cioran, felsefece düşünmenin tarihinde "doğmuş olmanın sakıncası"nı en iyi dillendiren, varoluşçu nihilizmin rakipsiz ve bir o kadar da acımasız savunucusu rumen düşünür ve ahlakçıdır.
fransızca kaleme aldığı ilk yapıtı olan çürümenin kitabı'nda cioran, pek çoğumuzun yaşamlarımızı sorunsuz kılacağını öngördüğümüz her şeyin üstünde bulunan bir kesinlik arayışıyla bu yaşamları boş yere geçirdiğimizi belirterek, yaşamın hiçbir anlamı olmadığını, dolayısıyla da bu tür bir kesinlik alanına ulaşmanın söz konusu olmadığını üstüne basa basa haykırmaktadır.
cioran'a göre yaşamın herhangi bir anlamı olmadığını, hiçbir şeyin de ona anlam katamayacağını bilmek ya da bu farkındalığa ulaşmak bir insanın yaşamı boyunca başına gelebilecek en anlamlı şeydir. cioran uygarlıkların, felsefelerin, dinlerin, kültürlerin tarihinde doğruluk adına ortaya çıkmış ne varsa, hepsinin de bu kaçınılmaz gerçeğin üstünü örtmekten, dikkatimizi bu gerçekten başka yönlere çekmekten başka bir amaç gütmediklerine parmak basmaktadır.
schopenhauer'a atfen cioran, varoluşumuzun hasta, utanç verici ve lanetlenmiş olduğunun farkındalığından hiçbir zaman kurtulamayacağımızı, bunun bize verdiği azap duygusundan kaçamayacağımızı vurgular: "hiçbir koşulda nirvana yoktur." bizim o araştırma delisi, sorgulayıcı zihinlerimiz bize ne rahat verir ne de huzur; bu yaşamın bize sunup sunabileceği tek şey, kokuşmuş bir yüzeysellik ile yanılsamalarla dolu, elimize yüzümüze bulaştırmaya yazgılı olduğumuz bir kaçış olanağıdır.
camus'ya atfen cioran, kendimize boş yere işkence etmemizin anlamsızlığını dile getirerek, hepimizin zaman yitirmeksizin yaşamın saçmalığıyla en tutarlı ilişkiye geçme biçimi olan intiharla yüzleşmemiz gerektiğini savunmaktadır. yaşamlarımızın saçmalığıyla başa çıkmanın biricik tutarlı yolu olarak intihar etmemiz aslında kaçınılmazdır. oysaki biz aptalca bir biçimde bu saçmalığın üstünü örtmeyi yeğleriz: yadsıyarak, unutarak, kaçarak, görmezden gelerek.
sartre'a atfen cioran, özgürlüğün bizi zehirlemesini, bizde yarattığı esrimeyi ya da sarhoşluğu yalnızca uğursuz yazgımızın bir ürpertisi olarak değerlendirir. her yaşamın doğum ile ölüm arasında vuku bulan yararsız bir uyarıcı olduğunu dillendirerek yaşamın anlamsızlığını ve boşluğunu bize tanıtlamaya çalışır. cioran sorgulayıcı bir zihnin er ya da geç, öyle ya da böyle insanı huzura çıkaracağı beklentisinin hiçbir temeli olmadığını kesinleyip altını oyduktan sonra, ancak sığ dünyalarda yanılsamalar içinde yaşayanların kendilerine acı vermeden yaşayabilir olduklarının altını koyultarak çizmektedir.
cioran tam bir dizge düşmanıdır; dizgecilik karşıtlığının en uç adlarından biridir. aristoteles, thomas aquinas ve hegel'i düşünce tarihinin gelmiş geçmiş en büyük zorbaları olarak ilan eder. öte yandan tıpkı kendi gibi özdeyişlerle, kesik kesik "çekiçle felsefe yapan" lichtenberg, schopenhauer, kierkegaard ve nietzsche adlarını ve tüm "lanetlenmiş" yazarları saygıyla anar. çağımızın bu 'uyumaz' adamı, 'uykusuzluğun tanrısı' umutsuzluk ile intihar düşüncesinden beslenen özgün bir metafizik kurmuştur kendisine.
