4.10.2008

typee

herman melville

bilinç cennette var olamaz ve bilincin olduğu yer de cennet olarak kalamaz; bilinç ya cennetten kovulmak ya da kaçmak zorundadır.

okyanusun ortasında henüz keşfedilmemiş bir adada yaşayıp beyaz adamla hiç ilişkiye girmemiş olanlara ne mutlu!

eğer medeniyet, sonuçlarından bir kısmına bakılarak değerlendirilecek olsaydı, dünyanın barbar diye nitelenen kısmının olduğu gibi kalması belki daha hayırlı olurdu.

zorluklarla karşılaştığında bir insanın tam yol geri çekilmek, çoktan kat edilmiş yolu düzenli bir şekilde gerisin geriye çevirmek kadar hor göreceği başka bir şey yoktur; hele de macerayı seven biriyse, denenmemiş zorluklardan elde edilecek bir umut kırıntısı bulunduğu sürece, geri çekilmek tarifi imkansız derecede iğrenç görünür.

ateş yakma işi, vahşinin bulunduğu uç nokta ile medeni hayat arasındaki uçurumun ne kadar çarpıcı bir örneğidir! typeeli bir beyefendi, basit bir ateş yakma işine harcadığından çok daha az çaba ve sıkıntı ile bir sürü çocuk yetiştirip hepsine çok saygın bir yamyam eğitimi sağlayabilirken, kibrit sayesinde aynı işi saniyede halleden yoksul bir avrupalı zanaatkar, polinezyalı çocukların babalarına zahmet vermeden etraftaki her ağacın dallarından kopardıkları yiyeceği, açlıktan kıvranan çocuklarına sağlayabilmek için akla karayı seçer.

kulağa garip gelecek olsa da, genç ve güzel bir kadını sigara içmek kadar çekici kılan bir şey daha yoktur.

ilkel bir toplum düzeninde, sayısı az ve basit olmasına rağmen hayatın zevkleri her an'a, her şeye yayılmıştır ve bozulmamış, saf bir haldedir. fakat medeniyet, sağladığı her avantaja karşılık olarak yüzlerce kötülüğü ilerisi için elinin altında bulundurur. insanlığın sefaletinin kabaran faturasının kalemlerini oluşturan düşmanlık, kıskançlık, çekemezlik, aile içi çekişmeler, kibar ve kültürlü hayatın kendi başına sardığı binlerce huzursuzluk, bu sade insanlar tarafından bilinmez.

açlık en iyi sostur.

her tür ölüm saçan aletin icadında gösterdiğimiz şeytani beceri, savaşırken gösterdiğimiz kin duygusu ve bunların peşinden gelen sefalet ve yıkım bile, kendi başlarına medeni beyaz adamı yeryüzündeki en yırtıcı hayvan yapmaya yeter.

biz, din adamlarının yanlış davranışlarını teşhir eden her şeyi, kötü niyetin ya da dine karşı duyguların bir ürünü olarak kabul etmeye yatkınız.

kibar ve entelektüel ölümlülerden oluşan hangi toplum, mantar tabancası patlatmaktan azıcık olsun zevk alır? böyle bir şeyin mümkün olacağını varsaymak bile o insanları öfkelendirmeye yetecekken, typee'nin tüm nüfusu 10 gün boyunca, hem de keyiften çığlıklar atarak, bu çocukça eğlenceyle kendilerini oyalamaktan başka bir şey yapmamışlardı.

bu insanların, herhangi bir şeyle meşgulken, yaptıkları işi müthiş abartmak gibi bir özellikleri vardır. bir iş yaptıkları o kadar nadirdir ki, çalıştıkları zaman bu kadar övgüye değer bir çabanın, etraftakilerin gözünden kaçmadığından emin olmak ister gibidirler. örneğin, iki sağlam adamın kaldırabileceği bir kayayı az öteye taşımaları gerekse, bir sürü kişi kayanın çevresinde toplanır ve epeyce bir boş laftan sonra, her biri bir tarafından tutmaya çalışarak kayayı kaldırırlar ve sanki büyük bir iş yapıyorlarmış gibi oflaya puflaya, bağıra çağıra taşırlar. onları böyle durumlarda gören birinin aklına, etrafına toplandıkları ölü bir sineğin bacağını bir deliğe sürükleyen, bir sürü siyah karınca gelir.

aşırı tembelliklerinden midir, yoksa fazla akıllı olduklarından mıdır, dinsel inancın soyut yönlerini kendilerine pek dert etmezler. ben aralarındayken, inançlarının ilkelerini kurcalayarak açıklığa kavuşturmak için meclisler ya da kurullar topladıkları hiç olmadı. görüldüğü kadarıyla sınırsız bir vicdan hürriyeti hakimdi. isteyenlerin, kocaman burunlu, şişko kollarını göğsünün üzerinde birleştirmiş çirkin bir tanrıya, sarsılmaz inançlarını istedikleri gibi göstermelerine izin verilirken, bazıları da benzerini ne yerde ne de gökte görebileceğiniz, put bile denilemeyecek bir surete tapıyorlardı.

mehevi, reislerin reisi, kabilesinin başı, vadinin hükümdarıydı. vadiye gelişimin üstünden birkaç hafta geçmiş olmasına ve mehevi ile neredeyse her gün görüşmeme rağmen, festival gününe kadar onun hükümdarlığından habersiz olmam, bu insanların toplumsal geleneklerinin sadeliğinin en mükemmel kanıtıydı.

