1.09.2009

network

sidney lumet

boktan bir hayat yaşıyoruz. kendimizce iyi bir sebep bulamadığımızda, tanrı saçmalığına sığınıyoruz. bütün bu anlamsız acıyı, rezilliği, çürümeyi neden yaşadığımızı bilmiyoruz. bu, tanrı saçmalığıdır. insanoğlu kutsal bir canlıdır. kendi hayatını yaratabilir. tanrı'yı kim ne yapsın? eğer içinde yaşadığımız iğrenç dünyaya bakıp insanoğlunun kutsal bir varlık olduğunu söyleyebilen biri varsa inanın o adam burnuna kadar boka batmıştır.

insanlara gerçeği anlatmak kolay bir şey değil; çünkü insanlar gerçeğin ne olduğunu bilmek istemiyor.

işlerin kötü gittiğini söylememe gerek yok, zaten bunu herkes biliyor. bu bir kriz. herkes ya işsiz ya da işini kaybetme korkusu yaşıyor. doların değeri beş kuruş etmiyor. bankalar iflas ediyor. tezgahtarlar masa altında silah taşıyor. serseriler sokaklarda terör estiriyor. tek bir insan bile ne yapacağını bilmiyor ve bu işin sonu yok. soluduğumuz hava berbat, yediğimiz yemekler iğrenç. televizyonun karşısına oturmuş, sanki böyle şeyler olması normalmiş gibi bugün 15 cinayet ve 63 ağır suç işlendiğini söylemesini izliyoruz. işlerin kötü gittiğinin farkındayız. hatta kötüden de beter. herkes çıldırmış. her şeyde, her yerde öyle çılgınlık var ki artık dışarı bile çıkmıyoruz. evimizde oturup yaşadığımız dünyayı giderek küçültüyoruz ve tek söylediğimiz: "en azından odamızda bizi rahat bırakın. bana tost makinemi, televizyonumu ve kumandamı verin, başka bir şey istemiyorum. bizi rahat bırakın!" ama ben sizi rahat bırakmıyorum. sizden öfkelenmenizi istiyorum. ayaklanma çıkarmanızı, kargaşa çıkarmanızı istemiyorum. milletvekillerine yazı göndermeyin. size ne yapacağınızı söyleyemem. bu kriz hakkında ne yapabiliriz bilmiyorum keza ruslar hakkında, sokaklarda işlenen suçlar hakkında. bildiğim tek şey, önce öfkelenmeniz gerektiği. "ben bir insanım lanet olası. hayatımın bir değeri var" demeniz lazım. hemen ayağa kalkmanızı istiyorum. hepinizin sandalyelerinizden ayağa kalkmasını istiyorum. hemen şimdi kalkın, pencereye gidin, camı açın, kafanızı dışarı çıkarıp haykırın: "deliler gibi öfkeliyim ve buna daha fazla katlanamıyorum!" bazı şeyler artık değişmeli. buna daha fazla katlanamıyorum! krizi, enflasyonu, benzin fiyatlarını daha sonra çözeriz ama öncelikle oturduğunuz yerden kalkın, camı açın, kafanızı dışarı çıkarıp haykırın: "deliler gibi öfkeliyim ve buna daha fazla katlanamıyorum!" ama önce öfkelenmelisiniz. demelisiniz ki: "deliler gibi öfkeliyim ve buna daha fazla katlanamıyorum!"

hepiniz ve diğer 62 milyon amerikalı şu anda beni dinliyorsunuz. çünkü %3'ünüzden daha azı kitap okuyor. çünkü %15'inizden daha azı gazete okuyor. bildiğiniz tek şey bu ekranın içinde olanlar. şu anda neslimizdeki tüm bireyler, bu ekranda gösterilmeyen hiçbir şey hakkında fikir sahibi değil. asıl gerçek bu ekran. her şeyin açığa çıktığı yer. bu ekran başkanları, başbakanları, papa'yı rezil de eder vezir de! bu ekran, inancı kalmamış dünyamızın en görkemli ve en muhteşem gücüdür.

beni dinleyin! televizyon gerçek değildir. televizyon lanet olası bir eğlence parkıdır. televizyon bir sirk, bir karnaval, seyahat eden akrobatların, hikayecilerin, dansçıların, şarkıcıların, jonglörlerin, aslan terbiyecilerinin ve futbolcuların olduğu bir dünyadır. bir zaman geçirme aracıdır. eğer gerçeği istiyorsanız kendinizle yüzleşin. çünkü asıl gerçeği bulabileceğiniz tek yer orasıdır. bizden hiçbir gerçeği öğrenemezsiniz millet. biz size duymak istediklerinizi söyleriz. deli gibi yalan sıkarız. bizde kojak her zaman katili yakalar ve archie bunker'ın evinde hiç kimse kansere yakalanmaz. kahramanımızın başı ne kadar belada olursa olsun hiç endişelenmeyin; yalnızca saatinize bakın, film bitince kazanan mutlaka o olacaktır. biz size duymak istediğiniz her boku söyleriz. bunların hepsi aldatmaca millet, hiçbiri gerçek değil. ama siz günlerce, gecelerce orada oturuyorsunuz her yaştan, her renkten, her dinden insanlar. bildiğiniz tek şey biziz. burada gösterdiğimiz tüm saçmalıklara inanıyorsunuz. ekranda gördüklerinizi  gerçek sanıyorsunuz, hayatlarınız gerçek olmaktan çıkıyor. ekran size ne söylerse onu yapıyorsunuz. ekrandakiler gibi giyiniyorsunuz, ekrandakiler ne yerse onu yiyorsunuz, çocuklarınızı ona göre yetiştiriyorsunuz, ekrandakiler gibi düşünüyorsunuz. bu tamamen delilik, sizi manyaklar. tanrı şahidimdir, asıl gerçek olan sizlersiniz. biz tamamen sahteyiz. hemen bütün televizyonlarınızı kapatın. hepsini kapatın. hemen şimdi kapatın. kapatın ve bir daha açmayın. tam da ben bu konuşmayı yaparken kapatın televizyonunuzu. kapatın onları!

