10.07.2009

yeraltından notlar

dostoyevski

bilincin her türlüsü hastalıktır.

insanın bütün işi gücü, sanırım vida değil insan olduğunu her an kendi kendisine kanıtlamaktır.

bir gece kötü bir meyhanenin önünden geçerken, aydınlık pencereden içerdeki bilardo masası çevresinde adamların istekalarla dövüştüklerini gördüm. sonra birini pencereden dışarı attılar. başka bir zaman olsa belki yaptığımdan iğrenirdim; fakat o andaki ruhsal durumumun etkisiyle dışarı atılan adamı kıskanmaya başladım. hatta daha da ileri giderek, "belki ben de birisiyle kavga ederim, beni de dışarı atarlar" düşüncesiyle meyhaneye girerek bilardo odasına daldım.

insanlar dizgelere, birtakım soyut kavramlara öylesine düşkündürler ki, salt mantıklarını haklı çıkarmak için gerçekleri bile bile değiştirmeye, gözlerini kapayıp kulaklarını tıkamaya razıdırlar.

insanoğlu -her zaman, her yerde, kim olursa olsun- mantığının ve çıkarlarının buyurduğu gibi değil de, gönlünün çektiği gibi davranmıştır; çıkarlarımızla çatışan şeyler de istenebilir; hatta bazen bütünüyle böyle olmalıdır.

insanoğlu aptal değilse bile korkunç derecede nankördür. evet, eşi bulunmaz bir nankör! bana kalırsa insanın en iyi tanımlanması şöyle olmalı: iki ayaklı nankör bir yaratık. hepsi bu kadarla kalsa gene iyi. çünkü böylece en büyük kusuru unutulmuş olurdu. insanın en büyük kusuru, nuh tufanından başlayıp schlezwig-holstein dönemine değin süren, alnının kara yazgısı olan erdemsizliğidir. erdemsizlik ve buna bağlı olarak ölçüsüzlük. ölçüsüzlüğün erdemsizlikten ileri geldiği çoktandır bilinen bir gerçektir.

kendini bilen, akıllı uslu bir adam, kendine karşı son derece titiz değilse ve kendisini nefret edercesine küçümsemiyorsa gururlu da değildir.

acıda hazların en tatlısı saklıdır; hele bir de insan, durumunun umarsızlığını çok iyi anlarsa!

insanoğlunun gözü mutluluğunu görmez de, hep üzüntüleri üzerinde durur. oysa mutluluktan da yeterince payımızı aldığımızı görmek için bir an doğru düşünmek yeter.

içlerinden geldiği gibi davranan insanlar, işadamları, dar kafalı oldukları için, kafaları çalışmadığı için iş becerirler. bu insanlar dar görüşlü olmalarından ötürü, önlerine çıkan ilk sebepleri ikinci dereceden de olsa ana sebep sanırlar. davranışlarına sağlam bir dayanak bulduklarına herkesten çabuk ve kolay inandıklarından da içleri rahattır. en önemlisi de bu değil mi zaten? herhangi bir işe girişmeden önce, bütün kuşkulardan arınarak huzur içinde olmalıdır insan.

aşk her şeydir. aşk bir kızın, değeri elmaslarla ölçülemeyecek servetidir.

kleopatra, odalıklarının memelerine altın iğneler batırmayı sever, onların çığlıklarından, kıvranmalarından zevk alırmış.

hepinizin canı cehenneme! ben huzur istiyorum, huzur! bunu elde etmek için bütün dünyayı beş paraya değişirim. bana "güzel bir çay mı içmek istersin yoksa dünyanın batmasını mı?" diye sorsalar, hemen "çay içmek!" diye bağırırım.

bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. "soyut insan" diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. biz ölü doğmuş kişileriz; zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. nerdeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.