21.09.2009

ta'm-ı gilas

abbas kiarostami

bazı şeyleri yapmak, söylemekten daha kolaydır.

bütün güzel şeyleri bize toprak verir. bütün güzel şeyler toprağa geri döner.

eğer mevsimlere bakarsanız her mevsim meyve getirir. yazın meyve vardır, sonbaharda da. kış farklı meyveler getirir, ilkbahar da. hiçbir anne çocukları için bu kadar çok çeşit meyveyle buzdolabını dolduramaz.

kendimi bu hayattan kurtarmaya karar verdim. ne için mi? bu anlamanıza yardım etmeyecektir ve bunun hakkında sizinle konuşamam; anlayamazsınız. anlamayacağınız için değil; çünkü benim hissettiklerimi hissedemezsiniz. duygularımı anlayıp paylaşabilirsiniz, bana merhamet gösterebilirsiniz; ama acımı hissedebilir misiniz? hayır. acı çekersiniz ve ben de çekerim. sizi anlarım. acımı anlayabilirsiniz; ama onu hissedemezsiniz.

insanın devam edemeyeceği bir an gelir.

birisine yardım etmek istediğiniz zaman bunu uygun biçimde yapmalısınız, bütün kalbinizle. bu daha iyidir. daha adil ve daha makul.

intiharın en büyük günahlardan birisi olduğunu biliyorum. fakat mutsuz olmak da büyük bir günah. mutsuzken başka insanları incitirsiniz. bu da bir günah değil mi? başkalarını incittiğinizde bu bir günah değil midir? aileni incitiyorsun, arkadaşlarını, kendini incitiyorsun. bu bir günah değil mi? size yakın olan insanları incitiyorsanız bu da büyük bir günahtır.

yardım, mutlaka karşılığı ödenmesi gereken bir şey değildir.

size başımdan geçen bir olayı anlatacağım: henüz yeni evlenmiştim. belaların her türlüsü bizi buldu. öylesine bıkkındım ki her şeye son vermeye karar verdim. bir sabah şafak sökmeden önce arabama bir ip koydum. kendimi öldürmeyi kafama koydum. yola koyuldum. dut ağaçlarıyla dolu bir bahçeye vardım. orada durdum. hava henüz karanlıktı. ipi bir ağacın dalı üzerine attım; ama tutturamadım. bir iki kere denedim ama kar etmedi. ardından ağaca tırmandım ve ipi sımsıkı düğümledim. sonra elimin altında yumuşak bir şey hissettim: dutlar. lezzetli, tatlı dutlar. birini yedim. taze ve suluydu. ardından bir ikincisini ve üçüncüsünü. birdenbire güneşin dağların zirvesinden doğduğunun farkına vardım. o ne güneşti, ne manzaraydı, ne yeşillikti ama! birdenbire okula giden çocukların seslerini duydum. bana bakmak için durdular. "ağacı sallar mısın?" diye bana sordular. dutlar düştü ve yediler. kendimi mutlu hissettim. ardından alıp eve götürmek için biraz dut topladım. bizim hanım hala uyuyordu. uyandığı zaman dutları güzelce yedi. ve hoşuna gitti. kendimi öldürmek için ayrılmıştım ve dutlarla geri döndüm. bir dut hayatımı kurtarmıştı.

bir türk, doktoru görmeye gider. ve ona der ki: "doktor bey, vücuduma parmağımla dokunduğumda acıyor, başıma dokunsam acıyor, bacaklarıma dokunsam acıyor, karnıma, elime dokunsam acıyor." doktor onu muayene eder ve sonra ona der ki: "vücudun sağlam; ama parmağın kırık!"

hayat dümdüz ilerleyen bir tren gibidir; rayların sonuna geldiğinde son durağa ulaşır. ve ölüm son durakta bekler. elbette, ölüm bir çözümdür; fakat ilk olarak değil. genç yaşta hiç değil.

dünya göründüğü gibi değildir. bakış açınızı değiştirmelisiniz ki dünya değişsin. iyimser olun. her şeye olumlu tarafından bakın.