama ben yine de bir katilin tövbe etmemiş bir yazardan daha kötü olduğunu düşünüyorum."
sonra bir kez daha, üstelik bu kez yaklaşık 10 dakika boyunca tanrının inayetinin anlam ve önemini açıklayan bir konuşma yaptı. nabokov'un hiç şansı yoktu; ölüm döşeğinde bile papaz istememişti. mezarında tek bir haç yoktu ve şöhreti abartılıydı.
"bir hristiyan olarak önce günahkarlar için mum yakmalısınız." dedi bana. "nabokov'un evini sonra arayın."
"ben hristiyan değilim." dedim. ölü yazarın bir katille mukayese edilmesine bozulmuştum. "yahudiyim."
sonrasında sessizlik oldu. papaz kızardı bozardı, arkadaşlarım da öyle. herkes bir anlığına buz kesti, kimse bunun mahcubiyet mi yoksa küfür mü olduğundan emin değildi. papazın zihninden ne geçiyordu bilinmez. rahatsız edici sessizlik biraz uzun sürdü, kilisenin camlarından içeri süzülen güneş ışınları yerde kare kare gölgeler bırakmıştı.
en sonunda papaz, "nabokov'un evi sol tarafta" diye fısıldadı. kiliseden ayrılırken her çeşitten günahkar için nasihat kitapları satan bir hediyelik eşya standına rastgeldik. kitapçıklarda entelektüel günahkarlar, safdil günahkarlar, kurnaz günahkarlar ve tövbekar günahkarlar tarif ediliyordu. ayrıca kilisenin resminin olduğu kartpostallar vardı; ama resmin arka planında nabokov'un evi yoktu. yazarın eve dönüşü herkesin hoşuna gitmemişti.
kilisenin arkasında nabokov'un evinin yıkıntıları vardı. ziyaretimizden bir yıl önce gizemli bir şekilde yanıp kül olmuştu. kundaklanmış olma ihtimali vardı; ama büyük ihtimalle elektrik sisteminin bakımsızlığından ve eskimişliğinden kaynaklanan bir kazaydı. sütunlu girişin iskeleti küllerin ortasında duruyordu; bir zamanların klasik sütunlarının içinde huş ağacı gövdeleri yatıyordu. bir de küçük bir levha vardı: "vladimir nabokov müze evi" mali ve siyasi zorluklara rağmen, bölgedeki meraklılar, mimarlar, işadamları ve tarihçiler nabokov'un oğlu dmitri'nin yardımıyla evi yeniden inşa etmek için kahramanca bir çaba gösteriyorlardı. nabokov bu bölgede yalnız dünya çapında bir şöhret değil, aynı zamanda leningrad şehri vyra bölgesinin yerel bir kahramanıydı. enkaz halindeki evi bölgenin alameti farikalarındandı; bu bakımdan ancak puşkin'in tasvir ettiği istasyon şefinin yeniden inşa edilen eviyle karşılaştırılabilirdi.
nabokov'un evi yeniden inşa edildiğinde yüzyılın başındaki rus yaşamını anlatan bir müze olacak. dahası rusya'daki bu yere duyulan özlemin dürtüsüyle eserleri eve dönüşün ve evden kaçışın yollarını çizen tövbe etmemiş bir sürgüne adanmış anma yeri olarak kalacak.
1997 yılında iki arkadaşımla birlikte vladimir nabokov'un vyra'daki malikanesini ziyarete gittim. yazarın kendi çizdiği krokiden yararlanarak tepenin zirvesindeki eski kiliseyi ve nabokov'un anneannesiyle dedesinin mezarını buldum. kilise girişinde bizi sovyet sonrası kuşaktan olduğu belli olan genç bir papaz karşıladı.
"afedersiniz, nabokov'un evine nasıl gidebilirim?" diye sordum.
