2.03.2009

yıllar

virginia woolf

hırsızları hep öteki insanlardan daha çok sevmişimdir.

eğer yazılmış olsa bütün konuşulanlar saçma görünürdü.

yaşam olağan boyutlarına kavuşmuştu. her şey bir kez daha yerli yerine dönmüştü. tekneler yüzüyordu; adamlar yürüyor; küçük oğlanlar gölde ufak balıkları tutmaya çalışıyor; gölün suları masmavi masmavi dalgalanıyordu. her şey ilkbaharın canlılığı, gücü, doğurganlığıyla doluydu.

aşk iki taraf için de aynı anda bitmelidir.

ilkbahar her zaman hüzünlüdür. her şey geçer, her şey değişir.

ölümün ürpertisi, tıpkı donmuş çizmeleri eğer gibi içine işlemeden önce, gündelik akışın dışına çıkmak, baş belası tatsız bir iş. gülümsemek, eğilmek, canın sıkılırken karşındakini eğlendiğine inandırmak, nasıl da acı verici. bütün yollar, her yol acı verici.

dinleneyim, dinleneyim, bırakın dinleneyim. nasıl uyuşulacağı, hissetmenin nasıl durdurulacağı, çocuk doğuran kadınların çığlığı buydu; dinlenmek, varoluşu durdurmak. orta çağ'da bu hücreydi, manastırdı; şimdi de laboratuvar. meslek; yaşamamak için, hissetmemek için, para kazanmaktı, hep para ve sonunda, yaşlanıp yıprandığım zaman tıpkı at gibi, hayır, şimdi inek.. çünkü artık hiç hayvan satışı olmuyor. hiç satış olmuyor.

dünyanın zavallılığı beni şaşkına çeviriyor ve isyana sürüklüyor.

doktorlar insan bedeni üzerine çok az şey bilirler; akıl konusundaysa kesinlikle hiçbir şey.

sarı sıvıda yükselen kabarcıkları izledi. onlar için hava hoş, diye düşündü; onlar günlerini yaşadılar; ama benim için değil, benim kuşağım için değil. onun için coşarak akan bir kaynağın fışkırmasında, sıçramasında (kabarcıkların yükselmesini izliyordu) bir yaşam biçimlendi, bir başka yaşam; değişik bir yaşam. salonlar, yankılanan megafonlar değil; önderlerin peşinde, sürü sürü, grup grup, dernek olup, kılıklara bürünerek değil. hayır, içeriden başlamak, dış görünüşün canını cehenneme yollamak, diye düşündü, başını kaldırıp güzel bir alnı ama güçsüz çenesi olan delikanlıya bakarak. siyah gömlekler, yeşil gömlekler, kırmızı gömlekler değil -hep toplumun gözü önünde yapmacık tavırlar takınarak; hepsi eveleme geveleme. niçin engelleri devirip işleri basitleştirmeyelim? ama tümü tek bir pelteden bir dünya oluşturulsa, diye düşündü, muhallebiden bir dünya, beyaz yatak örtüsünden bir dünya olurdu o. north pargiter'in simgelerini, özelliklerini korumak -maggie'nin güldüğü adamın, şapkasını elinde tutan fransız'ın; ama aynı zamanda ayrılmak, insan bilincinde yeni bir dalga oluşturmak, hem kabarcık, hem ırmak olmak -kendim ve dünya olmak birlikte aynı anda -bardağını kaldırdı. berrak, sarı sıvıya bakarak, kimliksiz olarak, dedi. ama ne demek istiyorum ki, diye merak etti -ben, törenlerden kuşku duyan, dini ölmüş olan ben; uygunsuz olan, adamın dediği gibi, hiçbir yere uymayan ben? durakladı. elinde bardak vardı işte; kafasının içinde bir tümce. ve başka tümceler de kurmak istiyordu. ama nasıl yapabilirim, diye düşündü -elinde ipek mendiliyle oturan eleanor'a baktı- neyin katı ve sağlam, neyin gerçek olduğunu bilmedikçe, kendi yaşamımda, başka insanların yaşamlarında.

balta girmemiş bir ormanın ortasında bulunduğu duygusuna kapıldı; karanlığın yüreğinde, ışığa doğru bir şeyleri kesip yolunu açarak; ama üzerine çullanıp onu bağlayan, bağlayan insan istemlerinden, insan seslerinden, insan bedenlerinden oluşma yaban çalıları geçmek için elinde yalnızca kırık dökük tümceler, tek tek sözcükler dışında hiçbir şey olmadan.. dinledi.