evlilikte, her iki tarafta da, sadakatsizlik çok nadirdir. hiçbir adamın birden fazla karısı, hiçbir olgun kadının ikiden az kocası yoktur. evlilik bağı, artık her ne ise, çözülmez gibi görünmemektedir; zira, zaman zaman ayrılıklar görülür. ama ayrılık mutsuzluğa neden olmaz; ayrılıklardan önce didişme olmamasının tek nedeni de, kötü muamele gören kadın ya da kılıbık kocanın, boşanmak için mahkemeye başvurmak zorunda kalmamasıdır. ayrılmayı engelleyecek bir şey olmadığından, evlilik boyunduruğu rahat ve hafiftir ve typeeli bir kadın kocalarıyla gayet iyi ve dostane ilişkiler sürdürür.

cennet bahçesindeki ilk günahın cezası, typee vadisi'ni pek hafif vurur; zira, bir tek ateş yakma istisna olmak üzere, vadide insanın alnını terleten bir iş yapıldığını görmedim diyebilirim. hele de geçim derdine kendini paralamak diye bir şey bilinmez. tabiat ekmek ağacı meyvesini ve muzu yeşertmiştir ve kendince uygun gördüğü vakit bunları olgunlaştırdığında, aylak vahşi elini uzatıp karnını doyurur.

aç biçareler doğal kaynaklarından bir şekilde koparıldıktan sonra, velinimetleri tarafından kendilerine, çalışıp yiyeceklerini alınlarının teriyle kazanmaları söylenir. ama babadan kalma zenginliğe konan soylu bir beye bile çalışmak, cennetin nimetlerinden bu şekilde mahrum edildiğinde, rahata alışkın yerliye geldiği kadar zor gelmez. tembel bir hayata alışmış olduğundan, istese bile çalışamaz ve yokluk, hastalık, kötü alışkanlıklar, yabancı kökenli her türlü kötülük çok geçmeden sefil hayatına son verir.

typeelerin arasında yaşadığım süre içinde, hiç kimse kamuya karşı bir suçla yargılanmamıştı. gördüğüm kadarıyla, mahkeme ya da yargı yoktu. serserileri ve derbederleri toplamak için zabıta bulunmuyordu. sözün kısası, medeni kanunların aydınlık gayesi olan toplumun saadeti ve güvenliğini sağlamayı amaçlayan kanuni önlem türünden hiçbir şey bilinmiyordu. ama yine de vadide her şey, hristiyan dünyasının en seçme, kibar ve dindar fanilerinin yaşadığı toplumlarda benzeri bulunmayan bir uyum ve sükunet içinde yürümektedir.

bu insanlar en karanlık gecelerde, tüm dünyevi servetleri ortalıkta, kapıları hiçbir zaman kapanmayan evlerinde emniyet içinde uyurlardı. hırsızlık ya da cinayet gibi tedirgin edici düşünceler akıllarının köşesinden bile geçemezdi. her adalı kendi palmiyeden damının altında dinlenir ya da kendi ekmek ağacının altında oturur, kimse onu tedirgin ya da rahatsız etmezdi. vadide bir tek kilit ya da o işi görecek bir şey olmamasına rağmen, yine de mülkiyet ortak değildi. öylesine özenle işlenmiş ve güzelce cilalanmış şu uzun mızrak wormoonoo'nundur. ihtiyar marheyo'nun gözü gibi baktığı mızrağından çok daha güzeldir ve sahibinin en değerli eşyasıdır. buna rağmen, wormoonoo'nun mızrağını korulukta bir ağaca dayanmış olarak görmüşümdür ve arandığı zaman da orada bulunmuştur. işte, üzeri olduğu gibi ustaca yapılmış şekillerle bezenmiş şu balina dişi karluna'nın malıdır ve küçükhanımın süsleri içinde en kıymetlisidir. onun gözünde dişin değeri yakutunkinden fazladır. fakat ağaç kabuğundan örülmüş ipinin ucunda dişten süs, kızın vadinin öbür tarafındaki evinde asılı durur; kapı ardına kadar açıktır ve ev sakinlerinin hepsi dereye yıkanmaya gitmiştir.

insanlığın bütün erdemleri medeniyetin tekelinde değildir; hatta bu erdemlerden medeniyetin payına çokça düşmemiştir bile. bu erdemler, birçok barbar millet arasında daha bol bulunup daha güçlü şekilde gelişirler.

typee vadisi'nde ara sıra görülen ve sokmasa da bezdiren küçük bir sinek türü, ne yazık ki sivrisinekleri aratmaz. kuşların ve kertenkelelerin uysallığı, bu sineğin gözükara cüreti yanında hiç kalır. kirpiklerinizden birine konar ve eğer rahatsız etmezseniz oraya tüner ya da saçınızın içinde veya burun deliğinizin içinde o kadar yol alır ki, beyninizi keşfetmeyi aklına koyduğunu düşünürsünüz neredeyse. bir keresinde, bunlardan bir kısmı tepemde dolaşırken esnemek gafletinde bulunmuştum. ikinci kez esnemedim. beş altı tanesi açık odaya daldılar ve tavanda gezinmeye başladılar; korkunç bir histi. ister istemez ağzımı kapattım; zavallı yaratıklar karanlığa gömülünce şaşkınlıkla damağımda tökezleyerek, aşağıdaki uçuruma yuvarlanmış olmalıydılar. her ne olduysa, bunun ardından bu yolunu kaybetmişlere çıkış yolu sağlamak için şefkatli bir şekilde ağzımı en az beş dakika açık tuttuysam da, hiçbiri bu fırsattan yararlanmadı.