6.03.2019

adalet

ernesto sabato

eğer, himalaya'ya çıkan bir adamla yemek yiyorsan, çatalı tutuşunu yeterince gözlemleyince onu eşitin ya da üstünün sayma eğilimine kapılırsın; bu yargıya varmak için ileri sürülenin himalaya'ya çıkış olduğunu, yemek yiyiş tarzı olmadığını unutarak. bu cinsten küstahlığı binlerce kez affetmen gerekecek.

gerçek adaleti, yalnızca alçak gönüllülük ve duyarlılık, açıklık ve cömert bir anlayışla donanmış istisnai varlıklardan görebilirsin. şu kıskanç sainte-beuve, o stendhal soytarısının asla büyük bir eser yazamayacağını iddia ettiğinde balzac aksini söyledi. ama bu doğal: balzac insanlık komedyası'nı yazmıştı ve öbür beyefendiyse adını hatırlamadığım bir romancık. saint-beuve'a benzeyenler brahms'a güldü. oysa schumann, muhteşem schumann, bahtsız schumann, çağın müzisyeninin doğmakta olduğunu iddia etti.

paradoksal görünse de, hayranlık duymak için büyüklük gerekir. işte bunun içindir ki bir yaratıcının çağdaşları tarafından tanınması durumu pek gerçekleşmez: neredeyse hep bir sonraki kuşak ya da en azından bir tür çağdaş sonraki kuşak, yani yabancı olan, uzaklarda olan, onun giyim kuşamını görmeyen okurlar tarafından tanınır. bu stendhal ve cervantes'in bile başına geldiyse, evinin yakınlarında yaşayan sıradan bir tanıdığın dedikleri yüzünden nasıl yılgınlığa düşebilirsin? proust'un ilk cildi çıktığında (andre gide elyazmalarını çöpten çıkardıktan sonra), henri ghéon adında biri, bu yazarın "bir sanat eserinin tam anlamıyla aksi olan şeyi yapmakta, asla tamamlayıcı ve birleştirici olmayan ek bir tabloda, manzaraların ve ruhların devingenliği konusundaki izlenimlerinin bir envanterini, bilgilerinin dökümünü yapmakta gözükara davrandığını" yazdı. aslında bu kibirli eleştiri, proust dehasının hemen hemen esasıdır. evrensel adalet bankası, brahms'ın, piyano ve orkestra için birinci konçertosunu icra ettiği o ilk gecede hissettiği, hissetmesinin kaçınılmaz olduğu acıyı ne şekilde telafi edebilir ki? hani şu ıslıkladıkları ve yuhaladıkları gecenin acısını? yalnız brahms değil, discépolo'nun tek bir mütevazı şarkısının ardında, ne büyük bir acı, ne büyük bir birikmiş hüzün, ne büyük bir yıkım vardır.

fakat -insanlık durumu ne kadar garip- yalnız ve önemsiz ve başarısız olanlar bu sefil duyguları çekmez. lope, don quijote'un hayatında okuduğu en kötü kitap olduğunu ilan etmemiş miydi? goethe, üçüncü sınıf şairleri (kıskandığı ruhları da, sıralamasında bunların daha altına koyuyordu) överken kendisi kadar önemli şairler konusunda sessiz kalmıyor muydu?

hiç kimse sana geleceği garanti edemez. gelecek kimi zaman üzücüdür: başarısız olursan üzücüdür; çünkü başarısızlık her zaman acı vericidir ve sanatçı söz konusu olduğunda trajik olur; başarırsan da üzücüdür; çünkü başarı bir tür bayağılıktır, bir yanlış anlaşılmalar toplamı, devamlı bir yıpranmadır; kamuya mal olmuş adam olarak adlandırılan şu pisliğe dönüştüğünde, haklı olarak (haklı mı?) bir delikanlı, (senin başlangıçta olduğun gibi biri) suratına tükürebilir. bu haksızlığa da tahammül etmek, çalışıp çabalamak, domuz ahırında çalışan bir heykeltıraş gibi eserini üretmeyi sürdürmek zorunda kalacaksın. pavese'yi oku:
"içini kendi kendine tümüyle dökmüş olmak.. çünkü yalnızca kendi hakkında bildiğini boşaltmadın; aynı zamanda kuşkularını ve tahminlerini de, yani ürpertilerini, hayallerini, bilinçsiz hayatını da boşalttın. ve bunu, katlanılan bir çaba ve gerilimle, ihtiyat ve ürpertiyle, buluşlar ve başarısızlıklarla yapmış olmak. bütün hayat bu noktada yoğunlaşacak şekilde yapmış olmak ve bunu insani bir işaret, bir söz, bir mevcudiyeti buyur etmiyor, yüreklendirmiyor gibi yapmış olduğunu kabul etmek. ve soğuktan ölmek, çölde kendi kendine konuşmak, bir ölü gibi gece gündüz yalnız kalmak."

ama tabi, birden o sözü işiteceksin -şu anda, bulunduğu yerden pavese'nin bizimkini işittiği gibi- öbür adadan senin haykırışlarını işiten bir varlığın, senin hareketlerini anlayacak, senin şifreni çözebilecek birinin arzulanan varlığını, beklenen işaretini duyacaksın. işte böylece devam etmek için gücün olacak, bir an için domuzların homurtusunu duymayacaksın. geçici bir an da olsa, sonsuzluğu hissedeceksin.

kim bilir ne zaman, hayal kırıklığının hangi anında brahms, birinci senfonisinin ilk bölümünde işittiğimiz o melankolik trompetleri çaldırmıştır. cevap geleceğine inancı yoktu belki; çünkü bu esere tekrar dönmek için 13 yıl (on üç yıl!) geçmesi gerekti. umudunu kaybedecek, birisi suratına tükürecek, arkasından güldüklerini duyacak, kaçamaklı müphem bakışların uyarı olduğunu düşünecekti. fakat trompetlerin o çağrısı zamanları aştı ve birden, sen ve ben, karabasanlarla tükenmiş, işitiyoruz onları ve o bahtsıza borçlu olduğumuzdan, onu anladığımızı gösterecek bir işaretle cevap vermemiz gerektiğini anlıyoruz.