6.10.2008

milli emlak müdürü

cevdet kudret

süleyman ilk iki denemede işe yarar bir sonuç alamayınca, içinden şöyle bir sendeledi. bu iş için görebileceği iki kişi kalmıştı; bu hesapça, davayı daha şimdiden yüzde elli kaybetmiş sayılırdı; geri kalan yüzde elliyi de kazanacağı şüpheliydi. genç adam, okul müdürünün dediklerini hatırladı; bununla birlikte, "ne olursa olsun, sonuna kadar uğraşacağım, yani hiçbir ümit kalmayıncaya kadar" diye düşündü ve yine dersi olmadığı bir gün, öğleden sonra, milli emlak müdürü'ne gitti.

müdürün kapısı önündeki aralık, bir bekleme salonu haline sokulmuş; ama, gülünç bir bekleme salonu; sağdaki duvarın yanına küçük bir masa konmuş, önünde bir odacı oturuyor; masanın üstünde birkaç kağıt, ucundaki uzunca bir iple masanın köşesindeki çiviye bağlanmış bir kurşun kalem. adam, süleyman'ı görünce önüne bir kağıt çekti, kalemin ucunu tükürükledi, sordu:

"adın?"

"süleyman."

kağıdın üstüne, suyolu oynuyormuş gibi, eğri büğrü, acayip birtakım çizgiler çekti. delikanlı, adının bu hale sokulabileceğini hiç düşünmemişti.

"işin?"

"edebiyat öğretmeni."

bunu yazmak zordu, beş dakika beklemek gerekti.

"niçin görmek istiyorsun?"

"kendisine söyleyeceğim."

"içerde ne kadar kalacaksın?"

"konuşma ne kadar sürerse."

"olmaz."

"niçin?"

"yarım saatten fazla kalınmaz."

"ya konuşma bitmezse?"

"gerisini başka gün gelip konuşursun."

süleyman gülümsemekten kendini alamadı; bu sözümona özel kalem müdürüne kalacağı zamanı söyledi:

"yirmi dakika kalacağım."

adam mırıldanarak yazdı:

"yir..mi..da..ki..ka." sonra, soldaki duvarın önünde yan yana konmuş iki tahta iskemleyi gösterdi:

"otur da haber vereyim." gitti, az sonra haber getirdi: "buyur!"

süleyman girdi. ta dipte, üstü yeşil çuhalı harap bir masanın gerisinde, ufak tefek, karakuru bir adam. kollarını açmış, oturduğu koltuğun iki yanına koymuş; fakat koltuk büyük olduğu için kolları iki yana fazla ayrılmış. o ne poz, o ne kuruluş. koltuğu doldurmaya çalışıyor. yüzü ciddi mi ciddi. ağır ağır konuşuyor:

"buyurun, oturun. görüşmek istediğiniz konuyu bildirmemişsiniz."

"doğrudan doğruya zatıalinize anlatmak istiyorum."

"eğer özel bir iş içinse hiç söylemeyin. özel işleri dışarda konuşuyorum. dairede yalnız resmi işlere bakıyorum."

"liseye ait bir iş için gelmiştim."

"öyleyse dinleyebilirim. buyurun."

süleyman anlatmaya başladı. o konuşurken adam, bitişik odaya açılan sol yanındaki geniş ara penceresinden öbür tarafı seyrediyordu. kulağı süleyman'da, gözü öbür odadaki memurlarda. süleyman anlatıyor:

".. civardaki kasaba ve şehirlerden lisede okumak için gelen bu çocuklar.."

bu sırada odacı kapıyı vurup girdi:

"memur hakkı bey. bir şey sormak istiyormuş. 5 dakika."

hakkı bey girdi:

"efendim" dedi, "belediye adam göndermiş, yarın hesapları kapatıyorlarmış, istimlak işleminin bugün akşama kadar ilzadan çıkmasını rica ediyorlar. şirketin işini yarına bırakıp bugün onu tamamlayayım mı?"

"olmaz!"

hakkı bey çıkarken odacı girdi:

"tosun ağa. emlak sahibi. kağıt imzalatmak istiyor. 3 dakika."

müdür, masanın başında yeniden poz aldı, kollarını koltuğun iki yanına koydu, söylendi:

"gelsin."

tosun ağa kağıdı uzattı.

