
beni bekleyen bir büyük kent, bu kentin sabaha kadar açık kahveleri, barları, yunan müziği çalan meyhaneleri var. süren, akan yaşamın içinde bulunmak ne büyük bir coşku! hele bu coşkuyu karşılayan, bu coşkuya bulvarları, kahveleri, insanlarıyla yanıt veren bir kentte olmak. çoğu kez insan yaşamı, yaşanmış coşkuların anısı ile de geçer. ama yaşamın bazı kesitlerinde bu coşku gece ve gündüz somut olarak kavrar benliğimizi. bir şarkıyla. bir resimle. uzayan bir bulvarla. sevilen, teni okşanan bir insanla. yaprakları hışırdayan bir ağaçla.
öfke içinde büyüyoruz. oturduğumuz semte, sokağa, odalara, eşyalara, kış aylarında güçlükle ısıttığımız, eskimiş, ortası çukur pamuk yataklara öfke duyarak büyüyoruz. yaşam yalnızca sokaklarda. bir canlılık var sokaklarda. güzel olan, gerçek olan, kentin insanları, kalabalık, dış dünya. dış dünyanın insanın kulaklarına varan uğultusu. diğer ülkeleri aşan, batıda bir okyanusa, doğuda bir başka okyanusa varan uğultu..
pazar günleri.. şimdilerde.. sokak aralarından geçerken.. gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu gri günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim.. evlerin pencere camları buharlaşmışsa.. odaların içine asılmış çamaşır görürsem.. bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyolardan naklen futbol maçları yayımlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek.. isterim hep.