25.11.2009

gitmek

tezer özlü

ilkbaharla birlikte ılık havalar başladığında uzun yürüyüşlere çıkıyorum. bulvardaki tramvay rayları sökülmeye, ağaçlar kesilmeye başlanıyor. yollar genişletilecek. toz, toprak ve çamurlar içindeki çukurlardan geçiyorum. henüz yıkılmasına başlanmamış, havuzlu saraçhane parkı'ndan iniyor, aksaray'a doğru yürüyorum. bulvarın sol kıyısında yükselen apartmanları seviyorum. (geniş bir bulvarda oturabilme tutkum var. evimizin önünde yol olmayışı beni üzüyor. bulvarlarda oturabilenleri kıskanıyorum. şimdilerde kimseyi ve hiçbir bulvarı, hiçbir evi kıskanmıyorum. her yerde kalabilirim. ama o bizim, önünü gecekonduların kapattığı evimizde bir gece bile oturamam. hiç düşündünüz mü? ölen bir insanı gerçekten bir kez daha görebilir misiniz? ölen bir okula gidebilir misiniz? ölen bir evde uyuyabilir misiniz? o yıllar öldü. o yılları bize öldürecek biçimde yaşattılar.)

beni bekleyen bir büyük kent, bu kentin sabaha kadar açık kahveleri, barları, yunan müziği çalan meyhaneleri var. süren, akan yaşamın içinde bulunmak ne büyük bir coşku! hele bu coşkuyu karşılayan, bu coşkuya bulvarları, kahveleri, insanlarıyla yanıt veren bir kentte olmak. çoğu kez insan yaşamı, yaşanmış coşkuların anısı ile de geçer. ama yaşamın bazı kesitlerinde bu coşku gece ve gündüz somut olarak kavrar benliğimizi. bir şarkıyla. bir resimle. uzayan bir bulvarla. sevilen, teni okşanan bir insanla. yaprakları hışırdayan bir ağaçla.

öfke içinde büyüyoruz. oturduğumuz semte, sokağa, odalara, eşyalara, kış aylarında güçlükle ısıttığımız, eskimiş, ortası çukur pamuk yataklara öfke duyarak büyüyoruz. yaşam yalnızca sokaklarda. bir canlılık var sokaklarda. güzel olan, gerçek olan, kentin insanları, kalabalık, dış dünya. dış dünyanın insanın kulaklarına varan uğultusu. diğer ülkeleri aşan, batıda bir okyanusa, doğuda bir başka okyanusa varan uğultu..

pazar günleri.. şimdilerde.. sokak aralarından geçerken.. gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim.. evlerin pencere camları buharlaşmışsa.. odaların içine asılmış çamaşır görürsem.. bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek.. isterim hep.