"neden oraya gitmek istiyorsunuz?" diye sordu genç papaz. "nabokov hiçbir zaman kiliseye saygı duymamıştı. tövbe etmiş miydi? yo hayır, ölüm döşeğinde bile etmedi. toprağından kopmuş yersiz yurtsuz bir adam olarak öldü. ruhu hiçbir zaman tanrının inayetine kavuşamadı. peki, neden onca insan peşinden gidiyor? neden turistler buraya geliyor? kiliseyi ziyarete gelmiyorlar ama. nasıl fotoğraf çektiklerini biliyor musunuz? makinenin objektifini kiliseden uzağa çeviriyorlar. kiliseyi karenin dışına denk getirmeye çalışıyorlar!" adamın üzgün olduğu her halinden belliydi.
sonra aniden tuhaf bir şekilde gülümseyerek, "tövbekar olmamış bir yazar tövbekar bir katilden daha kötüdür." diye ekledi. gülerken birkaç altın dişi görünmüştü.
dostoyevski romanlarını hatırlatan bu ortamda nabokov'u savunmaya çalıştım: "üzgünüm ama ben yine de bir katilin tövbe etmemiş bir yazardan daha kötü olduğunu düşünüyorum."
sonra bir kez daha, üstelik bu kez yaklaşık 10 dakika boyunca tanrının inayetinin anlam ve önemini açıklayan bir konuşma yaptı. nabokov'un hiç şansı yoktu; ölüm döşeğinde bile papaz istememişti. mezarında tek bir haç yoktu ve şöhreti abartılıydı.
"bir hristiyan olarak önce günahkarlar için mum yakmalısınız." dedi bana. "nabokov'un evini sonra arayın."
"ben hristiyan değilim." dedim. ölü yazarın bir katille mukayese edilmesine bozulmuştum. "yahudiyim."
sonrasında sessizlik oldu. papaz kızardı bozardı, arkadaşlarım da öyle. herkes bir anlığına buz kesti, kimse bunun mahcubiyet mi yoksa küfür mü olduğundan emin değildi. papazın zihninden ne geçiyordu bilinmez. rahatsız edici sessizlik biraz uzun sürdü, kilisenin camlarından içeri süzülen güneş ışınları yerde kare kare gölgeler bırakmıştı.
en sonunda papaz, "nabokov'un evi sol tarafta" diye fısıldadı. kiliseden ayrılırken her çeşitten günahkar için nasihat kitapları satan bir hediyelik eşya standına rastgeldik. kitapçıklarda entelektüel günahkarlar, safdil günahkarlar, kurnaz günahkarlar ve tövbekar günahkarlar tarif ediliyordu. ayrıca kilisenin resminin olduğu kartpostallar vardı; ama resmin arka planında nabokov'un evi yoktu. yazarın eve dönüşü herkesin hoşuna gitmemişti.
kilisenin arkasında nabokov'un evinin yıkıntıları vardı. ziyaretimizden bir yıl önce gizemli bir şekilde yanıp kül olmuştu. kundaklanmış olma ihtimali vardı; ama büyük ihtimalle elektrik sisteminin bakımsızlığından ve eskimişliğinden kaynaklanan bir kazaydı. sütunlu girişin iskeleti küllerin ortasında duruyordu; bir zamanların klasik sütunlarının içinde huş ağacı gövdeleri yatıyordu. bir de küçük bir levha vardı: "vladimir nabokov müze evi" mali ve siyasi zorluklara rağmen, bölgedeki meraklılar, mimarlar, işadamları ve tarihçiler nabokov'un oğlu dmitri'nin yardımıyla evi yeniden inşa etmek için kahramanca bir çaba gösteriyorlardı. nabokov bu bölgede yalnız dünya çapında bir şöhret değil, aynı zamanda leningrad şehri vyra bölgesinin yerel bir kahramanıydı. enkaz halindeki evi bölgenin alameti farikalarındandı; bu bakımdan ancak puşkin'in tasvir ettiği istasyon şefinin yeniden inşa edilen eviyle karşılaştırılabilirdi.
nabokov'un evi yeniden inşa edildiğinde yüzyılın başındaki rus yaşamını anlatan bir müze olacak. dahası rusya'daki bu yere duyulan özlemin dürtüsüyle eserleri eve dönüşün ve evden kaçışın yollarını çizen tövbe etmemiş bir sürgüne adanmış anma yeri olarak kalacak.
29.04.2022
hakikat
jiddu krishnamurti
sahiplenmede sevgi yoktur.
sözde günahkâr denilen kişi saygın insandan daha yakındır tanrı'ya; çünkü saygın insan ikiyüzlülük kisvesine bürünmüştür.
yeni bir dünya korkudan, batıl inançtan, kimi insanların yeni dünya idealinden değil; ancak özgürlükten doğabilir.
