4.12.2015

düş kurma cesareti

henry miller

insanoğlu ne kadar üstünleşse de, tümüyle, acı ve eksikliklerle dolu bir dış dünyaya teslim olmaktan kaçınamaz. kişiliğimizin ne denli bilincinde olursak, çevremize yenik düşme olasılığımız da o kadar artar. gerçekle yüzleşmek için ölüm gerekli değil. gerçek, bizim elimizin altında, her yerde, her algıladığımız şeyde vardır. toplum daha ciddi tehlikelerle karşı karşıya kaldığında, hapishanelerin ve akıl hastanelerinin boşaltıldığı, düşman yaklaşırken, siyasi sürgünlerin bile yurdu korumaya çağrıldığı görülür. ancak böyle durumlar, kalın kafamıza hepimizin aynı et ve kemikten olduğunu sokacak niteliktedir. insanın kendi yaşamı tehlike ile karşı karşıya kalmadan, yaşamanın ne demek olduğunu anlayamaz, ruhsal sorunları olanlar bile ancak böyle anlarda kendilerini kurtarırlar. tüm yaşantısı boyunca kavruk benliğini yaşayan insanlar için en büyük mutluluk, kendinden daha önemli şeylerin varlığını anlamaktır. çünkü o, benliğini yakan ateşi kendi elleriyle körüklemiş, can suyunu kendi elleriyle sağmıştır. kendini içindeki şeytanlar için kolay yutulur bir lokma durumuna getiren yine odur. işte, yeryüzü denen gezegen üstünde yaşam, bu kadar. nevroz; herkesin ortak özelliği, yeryüzündeki her dişi ve her erkek için bu böyle. onları sağlığa kavuşturacak kişi ise hepsinden beter. deva bulmak için mezarlarımızdan kalkmamızın gerekliliği ortada. kimse bir başkası için bu işi beceremez; ama beraberce çözülen özel bir sorun olarak görülebilir bu. bencilliklerimizle ölmeli, çevresiyle ilişkili bireyler olarak yeniden doğmalıyız.

gerçekten büyük olanların hiçbiri, bildiği konuda ne büro açar, ne konferans verir, ne de kitap yazar. bilmek, susmayı da beraberinde getirir ve gerçeği anlatmak için en etkili propaganda, kişinin kendini örnek olarak ortaya koymasıdır. böyleleri, kendine inanacak ve fikirlerini yayacak insanları kolaylıkla bulur. "büyük" olanlar en gerçek anlamıyla sıradandır, ilgisizdir. sizden inanmanızı istemez; fakat bu sonucu, davranışlarıyla elde ederler; uyarıcı ve uyandırıcıdırlar. miskin hayatınızı nasıl kullandığınız onları hiç mi hiç ilgilendirmez. çünkü bunun kendi uğraşınız olduğunu bilir görünürler. kısacası, yeryüzündeki görevleri, yalnız ve yalnız teşvik etmektir. bir insandan daha ne beklenir ki?

gelişmede acı ve uğraşı bulunur, başarıda neşe ve coşkunluk, tatminde ise huzur ve sağlamlık vardır. dünyevi olan ve olmayan varoluş düzlük ve küreleri arasında, merdivenler ve kafesler vardır.  yükselen, şarkı söyler. sarhoş olmuş ve beliren görüntüler tarafından yüceltilmiştir. emin adımlarla iner aşağıya; ayağı kaysa ya da tutunamasa, aşağıda onu nelerin beklediğini düşünmez de, ileride neler bulunduğunu merak eder. her şey ileridedir. yol sonsuzdur ve ilerledikçe de genişler. bataklıklar, pislikler, yosunlar ve çukurlar, tuzak ve kapanlar.. bunların hepsi kafada. ilerlemeyi bıraktığınız anda sizi yutmaya hazır bir şekilde pusuda beklerler. manevi dünya tamamen keşfedilmemiştir henüz. geçmişin dünyasıdır, hiçbir zaman geleceğin değil. geçmişe dayanarak ilerlemek, mahkumların ayaklarına bağlanan küreyi sürüklemelerine benzer. mahkum, suç işlemiş olan değildir, suça bağlanıp tekrar tekrar onu yaşayan kişidir. yaşama her yönüyle katılmadığımızdan, hepimiz suçluyuz; ama eylemlerimizde bağımsızız. yapmayı başaramadıklarımızı düşünmekten cayabilir ve gücümüz içindekileri yapabiliriz. içimizdeki güçlerin ne olduğunu sanırım gerçekten kimse düşlemeye cesaret edememiştir.

düşlemenin her şey demek olduğunu onayladığımız gün, bunların sonsuz olduğunu anlayacağız. düşleme, karşı koyuşun sesidir. tanrı'da tanrısal bir şey varsa eğer, o da budur. her şeyi düşlemeye cesaret etmesi!