6.07.2009

yitirilen

walter benjamin

söyleşme özgürlüğü yitiriliyor. geçmişte insanın sohbet ettiği kişiyle ilgilenmesi kendiliğinden veri kabul edilen bir şey idiyse, bugün bunun yerini onun ayakkabılarının ya da şemsiyesinin fiyatına duyulan merak almış durumda. hayat gaileleri ve para meselesi, en sıcak sohbetlere karşı konulmaz bir şekilde müdahale ediyor. üstelik insanlar bunları konuşurken, belki de birbirlerine yardımcı olabilecekleri tasa ya da üzüntülerden değil, yalnızca genel bir resimden söz ediyorlar. sanki insan bir tiyatroda tutsak edilmiş, beğensin beğenmesin oyunu izlemek zorunda ve oyunu hiç durmadan, ister istemez düşünce ve sözünün konusu haline getirmeye mahkum.

çöküşü görmeyi toptan reddetmeyen herkes, hemen kendi mevcudiyetine, faaliyetine ve bu kaostaki payına bir mazeret bulmaya koyuluyor. bu genel yeniklik hakkında ne kadar görüş varsa, herkesin kendi eylemi ve barınma alanına, kendi anına ilişkin bir o kadar da istisnası var. kişisel varoluşun iktidarsızlığına ve kapılmışlığına tarafsız bir horgörüyle bakıp hiç değilse genel körleşmeden sıyrılabilmektense, bu varoluşun itibarını kurtarmaya yönelik kör bir ısrar hemen her yerde hakim oluyor. havanın hayat teorilerinden ve dünya görüşlerinden bu kadar ağırlaşması, bu ülkede bunların böylesine ukala bir edayla sunulması da bu yüzden; çünkü neredeyse hepsi de eninde sonunda alabildiğine önemsiz bir özel durumu meşrulaştırmaya hizmet ediyor. havanın hayaletlerle, her şeye rağmen bir gece ansızın karşımızda bulacağımız muhteşem bir kültürel gelecek seraplarıyla dolu olması da yine aynı nedenden; çünkü herkes kendi yalıtılmış bakış açısından kaynaklanan optik yanılsamalara sonuna kadar angaje olmuş durumda.

bu ülkeye tıkıştırılmış insanlar artık insan kişiliğinin anahatlarını seçemiyorlar. her özgür kişi onlara bir tuhaflık olarak görünüyor.

ister zihinsel, hatta ister doğal bir içtepiden kaynaklanıyor olsun, her insan eylemi açılımı sırasında dış dünyanın sınırsız direnciyle karşılaşıyor. konut kıtlığı ve trafik vergisi, avrupa özgürlüğünün, bazı biçimleriyle orta çağ'da bile var olan o temel simgesini, seyahat özgürlüğünü yok ediyor. eğer orta çağlar'da zor, insanları tabii birliktelik biçimlerine mahkum ediyorduysa, bugün de insanlar gayri tabii topluluklar içerisinde birbirlerine zincirlenmiş durumdalar. zaten yaygınlaşmakta olan dolaşma merakının tehditkâr şiddetini, çok az şey seyahat özgürlüğünün bu şekilde boğulması kadar artırabilir. hareket özgürlüğüyle, ulaşım araçlarının bolluğu arasındaki oransızlık hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştı.

nasıl her şey önlenemez bir karışma ve kirlenme süreciyle özgünlüğünü yitiriyor, sahicilik yerini muğlaklığa terk ediyorsa, şehir de bundan payını alıyor. güven veren, teskin eden eşsiz bir güçle içinde yaşayanları bir kalenin huzuruyla kuşatan ve üstlerinden ufukla birlikte, aslında daima uyanık bekleyen ilkel güdülerle yaşamanın yükünü kaldıran büyük şehirlerin, istilacı kır tarafından her noktadan yarıldığı görülüyor. istilacı olan manzara değil, başıboş doğada en buruk ne varsa o: sürülmüş tarlalar, asfalt yollar, şehrin o ışıldayan kızıl örtüsünün artık gizleyemediği gece göğü.. işlek bölgelere bile egemen olan güvensizlik, şehir sakinini, ıssız kırın yabaniliklerinin yanı sıra, kent mimarisinin çarpıklıklarını da özümsemek zorunda kaldığı, saydamlıktan uzak ve gerçekten ürkünç bir durumda bırakıyor.