özgür bir insan kendini belli bir ülkeye, sınıfa ya da düşünce biçimine ait hissetmez asla. özgürlük her seviyede özgürlük demektir ve sadece belli bir çizgide düşünmek özgürlük değildir.
kendini bizimkinden daha az şeye sahip bir başkasıyla kıyaslamak suretiyle mutluluk duyan birisi en zavallı insandır; çünkü onun sahip olduğundan daha fazlasına sahip olan, ondan yukarıda olan birileri hep vardır.
sürekli ölen bir insan için ölüm yoktur.
dünyada büyük biri, başarılı biri olma dürtüsü varlığını koruduğu sürece zenginler ve yoksullar, sömürenler ve sömürülenler olacaktır.
hakikat takip edilebilecek bir şey değildir, keşfedilecek bir şeydir. doğruyu kendi başınıza keşfedin. ne dinsel teorileriniz ne de gelecek hayatta yeniden dirileceğinize duyduğunuz inanç; yalnızca hakikat sizi ölüm korkusundan kurtarabilir.

sözde günahkâr denilen kişi saygın insandan daha yakındır tanrı'ya; çünkü saygın insan ikiyüzlülük kisvesine bürünmüştür.
yeni bir dünya korkudan, batıl inançtan, kimi insanların yeni dünya idealinden değil; ancak özgürlükten doğabilir.
özgür bir insan kendini belli bir ülkeye, sınıfa ya da düşünce biçimine ait hissetmez asla. özgürlük her seviyede özgürlük demektir ve sadece belli bir çizgide düşünmek özgürlük değildir.
kendini bizimkinden daha az şeye sahip bir başkasıyla kıyaslamak suretiyle mutluluk duyan birisi en zavallı insandır; çünkü onun sahip olduğundan daha fazlasına sahip olan, ondan yukarıda olan birileri hep vardır.
sürekli ölen bir insan için ölüm yoktur.
dünyada büyük biri, başarılı biri olma dürtüsü varlığını koruduğu sürece zenginler ve yoksullar, sömürenler ve sömürülenler olacaktır.
hakikat takip edilebilecek bir şey değildir, keşfedilecek bir şeydir. doğruyu kendi başınıza keşfedin. ne dinsel teorileriniz ne de gelecek hayatta yeniden dirileceğinize duyduğunuz inanç; yalnızca hakikat sizi ölüm korkusundan kurtarabilir.
21.04.2022
bağlantı
barış bıçakçı
aşk eşitler arasında yaşanır.
dört kişilik yemek masasında komşu kenarlarda oturan iki kişi birkaç saniye bakışınca ne olur? şu olur: bu iki kişi kendilerini diğerlerinden yalıtır. birbirine dönersin! iki insan birbirine döner! bu, bakışlarla olur ya da aynı yerde susmayla örneğin, en basit biçimde. sonra, öyle birbirine dönük, kendi dilini yaratırsın.
yakınlarını kaybetmek türünden felaketlerin etkilerini hemen oracıkta ararız; ama çok uzakta bir yerde de olabilir; ancak zamanı geldiğinde ortaya çıkar.
bu dünyada hiçbir zaman ortada, hazır bir bağlantı yoktur. bağlantıları biz kurarız.
mutfak iyice karanlık olmuştu. ocağın alevi tencerenin altından mavi-beyaz, solgun bir ışık yayıyordu. sokaktan hala çocuk sesleri geliyordu. ayakta hareketsiz duruyorduk. her şey çok çocukça ve çok keder vericiydi. aklıma sevdiğim bir romandan bir cümle gelmişti. kederin bizi başrole taşıdığı, ikimiz dışında her şeyi cılız bir manzaraya dönüştürdüğü o anda, cümleyi kendimce yeniden kurdum: bizim büyük çaresizliğimiz nihal'e aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. asıl çaresizlik buydu.
insan severken basit sınıflandırmaların sınırlarını değil kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarına değer.
yalnız aklıyla hareket eden bir insan gerçek bir insan değildir. insan duygularıyla insandır.

