17.04.2010

serüven

jean-paul sartre

her çeşit serüveni tatmak isterdim. yanlış trene binmek. bilmedik bir şehirde inmek. cüzdanını kaybetmek, yanlışlıkla tevkif edilip geceyi içerde geçirmek. bence serüven, ille de olağanüstü olması gerekmeyen ama olağanın dışına çıkan bir olay diye tanımlanabilir.

galiba yalan söylüyorum, galiba bütün hayatım boyunca bir tek serüven bile yaşamadım ya da serüven kelimesinin ne gibi bir anlamı olduğunu bile bilmiyorum.

başımdan tek serüven geçmedi. hikayeler, olaylar, kazalar ne isterseniz var bende. ama serüven yok. bu kelimelerle ilgili bir soru değil, şimdi anlıyorum. farkında olmadan, kendisine her şeyden daha fazla bağlandığım bir şey vardı. aşk değildi bu, tanrı da değildi; ün kazanmak, zengin olmak da değildi. bu.. kısacası, belli zamanlarda hayatımın zor rastlanır, değerli bir nitelik kazanacağını ummuştum. olağanüstü durumlar söz konusu değildi. bütün istediğim biraz şaşmazlıktı. hayatımın göz alıcı hiçbir yanı yoktu; ama ara sıra, örneğin kahvelerde müzik çalındığı zaman, geçmişe yönelip bir zamanlar londra'da, meknes'te, tokyo'da tatlı anlar geçirmiştim, benim de başımdan serüvenler geçmişti diyordum. bu, elimden alındı bugün. ortada hiçbir neden yokken, birden, 10 yıldır kendime yalan söyleyip durduğumu anladım. serüvenler kitaplardadır. kitaplarda anlatılanların hepsi hayatta gerçekleşebilir tabi; ama aynı biçimde değil. oysa, benim için o gerçekleşme biçimi önemliydi.

önce, başlangıçların gerçek başlangıçlar olması gerekiyordu.