cioran'ın düşüncesinde "hınç" kavramının ayrı bir yeri ve önemi vardır. gerek felsefenin gerekse sanatın güdüleyicisinin, itici gücünün hınç olduğunu vurgular; bunların üstesinden hınçsız gelinemeyeceğini savunur. cioran'ın kendi hıncından en büyük payı ise tanrı alır. koyu dindar bir aileden gelen cioran'ın tanrı'yla hesaplaşması yaşamının sonuna dek sürmüştür. elindeki tüm olanaklara karşın bizi böylesine yetersiz, eksik ve anlamsız yaratmasından ötürü tanrı'ya olan kızgınlığı hiç dinmeyecektir. üstelik tanrı tüm bunlar yetmiyormuş gibi başımıza bir de hiçbir insanın kaçamayacağı saltıklık arayışını musallat etmiştir.
schopenhauer'a atfen cioran, varoluşumuzun hasta, utanç verici ve lanetlenmiş olduğunun farkındalığından hiçbir zaman kurtulamayacağımızı, bunun bize verdiği azap duygusundan kaçamayacağımızı vurgular: "hiçbir koşulda nirvana yoktur." bizim o araştırma delisi, sorgulayıcı zihinlerimiz bize ne rahat verir ne de huzur; bu yaşamın bize sunup sunabileceği tek şey, kokuşmuş bir yüzeysellik ile yanılsamalarla dolu, elimize yüzümüze bulaştırmaya yazgılı olduğumuz bir kaçış olanağıdır.
camus'ya atfen cioran, kendimize boş yere işkence etmemizin anlamsızlığını dile getirerek, hepimizin zaman yitirmeksizin yaşamın saçmalığıyla en tutarlı ilişkiye geçme biçimi olan intiharla yüzleşmemiz gerektiğini savunmaktadır. yaşamlarımızın saçmalığıyla başa çıkmanın biricik tutarlı yolu olarak intihar etmemiz aslında kaçınılmazdır. oysaki biz aptalca bir biçimde bu saçmalığın üstünü örtmeyi yeğleriz: yadsıyarak, unutarak, kaçarak, görmezden gelerek.
sartre'a atfen cioran, özgürlüğün bizi zehirlemesini, bizde yarattığı esrimeyi ya da sarhoşluğu yalnızca uğursuz yazgımızın bir ürpertisi olarak değerlendirir. her yaşamın doğum ile ölüm arasında vuku bulan yararsız bir uyarıcı olduğunu dillendirerek yaşamın anlamsızlığını ve boşluğunu bize tanıtlamaya çalışır. cioran sorgulayıcı bir zihnin er ya da geç, öyle ya da böyle insanı huzura çıkaracağı beklentisinin hiçbir temeli olmadığını kesinleyip altını oyduktan sonra, ancak sığ dünyalarda yanılsamalar içinde yaşayanların kendilerine acı vermeden yaşayabilir olduklarının altını koyultarak çizmektedir.
cioran tam bir dizge düşmanıdır; dizgecilik karşıtlığının en uç adlarından biridir. aristoteles, thomas aquinas ve hegel'i düşünce tarihinin gelmiş geçmiş en büyük zorbaları olarak ilan eder. öte yandan tıpkı kendi gibi özdeyişlerle, kesik kesik "çekiçle felsefe yapan" lichtenberg, schopenhauer, kierkegaard ve nietzsche adlarını ve tüm "lanetlenmiş" yazarları saygıyla anar. çağımızın bu 'uyumaz' adamı, 'uykusuzluğun tanrısı' umutsuzluk ile intihar düşüncesinden beslenen özgün bir metafizik kurmuştur kendisine.
cioran'ın düşüncesinde "hınç" kavramının ayrı bir yeri ve önemi vardır. gerek felsefenin gerekse sanatın güdüleyicisinin, itici gücünün hınç olduğunu vurgular; bunların üstesinden hınçsız gelinemeyeceğini savunur. cioran'ın kendi hıncından en büyük payı ise tanrı alır. koyu dindar bir aileden gelen cioran'ın tanrı'yla hesaplaşması yaşamının sonuna dek sürmüştür. elindeki tüm olanaklara karşın bizi böylesine yetersiz, eksik ve anlamsız yaratmasından ötürü tanrı'ya olan kızgınlığı hiç dinmeyecektir. üstelik tanrı tüm bunlar yetmiyormuş gibi başımıza bir de hiçbir insanın kaçamayacağı saltıklık arayışını musallat etmiştir.