dört kişilik yemek masasında komşu kenarlarda oturan iki kişi birkaç saniye bakışınca ne olur? şu olur: bu iki kişi kendilerini diğerlerinden yalıtır. birbirine dönersin! iki insan birbirine döner! bu, bakışlarla olur ya da aynı yerde susmayla örneğin, en basit biçimde. sonra, öyle birbirine dönük, kendi dilini yaratırsın.
yakınlarını kaybetmek türünden felaketlerin etkilerini hemen oracıkta ararız; ama çok uzakta bir yerde de olabilir; ancak zamanı geldiğinde ortaya çıkar.
bu dünyada hiçbir zaman ortada, hazır bir bağlantı yoktur. bağlantıları biz kurarız.
mutfak iyice karanlık olmuştu. ocağın alevi tencerenin altından mavi-beyaz, solgun bir ışık yayıyordu. sokaktan hala çocuk sesleri geliyordu. ayakta hareketsiz duruyorduk. her şey çok çocukça ve çok keder vericiydi. aklıma sevdiğim bir romandan bir cümle gelmişti. kederin bizi başrole taşıdığı, ikimiz dışında her şeyi cılız bir manzaraya dönüştürdüğü o anda, cümleyi kendimce yeniden kurdum: bizim büyük çaresizliğimiz nihal'e aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. asıl çaresizlik buydu.
insan severken basit sınıflandırmaların sınırlarını değil kendi sınırlarını görür, kendi sınırlarında dolaşır, kendi sınırlarına değer.
yalnız aklıyla hareket eden bir insan gerçek bir insan değildir. insan duygularıyla insandır.
14.02.2022
arzu
pascal bruckner
arzu, su üstünde yüzen bir dünyadır; sallantılı, değişken.
engeller ortadan kalkınca arzu yavan bir hal alır. çünkü arzu kurnazlığın oğludur. dolambaçlı, dikenli yolları sever; doğru çizgi onu sıkar.
uyku seksten çok daha mahremdir.
bir çift nedir? güvence karşılığında varoluştan vazgeçiş, yasal aşkın cazibesiz yüzü. bayağılığa en az yatkın olanları bile bayağılaştıran bu gizli oturum, en kıpır kıpır insanları bile hantallaştırır.
aşıkların birbirlerine karşı acımasızlıkları polislerinkinden kat kat fazladır.
çift halinde yaşamamak, insanın kendi efsanesinden vazgeçmesidir; kıytırık bir söylenti elde etmek amacıyla bir tarihin birliğini kaybetmektir.
ön yargıların tersine, zayıf cins erkektir.
erkeklik organı şudur: kendisinden bir şey istenmediğinde ortaya çıkan kaprisli bir hayvan; bir görünen bir yok olan anka kuşu; söz dinlemeyen bir uşak gibi ya fazla gösterir kendini ya da hiç ortada yoktur.
arzu duymak, ıstırap çekmektir.
zaten kanamakta olan bir ruhu yaralamaktan daha güzeli var mıdır?

engeller ortadan kalkınca arzu yavan bir hal alır. çünkü arzu kurnazlığın oğludur. dolambaçlı, dikenli yolları sever; doğru çizgi onu sıkar.
uyku seksten çok daha mahremdir.
bir çift nedir? güvence karşılığında varoluştan vazgeçiş, yasal aşkın cazibesiz yüzü. bayağılığa en az yatkın olanları bile bayağılaştıran bu gizli oturum, en kıpır kıpır insanları bile hantallaştırır.
aşıkların birbirlerine karşı acımasızlıkları polislerinkinden kat kat fazladır.
çift halinde yaşamamak, insanın kendi efsanesinden vazgeçmesidir; kıytırık bir söylenti elde etmek amacıyla bir tarihin birliğini kaybetmektir.
