27.10.2009

yazmak

inci aral

bir yazarın görevi eğlendirmek olmamalı. bir okurun eğilimi de yalnızca eğlenmeye yönelik olmamalı. bir insan, bir yazar yaşadığı hayattan gereğinden fazla hoşnut olmamalı. yaşadığı yerden, dünyadan, hiçbir şeyden hoşnut olmamalı. görünenin ve kendi yüzünün arkasındakini yakalayabilmek için sık sık durup çevresine ve aynalara bakmalı. ayağını bastığı yerin, kendi varlığının, ruhunun ve düşlerinin yansısını görebilmek için hiçbir şeyin tekrarlanmadığı bir yere tutunmalı.

kendini bu biçimde ortaya koymanın, insana özgü, hiçbir zevkin yerini tutamayacağı bir coşkusu, sevinci var.

bazı günler kısacık bir paragrafın başında akşamı buluyorum. bazen o gün yazdıklarımın tümünü silip umutsuz, tükenmiş yatıyorum. konu değil önemli olan. dili, zamanı tutturmak, kişiler ve olup bitecekler arasında inandırıcı, mantıklı ilişkiler kurmak, kahramanları derinlemesine kavramak gerekiyor. özellikle bir kişinin söyleminden başkasınınkine, bir bölümden ötekine geçmek, atlamak zor. buralar birer eşik, merdiven basamağı gibi hızımı kesiyor. her seferinde ayağım takılıyor. durup bekliyor, bunalıyor, sonra güçlükle aşıyorum o geçişleri. sabırlı olmayı öğretiyor bana roman. ne olursa olsun belli bir süresi var bir romanı bitirmenin. acele etmenin hiç yararı yok, kesinlikle işe yaramıyor bu. her bir sözcük, hatta o sözcükleri oluşturan her bir harf emek istiyor. iğne oyası yapmak, iğneyle kuyu kazmak gibi bir şey yazmak.