doğanın temel güçlerine burnunuzu soktunuz bay beale. ve ben bunu kabul etmiyorum. anlaşıldı mı? sadece bir iş anlaşmasını engellediğinizi sanıyorsunuz. durum böyle değil. araplar zamanında bu ülkeden milyarlarca dolar aldı ve şimdi o paraları geri koymaları lazım. bu bir med-cezir, yerçekimi kuvveti, bu ekolojik denge. sen dünyayı ülkelerden ve insanlardan ibaret gören yaşlı bir adamsın. ülkeler yok, insanlar yok. ruslar yok. araplar yok. üçüncü dünya ülkeleri yok. batı diye bir şey yok! bütün sistemlerin üzerinde tek bir kutsal sistem var. engin, muazzam örülmüş, etkileşimli, sürekli değişken bir para egemenliği. petrol dolarları, elektro dolar, çoklu dolar. reichsmark, rin, ruble, pound ve şekel. şu an dünyadaki bütün yaşamı belirleyen şey işte bu uluslararası sistemdir. bugün doğadaki düzeni sağlayan şey budur. atomsal varlıkların, atomaltı varlıkların ve galaktik sistemdeki her şeyin temeli budur. ve siz doğanın temel güçlerine burnunuzu soktunuz. ve bunun karşılığını ödeyeceksiniz. anlatabiliyor muyum bay beale? 21 inçlik ekranınızda ayağa kalktınız, amerika ve demokrasi hakkında nutuk çektiniz. amerika diye bir şey yok. demokrasi diye bir şey de yok. sadece ıbm var, ıtt var, at&t var, dupont var, dow var, union carbide var, exxon var. günümüzdeki ülkeler bunlar. ruslar meclislerinde ne konuşuyorlar sanıyorsunuz? karl marx'ı mı? onlar da lineer program tabloları hakkında istatistiksel düşünce teorileri, minimal çözümler ve yatırımlarını en düşük maliyete düşürmek hakkında konuşuyorlar, tıpkı bizim gibi. artık ulusların ve ideolojilerin hüküm sürdüğü bir dünyada yaşamıyoruz bay beale. dünya, şirketlerin birleşmesinden oluşuyor, acımasız iş kanunlarının merhametsizce çıkarılmasından. dünyamız iş dünyasıdır bay beale. insanoğlu çamurdan sürünerek çıktığından beri bu böyle. ve bizim çocuklarımız, bay beale, kıtlık savaşlarının, zulümlü savaşların, gaddarca savaşların olmadığı kusursuz bir dünyada yaşayacaklar. öylesine bir evrensel holding düşünün ki oradaki herkes ortak bir amaç uğruna çalışsın, herkes eşit hisselere sahip olsun, tüm ihtiyaçlar giderilsin, bütün kaygılar yatıştırılsın, bütün sıkıntılar neşeye dönüşsün. ve ben, bu müjdeyi herkese haber vermesi için seni seçtim bay beale. çünkü sen televizyondasın, sersem. pazartesiden cumaya kadar haftanın her günü 60 milyon insan seni izliyor.

neden bütün kadınlar, karşısındaki adamın gururunu kırmak için onun erkekliğine dil uzatması gerektiğini düşünür?

korkak ruhumuzun derinliklerinde demokrasinin günden güne ölmekte olan, hasta, cansız, her geçen gün azalan ve acı sonuna yaklaşan bir kavram olduğunu biliyoruz. amerika'nın süper gücünün tükendiğini kastetmiyorum. amerika, dünyadaki tüm ülkeler arasında en zengin, en güçlü ve en gelişmiş ülke konumundadır. komünistlerin dünyayı ele geçireceklerini de söylemiyorum. komünistler bizden daha kokuşmuş vaziyetteler. biten şey bu güçlü ülkenin, toprağında yaşayan tüm bireylerin özgürlüğünü ve gelişmesini amaçlayan ideolojisidir. tükenen şey, bireylerdir. tek başına, yapayalnız olan insanoğlu tükenmiştir. burada oturan her biriniz bitmiş durumdasınız. çünkü artık, bağımsız bireylerden oluşan ülkelerin sonu gelmiştir. burası artık 200 milyonluk uyuşturulmuş, kokuşmuş, bembeyaz çelik kemerler takan insanlardan oluşan bir toplum ve her birimizin yerine birer piston kolu koyabilirler. eh, peki "insanlığı öldürme" kelimesi artık size ne ifade ediyor? iyi de olsa kötü de olsa, gerçekleşen budur. dünyadaki herkes sadece insana benziyor. insan gibi görünüyorlar fakat değiller. bütün dünya öyle, sadece biz değil. biz sadece dünyanın en gelişmiş ülkesiyiz, her şeyde başı çekeriz. dünyadaki tüm insanlar toplu olarak üretilmeye, programlanmaya ve numaralandırılmaya başlanmıştır.