cioran işte tam da bu noktada sesini yükselterek insanın, özellikle de uygar insanın yazgısının düğümlenişinden söz açar; insan yaşamının trajik boyutu da burada aralanır ve bir daha asla kapanmaz. insan yetersiz, eksik ve anlamdan yoksun olduğunu bilmesine karşın kendisine anlam katmak adına tam ve yetkin olmaya çalışan bir ahmak; alttan alta kötülük için yanıp tutuştuğunu duyumsamasına karşın kendisinin "iyilik" için yaratıldığını, en azından iyiye doğru yol alması gerektiğini düşünen bir ikiyüzlü; hiçbir koşulda özgürlüğe ulaşamayacağını bile bile -hemen her zaman altında ezildiği ve ezilmeye yazgılı olduğu- bir "saltık özgürlük"tür tutturmuş giden bir şaşkın; olmaktalığının ya da yaşamaktalığının biricik ereğinin güçsüzlük istenci olduğunu göremeyip kendisini ayakta tutacağını sandığı güç istencine sarılan bir çaresizdir. nitekim filozofun yaşam karşısındaki umarsızlığını dillendirdiği bir özdeyişinde de şöyle der: "dünyayla tutuştuğu kavgada filozof hemen her zaman bir sıska, bir raşitiktir; biyolojik bakımdan düşüklüğünü duyumsadığı ve bunun acısını çektiği ölçüde sertleşir."
cioran'a göre bir insanın başına gelebilecek en kötü şey doğmuş olmaktır; gerisiyse boştur. bir kez doğduktan sonra ölüme doğru yol alıyor olmamızın hiçbir önemi yoktur. insan, doğduğu andan itibaren her şeyini yitirmiştir. yaşamaksa sonucu belli olan bir savaşı sürdürmekten, yenilgiye yazgılı olduğumuz bir karmaşanın içinde bulunmaktan ibarettir.
tanrı'ya karşı tüm serzenişlerine karşın tanrı yine de onu ödüllendirdi: cioran yaşamının sonlarına doğru "hastalıkların en güzeli" alzheimer'a yakalandı ve içini kemiren her şeyi unuttu. yaşamı boyunca peşinden koştuğu güçsüzlük istencine artık kavuşmuş gibiydi.
insanlığın çürüyüşünün ve dünyanın kokuşmuşluğunun tarihçisi; yaşamda tutunacak dalı olmayanların, yersiz yurtsuzların sözcüsü, 20. yüzyılın önde gelen "insandankaçan"ı, "insansevmez"i, "tanrıkovucu"su cioran'ın başlıca yapıtları şunlardır: çürümenin kitabı, umutsuzluğun doruklarında, aldanışlar kitabı, gözyaşları ve azizler, düşüncelerin alaca karanlığı, mağlupların kitabı, hüzün kıyasları/burukluk, var olma eğilimi, tarih ve ütopya, zamanda düşüş, kötü tanrı, doğmuş olmanın sakıncası, gerici düşünce üzerine bir deneme, işkence, hayranlık duyma alıştırmaları, itiraflar ve aforozlar..
cioran'a göre bir insanın başına gelebilecek en kötü şey doğmuş olmaktır; gerisiyse boştur. bir kez doğduktan sonra ölüme doğru yol alıyor olmamızın hiçbir önemi yoktur. insan, doğduğu andan itibaren her şeyini yitirmiştir. yaşamaksa sonucu belli olan bir savaşı sürdürmekten, yenilgiye yazgılı olduğumuz bir karmaşanın içinde bulunmaktan ibarettir.
tanrı'ya karşı tüm serzenişlerine karşın tanrı yine de onu ödüllendirdi: cioran yaşamının sonlarına doğru "hastalıkların en güzeli" alzheimer'a yakalandı ve içini kemiren her şeyi unuttu. yaşamı boyunca peşinden koştuğu güçsüzlük istencine artık kavuşmuş gibiydi.
insanlığın çürüyüşünün ve dünyanın kokuşmuşluğunun tarihçisi; yaşamda tutunacak dalı olmayanların, yersiz yurtsuzların sözcüsü, 20. yüzyılın önde gelen "insandankaçan"ı, "insansevmez"i, "tanrıkovucu"su cioran'ın başlıca yapıtları şunlardır: çürümenin kitabı, umutsuzluğun doruklarında, aldanışlar kitabı, gözyaşları ve azizler, düşüncelerin alaca karanlığı, mağlupların kitabı, hüzün kıyasları/burukluk, var olma eğilimi, tarih ve ütopya, zamanda düşüş, kötü tanrı, doğmuş olmanın sakıncası, gerici düşünce üzerine bir deneme, işkence, hayranlık duyma alıştırmaları, itiraflar ve aforozlar..