2.07.2009

puslu kıtalar atlası

ihsan oktay anar

amaç, şüphe götürmeyecek ilk kesin bilgiye varmaktı. her bilgiden şüphe eden rendekar, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin var olduğu sonucunu çıkarıyordu.

aradıkları şey hem her yerde, hem de hiçbir yerdeydi. kim bilir, belki de içinde ilerledikleri karanlık sis, bu çekimin kendisiydi.

bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve safadan, lezzet ve şehvetten bir alem kurup, keder ve ıstırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. oysa uzun ihsan efendi, dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünya'nın şahidi olmaktı.

sizler, hepiniz, içinde yaşadığınız dünya, konstantiniye, her şey, sadece ve sadece benim düşüncemde varsınız, dedi. rendekar yanılıyor: düşünüyorum; ama sadece ben var değilim. düşündüğüm için asıl sizler varsınız; sizler ve içinde yaşadığınız dünya.

hata yaptığı anda servetini; hatta canını kaybedebilecek olmayan insanların fikrine güvenilmez. çünkü malı, canı, sevdikleri tehlikede olmayan biri doğru düşünemez. bilgi tehlike ile ölçülür.

boşluğu, sürtünmeyi engelleyip sonsuz hıza erişmek için aradığını söyleyen büyük efendi, sonsuz hızı da karşı hareketin ön şartı olarak açıklamıştı. karşı hareket ise, daha da anlaşılmaz olan bir şeyi, geçmişe dönmeyi mümkün kılıyordu.

düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.

üzerindeki cübbe nasıl ki yünden meydana geliyorsa, müzik de aynı şekilde sessizlikten meydana gelir. işte, içinde yaşadığın dünya da, bu şekilde hiçlikten yaratıldı.ama hiçliğin öteki adı olan boşluğun bir parçası artmıştı. bu parça ikiye bölündü ve birisi, boş bir levha olarak sana verildi. senin gördüğün karanlık işte bu levhadır. boş olduğu için onbda elbette ki ışık yok, böylece sen levhada karanlığı görüyorsun. ama dünyanın yaratıldığı boşluğun bir parçası olan bu karanlıktan sen, düşler yaratıyorsun.

sana karşı hissettiklerimi anlatmama imkan yok. bir duygu, anlaşılmıyorsa, duygu değildir zaten.

düşünüyorum, o halde ben varım. düşünen bir adamı düşünüyorum ve onun, kendisinin düşündüğünü bildiğini düşlüyorum. bu adamı düşünüyor olmasından varolduğu sonucunu çıkarıyor. ve ben, onun çıkarımının doğru olduğunu biliyorum. çünkü o, benim düşüm. varolduğunu böylece haklı olarak ileri süren bu adamın beni düşlediğini düşünüyorum. öyleyse, gerçek olan biri beni düşlüyor. o gerçek, ben ise bir düş oluyorum.

senin için gerçek bir baba olmayı, saçlarını okşamayı, seni öpmeyi çok isterdim. ama düşlere dokunmak mümkün olabilir mi? sana bu yüzden hem çok yakın, hem de çok uzağım. veda etmek benim için son derece zor. o yüzden, her ne kadar uzakta olsam da seni, o eski yakışıklı yüzünle, aglaya'yla birlikte hep düşlemek istiyorum. hoşçakal oğlum. hoşçakal sevgili, biricik düşüm.