ön yargıların tersine, zayıf cins erkektir.
erkeklik organı şudur: kendisinden bir şey istenmediğinde ortaya çıkan kaprisli bir hayvan; bir görünen bir yok olan anka kuşu; söz dinlemeyen bir uşak gibi ya fazla gösterir kendini ya da hiç ortada yoktur.
arzu duymak, ıstırap çekmektir.
zaten kanamakta olan bir ruhu yaralamaktan daha güzeli var mıdır?
yazgı
stefan zweig
yazgı hep güçlülerden ve zorbalardan yanadır. tek bir kişiye yıllar boyu kul köle olur.
bütün büyük askeri hareketlerde düşmana indirilen kesin darbe, her zaman sürpriz baskınlar yoluyla elde edilmiştir.
uyruk olmaktan bir türlü kurtulamayan insanlar, verilen buyruklara hep boyun eğerler, yazgının çağrısına kulak asmazlar.
bir mucizenin gerçekleşebilmesi ya da olağanüstü bir şeyin tamamlanabilmesi için bireyin, her şeyden önce bu mucizeye inanması gerekir.
insanlar, büyük bir hayranlık duydukları ve kendisinden pek çok şey bekledikleri bir adam tarafından sinsice aldatıldıklarını görünce, onu asla bağışlamazlar.
bir inanç için acı çekmek, o inanç uğruna adam öldürmekten daha iyidir.
insanlar sadece bir şeyden yorgun düşerler: kararsızlıktan. yapılan her iş insanı rahatlatır; hatta en kötüsü bile hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.
insan tutkusu, rastlantı sonucu elde edilen kolay başarılarda alevlenir; fakat yazgının yenilmez gücüne karşı sürdürülen savaşımda insanın mahvolması kadar hiçbir şey, insan yüreğini böylesine coşturamaz.

bütün büyük askeri hareketlerde düşmana indirilen kesin darbe, her zaman sürpriz baskınlar yoluyla elde edilmiştir.
uyruk olmaktan bir türlü kurtulamayan insanlar, verilen buyruklara hep boyun eğerler, yazgının çağrısına kulak asmazlar.
bir mucizenin gerçekleşebilmesi ya da olağanüstü bir şeyin tamamlanabilmesi için bireyin, her şeyden önce bu mucizeye inanması gerekir.
insanlar, büyük bir hayranlık duydukları ve kendisinden pek çok şey bekledikleri bir adam tarafından sinsice aldatıldıklarını görünce, onu asla bağışlamazlar.
bir inanç için acı çekmek, o inanç uğruna adam öldürmekten daha iyidir.
insanlar sadece bir şeyden yorgun düşerler: kararsızlıktan. yapılan her iş insanı rahatlatır; hatta en kötüsü bile hiçbir şey yapmamaktan daha iyidir.
insan tutkusu, rastlantı sonucu elde edilen kolay başarılarda alevlenir; fakat yazgının yenilmez gücüne karşı sürdürülen savaşımda insanın mahvolması kadar hiçbir şey, insan yüreğini böylesine coşturamaz.
12.02.2022
yara izi
octavio paz
her ayrılıktan yara izi kalır.
yaşamın bir döneminde varlığımızın sadece kendimize özgü ve çok değerli bir şey olduğunu anlarız.
insan ancak devrimci bir toplumda kendini gerçekleştirebilir ve kişiliğini bulabilir.
düşünde sayıklar ozan
tarih uykuya dalınca
insanın kendini bütünüyle bir şeye, bir başka kişiye adaması zordur. az kişi bunu başarır. aşkın ne demek olduğunu öğrenecek kadar kendini sahip olma tutkusundan kurtarabilenlerin sayısı daha da azdır. aşk; sürekli yaratış, gerçeği yaşamak ve bitip tükenmeyen yeniden varoluştur.
insanoğlu toplumsal ilişki kurmadan sağlıklı olamaz.
tutsaklar, uşaklar ve baskı altında ezilen halklar sürekli maske taşırlar; gülen ya da asık yüzlü bir maske.
tarih, gerçek fakat acımasız karabasanlarla doludur. insanoğlu o karabasanların malzemesinden güzel ve kalıcı eserler yaparak büyür ve yüceleşir. başka bir deyişle, insanın büyüklüğü, korkulu düşü bir yaratıcılığa çevirmesinden, gerçeğin o akıl almaz korkusunu yenmesinden başka bir şey değildir.
insanoğlu kuşkusuz her yerde yalnızdır.

