erica jong
hayat ne bir trajedi ne de bir komedidir. her ikisinin karışımıdır. hem yumuşak pişmiş etlerin hem de ağzı yakan biberlerin bir arada sunulduğu bir şölen sofrasıdır. kokmuş etlerle seçkin meyveler, egzotik baharlar ve soslarla tatsız köy yemekleri bir aradadır.
üzüntü hem çok sert hem de çok kaprisli bir efendidir. cenaze evlerindeki kanepelerin üzerinde yer alan zina olayları, balayı yatağında yer alan sevişmelerden bile fazladır. çünkü sevinç, kalplerimizi havalara uçururken her zaman cinsel ilişkiye sürüklemez. ama üzüntü bizi aşağıya doğru çektiği için insan vücudunun alt kısımlarının çağrısına daha fazla yaklaştırır. duyduğumuz acıyı bir yerlerde boşaltmak ihtiyacıyla kıvranırız ve yatak da genellikle buna en uygun yer olur.
şerefsizlik, ölümle karşılaştırılamayacak kadar önemsiz bir şeydir. hayat sürdükçe, şeref de yeniden elde edilebilir. hayata orospu olarak başlayan düşeslerin sayısı hiç de az değildir. ama hayat olmadı mı şerefin ne yararı olur? şeref açları doyuramaz, donanları giydiremez, hastaları iyileştiremez. şeref tıpkı göğse takılan madalyalara benzer. rehinci kabul etmez onu. sizi ne ısıtır ne doyurur. bir kol saati bile ondan iyidir.
insanoğlunun tüm saçma korkuları arasında en saçması, geleceğe duyulan korkudur. korkmakla geleceği kontrol altına alamayız. aldığımızı sansak da alamayız. kaygılar ve korkular, bir falcının kehanetleri kadar etkisizdir. ama biz yine de bu duygulardan vazgeçmeyiz.
burası çok zulme, az adalete tanık bir dünyadır. kardeşlerinden yardım umanın vay haline! daha yelkenini açmadan köpek balıklarına yem olur. toplum hayatı da doğadaki hayattan farklı değildir. insan hayatı kısadır, kötüdür, kabadır ve içi korkularla doludur. kalbine göre yaşayanlar bu hayatı daha da kısaltır, daha çok korkuyla doldururlar. kafayla yaşayanlarsa zevklerini artırırlar. öldüğümüz zaman yanımıza kar kalan tek şey birkaç iyi düzüşmedir.