16.03.2009

sinema

ahmet haşim

boş vaktim oldukça sinemaya giderim, yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, cismimin değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini hissederim. karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir. büyük dinlenme bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?

sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın kafatası içinde bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini ikame etmesidir. rüya alemi üzerine açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, dövüşen, düşen, kalkan şu ahmak şahısların tatsız tuhaflıklarından veyahut kovboy atlılarından veya harikulade hırsızlık vakalarından başka türlü tat almak mümkün olur muydu? resmi beyaz perde üzerinde kımıldayan şu rimelle kirpiğinin her teli bir ok gibi dikilmiş güzel kadının gözünden damla damla akan sahte gözyaşları, zevkini ve aklıselimini şapka ve bastonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı üzüntüden değil, ancak can sıkıntısından ağlatabilir.

sinema böyle yormayan masum bir göz eğlencesi kaldıkça, yorgun başın munis bir sığınağıdır. her zevkini kaybetmiş ruhu çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta basit müzik tatlı bir ninni vazifesini görür. ben en güzel ve en dinlendirici uykularımı sinemanın ipek yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlıklarına borçluyum.