"bu ne?"

"işlem görmesi için havale edilecek."

"olmaz! yarın gel!"

tosun ağa çıkarken müdür yandaki camı vurup seslendi:

"kemal bey! niçin boş duruyorsunuz? nedir o önünüzdeki kitap? roman mı okuyorsunuz?"

"talimatname okuyorum efendim."

"ha, peki, oku."

kapıdaki odacı yine göründü:

"katip halit bey. 2 dakika."

katip halit bey sarı benizli, perişan kılıklı bir adam. ellerini önünde kavuşturup korka korka rica ediyor:

"çok başım ağrıyor. dayanamayacağım. izin verirseniz gitmek istiyorum."

müdür, adamın kafasını delip içindekini gözden geçiriyormuş gibi yüzüne dikkatli dikkatli baktı, sonra bir tek sözcük söyledi:

"olmaz!"

katip halit bey süklüm püklüm çıktı. milli emlak müdürü, süleyman'a döndü:

"beyim" dedi, "bilmezsiniz burada neler çekerim. her gün türlü insanla karşılaşırım. hepsi önceden bir plan hazırlamıştır, gelir yutturmaya çalışır. bakarım yüzüne, 'bana nasıl bir oyun oynayacak acaba?' diye düşünürüm. ben onlar gibi hazırlıklı olmadığım için her zaman aldanabilirim. iyisi mi, aklımın kesmediği şeye 'olmaz!' der çıkarım işin içinden. çok dikkat etmem gerek. hiç kimseye güvenmeye gelmez. eskiden böyle değildim, insanlara güvenirdim. fakat 7 yıl önce bir veznedar kasayı soyup kaçtı, az kalsın benim başımı da belaya sokuyordu; ondan sonra gözümü açtım. (pencereden öbür tarafı gösterdi) bakın, kasa tam karşımda. veznedar ne alıp ne koysa hemen görürüm."

içerden veznedarın sesi geldi:

"müdür bey, rıfat bey'in yatırdığı teminatı geri verelim mi?"

"ne kadar?"

"2.700 lira."

(biraz düşündükten sonra) "olmaz! yarın ver." (yine süleyman'a dönerek):

"siz öğretmenler ne rahatsınız. eliniz hiç yabancı paraya değmez. ne verirlerse onu yersiniz. sadece derse girer, dersten çıkarsınız. günah işlemenize olanak yoktur. oysa bir veznedar öyle midir? eline bir kasa dolusu para teslim edilmiştir. bu para kendisinin değildir; değildir ama, biraz ihtiyacı oldu mu onu dürtmeye başlar. zavallı adam elini uzatmamak için kendi kendisiyle ne savaşlar yapar. namuslu olmak çok zor şey. öbür memurlar da öyle. bir işi bir gün ileriye almakla iş sahibine kimbilir neler kazandırırlar. işi erken çıkarmak isteyen memurun rüşvet almadığını nerden bileceğim? iyisi mi her işi birkaç gün geri bıraktırırım."

konuşurken ikide bir başını çevirip yandaki odaya bakmaktan geri kalmıyordu. bu sırada ara penceresindeki küçük kanadı açıp birdenbire bağırdı:

"hilmi bey! ne yapıyorsunuz?"

veznedar sükunetle cevap verdi:

"kasayı açıyorum."

"neden?"

"pul paralarını koyacağım."

"haa. peki! koymak olur, almak olmaz. ne kadar?"

"96 lira 20 kuruş."

"peki."

önündeki bir deftere bunu yazdı, daha üstteki rakamlarla topladı, kasadaki son durumu saptadı. sonra başını kaldırdı. süleyman'a:

"gelelim sizin işinize" dedi. "civar kasaba ve şehirlerden liseye okumak için gelen çocukları anlatıyordunuz."

süleyman bunların acıklı durumunu tasvir etti, sonra, milli emlak arasında öğrenci yurdu olmaya elverişli bir yapı varsa onun liseye verilmesini rica etti. milli emlak müdürü, gözleri delikanlının yüzünde, uzun uzun düşündü, sonra cevap verdi:

"olmaz!"