yaşamın bir döneminde varlığımızın sadece kendimize özgü ve çok değerli bir şey olduğunu anlarız.
insan ancak devrimci bir toplumda kendini gerçekleştirebilir ve kişiliğini bulabilir.
düşünde sayıklar ozan
tarih uykuya dalınca
insanın kendini bütünüyle bir şeye, bir başka kişiye adaması zordur. az kişi bunu başarır. aşkın ne demek olduğunu öğrenecek kadar kendini sahip olma tutkusundan kurtarabilenlerin sayısı daha da azdır. aşk; sürekli yaratış, gerçeği yaşamak ve bitip tükenmeyen yeniden varoluştur.
insanoğlu toplumsal ilişki kurmadan sağlıklı olamaz.
tutsaklar, uşaklar ve baskı altında ezilen halklar sürekli maske taşırlar; gülen ya da asık yüzlü bir maske.
tarih, gerçek fakat acımasız karabasanlarla doludur. insanoğlu o karabasanların malzemesinden güzel ve kalıcı eserler yaparak büyür ve yüceleşir. başka bir deyişle, insanın büyüklüğü, korkulu düşü bir yaratıcılığa çevirmesinden, gerçeğin o akıl almaz korkusunu yenmesinden başka bir şey değildir.
insanoğlu kuşkusuz her yerde yalnızdır.
gözyaşı
halit ziya uşaklıgil
zavallı insanlar! bazı üzüntülü zamanlarda ne büyük bir cesaret, ne müthiş bir yiğitlik hissederler, ne yazık! bu his bir güçsüzlük heyecanından başka bir şey değildir, bir saniye içinde coşup fışkırır. dünyaları harap edecek, engin denizleri taşıracak bir kuvvetle coşar. fakat bir saniye içinde o tufanı kışkırtan rüzgâr birden kesilmiş gibi söner. sinirler kesilir, gözler yaşarır, kollar düşer. işte o vakit kalbe bakmalı; o bir saniyelik fırtına, o bir saniyelik üzüntü kalpte neler yıkmıştır, neler kırmıştır! biraz evvel ağzı köpürmüş bir aslan gibi avcısının üzerine atılan o ümitsiz, biraz sonra ağzından kan püskürterek boğazlanmışçasına bir feryatla galibinin ayaklarına atılacaktır.
gözyaşları! bir sinirin kasılmasından, bir iki damlanın gözlerin ucunda birikmesinden meydana gelmiş gözyaşlarına tabiat ne yüce bir kutsallık, ne seçkin bir büyüklük sunmuştur! gözyaşları! onlar hayatın türlü acıları içinde güçsüz, kuvvetsiz kalan kalbimize ne büyük bir kuvvet, gamlar, hüzünler içinde bulunan ruhumuza ne büyük bir teselli verir! gözyaşları! onlar bize yaralarımız için verilmiş bir deva değil midir? üzüntülerimiz hayatımızın karanlık bulutlarıysa gözyaşlarımız güneşi müjdeleyen yağmurlar gibidir. insan ağladıktan sonra kalbini yağmurlarını dökmüş bir gök kadar saf bulur. ağlamak! eğer insanlar bu teselliye sahip olmasalardı hayata nasıl katlanırlardı?

gözyaşları! bir sinirin kasılmasından, bir iki damlanın gözlerin ucunda birikmesinden meydana gelmiş gözyaşlarına tabiat ne yüce bir kutsallık, ne seçkin bir büyüklük sunmuştur! gözyaşları! onlar hayatın türlü acıları içinde güçsüz, kuvvetsiz kalan kalbimize ne büyük bir kuvvet, gamlar, hüzünler içinde bulunan ruhumuza ne büyük bir teselli verir! gözyaşları! onlar bize yaralarımız için verilmiş bir deva değil midir? üzüntülerimiz hayatımızın karanlık bulutlarıysa gözyaşlarımız güneşi müjdeleyen yağmurlar gibidir. insan ağladıktan sonra kalbini yağmurlarını dökmüş bir gök kadar saf bulur. ağlamak! eğer insanlar bu teselliye sahip olmasalardı hayata nasıl katlanırlardı?
