16.10.2008

bir türk casusunun mektupları

şebnem şenyener

tehlike güvenin içinde büyür; insan en fazla kendini güvende hissettiğinde en büyük tehlike ile karşılaşır, en büyük hasara uğrar.

sabırsızlık ve ümitsizlik en büyük günahtır.

şarktan garba, garptan şarka bakmaya kalkışan hükema aslında kendi koyduğu aynaya bakar da aynadaki hayalini başkası sanır.

mektup, ademin kusurunu, bu vesile ile ötekilerden farkını en iyi gösteren en güzel şeydir.

takipte bazen aşikar olanın değil de, aksine uygunsuz kaçan ipucunun peşine düşmek gereklidir. bazen en olmadık yerden en beklenmedik şey çıkar, insan şaşırır kalır; halbuki kolay, aşikar görünen iş tam tersine göründüğü gibi değildir; üstelik vakit kaybına sebep olur da başka bir şeye yaramaz.

okumuşun dediğini tut da gittiği yola gitme sözü meşhurdur. okumuş zümresi ateş sayılır; el ile tutsan yakar, söndürsen tutsan leke bırakır, maşa ile tutmak da olmaz; bunlar cümleyi muhakeme ederler ama onları yalnız allah muhakeme eder.

korku; aklın, fikrin ve iradenin bütün yollarını kapatır.

evlilik bazen iki tarafta da şiddetli mana kaybına sebep olur. tedavisi olmayan bir derttir.

allah kimseye zamansız ölüm vermesin ama zamanı gelince de ölümden kimseyi mahrum etmesin.

dünya işleri öyle karanlık dönemeçler, köşelerle doludur ki bir anlık gaflette ayağı kayan, kendisini en derin çukurun içinde bulur da artık nasıl çıkacağını bulabilene aşk olsun!

hayatın kaynağı kadın harlı ateş gibidir; yakınına yaklaşanları ısıtır, çok yaklaşanı yakıp kül eder. onlarsız hayatın devamı mümkün değildir. insanın iştahını açtıkları gibi, etrafı karartan dumanı da onlar getirir. kadınları tanımadan yaşayan mutsuzluk içinde kalır. ama tehlikeden uzaktır. kadınla başa çıkmanın yolu, itidal ile şımartmadan ilgiyi eksik etmemektir. kadını kolay bulan kolay kaybeder.

aşk ruhun mübarek divaneliğidir, yüce bir deliliktir. aşka düşen adamdan artık bilgelik beklenmediği gibi, bilge kimseler arasında da aşka düşmemiş biri bulunmaz.

o meşhur arap atasözü: "üç şeyle şaka yapılmazmış: biri allah, biri şeytan, biri ölüm." boşuna değil, birincisi belli; o'nunla şaka yapmak şöyle dursun, o kendisi ile şaka yapılmasına zaten müsaade etmez. ikincisi, yani şeytanla şakaya kalkışıp da tanışan adem iflah olmazmış; çünkü şeytan onu tanıyan herkesi ömür boyu zaten alay edilecek duruma sokarmış. üçüncüsü ölüm, onunla şaka yapmak kimin haddine; o eninde sonunda şöyle ya da böyle bütün insanlara şakasını yapacaktır.

her faninin kabuğu aldanmış hayallerinden ibarettir.

yeni zamanın zenginliği eski sultanların saraylarını bile kendi halinde küçük köşkler durumuna düşürür. artık saraylar ve sultanlar eskisi gibi tek tük değil; bu devirde sayısız sultan ve sayısız saray var. bu devirde zenginlik gösterisi sakalına inci dizen deli ibrahim'i dahi zevk sahibi bir fukara durumuna sokar.

her hata gizli kalmış bir emeli belli edermiş.

ruhun vücudun neresinde ikamet ettiği hep aklımı kurcalamıştır. ilk filozoflar ruhun karaciğerde ikamet ettiği görüşündeydiler. sonradan aristoteles, empedokles, demokritos gibileri ruhun yerinin kalp olduğunu iddia ettiler. pisagor, eflatun, galen gibileriyse ruha beyni daha uygun gördüler. iskenderiyeli fizikçi herofil daha ileri gitti ve ruhun, beynin içinde ve hatta beyin kökünün hemen üzerinde bulunan dördüncü karıncıkta ikamet ettiğini ifade etti. descartes ruh ile bedenin birbirinden ayrı iki bütün olduğunu ve bu iki bütünün beyinde birbiriyle temas ettiğini öne sürdü.