19.07.2009

kasabanın en güzel kızı

charles bukowski

her kadın siktirici bir makinedir. ihale en yüksek teklifi verene gider. aşk diye bir şey yoktur. noel gibi bir seraptır aşk da.

kibar olmayacaksın hayatta.

amerika'nın neredeyse herhangi bir kaldırımında on dakikalık bir yürüyüşe çıktığınızda yüz sikiş makinesi geçiyordu yanınızdan. tek fark, onların insan numarasına yatmalarıydı.

ilk yanıklar fena acır.

ruh diye bir şey yok. düzmece. kahraman yok. kazanan yok. yutturmacadan başka bir şey değil. azizler yok. dâhiler yok. oyunun devamını sağlamak için uydurulmuş bir masal. her insan hayata tutunmaya çalışır ve talihli olmayı umar. gerisi hikâye.

küçük adam düzülmeye mahkumdur.

amerika ile rusya onu ortada tutmaya karar verdikleri için mevcudiyetini sürdürebiliyor. ama gerçekten oyun masasına oturduklarını düşün. castro ne yapabilir ki? elindeki fişlerle pespaye bir mısır genelevine bile giremez.

tanrım, insan hayatta kalabilmek için nelere katlanmak zorunda kalıyor. insan yeterince yaşlanmış ve kapana kısılmışsa, yeterince aç ve yılgınsa -çük emer, meme emer, bok yer hayatta kalabilmek için ya da intihar eder. insan ırkı en aşağılık ırktır.

her erkek karısını düzmekten sıkılır.

çirkin erkeklere müşfik davranır, yakışıklı erkeklerden iğrenirdi. "hayat yok onlarda" derdi. "mükemmel kulaklarından ve burunlarından başka bir bok düşünemezler. yüzeyseldirler. içleri yoktur." deliliğe yakın bir mizacı vardı; mizacına delilik diyenler de.

başarılı olduğunda dünyanın en güzel kentiydi los angeles. olamadığında da ondan kötü tek bir kent vardı: new york.

nedir ki evlilik? onaylanmış bir sikiş. onaylanmış sikişler ama hiç şaşmaz, sonunda sıkıcı olur, işe dönüşür. ama dünyanın istediği buydu: kapana kısılmış, yapması gereken bir işi olan zavallılar. erkeğin hiç şansı yoktu. büyütülecek bir şey değildi sikiş. her kadın biraz farklı sikişiyordu, erkeğin düştüğü tuzak da buydu.

wallace stevens: sanayi yolu ile başarıya ulaşmak köylü idealidir.

bu dünyanın mirasçıları alçak gönüllülerdir.

her insanın hayatında kaçmakla direnmek arasında bir seçim yapmaya zorlandığı anlar vardır.

iğrenç insanlardır gazeteciler. tuvaletlerden kadınların aybaşı bezlerini toplayan kapıcılarda daha çok ruh vardır, doğal olarak.

yirmi beş yaşında herkes dâhi olabilir; ama elli yaşında beceri ister.

canlı bir kadına âşık olmak sadece ahmaklara mahsustur.

her şeyden korkuyorum: insanlardan, binalardan, şeylerden, her şeyden. en çok insanlardan.

önemlidir tarz. gerçeği haykıran çok insan var; ama tarzın yoksa unut gitsin.

sadece bu önemlidir, o canım düşün yitirilişi ve onu yitirmişseniz gerisinin önemi yoktur; generallerin ve para babalarının oynadığı oyunlardır gerisi.

demokrasi ile diktatörlük arasındaki fark şudur: demokraside önce oy kullanıp sonra emir alırsın, diktatörlükte seçimle filan zaman kaybedilmez.

bu konular ölümü de içeriyorsa, kanımca, insanın kendi ölümünden sorumlu olması, ölümün özgürlük, demokrasi, insanlık, milliyetçilik ve/veya diğer palavraların bir sonucu olarak gelmesinden çok daha az rahatsız edicidir.

tek bir fırsat yetebilir insana hayatta, ondan sonra beyefendi olursun.

insanın odasında içmesi çok daha iyidir elbette; ama yılların deneyimiyle dört duvar arasında bir başına oturmanın da bir sınırı olduğunu, bir yerden sonra dört duvarın seni öldürmekle kalmayıp seni öldürmelerine de yardımcı olacağını öğrenmiştim. düşmana kolay zaferler sunmanın âlemi yoktu. yalnızlıkla kalabalık arasındaki hassas dengeyi kurmak -işin sırrı buradaydı, akıl hastanesine düşmemenin sırrı.