8.02.2022
ilüzyon
scott adams
olasılık, evrendeki yaşayan veya yaşamayan, yakın veya uzak, büyük veya küçük, şimdi veya herhangi bir zamandaki her şeyin rehber gücüdür.
zaman, bir şeylerin diğer şeylerle karşılaştırıldığında nasıl değiştiğine dair oluşturulmuş insani bir kavramdır. eğer evrendeki her şey ortadan kaybolursa, diğer şeylerle karşılaştırıldığında değişecek bir şey var olmaz; bu yüzden de zaman yoktur.
her zaman zebra gibi bir şeyin evrende hareket halindeki bir grup molekülden nasıl oluştuğunu merak etmişimdir.
evrim neden tek yönde, daha basit olandan daha karmaşık olana doğru hareket ediyor gibi görünüyor? neden hiç, daha basit, dayanıklı yaratıklara dönüşen ileri seviyedeki yaşam formları yok? mutasyonlar gelişigüzelse, evrimin her iki yönde de işlemesini beklerdin. fakat sadece tek yönde ilerliyor, basitten karmaşığa.
geçmişteki olaylar günümüzü doğuruyormuş gibi görünür fakat biz her beliriverdiğimizde, yeni bir olasılıklar serisine maruz kalırız. kelimenin tam anlamıyla, her şey olabilir.
insan zihni bir ilüzyon jeneratörüdür, gerçeğe açılan bir pencere değil.
saldırdığın şeye dönüşmek insani bir eğilimdir. şüpheciler. mantıksız düşünürlere saldırırlar ve süreç içerisinde mantıksız olurlar.
düşünceler gerçekten de uzay boyunca seyahat ederler. sorun, başka bir insanın bu bilgiyi çözüp çözemeyeceğidir.
en yüksek performans seviyelerinde, insanlar kullanmakta oldukları yöntemin farkında değillerdir.
dahilerin performanslarında, sırf yaptıkları şeyi nasıl yaptıklarının farkında değiller diye, esrarengiz ya da mucizevi olan hiçbir şey yoktur. zihinlerinin bilinçaltı hesaplamaları öylesine hızlı gerçekleşir ki, hatıra olarak kaydedilmezler. cevaplar, yalnızca geliveriyormuş gibi görünürler.

zaman, bir şeylerin diğer şeylerle karşılaştırıldığında nasıl değiştiğine dair oluşturulmuş insani bir kavramdır. eğer evrendeki her şey ortadan kaybolursa, diğer şeylerle karşılaştırıldığında değişecek bir şey var olmaz; bu yüzden de zaman yoktur.
her zaman zebra gibi bir şeyin evrende hareket halindeki bir grup molekülden nasıl oluştuğunu merak etmişimdir.
evrim neden tek yönde, daha basit olandan daha karmaşık olana doğru hareket ediyor gibi görünüyor? neden hiç, daha basit, dayanıklı yaratıklara dönüşen ileri seviyedeki yaşam formları yok? mutasyonlar gelişigüzelse, evrimin her iki yönde de işlemesini beklerdin. fakat sadece tek yönde ilerliyor, basitten karmaşığa.
geçmişteki olaylar günümüzü doğuruyormuş gibi görünür fakat biz her beliriverdiğimizde, yeni bir olasılıklar serisine maruz kalırız. kelimenin tam anlamıyla, her şey olabilir.
insan zihni bir ilüzyon jeneratörüdür, gerçeğe açılan bir pencere değil.
saldırdığın şeye dönüşmek insani bir eğilimdir. şüpheciler. mantıksız düşünürlere saldırırlar ve süreç içerisinde mantıksız olurlar.
düşünceler gerçekten de uzay boyunca seyahat ederler. sorun, başka bir insanın bu bilgiyi çözüp çözemeyeceğidir.
en yüksek performans seviyelerinde, insanlar kullanmakta oldukları yöntemin farkında değillerdir.
dahilerin performanslarında, sırf yaptıkları şeyi nasıl yaptıklarının farkında değiller diye, esrarengiz ya da mucizevi olan hiçbir şey yoktur. zihinlerinin bilinçaltı hesaplamaları öylesine hızlı gerçekleşir ki, hatıra olarak kaydedilmezler. cevaplar, yalnızca geliveriyormuş gibi görünürler.
