nahit sırrı örik
sultan hamid elinde tutmakta devam etmiş olduğu telgrafı bir kere daha, dudaklarında pek acı bir tebessümle okudu. sonra, aynı acı tebessüm dudaklarında kaldığı halde, biraz gerisinde, fakat tahsin paşa'ya nisbetle çok daha yakında duran izzet paşa'ya dert yandı:
"bazen insanın basireti ne kadar bağlanıyor! karısı biraderin azatlılarındandır, diyerek van'a kendisini vali tayin etmeyi mahzurlu gördüm, iradesini vermedim; fakat payitaht yolu üzerinde bulunan serez'de mutasarrıf bıraktım. herif vali yapılmayışının intikamını mükemmel surette alıyor!"
şamlı izzet paşa yutkundu; lakin bir şey söylememeyi tercih etti. zaten de ikinci abdülhamid sözünü bitirmemiş; ancak bir lahza sustuktan sonra konuşmaya devam etmişti:
"biraderin bir cariyesi bir gümrük katibine varınca endişeye düşüyoruz; amma bir adamını istanbul'u tehdit edecek bir mevkide mutasarrıf olarak bırakmışız. telgraf, kati bir eda ile meydan okuyor. yirmi dört saat içinde kanunuesasi iade olunmazsa reşad efendi'ye biat edileceğini, pervasız bildiriyor. böyle nazik bir anda tahta çıkarmayı düşündükleri adamın ne biçare bir mahluk olduğunu bilseler! ben onu serbest bırakmadığım, adeta mahpus gibi yaşattığım için kendisinden korktuğumu sanıyorlar. bu, bir bakıma pek doğru! evet, ben biraderden daima korktum, bu korku ile de kendisini dört duvar içine kapadım; çünkü onu serbest bıraksaydım öyle bir halt edebilir, ortalığı öyle karıştırıp berbat edebilirdi ki, sonra ben de düzeltemezdim. bir şey söylemiyorsun, izzet paşa!"
(fakat söyletmeden devam etti):
"bütün felaket şemsi paşa'nın katli ile başladı. tatar çok kıymetli zamanlar kaybetti. sonra da, sersem gibi, yatağında, sırtında gecelik entarisi ile ele geçti. bu kadar tedbirsizliğe, gaflete akıl sır erdiremiyorum. herkesin beni suizanla itham ettiğini bilirim. fakat hatırıma gayri ihtiyari gelen şey, geçen gün müşir ettiğim bu osman paşa adlı herifin hainlerle birlik oluşudur. baksana, kendisini manastır'dan kılına hata gelmemek şartıyla alıp götürmüşler!"
sultan hamid bütün bu sözleri elleri arkasında, omuzları çökük, odanın içinde gidip gelerek, gözlerini de yerden kaldırmaksızın, adeta kendi kendine hasbihal eden bir insan edasıyla söylemişti. ikinci katip, mabeyinci ve padişahın reisliği altındaki türlü meclisin birinci azası izzet paşa, "şu birkaç gün içinde şevketli on yıl ihtiyarladı" diye düşündü ve efendisine biraz rikkatle baktı.
"yollayacağım kuvvetlerin sadakatinden artık şüphe ediyorum. ikinci fırkadan asker ayırıp göndersem bile ifsad etmeyeceklerinden emin değilim. hem rumeli'nin dört tarafı düşmanla sarılı iken islamı, türkü birbirine nasıl kırdırayım? evet 93 harbi'nden sonra arnavutluk'ta çıkan muhtariyet hareketini bastırmadan önce bir müddet hoş gördümdü. amma bu seferki fesad biraz daha yayıldı mı çatalca'ya varacak, edirne yolunu kesecek. sonra, istenen şey bütün memlekete şamil, bütün memleketin nizamını altüst edecek mahiyette. karşı durmak, seli durdurmak lazım. fakat ya tenkil hareketi esnasında bulgar tecavüz ederse? devletler birer bahane ile birtakım şeyler istemeye, müdahalelerde bulunmaya kalkarlarsa?"
hünkar nihayetsiz bir yorgunluk içinde koltuğa oturdu. daha fazla konuşmaya birden takati kalmamış gibiydi. pencereden uzaklara baktı. istanbul ve üsküdar, tamamıyla ışıksız, uyuyorlardı. bununla beraber, yaz gecelerinde pek erken gelen sabahın yaklaştığına hükmolunabilirdi. gecenin karanlığı hissedilir derecede hafiflemişti. sultan hamid uzak olmayan bir yerde vaziyeti tetkike, hal çarelerini bulmaya memur ettiği vezirlerini, müşirlerini, vükelasını hatırladı ve:
"saatler saati toplu haldeler; hala iyi kötü bir rey arzedemediler!" diye söylendi.
onların çoğunun da rumeli'deki hareketi etraflı şekilde bilmezken çağrıldıklarını ve uzun saatlerden beri kendilerine uçsuz bucaksız muhaberelerin suretleri okutulmuş olduğunu, vaktin bu suretle geçtiğini düşünüyordu.