5.10.2008

the godfather

douglas kellner / michael ryan

the godfather filmleri, radikal bir yoruma olanak vermelerinin yanı sıra, kültürel modernleşmeye karşı gelişen muhafazakar tepkiye ve amerikan ekonomik yaşamını günden güne etkisi altına alan korporatif tahakküme dair içgörüler de sunar. ekonomik tema ile antifeminist tema arasında sıkı bir koşutluk vardır. ilk filmdeki ekonomik uyum, kadınların, asli ekonomik vekiller olan erkeklerin bakımını üstlendikleri ikincil konumlara mevzilendirilmeleri ile ayrılmaz biçimde ilişkilidir. gerçekten de bu iki dünya birbirinden itinayla ayrılmıştır. işler, kadınların giremediği karanlık iç odalarda halledilir. bu sahnelerde kamera işleyişi organiktir, birlik ve uyumu telkin eder, ışık genellikle loş ama sıcaktır. bu karanlık odalar ana rahmine benzer. ikinci filmde köklerini terk edip giderek daha gayrı şahsi ve şirketleşmiş bir hal alması onu çöküşe götürecektir.

the godfather, genç bir kadına şiddet uygulanışını göstererek başlar ve bir kadının erkeklere ait imtiyazlı alandan sürülüp atılarak kendisine uygun bir rolde -erkeklere ilgi ve hizmet sunmak- konumlanmasıyla sonlanır. bu iki uğrak derinden ilişkilidir; çünkü kadınları ev içi dünyasına teslim olmak zorunda bırakan şey, erkek şiddetinin kamusal dünyada oluşturduğu tehdittir. himaye elde etmenin bedeli ise ikincil konumlara itilmektir. kadının erkeğe hizmet sunma rolünün kabulü cinsiyet rollerindeki ayrışmayı meşrulaştırarak ve yeniden üretimine katkıda bulunarak, erkeğin, kamusal dünyada hem diğer erkeklere hem de kadınlara karşı şiddet uygulama hakkını verili görmesine neden olur. filmin başıyla sonunun birbirine bağlanmasıyla bir kültürel yeniden üretim döngüsü oluşur.

the godfather'da erkeklerin metaforik olarak yüceltilmelerinin gerçek nedeni kadınlara ve kadın yerine konulmaya (pasif, şiddet dışı, bağımlı vb.) duyulan korkudur. bu korku aynı zamanda, metaforik erkek idealinin, güç sahibi bir kadınla gerçek maddesel bağlantılara ve bağımlılıklara dayanarak kurulduğunu ifşa edebilecek metonimik temsil biçimine duyulan korkuyu da içerir. kadın, her erkeğin ilk özdeşleşmesini yaşadığı ve çocukluk boyunca bağımlı kaldığı kişi -anne- olarak, gerçekte korkunun ürettiği eril patolojinin bir sonucu olarak yansıtılır. kadının dışlanması, eril güçlenme ve bağımsızlığın bir dışavurumu gibi gösterilir. ama kadın erkeğin dünyasından dışlansa bile, erkek üzerinde temelde güç sahibidir. kadının onaylayıcı bakışı olmaksızın, erkeğin kadını dışlayan ve kadının pohpohlayıcı hayranlığını üzerine çeken bu kimliğe, yani eril kimlik denen şeye kavuşması mümkün olmayacaktır. kadının bakışı sadece pohpohlayıcı değildir, anaçtır da. çünkü metaforik kahramanın çerçeve kompozisyonu içindeki gerçek anlamı, küçük bir çocuk-erkektir. kadının varlığı gerçek bir kişi olarak reddedildiğinde bile yüceltilmiş ideal anne olarak ona gereksinme duyulur.