6.02.2022
düşünce
cenap şahabettin
gerçek özgürlük, yüksek düşüncelere tutsak olmaktır.
gözüpekliğin en yüksek derecesi, hiçbir yeni düşünceden korkmamaktır.
her cahil yanlış düşünür ve her bilgin doğru düşünmez. doğru düşünebilmek için dürüst yaratılmış ve bilim ile döşenmiş bir beyin gereklidir.
bir kişinin düşüncelerini sözleri değil, yaşamı gösterir.
bayağı düşünceye harcanmış güzel ifadeden daha çok bayağı ifade içinde gördüğüm güzel düşünceye acırım.
en büyük delilik, herkesi bir tarzda düşündürmeye çalışmaktır.
bir dönemin düşünceleri ile ancak o dönem içinde yaşanır. bugünkü kuramlarla yüz yıl önce yaşayamazdık, yüz yıl sonra da yaşayamayız.
eskimiş düşünceler, paslanmış çivilere benzer; onları söküp atmak çok güçtür.
ne bütün varını yiyip ölmüş vardır ne de düşüncesini söyleyip susmuş.
günde bin doğru düşünce göğsümüze çarpar, birisine olsun yüreğimizi açtığımız enderdir.
her zenginlik düşman yaratır, düşünce zenginliği hepsinden daha fazla.
mantık, düşünceye ilişkin konularda pek az değerlidir. yaşam sorunlarında on para etmez.

gözüpekliğin en yüksek derecesi, hiçbir yeni düşünceden korkmamaktır.
her cahil yanlış düşünür ve her bilgin doğru düşünmez. doğru düşünebilmek için dürüst yaratılmış ve bilim ile döşenmiş bir beyin gereklidir.
bir kişinin düşüncelerini sözleri değil, yaşamı gösterir.
bayağı düşünceye harcanmış güzel ifadeden daha çok bayağı ifade içinde gördüğüm güzel düşünceye acırım.
en büyük delilik, herkesi bir tarzda düşündürmeye çalışmaktır.
bir dönemin düşünceleri ile ancak o dönem içinde yaşanır. bugünkü kuramlarla yüz yıl önce yaşayamazdık, yüz yıl sonra da yaşayamayız.
eskimiş düşünceler, paslanmış çivilere benzer; onları söküp atmak çok güçtür.
ne bütün varını yiyip ölmüş vardır ne de düşüncesini söyleyip susmuş.
günde bin doğru düşünce göğsümüze çarpar, birisine olsun yüreğimizi açtığımız enderdir.
her zenginlik düşman yaratır, düşünce zenginliği hepsinden daha fazla.
mantık, düşünceye ilişkin konularda pek az değerlidir. yaşam sorunlarında on para etmez.
30.01.2022
ülkü
ülkü tamer
artık "genç şair" sayıldığım yıllar. beyoğlu'nda yürüyorum. galatasaray postanesi'nin önünde tarık'a (dursun k.) rastladım. yanında bir adam.
tarık bizi tanıştırdı.
adam "ülkü tamer"i duyar duymaz sırtını döndü bana, başını postanenin duvarına vurmaya başladı.
kalakaldım. adam bu defa da duvarı yumrukluyor. hem yumrukluyor hem "olamaz!" diye bağırıyor.
ilk kez gördüğüm biri. tek söz söyleyecek halim yok. şaşkınlıkla tarık'a baktım. tarık, "ben de bir şey anlamadım." gibilerden dudak büktü. sonra kolundan yakaladı adamı, "ne oldu?" diye sordu.
şöyle bir kendine geldi adam. "ne olacak?" dedi. "ege ernart'ı kız sanıyordum, erkekmiş. ece ayhan'ı kız sanıyordum, o da erkekmiş. son umudum ülkü tamer'di, karşıma böyle bir herif çıktı! ben kafamı duvara vurmayayım da ne halt edeyim!"

tarık bizi tanıştırdı.
adam "ülkü tamer"i duyar duymaz sırtını döndü bana, başını postanenin duvarına vurmaya başladı.
kalakaldım. adam bu defa da duvarı yumrukluyor. hem yumrukluyor hem "olamaz!" diye bağırıyor.
ilk kez gördüğüm biri. tek söz söyleyecek halim yok. şaşkınlıkla tarık'a baktım. tarık, "ben de bir şey anlamadım." gibilerden dudak büktü. sonra kolundan yakaladı adamı, "ne oldu?" diye sordu.
şöyle bir kendine geldi adam. "ne olacak?" dedi. "ege ernart'ı kız sanıyordum, erkekmiş. ece ayhan'ı kız sanıyordum, o da erkekmiş. son umudum ülkü tamer'di, karşıma böyle bir herif çıktı! ben kafamı duvara vurmayayım da ne halt edeyim!"